13 Kasım 2024 Çarşamba Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 12 MAYIS 2011 PERŞEMBE 2 da, en yüksek satışlara çıktığımızda da yanımızdan ayrılmayan belirli bir okur kitlesine sahip olmak!.. Bu, hiçbir gazetenin elde edemeyeceği bir düzeydir. Ne kadar bozmak, yıkmak, yıpratmak isterlerse, bu gazete gücünü daha arttırmıştır... Kaç kez yaşadık bunu! Nadir Nadi’nin kendi gazetesinden ayrılmasını, İlhan başta olmak üzere hepimizin gazeteden dışlanışını!.. Ama çok geçmeden satışların yarıdan çok düşmesiyle yeniden göreve çağrılmamızı... Bir değil iki değil, 12 Eylül’de, 12 Ekim’de, hatta daha da önceleri!.. OLAYLAR VE GÖRÜŞLER İleri Demokrasi, Yeni Düzen! Türkiye’de kimilerinin dillerine pelesenk ettikleri “ileri demokrasi”nin yeni bir Osmanlı rüyasına kapılmadan, yağmalamadan, padişah yaratmadan geliştirilebileceği inancını perçinlemeleri umuduyla, özlemiyle; demokrasinin akla yatkınını yakalamaları dileğiyle. Salih ÖZBARAN “Hırsız tanımına daha uygun olanlar ve onu hak edenler, kralların ordularının ve lejyonlarının, eyalet yönetiminin ya da kentlerin başına getirilenlerdir; çünkü bu türler insanları kurnazca veya zorla soyarlar, yağma ederler. Sıradan hırsızlar bir kişiyi soyarken bunlar tüm kentleri ve krallıkları soyarlar. Sıradan hırsızlar kendilerini tehlikeye atarak soyarken bunlar hiçbir tehlikeden korkmazlar. Sıradan hırsızlar, eğer soyarlarsa, asılırlar; ancak bunlar hem hırsızlık yaparlar hem de asarlar.” Antonio Vieira, 16081697 17. yüzyıl Portekiz’inden günümüze seslenen bir saptama. Belki insanlar asılmıyor demokrasinin geliştiği ülkelerde; ama böyle bir anımsamaya yol açan yağmacılık bizleri hâlâ korkutuyor. Soygunun ve rüşvetin aldığı biçimler, kazandığı incelikler günümüzde düşünüldüğünde bu sözcükler ürpertiyor. Hırsızlık ya da rüşvetin derinliğine inmek değil bu yazımın konusu; Cumhuriyet Bilim Teknoloji dergisinin 1241. sayısında bu konuyu biraz işlemiştim. Yukarıda 17. yüzyıl Portekiz imparatorluğu dünyasından yansıtılan satırların kaleme alınmasına neden olan ve yağmalamanın boyutlarını gösteren bir tablonun yaşanmasına yol açan yönetimlerin 20. yüzyılda dahi var olduğunu anımsatmak, içinde bulunduğumuz ortama ne denli duyarlı olmamız gerektiğini göstermektir; başıbozukluğun, yağmalamanın demokrasi olmadığını anımsatmaktır. rinin ve götürülerinin, demokratik gelişimlerin ya da diktatörlüklerin tarih sayfalarında sıradanlaşmasını ya da yok olmalarını kabul etmiyorum. Dünyanın vaziyeti karmakarışık. Bir yanda diktatörlüklere karşı halkların isyanlarına görüntülerle tanık oluyoruz: Onlara karşı rejimlerini basit bazı tavizlerle sürdürme gayreti içinde bulunan yeri değiştirilemez sanılan sultan, şeyh, başkan kılıklı yöneticileri izliyoruz; diğer yanda o ükleleri kurtarmak, onlara yardım ellerini uzatmak, demokrasi götürmek gibi insan hakları savunuculuğunda şampiyonluğa oynayan devlet ve imparatorlukların medyada yansıyan süslendirilmiş vaatlerini işitiyoruz. Ancak bu sonuncuların 15. yüzyıldan beri geliştirerek sürdürdükleri, ateşli silahlarının ve donanımlı gemilerinin güvencesine dayanarak yarattıkları sömürü düzenini devam ettirmek istedikleri de gözden kaçmıyor. Burada son 500 yıllık geçmişin tarihsel okumasını konu etmeyeceğim. Zaten böyle bir yazıya sığmaz. Anımsatmayı düşündüğüm konuya dönüyorum ve özetle şunları dile getirmek istiyorum. “Yeni Düzen”in sahibi Salazar idi: Sivil, iktisat profesörü António de Oliveira Salazar. 28 Mayıs 1926 yılında parlamenter cumhuriyeti koruyabilmek için yapılmış bir askeri darbe arkasından 50 yıl yaşayabilecek kadar uzun süren bir (sivil) diktatörlük geldi oturdu Portekiz’in (imparatorluğunun) tepesine. Yeni düzen totaliter rejimlere, başka bir deyişle İtalyan faşizmine ve Alman nazizmine karşı olduğunu tekrarlamasına karşın baskıcı ve engelleyici yapılanmalar yarattı; süreli yayınları sansürledi; tiyatro, sinema, radyo, televizyon gibi iletişim araçlarına karıştı; askeri ve politik konuların ötesinde moral, davranış biçimleri, din ve tehlikeli saydığı haberleri denetim altında tuttu. Gizli polis teşkilatı, Engizisyonu aratmadı; ve hiç yaşanmamış “tehditler” icat ederek gücünü ve varlığını kanıtlama gereği duydu. Çalışan kesimler ise sendikal ve grev haklarından mahrum bırakıldı; bir şey gelmiyordu ellerinden toplumun bu katmanlarının. Gizli polis teşkilatı kuş uçurtmuyordu ülkede; suç dayanağı olmadan uygulanan 180 günlük tutuklama süresi üç yıla çıkarıldı. Devlet adaletin gerçeklerini görmez oldu; tutuklamalar sonradan kalp hastalıklarına, denge bozukluklarına, çeşitli sağlık sorunlarına yol açtı. İki yıl kadar önce Cumhuriyet’te çıkan bir yazımın son satırlarını anımsatarak bitiriyorum sözlerimi. Tarih, tekerrür etmiyor şüphesiz; tıpatıp tekrarlamıyor olgularını, olaylarını; çünkü ona bakış açıları her zaman çağdaş değerlerle oluşmuştur, oluşmaktadır; değerlendirildiği son andan yorumlanmıştır, yorumlanmaktadır. Şaşırtıcı olan şey, onun aynasında pek çok öğenin benzerliklerle yaşadığını saptamaktır. Andığım tarih kesitinin güya siviller tarafından döndürülen demokratik yaşam dümeninin nerelere sürüklediğini görebilmektir. Dileğim, Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşadığı şu günlerdeki karamsarlığını “Salazar” damgası yemeden atlatmasıdır. Unutmamak gerekir, andığım “sivil” diktatörlük tam yarım yüzyıl sürmüştür, üstelik bir Batı Avrupa ülkesinde; üstelik demokrasi ya da “yeni düzen” yutturmacasıyla; üstelik imparatorluk hayalleriyle. Türkiye’de kimilerinin dillerine pelesenk ettikleri “ileri demokrasi”nin yeni bir Osmanlı rüyasına kapılmadan, yağmalamadan, padişah yaratmadan geliştirilebileceği inancını perçinlemeleri umuduyla, özlemiyle; demokrasinin akla yatkınını yakalamaları dileğiyle. 87 Yaşında Bir Genç ‘Cumhuriyet’ 87 yaşında bir genç! Olur mu böyle bir şey? Demek, olmayacak bir durum değilmiş! İşte, “Cumhuriyet” gazetemiz 87 yaşında, Türkiye’nin hiçbir zaman yaşlanmayacak olan gazetesi! Okurlarının yakın dostu... Bu gazeteye alışan bir daha bırakmaz... Böyle gelmiş böyle gider... Ben elli yıllık Cumhuriyetçiyim, bu gerçeği gördüm, yaşadım, yaşıyorum, zaman olursa daha da yaşayacağım. Mustafa Kemal’den aydınlık almış önce... Karanlıktan kopmuş... Yalnız bu güne, bu ana değil, hep geleceklere koşmuş... Yeni kuşakların yanında olmuş, Yunus Nadi’siyle, Nadir Nadi’siyle, İlhan Selçuk’uyla... Yüz bini aşkın tirajları yaşamış bir gazeteci kuşağıyız. Bitmez tükenmez iç ve ailesel kavgalar, çekişmeler. Cumhuriyet ülküsünü bozup bambaşka bir çizgiye sürüklemek niyetindekilerin darbeleri yetmedi. Politikanın çürümüş yandaşlarının hâlâ sürüp giden düşmanca tutumları da... 87 yıl sonra ayaktayız yine! Bizden bir türlü vazgeçmeyen, yenilgilere düşer gibi olduğumuzda Önce nsan Olsan Ya Kardeş... AHA yine bildirdi: “Bizi kardeş yapan Müslümanlıktır, laiklik değil...” Kardeş!.. Laik Batı ülkelerinde yetmiş millet, din, ırk bir arada kardeş kardeş yaşıyor... Birbirlerini kesmiyorlar... Asansörlerde selam verirler birbirlerine... Bak Müslüman ülkelere: Mısır’da, Libya’da, Tunus’ta, Sudan’da, Cezayir’de, Yemen’de, Suriye’de, Irak’ta, İran’da, Pakistan’da, Afganistan’da Müslümanlar birbirlerinin gırtlağına çökmüşler AHA kardeş... Niçin?.. Çünkü inanç, din, iman, mezhep gibi kavramlar devlet işin içine girdiğinde, asıl o zaman tüm insanların kardeşliği uçup gidiyor... Ama laiklik varsa; Müslüman, Hıristiyan, Budist, ateist bir arada yaşayabilir... İnsan olmayı yeterli sayarak... Doğrusunu istersen kardeş; sen anlamazsın ama laiklik önce “insan” olmakla ilgilidir... İnsan olan; dini, imanı kirli dünya işlerine karıştırmaz... Allah’ın adını binbir yalanın uçuştuğu seçim meydanlarında ağzına almaz... Müslümanlığını çıkarı için kullanmaz... Peygamberi; binbir skandalın, yolsuzluğun, rüşvetin, rezaletin, haksızlığın, hukuksuzluğun, hırsızlığın döndüğü siyasi iktidarına ortak etmez... Ki biz ona ne diyoruz: Laiklik... Laiklik olmadan asla demokrasi olmaz... Yeryüzünde laik olmayan bir tek demokrasi göstersene bize kardeş... AHA görelim... Bir de utanmadan “demokrasiye” yapışmışsın... Pekiii... Müslümanlığı işin içine karıştırmadan, salt insan olarak öbür insanlarla “kardeş” olamıyor musun?.. Olamıyorsan... Ne işin var laik devletin tepesinde... Kırıta kırıta... Altında kırmızı plaka, önünde eskort, arkanda laik devletin nimetleri, aylık net 15 bin yolluk, ödenek... Git dergâhında otur... Mustafa Kemal’in laik cumhuriyeti olmasaydı, oturacak yeriniz de olmayacaktı ya kardeş... İlhan Selçuk ne demişti: “Bu gazete okurlarınındır.” Okurları sürdürür yaşamasını. Yeri gelir satışı düşer, yeri gelir satışı bir kat daha artar... Ama Cumhuriyet’in yolu değişmez. Varmak istediği hedef, gerçek demokrasidir, emekten yana olmaktır, okurlarını bir güçlü aile gibi korumak, yaşatmaktır. 87 yaşında bir genç olmak işte budur! Her zaman iyinin, doğrunun, güzelin yanında, bilime, sanata, çağdaş uygarlığa saygılı olmak... Seksen yedi yıldan bu yana gelip geçen kuşakları bir devrimci aile bütünlüğünde korumak, yaşatmak!.. “Cumhuriyet bizlerden sonra da yaşamalı...” derdi İlhan. Bu hepimizin vazgeçilmez dileği idi. “Cumhuriyet” yeni kadrolarla, yeni genç çalışanlarla, yazanlarla, çizenlerle, sonsuza dek yaşayacaktır. Ayrılmaz bir parçası olan sevgili okurlarıyla birlikte... Nice yeni yıllara arkadaşlar... leri demokrasi Yine o diktatörlükten bahsedeceğim; imparatorluğunu okyanus ötesi ülkelerde 20. yüzyılın ikinci yarısında bile sürdürmek isteyen Yeni Düzen’in ya da “Estado Novo”nun bir diktatöründen söz edeceğim; ülkemde “ileri demokrasi”nin tezahürlerini seyrederken, duyumsarken. Bu konuya ilişkin bildiklerimi, gördüklerimi birkaç kez yazmıştım. Ama onları yinelemek geliyor içimden; çünkü aklımdan çıkmıyor Portekiz’de 1960’lı ve 1970’li yıllarda işittiklerim, tanık olduklarım, Portekizli arkadaşlarımın yanı başımızda dolaştığını söyledikleri sivil polis korkularım. Unutuluvermesini istemiyorum geçmişin; tarih olgusu içinde ve yerli yerinde değerlendirilmesini arzuluyorum; andığım yılların getirile 5. BASKI C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear