01 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 24 N SAN 2011 PAZAR 16 bıraktığımız hafta, YSK Geridehukuku zorlayarak BDP kökenli 7 bağımsızın milletvekilliği adaylığını reddetti, tansiyon fırladı, ortalık karıştı. Kızgın seçmenler yollara döküldü, polis halkın, halk polisin üstüne yürüdü, camlar çerçeveler indi, dükkânlar taşlandı, yakıldı, insanlar dövüldü, birisi öldürüldü. Zaten birbirine giderek düşman kesilen milletin gırtlak gırtlağa gelmesine ramak kaldı. YSK hukuku zorlayarak BDP kökenli 6 bağımsızın milletvelliği adaylığını kabul etti, tansiyon düştü, ortalık yatıştı. İnsanın aklına ister istemez, kağnıyla gidiş yolunda ırgatın, dönüş yolunda da ağanın yer değiştirmek uğruna bir güzel mideye indirdikleri, sonuçta da ağanın ağa, ırgatın ırgat kalıp “Biz bu boku niye yedik?” diye düşündükleri fıkra geliyor… Cinnet yurdumuz takviminde, 18 Nisan’la 21 Nisan arasını yok sayın, tansiyon kaç çıkıyor? 17 Nisan’a sabitli. Ya ortalık? O da 17 Nisan’daki gibi. Öyleyse bu halt niye yendi, aradaki üç gün niçin gaz, kan ve baruta bulandı, bir insan öldü, başkaları yaralandı, dövüldü, diye sormak gerekmez mi birilerine, tercihen yükseklere kurulmuş seçim biraderliğine? Hukuku zorlayarak, seçimlerin kaderini değiştirmek amacıyla alındığı çok belli tarafgir ve siyasal bir kararı, sokağın zorunu görünce yine hukuku zorlayarak geri çekmek, nasıl bir çarıklı erkânıharp kurnazlığıdır? yapılanan ve liderlerinden vekillerine tüm temsilcilerinin kişisel çıkarlarını bir yana koyup ortak ideale hizmet ettikleri parti olarak da tek örnek. BDP’lilerin ortaya koydukları ideal, elbette Kürt milliyetçiliğini besliyor ve Kürt milliyetçiliğinden besleniyor, ama hiçbir BDP sözcüsü oy avcılığı uğruna bu idealden Kürt aşiret kültürüne taviz vermiyor. Aşiret kültüründeki erkek ağalık geleneğinin tersine, desteklediği milletvekillerinin, temsilcilerinin yarısı kadın. Başka hiçbir partinin ulaşamadığı yüzde 50 kadın partili oranı ve dini referanslara vermediği primle BDP, Kürtlere salt siyasal bir kimlik değil, yeni bir toplumsal kimlik de vaat ediyor. Kadının ezildiği erkekçi bir kültür topluluğuna, kadınların çatır çatır kürsülere çıktığı, en ön saflarda mücadele ettiği bir siyasal seçenek sunuyor. Türkiye’de devletin yarım yüzyıldır aşiret beşiğinde salladığı Kürtlere, altında ezildikleri töreler açısından da “yeni umutlar” verebilen BDP’nin bir artısı da tüm parti başkanlarından daha genç lideri Selahattin Demirtaş. Olgun ve kararlı söylemiyle Demirtaş, devletle aşiret, töreyle terör arasında sıkışan Kürt gençleri için bir rol modeli oluşturuyor. Eh bu tabloda, Türklere sahte cennet vaadiyle hakiki cinnet geçirten iktidarın, kendi yarattığı “Türkiyeli” seçmenler arasında BDP’nin göstereceği bir performanstan çekinmesi için her tür neden var. “Hiç kimse herkesi aldatamaz, herkes de kimseyi aldatamaz.” PLINE Vetodan Vizeye Siyaset Aradaki üç gün yaşananların, daha doğrusu heba olanın, YSK’nin yansızlığı ve seçimlerin güvenilirliği üstüne düşen gölgenin hesabını kim verecek? Herhalde Diyarbakır’da gözaltına alınan bazı göstericileri karakol yerine AKP il merkezine götürüp, AKP’lilerin gözü önünde dövdükleri ileri sürülen polis değil... Sorarım size, güya demokrasi çerçevesine çekilmeye çalışılan Kürt milliyetçilerine, emirlerin demirle, hukuk zorunun sokak zoruyla kesilebileceği, vizeyle biten veto sürecinden daha açık nasıl bir deneyimle kanıtlanırdı? Girişimciler açısından hüsranla sonuçlanan veto sürecinde, birileri BDP’nin desteklediği bağımsız adaylar aracılığıyla seçim minderi dışına düşürmek istedi. Plan tersine işledi ve BDP, süreçten güçlenerek çıktı. Peki planı Fotoğraf : ALİ ARİF ERSEN Hıristiyanlık tarihinin kutsal güzergâhı, Antalya’dan Yalvaç’a kadar uzanan Saint Paul Yolu’nu dünyaya tanıtarak Türk turizmine kazandıran İngiliz yazar Kate Clow, bu yol üzerinde kurulacak Kasımlar HES projesini eleştirirken, “Bütün bu olup bitenleri anlamak mümkün değil!” demiş. (Kaynak: Odatv.com) Sevgili Oktay Ekinci hocamız çok daha ayrıntılı bilir, ama bence salt Saint Paul Yolu üzerindeki değil, hemen tüm HES’leri anlamak, olup bitenleri değil “doldurulup bitirilenleri” kavramaktan geçiyor: Birileri birilerini, öteki dünyada cennete girmeyi hak etmek için yaşadıkları yeri cehenneme çevirmek gerektiğine doldurmuş. Türkiye’nin bitirilen yeryüzü cennetleri, işte böyle bir cinnetin kurbanı. Yoksa hangi başka mantık, HES’leri özellikle fay hatları üzerine, özellikle doğal güzelliğin mahvı ve yüz binlerce insanın yersiz yurtsuz kalması pahasına kurar? Ulusçuluk ve Ulusalcılık Üzerine Bir süre önce yayımladığım “Bu yurt, bu yurdu sevenlerindir” başlıklı yazıma ilişkin olarak Orhan Bursalı’nın köşesinde bana yönelttiği “Ulusçuluk terimi ile ulusalcılık mı demek istiyor? İkisi aynı şey midir?” sorusundan anlıyorum ki “ulusçuluk” ile “ulusalcılık” terimleri/kavramları zihinsel bir karışıklığa yol açmış, nitekim Bursalı yazımın “çok bilinmeyenli bir denklem” olduğu sonucuna varmış. Oysa bu iki terim/kavram aralarında fonetik çağrışım dışında bir benzerlik bulunmadığı gibi kavram kargaşasına yol açmayacak ölçüde de somuttur. Ulusçuluk “milliyetçilik”, ulusalcılık ise “millicilik” anlamında kullanılan iki farklı terim/kavramdır. Biri “ulusçu/milliyetçi”, öbürü ise “ulusal/milli” sözcüklerinden türemiştir. Sözgelimi, “ulusal/milli marş” yerine “ulusçu/milliyetçi marş”, “ulusal/milli değer” yerine “ulusçu/milliyetçi değer” ya da “ulusal/milli kurtuluş savaşı” yerine “ulusçu/milliyetçi kurtuluş savaşı” demiyoruz. 1980 öncesine kadar “ulusallık” ülkemiz sosyalistlerinin, devrimci güçlerinin büyük çoğunluğunun içselleştirdiği, dilinden düşürmediği bir kavramdı. Emperyalizme karşı sürdürülen savaşımda ülkemizin taşı toprağı, yer altı ve yer üstü kaynakları, insanları ve onların emekleri savunulurken öne çıkarılan temel kavramlardan biriydi. Bizim kuşağımız, “ulusallık” içselleştirilmeden,“ulusalcı” olunmadan emperyalizme karşı savaşımın verilemeyeceğine inanıyordu, emperyalizme karşı savaşım özünde “ulusal kurtuluş” savaşımıydı ve sosyalist savaşımımızın ayrılmaz bir parçasıydı. Bakınız Yahudi sosyalist Viktor Chaim Arlosoroff ne diyor: “Ulusal yaşam ve yazgının ortaklığı, işçilerin kalbini toplumun diğer herhangi bir üyesininki kadar güçlü bir şekilde attırır. Ebeveynlerinin ruhunun yaşadığı ve yaratıldığı, ona o eşsiz ninnilerin söylendiği anadilini o da sever. Vatanını, halkını ve onların türlü türlü tavırlarını ve geleneklerini o da sever. Onların çok renkli el ürünlerini, vatanındaki gökyüzünü ve anavatanının şehirleri ve kırlarını da. O da ulusunun kültürünü bağrında taşır: ulusunun varoluşu onun varoluşu, ulusunun duygusal dünyası onun duygusal dünyasıdır.” (1919) “Ulusallığın” sosyalistler için önemini en güçlü vurgulayanlardan biri de Türkiye sosyalizminin büyük önderi Mehmet Ali Aybar’dır. Konuyla ilgilenenlere Aybar’ın “Bağımsızlık, Demokrasi, Sosyalizm” adlı kitabını okumalarını öneririm. Ne var ki 1980 sonrası yükselen neoliberal dönemle birlikte “ulusal”, “ulusallık”, “ulusalcılık” gibi kavramlar bilinçli olarak sulandırıldı. Bu kavramlar “ulusçuluk” ile eşanlamlı olarak kullanılmaya başlandı. Ne yazık ki solcuların önemli bir bölümü de bu “dil tuzağına” düştüler ve “ulusçuluk” ile eşanlamlandırıldığı ölçüde “ulusalcılık” sözcüğü tu kaka edildi. Oysa bu ülkede bugün “ulusçu” olduğunu söyleyen kişi, kurum ve siyasal partilerin, örneğin bankalarımızın, sigortalarımızın, fabrikalarımızın, turistik tesislerimizin, limanlarımızın, madenlerimizin ve daha pek çok varlığımızın küresel kapitalizme, bir başka deyişle emperyalizme peşkeş çekilmesine bir itirazları yoktur. Yoksa siz ulusçuluk savındaki siyasal örgütlerin, örneğin Milliyetçi Hareket Partisi’nin, Büyük Birlik Partisi’nin, Demokrat Parti’nin ülkemizin emperyalistler ve işbirlikçileri tarafından talan edilmesine karşı seslerini yükselttiklerini duydunuz mu? Sonuç: Ulusçuluk ile ulusalcılık birbirinin yerine kullanılamayacak farklı terimler/kavramlardır. Öyleyse ulusçuluğa/milliyetçiliğe karşı dururken, ulusal değerlere sahip çıkmaya, emperyalizme karşı savaşıma ve sosyalizm kavgasına devam… yapanlar, niçin bu partinin yolunu kesmek istediler, hangi “başarı” potansiyeli gözlerini korkutmuştu? Gerçek şu ki BDP, yaslandığı yüzde 45 oy oranına karşın, Türkiye’nin siyasal gündeminde etkinliği yüzde 70’in altına düşmeyen bir örgüt. Parti yapılanmasından tutun, liderleri ve üyelerinin inandıkları doğrular için verdikleri mücadele, hedeflerini desteklemeyen ve istemlerini paylaşması mümkün olmayan benim gibi kişileri bile zaman zaman takdire zorluyor. Neden mi? BDP, Türkiye’de dini referans almayan ve göstermeyen tek siyasal kuruluş… Doğru yanlış bir ideal çerçevesinde K M K ME DUM DUMA BEH Ç AK ‘ G ’ N O K T A S I [email protected] ‘Sulha Davet’ Azeriler de Kars’taki “İnsanlıh Abidesi”nin yıhılmasını istiyirlermiş... buna sebep “ana dilimle”, Azerice yazıram... Bu abidenin fikri, Kars’ta 90’lı illerden (yıllardan) 2 binlere geder gayrılan (yapılan) “Kafkas Kültürleri Şenlihleri”nde doğdu... Kars’ımızın şenlihlerdeki adı, “Anadolu’nun Kafkas şeheri” ve “Kafkasya’nın Anadolu’daki Elçisi”ydi. Gedim Cumhurbaşkanlarımızdan hörmetli Süleyman Demirel’in böyük değer verdiği “Kafkas İstikrar Paktı”nın gurulmasında en menalı garar, Kars’ın bu barede (durumda) öne çıhıp bölgenin “sulh şeheri” olmasıydı. Üniversitesine de “Kafkas” denilmişti. Çünkü Kars, tamam (bütün) Kafkasya’da ilimin, sen’atın ve “sulh” kültürünün şeheri olmalıydı... O tarihî gerarların ahırında (sonucunda) Kafkas musikilerini de öğreştiren konservatuvar guruldu; Kafkas edebiyatı dersleri gonuldu. İndi Gürcistan’dan, Azerbaycan’dan telebeler, hetta öğretmenler de var. Kars’ın her yıl tezelenen Kafkas Kültürleri Şenlikleri’ne evvelki Cumhurbaşkanımız Ahmet Necdet Sezer de gelmiş ve çıhışlarında (nutuklarında) demişti ki: “Bu şeher, tamam bölgenin sulh ve ilim şehri olmaya gol (imza) goyuptur. Belesi bir vazifeyle, Türkiye’nin Kafkasya üçün beslediği ‘sulh fikirleri’nin kök salmasında gonşu (komşu) ülkelerden sen’atçıları gonah (konuk) ederek böyüh fayda sağlıyır.” elagadar olarak indi deyirem ki, abidenin hem fikrinde, hem menasında, hem de şeklinin gabulünde heç bir vaht (vakit) ne “Ermeniler” yâda (akla) tüşmüştü; ne de Ermenistan’a hoş görünmeh… Bunu deyenler, vicdanlarıyla tüşünseler, üzleri gızarar... Mehmet Aksoy, heyatını tamam Anadolu’ya ve kültürlerine adayan, sen’atının her ilhamını Anadolu’dan alan vetensever bir heykalcımızdı. Kars’taki abidenin “insanlıh” adına tikilmesinin bir sebebi de Erivan’daki “tüşmanlıkları gışgırtan Soykırım Abidesi”ne garşı Türkiye’nin ve Anadolu’nun “insan”a verdiği böyük değeri göstermekti. Anadolu’nun abidesi İşte bu fikirleşmelerle caddeleri, küçeleri (sokakları) heykallara bezenen Kars’a bir de “İnsanlık Abidesi”nin tikilmesi danışılmaya (konuşulmaya) başlandı. Bu danışıh hamının (herkesin) tasdikini alırken, Belediye Meclisi de abidenin yapılmasına garar verdi. Belediye Reisi Naif Alibeyoğlu abideyi kimin gayırabileceğini (yapabileceğini) soruşturanda dediler ki: “en gözel heykalcı Mehmet Aksoy düzelter.” Men, bu işle başından bu yana naların abidesi İnsanlık Abidesi’ne garar verilen günlerdi... tikileceği yere çıhıp Karsımıza ve Kars Kalesi’ne bahtığımda, Azerilerin dünyaya armağanı olan bir mahnı (şarkı) yâdıma tüşmüştü: “Ananın Sesi: Sulha Davet”... Öz özüme dedim ki “bu abide anaların sesinin heykalı olacah... Baku’de bu mahnı ohunanda (okunduğunda), Karslı analar da abideye bahıp eyni (aynı) mahnıyı uşahlarına ögretecekler...” Nevruz Gencelli’nin Sulhe Daveti’ni gelin beraber ohuyah: “Ana gelbim odlanır, söz tüşende davadan, / Bes değil mi ey insanlar, töküldü gan, ahtı gan. / Yeryüzünde dostu olsun gerek insan insanın, / Gelbimdeki bu arzular, arzusudur zamanın. / Men anayam bu sesimde yerin göğün derdi var, / Sulhe gelin ey insanlar, yohsa dünya mahvolar... / Silahları yandırın, arşa çıkhsın tüstüsü, / Her obada, her bir yerde, ganad açsın sulh sözü..” İndi, işte bu sözlerin abidesini yıhırlar! Men bilirem ki abidenin hagigi menasını bilmeden, tüşünmeden bu “siyasi” cinayeti işliyirler. Anaların sesi ‘Sulha Davet’ mahnısını ürehten (yürekten) ohusalar yıhmazlar. Mehmet Aksoy’a diyerler ki: “Bizi gandırdılar ay dadaş, bağışla. Gel abidemizi tamamla. Karsımızın tarihe sulh şehri olarak keçmesinin onurunu bizle barabar (beraber), uşahlarımız, balalarımız, nevelerimiz (torunlarımız) de yaşasın..” Daha men ne deyim ki... A Ç ZG L K KÂM L MASARACI [email protected] BULMACA SEDAT YAŞAYAN 6 7 8 9 HARB SEM H POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇEL K [email protected] YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Yol üzerinde oluşmuş çukur... Tanrı. 2/ Gemiyi, baştan ya da kıçtan halatla karaya bağlama... Yunan rakısı. 3/ Evcil bir geyik türü... Yer ve gök dürbünlerinde nişan almaya yarayan yuvarlak delikli disk. 4/ “Kakım” da denilen kürk hayvanı... Görünüşte, görünüşe göre. 5/ Bir nota... Satrançta bir taş. 6/ Başkalarının sırtından geçinen kimse... “Ayrılık ateşten bir / Nazlı yârdan hiç haber yok” (Türkü). 7/ Sivas’ın bir ilçesi... Bir bağlaç. 8/ Bir meyve... MuğlaMarmaris karayolunda, çok güzel bir panoramaya sahip dağ geçidi. 9/ Soyundan gelinen kimse... İçinde bulaşık yıkanan musluk teknesi. 1 2 3 4 5 SOLDAN SAĞA: 1/ Yurdumuzda ye 1 tişen şaraplık bir üzüm cinsi. 2/ Ak 2 la ve sağduyuya ay 3 kırı olan... Bir za 4 man birimi. 3/ Unvan... Deniz tekne 5 lerini dengede tut 6 mak için, dip bö 7 lümlerine konulan ağırlık. 4/ Meslek... 8 İffetli, namuslu. 5/ 9 Taş dibek... Hasta1 2 3 4 lık nöbeti. 6/ Türk müzi1P ON S ğinde bir makam... Evcil olmayan hayvanları vur 2 A D A ma ya da yakalama işi. 7/ 3 V E R G Bir kumar aracı... “Şu 4 L O D A dünyanın imiş kapısı / 5 O N E G Geldi geçti ak günümün 6 N N A hepisi” (Karacaoğlan). 8/ 7 Y A K Serbest bırakma... Önem 8 A L E li tarihsel olgu. 9/ Elazığ 9 O R T yöresinde yetişen ve kaliteli bir şarap veren kırmızı üzüm cinsi. 5 6 7 8 9 E T Y A T E A T İ İ Ş A L K A Ş E A N E T K İ T İ A N I K L A O F A L AMA C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear