29 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHUR YET 1 MART 2011 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER ABD’nin Gözü Libya Petrolünde! Erbakan’ın Ardından... “Rektörler, başı kapalı kızları kapıdan karşılayıp buyur edecek” diyordu. “Kanlı mı kansız mı olacak?” diyordu. Milli Görüş diye savunduğu koyu muhafazakâr çizgiyi savunuyor, değişik adlarla kurduğu partilerde gençlerini yetiştiriyor, günün birinde onların iktidara geleceğine ve Türkiye’yi bir İslam devleti haline getireceklerine inanıyordu... Öyle de oldu! Dizi dibinden ayrılmayan, en sadık gençlerden biri olan Tayyip Erdoğan, önce Erbakan’ın partisinin il başkanı, sonra belediye başkanı derken, Türkiye’nin Başbakanı oldu. Büyüğünün yolundan ayrılır gibi yaptı, ama ayrılmadı! Demokrasi diye diye demokrasinin Mustafa Kemal Atatürk’ün devrimlerle güçlendirdiği bir ülkeyi, sekiz yılda tanınmaz bir biçime sokmayı başardı. Aydınları, gazetecileri, bilginleri, çağdaş uygarlığın çizgisindeki insanları bir bir suçlayıp hapislere atılmalarını sağladı. “Ben Ergenekon savcısıyım” diyerek... Ülkenin zenginliklerini sata sata, ABD’nin istediği bir Başbakan olmayı da gururla duyura duyura!.. Necmettin Erbakan bir yargıcın oğluydu. Cumhuriyet ilkelerine bağlı bir hukuk adamının oğlu... Teknik Üniversite’yi bitirdi, alanında başarılı bir Prof. Dr. oldu. Yetmedi. İçinde yanan dindarlık ateşini, gerçek bir demokrasi karşıtı olarak yaygınlaştırmak amacı ile partiler kurdu. Başbakan bile oldu! Refah Partisi’ydi onunki. Yetiştirdiği gençlerinki ise Adalet ve Kalkınma... Daha ilk gün, “Bizim Çocuklar bu işi başaramaz” demişti. Sanki sekiz yıl sonunda bir çıkmaza gireceklerini önceden biliyormuş gibi... En önemli özelliği yabancı güçlere boyun eğmemesiydi. Amerika’ya, Avrupa’ya yani dış sömürüye karşı oluşu... Tam bağımsızlıktan yana olması... Milli Görüş dediği de bunun kanıtıydı. Birkaç kez Başbakan Yardımcılığı yaptı, bir yıl süreyle Başbakan oldu. Ama yetiştirdiği çocukların yaptığını yapmadı, ulusal değerlerimizi ona buna peşkeş çekmedi. “Ağır sanayiyi kurmak gerekiyor” görüşünü savunduğu için ülkenin fabrikalarını, bankalarını, önemli yapıtlarını satmaya kalkmadı. Necmettin Erbakan son dakikaya kadar liderliğini korudu. Seçimlerde de söz sahibi olmak istiyordu. Seksen beş yaşında bir lider olarak, yetiştirdiği gençlerden, Gül’lerden, Tayyip’lerden, Arınç’lardan iktidarı geri almak çabasındaydı. Ben bu geçen uzun yıllar boyunca Erbakan’ı çok eleştirenlerdenim. Atatürk Cumhuriyeti’ne karşıtlığını birçok yazımda en ağır biçimde suçlayanlardanım. Ama böyle ağır eleştirilere karşı şimdiki bazı politikacılar gibi dava açmaya kalkmadı. Kişilikli bir insandı. Ucuzluklardan, sahteliklerden uzak bir politikacıydı. Öyle de anılacak. Sevenlerine, yakınlarına başsağlığı dileyerek... Balkanlar’da, Anadolu’da ve onun güneyinde yaşayan Osmanlı yurttaşlarını kışkırtıp türlü müdahaleler yapmış olan Batı, Osmanlı’nın son yıllarında buna “uygarlaştırma görevi” çekici adını takmıştı. Sonu Sevr Antlaşması oldu. Libya deneyiminin sonunda da benzer bir sahtecilik ortaya çıkabilir. Ve yalnız orada da değil... Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV layların çalkaladığı söylenen Libya üstüne dengeli bir değerlendirme için erken olabilir. Olayları küçümsemiyorsam da, televizyonlar 1015 kişinin bir panoyu yıkışını günde birkaç kez gösterirken, ayaklanmanın ne ölçüde yaygın olduğunu şimdiden kestirmek güç. Ancak, ülkemiz ve dünya iletişim ağı yalnız Kaddafi’yi suçladıktan başka, (sertliği bir yana) ne onun geçmişteki halktan yana girişimlerine eğiliyor, ne de olayların gerisinde yuvalanan kimi uluslararası çıkarlara değiniyor. Hemen can alıcı bir gerçeğe gelelim. Libya bugün günde 1 milyar 800 milyon varil nitelikli petrol ve gene yüklü ölçüde doğalgaz üretiyor. Petrol Batı kapitalizminin ve günlük yaşamının damarlarındaki kanı gibidir. Aynı ürün büyük sermayenin siyasal gücünü sürdürmede vazgeçemediği silahtır da. Vaşington yalnız Ortadoğu’da değil, her yörede, bu arada Afrika’da da, örneğin Somali ve Sao ToméPrincipe’deki yeni petrol kaynaklarının da peşine düşmüş, oralardaki iktidarlara ya boyun eğdirmiş ya da onları değiştirmiştir. Bu kaynakların çevresi de askerî üsler ağıyla örülüdür. Komşu Irak’a da petrol için ve kendine bağımlı Kürt devleti uğruna saldırmadı mı? Bu vesileyle, Obama, bir kez daha, sanki dünyanın sahibiymiş gibi davranıyor. O Libya’nın petrol üretimi Britanya ve Türkiye başbakanlarının yanı sıra Ürdün kralıyla da telefon görüşmeleri yaparak, Ortadoğu ve Kuzey Afrika’ya demokrasiyi nasıl getireceğini söylüyor. Oysa Mübarek’i 30 yıl iktidarda tutan ABD idi. Mısır, 1952 devrimini gerçekleştiren Nâsır zamanında Üçüncü Dünya’nın ve Bağlantısızlık Akımı’nın saygın önderlerindendi. Bir bölüm halk Tahrir Alanı’na çıkmadan önce, ABD sözcüleri Mısır’daki milyarlık soygunun sözünü bile etmemişlerdi. Bugün Mısır ve Tunus’taki diktatörler yuvarlandı, ama her iki ülkedeki yerleşik seçkinlerin ayrıcalıklı durumlarını ve musluğun başındaki konumlarını bırakacaklarına ilişkin bir işaret henüz yok. Petrol sayesinde Afrika’da en yüksek gelir düzeyine ulaşmış olan ve 6 milyonluk Libya’da yaşam ortalaması 75’e yaklaşırken, 83 milyonluk nüfusun büyük çoğunluğu Nil Nehri çevresine doluşmuş olan Mısır’da sürekli olarak yiyecek ve su sıkıntısı vardır. ABD’nin Mısır’da 30 yıldır yaptığı ve yapmadığı onun bu ülkede demokrasi ve yoksullukla ilgilenmediğinin somut kanıtlarıdır. Kaddafi’nin günümüz koşullarında göz ardı edilen olumlu girişimlerinin sözünü etmek ancak başka bir yazıda olasıdır. Burada yalnız şu gerçeğe eğilelim: Petrol zengini bu ülkenin barış ve demokrasi gibi çarpıcı sözlerin bayraktarlığında ve ABD buyruğuyla (Almanya ve Fransa sözcüle rinin daha şimdiden dile getirdikleri gibi) Birleşmiş Milletler ya da NATO işgali benzeri bir yolun denenmesi, olayların göründüğünden önemli ölçüde farklı olduğunu gösterebilir. Olayları başlatanların “Şeriat” yandaşları olduğu söylenebilir. New York’ta ve İstanbul’daki Kaddafi karşıtı çember sakallı ve sıkma başlı ufak toplulukların bu görünümleri bile bu tanıyı koymamızı kolaylaştırıyor. Daha önce birkaç yazımda belirttiğim gibi, Kaddafi’nin ve düzenin içteki rakibi öteden beri bu aşırı İslamcılardı. Öte yandan, “Kime niyet, kime kısmet?” diye bir anlayış da var. Biri başlatır, ama ondan yararlanan başka biri olabilir. Sırasını bekleyen, tekelci sermayenin dış siyaseti olan emperyalizmdir. Bugünkü Libya yönetiminin (eğer doğruysa) savaş uçaklarına halka ateş yolunu göstermesi ve (gene doğruysa) parayla tutulmuş yabancı askerlerin kıyıma girişmeleri emperyalizmin işini ancak kolaylaştırıyor. ‘Soğan Doğradım Anne...’ Hani yüzünüzü önce hızla havaya çevirirsiniz… Ama durduramazsınız, bu sefer hızla öne eğersiniz başınızı… Ki kimse görmeden çabuk yuvarlanıp gitsin damlalar… Ya da hani soğan doğramak gibi… Evet… Bu daha iyi… Bir çocukluk anısıdır bende belki… Ya da ağladığını gizlemek isteyen her genç kadın öyle der annesine: “Soğan doğradım anne…” Bu yazımı sorgulanan, tutuklanan, yargılanan asker eşleri için yazıyorum. Henüz formika bir dolabı olan, mutfağı plastik tabaklı asteğmen evinde… Morsarı kanaviçe işlemeli perdeyi arada bir aralayıp eve gelen yola bakan ve durmadan uzaktaki sevgilisi asker için dua eden kadınlar için… Ömrünün en genç, en güzel, en şen yıllarını taşranın orasındaburasında… Daha çok da sınır boylarında göçebe geçiren… Saçının ağarmaya başladığını ilk kez bir mahrumiyet şehrindeki askeri lojmanın aynasında gören kadınlar için… Son zamanlarda onlara “asker eşleri” diyorlar… Bizim yiğitlerimizin gönlünde, vatan sevgisi ile yan yana yaşayan sevgililer… Türkiye rahat uyusun diye uyumayan askerin evdeki yalnızı… Herkes uyurken, korktuğu zaman tek başına ağlayan kadınlar için bu yazı… Onları kimi zaman Anıtkabir’de Ata’ya yakınırken kimi zaman mahkeme önlerinde çaresiz bekleşirken görüyorum son günlerde. Doğrusunu isterseniz, düşman kurşunu ile vurulmak, sınır boylarında şehit olmak… Ya da zor bir yaşamı kim bilir hangi yurt toprağında noktalamak ihtimali vardı ama… Bu yoktu… Hepimiz onların yüreğindeki özgürlük, çağdaşlık, hukuk, demokrasi sevdalarını bilsek de, nasıl olduysa hesap soruyor gaflet… Ne yapacaksınız, bu ülke aklını bulmakta hep gecikti… Yine yönünü şaşırdı, rötarda belli ki… Metin olmalısınız… Mağrur… Sabırlı… Kaldırın başınızı gökyüzüne… Soran olursa, yüreğe taş basmanın öbür çeşididir, gözlerinizi silerken işte öyle dersiniz: “Soğan doğradım anne…” BD’nin amacı? “İç savaşı durdurma, demokrasiyi yerleştirme ve insan haklarını genişletme” gibi emperyalizmin zaman zaman paravan olarak kullandığı, ama dış güçlerin müdahalesini gündeme getiren kavramlar ABD’nin kimi başka çevre ülkelerine de girip sınırlarını değiştirmek ve (petrolle su gibi yaşamsal) kaynaklarına el koymak gibi uzun erimli düşüncelerin adım adım hazırlığı da olabilir. Balkanlar’da, Anadolu’da ve onun güneyinde yaşayan Osmanlı yurttaşlarını kışkırtıp türlü müdahaleler yapmış olan Batı, Osmanlı’nın son yıllarında buna “uygarlaştırma görevi” çekici adını takmıştı. Sonu Sevr Antlaşması oldu. Libya deneyiminin sonunda da benzer bir sahtecilik ortaya çıkabilir. Ve yalnız orada da değil... A Et Pişmeden Kazana Düşme! Cavlı ÇULFAZ Siyaset Bilimci L ibya’da ‘mahsur’ kalan Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının çoğunu pürtelaş Türkiye’ye getirttik. Diyorlar ki, dünya kamuoyu becerimize parmak ısırmış... Acaba diye düşünüyorum, hemen gaza geleceğimize daha sakin davranamaz mıydık? Yurttaşlarımızın güvenliğini bulundukları yerlerde sağlamak için gerekli önlemleri alamaz mıydık? Böyle yapacağımıza, gemiler, uçaklar harekete geçirildi, on binlerce insan, binlerce aile seferber oldu. Karşılama törenleri düzenlendi. Daha akıllıca girişimlerle ailelerin kaygıları giderileceğine, binlerce insanımız palas pandıras Türkiye’ye getirildi. İlk telaş, ilk heyecan, başlangıçtaki helecan (yürek çarpıntısı) geçtikten sonra şimdi bunca insan yeniden düşünecek: Tekrar nasıl gideceğiz oraya? Yeniden uçak biletleri, geri dönme heyecanı... Yola koyulmak için yine bir telaş, bir telaş... Kayıp işgünleri, belki kayıp işyerleri... Uçaklara, gemilere binmeyip de sakince orada kalanların görüşlerini almak nedense pek aklımıza gelmiyor... Elbette her zaman değil, ama arada sırada bulunduğu yerde durmak daha akıllıcadır. Ve biliyoruz ki, bir otobüsü yakalamanın en iyi yolu, bir önceki otobüsü kaçırmaktır... Bir an (Allah muhafaza!) ülkemizde benzeri bir durum meydana gelecek olsa, bütün yabancı ülkelerin kendi yurttaşlarını Türkiye’den çıkarabilmek için seferber olduklarını düşünebiliyor musunuz? Havaalanlarında, limanlarda, ulaşım merkezlerinde meydana gelecek kargaşayı zihninizde canlandırabiliyor musunuz? Hangi yönetim böyle bir karmaşaya göz yumabilir? 1975 yılı Lice depremi sırasında Silvan’da yedeksubay adayı idim. 10. Piyade Alayı’nın yemekhanesinde öğle yemeğini yerken birden masalar hareket etmeye, tabaklar şangur şungur devrilmeye başlayınca bazılarımız izdiham yaratıp birbirini ezdi. Aynı gece artçı sarsıntılar sırasında birkaç mütedeyyin ilahiyatçı arkadaşımız telaşla kendilerini ikinci katın balkonundan aşağı atıp kollarını bacak larını kırdılar. Daha sakin hareket edebilselerdi bir şey olmayacaktı. Türkiye Komünist Partisi lideri İsmail Bilen’in (19021983) aceleci yorumlara karşı sık sık yinelediği güzel bir sözü vardı: ‘Et pişmeden kazana düşme!’ Bunca deneyime karşın, bir yerde ekonomik kriz ya da ayaklanma olunca, aslını, astarını yeterince araştırmadan kimimiz düşlerine kolayca kapılabiliyor. Kaderci, mütevekkil insanlarımız bile et pişmeden kazana düşmeye pek de teşne. ‘Hamido’yu komünistler öldürdü’ yalanıyla 111 insanımızın yaşamını yitirdiği 1978 Kahramanmaraş kırımı... ‘Camiye bomba atıldı’ yalanıyla 58 yurttaşımızın yaşamına malolan 1980 Çorum kıyımı... Ve ardından yurdumuzun üzerine bir karabasan gibi çöken, hâlâ içinden çıkmaya çabaladığımız 12 Eylül 1980 askeri darbesi... Bundan az önce ‘devrimci durum’ diye hayalci ve havai çözümlemelerle işçi hareketini bölenleri unuttuk mu? Unuturuz. Arşivini tutmazsak, kolayca unutabiliriz... 2004 yılında Avrupa Birliği’ne ‘katılım’ için müzakere tarihi alınınca İstanbul’da, Ankara’da şenlik havasındaki havai fişekli kutlamaları da unuturuz... İki yıl önceki domuz gribi yaygarası da hatırımızdan çıkabilir çabucak... Havaalanlarında karantinaya alınanlar, tatil edilen okullar, milyonlarca aşı, stoklarda eskiyen Tamiflu hapları... Sahi hangi firmalar bu ilaçları getirtti? Roche, GlaxoSmithKline ve benzeri ilaç tekelleri kaç para kazandı? Deniyor ki, yaklaşık 10 milyar dolar... ers almalıyız! Peki, bu ilaçları ithal eden yandaşlara kaç para ödendi? Hâlâ resmi bir açıklama yapılmış değil... Çabucak gaza gelir, hemen unuturuz... Libya’da yaratılan kargaşa, şöyle ya da böyle biter... Kimimiz kendi kendine daha çok gelin güvey olur... Bu arada birileri (emperyalistler, petrol tekelleri) malı götürür. Acaba ne zaman dersimizi alacağız? Et pişmeden kazana düşmemeyi ne zaman öğreneceğiz? Derim ki: Biz yaşlı köstebekler, ustamızın dediği gibi, işimize bakalım... Kışkırtmaya kapılmadan, sakince işçilerle, emekçi halkla birlikte derinden ve daha derinden kazmaya koyulalım... D Türkiye’nin Devrim Yasaları Dr. Handan D KER Yeditepe Üniversitesi Mart 1924 tarihi Türkiye’nin laikleşmesi açısından üç önemli yasanın çıkartıldığı bir önemli tarihtir. Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde bu tarihte üç önemli önerge kanunlaşmıştır. Bunlardan ilki 429 sayılı Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı’nın kaldırılmasına ilişkin yasa, ikincisi 430 sayılı Tevhidi Tedrisat yani eğitim ve öğretimin birleştirilmesi yasası, üçüncüsü de 431 sayılı halifeliğin kaldırılmasına ve Osmanlı hanedanının Türkiye toprakları dışına çıkartılmasına ilişkin yasadır. İşte bu üç yasaya ‘Üç devrim yasası’ da denir. Mustafa Kemal’in kurduğu ulus devletin temel söylemi, felsefesi ‘ulusal egemenlik’tir. Ulusal egemenlik her şeyden önce halifelik kurumu ile bağdaşmayan bir görüştür. Nitekim 1 Nisan 1923’te Mustafa Kemal sözlerinde bunu ifade etmektedir: “...Bütün dünya bilmelidir ki, artık bu devletin, bu ulusun başında hiçbir güç yoktur, hiçbir makam yoktur. Yalnız bir güç vardır. O da ulusal egemenliktir. Yalnız bir makam vardır o da ulusun yüreği, vicdanı ve varlığıdır.” 3 aikleşme süreci Gazi Mustafa Kemal büyük bir devrimcidir. Çıkartılan bu üç temel yasa ile yeni devleti hızla laikleşme sürecine sokmuştur. Laiklik, laikleşme Yeni Türkiye Cumhu L C MY B C MY B Halife, İslam devletini normal koşullarda yöneten bir devlet başkanının adıdır. Hazreti Muhammet hem İslam dininin hem de İslam devletinin başkanıdır. Dolayısıyla da her iki görevi birlikte yürütmektedir. Peygamberin ölümü ile onun halefleri (yani ardından gelenleri) sadece peygamberin devlet yönetimine ilişkin görevlerini devir almışlardır. Dinsel görev sadece peygamberin kişiliğiyle sınırlı olup ve onun ölümüyle biten bir görevdir. Ancak halifelik kurumunun en temel özelliği işte bu noktada olmuştur. Osmanlı halifeliğine gelince, Osmanlı padişahları 1517’de Yavuz Sultan Selim’in Mısır seferi sırasında halifeliği almışlardır. Yalnız İslam geleneğine göre halifenin Arap olması ve Kureyş soyundan gelmesi gerektiğinden bu unvan sadece bir ‘Osmanlı halifeliği’ olarak kalmıştır. riyeti için temel bir söylem olmuş, yapılan tüm yenilikler de bu düşünceye uygun olarak şekillendirilmiştir. Yazımı Gazi Mustafa Kemal’in sözleriyle bitirmek istiyorum. Çok anlamlı çok çarpıcı: “Ülkenin genel yaşayışında orduyu politikadan soyutlamak ilkesi Cumhuriyetin her an göz önünde tuttuğu temel noktalardan biridir. Şimdiye değin izlenen bu yolda, Cumhuriyet orduları vatanın sağlam ve güvenilir koruyucuları olarak saygınlıklarını ve güçlerini korumuşlardır. Bunun gibi bağlanmış olmakla övündüğümüz ve mutlu olduğumuz İslam dininde yüzyıllardan beri geçerli olduğu gibi bir politika aracı olmak durumundan arındırmak ve yüceltmek gerekmekte olduğu gerçeğini gözlemliyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan güç ve inançlılığımızı karmaşık ve renkten renge giren ve her türlü çıkar ve hırslara gösteri alanı olan politikalardan ve politikanın bütün çirkin oyunlarından bir an önce ve kesin olarak kurtarmak, ulusun bu dünya ve öteki dünyadaki mutluluğunun buyurduğu bir sorundur. Ancak böylelikle İslam dininin ululuğu ortaya çıkar, kendisini gösterir.”
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear