23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 30 KASIM 2011 ÇARŞAMBA 8 Hicaz ? Muharrem Sarıkaya Habertürk Ankara Temsilcisi 1990’ların ortalarında bir yaz günüydü… Resmi heyet geziye Medine’yi de eklemiş, kutsal mekânların ziyaretine geniş zaman ayrılmıştı. O dönemde ulaşılması kolay olmayan bu coğrafyada bulunmanın hazzını yaşıyorduk. Zaten kalabalık olan heyette kimse bir diğerinin ne yaptığıyla da çok ilgili değildi. Biraz sıcağın etkisi, biraz da haber kaygısı içinde olmamanın verdiği rehavetle hareket edildi. Belki bundan kaynaklansa gerek, diğer gezilerde yaşandığının aksine kimse yanındaki diğer gazeteci arkadaşının “haber atlatıp atlatmadığını” kollama kaygısına düşmedi. Yüzlerce kişiyle dev salonda verilen akşam yemeğinde de yokluğu fark edilmedi. Otele dönüş için otobüslere binildiğinde “Nerede” sorusuna yanıt bulunmayınca kıyamet koptu. Bizlerden sorumlu rehberi bir telaş sardı: “İçinizden biri yok…” Listeden yoklama yapıldığında görüldü ki gerçekten yok… Yemek salonu bir daha dolaşıldı, sağa sola bakıldı. Sabah saatlerinden beri otobüste olup olmadığı sorgulandı. Birileri “buradaydı” dedi, bazıları “anımsamadığını” söyledi. Rehberin, “Bulmadan şuradan şuraya bir adım attırmak” ısrarı zor kırıldı. Sağa sola haber salındı, bulmanın olanağı yoktu. Başına bir iş gelmiş olacağından şüphe edildi; birileri “Bir şey olmaz, çıkar gelir” deyip yatıştırmaya çalıştı. Gün ağrırken yan odanın kapısı çarptığında kaybolmadığını anladım. Sabah otobüse bindiğinde ise işitmediği laf kalmadı. Yanıma oturdu “Neredeydin, herkes çok kaygılandı!” dedim. Umursamaz ses tonuyla neşe dolu yanıtladı: “Bir araba kiralayıp Hicaz tren istasyonuna gittim…” Heyecanlıydı… Tren istasyonunun yanındaki Hamidiye Camisi’ne de uğradığını söyledi. Sonra hüzünlendi: “Kötü durumdalar; çökmek üzereler. Çok fotoğraf çektim, dönünce dizi yazı yaparım…” Yaptı da… Dikkatleri tarihi binalara çekti. Arapçadaki karşıtı “Engel, bariyer” anlamına gelen Hicaz’ın restorasyonunun önündeki engelleri kaldırmayı başardı. O gün engelleri kaldırdığı kalemiyle bugün kendisi bariyerlerin ardında kaldı. Oysa bilmiyorlar ki Mustafa Balbay’ı bıraksalar başka engelleri kaldırmak için ya Hicaz’a ya Fizan’a gider… Ya da her sabah Rönesans Parkı’nda koşuyor bulursunuz… HABERLER ‘Bir kişiyi ikna edemiyorlar’ ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, CHP İzmir Milletvekili, gazeteci Mustafa Balbay’ın cezaevinde 1000. gününü tamamlaması nedeniyle İzmirlilere, “Elinize kırmızı bir karanfil alarak Gündoğdu Meydanı’ndaki Cumhuriyet ağacı heykeline bir karanfil bırakın. Ama sessizce bırakın ki sizin sessizliğiniz, birilerinin yüzüne şamar gibi insin” diye seslendi. Kılıçdaroğlu, partisinin grup toplantısındaki konuşmasında, AİHM yargıcı Işıl Karakaş’ın uzun tutukluluklar konusundaki eleştirel açıklamalarını anımsatarak bu durumun son 9 yılda Türkiye’yi, “AKP’nin ileri demokrasisinin” getirdiği nokta olduğunu söyledi. Bu noktanın temel nedeninin hukukun siyasallaşması olduğunu söyleyen Kılıçdaroğlu, “Uzun tutukluluk süresinden herkes şikâyetçi. Cumhurbaşkanı, TBMM Başkanı, bakanlar şikâyetçi. Barolar Birliği Başkanı en nihayet lütfetti konuştu, o da şikâyetçi. Herkes şikâyetçiyse neden çözülmüyor. Çünkü bir kişiyi ikna edemiyorlar. Recep Bey’i. Onun için hukuk yok. Onun ağzından çıkan hukuk oluyor. Yargıçlar ona göre karar veriyor. TBMM Başkanı’nı göreve davet ediyoruz. Ya görevini yap, şikâyet ettiğin konuda girişimde bulun ya da o koltuğu bırak. Parlamentonun itibarını zedeliyorsun. Uzun tutukluk süresiyle ilgili konuştuk, komisyon kuruldu. Başkanı da sendin. Bunu medyaya açtık. İnsan verdiği sözün arkasında durmaz mı? Bizim kitabımızda söz namustur” dedi. Silivri Cezaevi için “Silivri toplama kampı” sözlerini yineleyen Kılıçdaroğlu, Silivri’de siyasi bir mahkeme olduğunu, o mahkemede AKP’ye karşı olanların yargılandığını, Silivri’nin şu anda Türkiye’nin en büyük düşünce üretim kuruluşlarından biri haline geldiğini belirtti. CHP’li Oran, AP’ye tutuklu vekilleri anlattı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) CHP İstanbul Milletvekili Umut Oran, Avrupa Parlamentosu üyelerine Türkiye’de tutuklu bulunan milletvekillerinin durumuna ilişkin infografik (belge) dağıttı. TürkiyeAvrupa Birliği Karma Parlamento Komisyon toplantısında da konuşan Oran, “Balbay, gazetesini bombalayanlarla aynı davada yargılanıyor. Bu nasıl adalet?” diye konuştu. Oran’ın dağıttığı “Türkiye Parlamentosu’nun 8 Vekili Tutuklu Bulunuyor” başlıklı belgede, vekiller hakkındaki iddialara ve yasal sürece dair bilgilere yer verildi. Parlamentoya seçilmenin önkoşulunun, terör suçu işlememek ve terörü teşvik edici herhangi bir faaliyette bulunmamak olduğunun belirtildiği belgede, her adayın adli sicil kaydını Yüksek Seçim Kurulu’na (YSK) sunduğu ve YSK’nin yaptığı inceleme sonucunda milletvekili aday listelerini kesinleştirdiği vurgulandı. Parlamentoya seçilme hakkı kazanan vekillerin, yerel kurullardan aldıkları belgelerle TBMM’ye başvurduğu ve milletvekili olmaya hak kazandığı aktarıldı. Belgede, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde yer alan “herkes yasalara göre suçluluğu ispat edilene dek masum kabul edilir” ifadesine karşın YSK’nin onayıyla genel seçimlere katılan ve bütün yasal yükümlülüklerini yerine getirmiş 8 vekilin hâlâ tutukluluğunun sürdüğü ve özgürlüklerinden mahrum bırakıldığı belirtildi. Hedef İtibarsızlaştırıp Unutturmak ? Deniz Zeyrek / Avrupa Birliği Karma Parlamento Komisyon toplantısında, AB Bakanı Egemen Bağış’ın “Türkiye’de hiçbir gazeteci, gazetecilik faaliyetlerinden ötürü tutuklu değil” ifadesinin ardından konuşan Oran, tutuklu gazetecilerin ve vekillerin durumunu aktardı. Balbay’ın da tutuklu olduğunu anımsatan Oran, “Kendisi hem bir milletvekili hem de bir gazeteci. Gazetesi ise terör mağduru. Gazetesini bombalayanlarla aynı davada yargılanıyor. Bu nasıl adalet?” diye konuştu. ‘B u nasıl adalet?’ Brüksel’de yapılan Türkiye Radikal Ankara Temsilcisi En temel insan hakkı yaşam hakkıdır. Bunu “özgürlük” hakkı izler. Evrensel hukuk, yaşam hakkını kutsal sayar, özgürlük hakkının kısıtlanabilmesi için ise çok önemli, somut gerekçeler arar. Basın özgürlüğü de halkın haber alma, gerçeği bilme ve eleştiri hakkıyla paralel düşünüldüğünde, modern dünyada en az yaşam ve özgürlük hakları kadar önem kazanır. Demokrasiler geliştikçe, basın özgürlüğünün sınırları da genişler, basın özgürlüğünün sınırları genişledikçe de demokrasinin kalitesi artar. Ne yazık ki Türkiye’de son dönemde basın özgürlüğü sınırları ve dolayısıyla demokrasinin kalitesi konusunda sıkıntılı günler yaşanıyor. Temel görevleri haber yapmak olan gazeteciler, birbirinden ilginç ve tartışmalı yargı süreçleriyle haber konusu oluyor. Mesleki yaşamlarını her türlü derin devletle mücadele ile geçiren gazeteciler mücadele ettikleri derin devletin parçası olmakla suçlanıyor. Yargı gibi demokrasinin en yaşamsal araçları ile yürütülen bu uzun süreç, ne yazık ki gerçeğin ortaya çıkarılma süreci olmaktan çıkıp uzun tutukluluk süreleriyle “cezalandırma”, “itibarsızlaştırma”, “gündemden düşürülme” sürecine dönüşüyor. Balbay’ın dört duvar arasında geçirdiği 1000 gün, Türkiye’nin kronolojik tarihi açısından kısa, demokrasi tarihi açısından çok uzun bir zaman aralığıdır. Özgürlük dileklerimle… Hukukçular 1000 günlük tutukluluğun hiçbir demokratik ülkede olmayacağını vurguladı Aklın iflas ettiği nokta İLHAN TAŞCI Dertleşmeye hasretim Mustafa ? Altemur Kılıç / Yeniçağ Yazarı Mustafa Balbay. Gazeteci yazar 21. yüzyılda. Cumhuriyet Türkiyesi’nde. 1000 gündür, yani 3 yıla yakın Silivri’de mahpus. Neden? “Farkında mısınız Cumhuriyet Tehlikede” diye yazdığı için. “Bin” gün… Dile kolay... 27 Mayıs 1960 Darbesi’nden sonra ben Yassıada’da 9 ay yattım diye acılarımı bir şey sanmıştım… Adalet ayaklar altında. Hem senin, hem Tuncay Özkan ve orada mahpus meslektaşlarımız ve komutanlar için! Sen dışarıdayken yazılarından esinlenir seninle telefonda dertleşirdik ve olacakları o zaman tahmin ederdik. Dertleşmeye hasretim Mustafa. Türkiye artık bildiğimiz gibi değil. Başbakan davaların “fikri savcısı olmakla” övünüyor… Suriye Başkanı Beşşar Esad’ı zalim olmakla suçluyor, “Sen de gideceksin” diyor... Evet Esad da gidecek, Erdoğan da gidecek, ama nice Mustafa’lar da sonra. Suriye’de Esad zalimse, insanlar böyle zulüm görüyorlarsa Erdoğan nedir? Fransız Devrimi’ninistibdadın ve zulmün simgesi Bastille zindanı yıkılmış, içinde yıllardır yatan aydınlar kurtulmuştu. Umarım Silivri’nin, Hasdal’ın yıkılması yakındır. “İçeridekiler” muhakkak bir gün aklanacaklar. Ancak Balbay’a, Özkan’a diğerlerine kaybettikleri günleri kim geri verecek, ailelerine acıların bedelini kim ödeyecek, vebal kimin, kimlerin omuzlarında? “Devlet” adına kim “Pardon” diyecek, özür dileyecek? Ben gene de bugünün Türkiyesi’nde bu adalete inanmıyorsam da ilahi adalete inanıyorum. Dünya zalimlere kalmıyor! ANKARA Hukukçular, gazetemiz yazarı, CHP İzmir Milletvekili Mustafa Balbay’ın tutukluluğunun 1000. gününe ulaşmasını değerlendirdi. Yarım asırlık avukat Turgut Kazan, bu tutukluluğun ceza yargılamasının önlemi olmayıp “düşman ceza hukuku anlayışının” ürünü olduğuna işaret etti. Hukukçu Milletvekili İlhan Cihaner ise Balbay’ın durumunun tutukluluk olmayıp “tutsaklık” olduğunu, tutuklamaya karar verenlerin de bunu bildiğini söyledi. Hukukçuların Mustafa Balbay’ın 1000. gününe ulaşan tutukluluğuna ilişkin değerlendirmeleri şöyle: Turgut Kazan (Avukat) Bu uygulama ceza yargılamasının gerekli kıldığı bir önlem değil, düşman ceza hukuku anlayışının ürünüdür. Alman hukukçusu Günther Jakobs’un önerisi olan ve 11 Eylül saldırılarından sonra çok sıcak bakılan “düşman ceza hukuku” anlayışı, bizde CMK’nin 250, 251, 252. maddeleri ve 3713 sayılı Terörle Mücadele Yasası ile hayata geçiriliyor. Devlete, rejime veya iktidara düşman sayılan kişi ve çevreler için bu yasal kurallardan yararlanılarak ve yargı formatı kullanılarak bütün temel haklar askıya alınabiliyor. Balbay olayında yaşanan gerçek budur. Durum o kadar açıktır ki askeri vesayete son verme, 12 Eylül’ü yapanlardan hesap sorma türküleri söylenirken Balbay ve diğer 7 milletvekilinin, askeri vesayet ürünü olan anayasanın 83 ve 14. maddeleri aracılı ğıyla cezaevinde tutulmaları olağan sayılıp alkışlanıyor. Balbay’ın 1000 gündür tutuklu olması, Türkiye’de AİHM kararları ışığında hukukun değil, düşman ceza hukukunun uygulandığını gösteriyor. Çünkü, başka bir Alman hukukçusu olan Henning Rosenau’nun diliyle “düşman, düşman ceza hukuku yoluyla etkisiz hale getirilip tasfiye edilir”. Siyasal iktidarın düşman saydığı çevreler, yargı formatı kullanılarak düşman ceza hukuku kurallarıyla ezilip sindiriliyor, tasfiye ediliyor. Prof. Dr. Ülkü Azrak: Tutuklama kararı ancak bir tedbirdir. O tedbirin de amaçları zaten anayasada gösteriliyor. Bizim ceza hukukuna en yakın olan Almanya ve İsviçre hukukuna bakalım. Kabul edilen süre prensip itibarıyla 6 aydır. Çok istisnai durumlarda 1 seneye kadar uzayabilir. Ama 1 seneden daha uzun tutukluluk Avrupa’nın hiçbir demokratik devletinde kabul edilmiyor. Tutuklama en ağır önlemdir. Onun için yargılamanın selametle yürütülmesi için başka yollara başvurulması gerekir. İkametgâha bağlama ve kefalet gibi. Kefalet hiç yürümedi Silivri duruşmalarında. Halbuki kefaletle salıverilme yoluna da başvurulabilir. Rakam yüksek de tutulabilir. Milletvekili seçilmesinden sonraki duruma bakalım. Halk boşuna seçmemiştir bu kişileri. Vekil olarak onların parlamentoda çok önemli görevleri var. İktidarın sürekli dile getirdiği milli irade kavramı içi boş hale getirilmiştir. İradeyse işte milli irade. İlhan Cihaner (CHP Denizli Milletvekili) 1000 günlük tutukluluk dünyanın hiçbir çağdaş ülkesinde kabul edilebilecek bir süre değil. Ama baştaki tutuklama sürenin uzamasından daha vahim, bunu gözden kaçırmamak lazım. Sanki tutuklama doğaldı, kararı doğruydu, suçlamalar gerçekten ciddi delillere dayalı ama keşke bu kadar tutuklu olmasa gibi bir yaklaşım da getiriliyor beraberinde. Halbuki bu tutuklama ilk baştan beri sakattır. Bir gazetecinin aldığı, bildiği, ne zaman yazıp, ne zaman yazmayacağı suç olarak değerlendirilemez. Bu hem düşünce özgürlüğünün ihlalidir hem de basın özgürlüğüne müdahaledir. Aklın almayacağı bir tutukluluk. Tahliye taleplerinin defalarca reddedildip, 1000 güne ulaşması ayrıca garabet. Gerçek olsa bile eylem herhangi bir ceza yasasında tanımlanıp yaptırıma bağlanmış bir eylem değil. Gerçekten aklın iflası denilecek bir nokta. Balbay’ınki tutukluluk değil tutsaklık, siyasi rehine. Çünkü ne bizim anayasımız, ne ceza yasamız ne de Türkiye’ye onlarca mahkumiyete mal olmuş AİHM’nin içtihatları bu tarz bir tutuklamaya, hele hele 1000 günü bulan bir tutukluluğa cevaz vermiyor. Olacak Şey Değil ? Emin Çölaşan / Sözcü Yazarı Cezaevi parmaklıkları arkasında 1000 gün… Tek kişilik bir hücrede yağlı yemekleri muslukta ve çamaşırları leğende yıkayarak, kitap okuyarak, idman yaparak, sadece cezaevi görevlilerini görerek geçirilen koskoca 1000 gün. Bunu başka türlü anlatmak gerekirse, tek başına, kilitli kapıların arkasında, yapayalnız yatılan 1000 gece. İnanılır gibi değil. Peki ama Mustafa Balbay’ın suçu ne? Adam mı öldürmüş, ırz düşmanı mı, gençleri zehirleyen bir uyuşturucu satıcısı mı, silah kaçakçısı mı, terörist mi? Savcılık iddianamesine bakarsanız, o bir terörist! Ama benim tanıdığım Mustafa öyle değil. Onu çok iyi tanıyorum ve bunları bilerek söylüyorum. Sanırım 1998 yılı idi. NTV’de “Kapalı Kapılar Ardında” isimli bir program yapıyorduk. Salı geceleri yayımlanan ve büyük ilgi yaratan bu programda üç gazeteci vardık. Yavuz Donat, Mustafa ve ben. Yavuz ılımlı gider, biz Mustafa ile patır kütür konuşur duk. 2002 yılında AKP iktidar olunca, NTV yönetimi korkmaya başladı ve bizim programı yayından kaldırmak zorunda kaldı. Ben, gazeteci olarak baskıyı ve birilerinin nasıl korkmaya başladığını ilk kez orada hissettim. 2004 yılında Mustafa Balbay’la ikimiz, bu kez ART’de program yapmaya başladık. “Ankara Rüzgârı” programında pazar sabahları saat 11’de canlı yayında iktidara fena halde vurur ve yine milyonlar tarafından izlenirdik. Övünmek gibi olmasın, çok iyi programdı. Bunları niçin anlatıyorum? Çünkü Mustafa benim yakın dostumdu. Birlikte güler, eğlenir, gerektiğinde dedikodu yapar ama en ciddi ve en özel konuları bile içtenlikle konuşurduk. Aramızda sonsuz bir güven ilişkisi vardı. Ergenekon’dan gözaltına alındığında çok şaşırmıştım. Düşünüyordum: Eğer Mustafa Balbay bir örgüt üyesi, terörist, darbeci vesaire olsaydı, bana mutlaka bir şey fısıldar, “Abi istersen gel katıl bize” derdi. Aramızda o bo yutta yakınlık vardı. Neyse ki ilk gözaltı kısa sürdü… Ve biz programa devam ettik. Mart 2009’da onu yine aldılar ve bu kez tutukladılar. Gidiş o gidiş… 1000 gün! Benim tanıdığım Mustafa Balbay zaten terörist olamazdı. İstese de olamazdı. Mutlu bir yuvası, iki çocuğu vardı. Bir şey daha söyleyeyim… Gerek NTV ve gerekse ART’de yapacağımız her canlı yayın öncesinde Nazilli’de yaşayan annesini ve babasını arar, hatırlarını sorardı. Ailesine böyle düşkündü. Böyle bir adam kendini ve ailesini riske atıp gizli örgütlere (!) üye olur mu, darbeciliğe (!) soyunur mu? Şimdi bu soruları tersine çevirip sormak gerekir: Suçu kanıtlanmamış bir gazetecinin 1000 gün boyunca tutuklu bırakılması hangi adalet anlayışına, hangi hukuka sığar? Mustafa Balbay olayı, Ergenekon, Balyoz ve ötekilerle birlikte Türk adalet tarihine geçecek kara bir olaydır. C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear