23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
24 OCAK 2011 PAZARTESİ CUMHURİYET DİZİ SAYFA 9 Demirel: O zaman Türk devleti bugüne kadar yaptığı mücadeleyi sıfıra indirir ihayet TC Devleti’nin yapacağı şey, tabii kan dökülmesi durursa, aslında kan dökülmesini devlet tahrik etmediğine göre, kan dökenler kan dökülmesini durdurursa, bu hoşnutluk yaratır. Ama, ‘Hayır, biz bu kan dökülmesini durdururuz ama, şöyle şöyle şartlarımız var’ dendiği yerde, bugün TC Devleti ile kan dökenler iki ayrı taraf değildir; çünkü TC Devleti bu kan dökenleri taraf kabul etmiyor. Ne kabul ediyor? Kan döken caniler kabul ediyor. Binaenaleyh, eğer ‘İşte biz bundan vazgeçtik, gelin karşılıklı bir araya gelelim, konuşalım’ gibi hale geldi mi, o zaman TC Devleti bu za SÖZDEN YAZIYA SÜHEYL BATUM Uğur Mumcu’nun Ardından Sevgili dostlar, Uğur Mumcu, tam 18 yıl önce aramızdan ayrıldı. Uğur Mumcu, gençlerimizin, çocuklarımızın, tüm toplumun, daha iyi, daha barışçı, daha huzurlu, daha güzel bir dünyada yaşamasını isteyen, tüm ömrünü bu amaca ulaşmak için harcayan aydınlardan biri olduğu için, toplum onu halen yaşatıyor. Unutmuyor. Ve her zaman özlemle anıyor. Evet hiç kuşkusuz, Uğur Mumcu gibi dürüst, namuslu, onurlu, meslek haysiyetini ön plana çıkaran gazetecilerimizin sayısı artık azaldı. Sayıları azaldı ama yine varlar, onları tanıyoruz, biliyoruz ve Cumhuriyet başta olmak üzere bazı gazetelerde yazdıklarını, bazılarında da “yazmaya çalıştıklarını, bu yönde demokrasi, eşitlik mücadelesini, var olma mücadelesi ile bir arada sürdürdüklerini” de biliyoruz. Ve bu dürüst, namuslu, onurlu, haysiyetli gazetecilerin ortak özellikleri de şu; onlar “kalemlerini asla satmayan” kişiler. Hem de karşılığı ne olursa olsun. Ne siyasal güç, ne para, ne sadaka, ne iş takipçiliği, ne korku, ne Başbakan uçağında gezmek, ne arkadaş ya da damat gazetelerinde köşe kapmak. Evet sayıları da azaldı! Çünkü onların yerini, iktidarın doğrudan kendisinin ya da yine iktidarın zengin ettiği sözüm ona işadamlarının çıkarttığı gazetelerde tetikçilik yapanlar aldı. Soldan, Filistinciliğe, oradan Özalcılığa, oradan Osmanlıcılığa, oradan da AKP şakşakçılığına geçenler aldı. “Gece yarısı saat 24.00, yatacaktım, telefonum çaldı, arayan Turgut Özal’mış, o bana sordu, ben anlattım” diyerek sözüm ona gazetecilik, ama esasında iş takipçiliği yapanlar ve bunu gazeteciliğin temel işlevi zannedenler aldı. Başbakan, Cumhurbaşkanı uçağına binmek için, onlarla gezmek, “dün yine Gül’e dedim ki” demek için, yazanlar aldı. Patronunun, arsasının yüzde 120’sine AVM yapabilmesine ya da enerji ihalesi almasına yardımcı olmak için, karşısına çıkan Başbakan’lara, bakanlara soru soramayanlar aldı. Evet bu farkı, bu “bir yanda ilke, diğer yanda ilkesizliği” gördüğü için, Türk halkı, Uğur Mumcu’yu unutmadı. Unutmuyor. Onun gibi faili meçhul cinayetlere kurban gidenleri de... Onları da unutmadı. Unutmuyor. Aramızdan ayrılışlarının üzerinden yıllar geçse bile, acı ile, özlemle anıyor. Her yıl, her yerde anma törenleri düzenliyor. Binlerce kişi, binlerce yürek olarak, bir ağızdan, bir yürekten katılıyor; “Vurulduk ey halkım, unutma bizi” dizelerine. Diğerleri ise hiç merak etmeyin, artık hiç çıkmıyorlar insan içine, halkın arasına. Kendi gibileri ile birlikte yaşıyorlar. Sadece Başbakan, Cumhurbaşkanı uçaklarında yaşayabiliyorlar. “Halkla buluşuyoruz” deyip kendi yandaşları ile buluşuyorlar gerçekte. Hatta onların siyasetçileri artık metro ya da yol açılışını bile, kapalı salonlarda, kendi topladıkları yandaşları, kendi iş verdikleri, kendi ihale verdikleri ile birlikte kutlayabiliyorlar. Ya da 5000 polis, 3000 özel güvenlikçinin arasında, yanında. “Yeter ki, ihale verdiğimiz patronun televizyonu, gazetesi ve yandaş gazeteci naklen versin, istemediğimiz görüntü ya da sesler için de eyvah, eyvah, sesi derhal kesin desin, o bize yeter” diye düşünüyorlar. Ama Uğur Mumcu’yu halkın, bugüne kadar unutmamasının bir nedeni daha var. O da şu; toplumun birbirinden bağımsız gördüğü, birbirine iliştiremediği birçok olayın ne denli iç içe olduğunu, ne denli bir bulmacanın parçalarını oluşturduğunu, bizlere gösterdi. 12 Eylül’ü yapan bazı askerlerin, Atatürkçü denilenlerin, kendilerini öyle tanımlayanların, gerçekte başka bir devletten talimat aldıkları takdirde, nasıl Rabıta ile ilişkili olabileceklerini gösterdi, anlattı. 1983’te yeniden demokrasiye geçilirken Kenan Evren’in, tüm siyasetle ilgilenmiş olanları veto ederken MSP adayı Turgut Özal’ı nasıl olup da unuttuğunu, bunun nedenini anlattı. Ya da Kenan Evren’i, kimlerin, hangi dost, müttefiklerin “ikna etmiş” olabileceğini gösterdi. Yani Uğur Mumcu, bulmacanın tüm parçalarını yerli yerine koymamızı bize öğretti, yardımcı oldu. Zaten bu nedenle de unutulmadı, unutulmayacak. Son olarak şunu da söylemem gerekir; Uğur Mumcu kimlerle mücadele etmemiz gerektiğini ve kendi deyimi ile liboşların, döneklerin gerçeği anlamamamız, bulmacayı çözmememiz için neler yapabileceklerini gösterdi bize kitaplarında. Onurlu Galatasaray taraftarı da, bu kişilerle, bu siyasetçilerle, bu yandaşlarla nasıl mücadele edilmesi gerektiğini gösterdi; 50100 kişi karşı çıkarsanız, işkence evlerinde ya da Ziverbey’lerde, Silivri’lerde karşılayacaklarını, ama 40.000 kişi karşı çıkarsanız, arkalarına bile bakmadan kaçacaklarını... N mana kadar yaptığı mücadeleyi sıfıra indirir. Devlet olma şeyini de kaybeder, açık söyleyeyim, şuurunu da kaybeder. Ha, ‘Kan dökülmesinin durmasını istemiyor musunuz?’ Kardeşim, kan döken adam zaten yanlış yapıyor. Binaenaleyh, ‘Aman kan dökme’ diye Türkiye’nin bir parçasını tepsinin içine koyup o adama verdiğiniz takdirde, bu mücadelenin ne değeri kalır ki veya o anlama gelecek, o yolu açacak... Ama açıklıkla söylüyorum, şimdi Türkiye’nin dağlarında, taşlarındaki bir ideolojiye, bir aşırı ırkçılık ve saire gibi düşünceye veya bir yanılgıya kapılmış ve bu işlerin içine bulaşmış, karışmış olan insanların hepsine söylüyorum, bir daha söylüyorum; gelin, TC Devleti’nin adaletine ve TC Devleti’nin hukukuna sığının. Ve Türk milletinin, doğusuyla batısıyla, güneyiyle kuzeyiyle, şu ülkede yaşayan bu 60 milyon insanın, gelin vicdanına sı ğının. Bunu ne kadar erken yaparsanız, sizin için o kadar kârdır ve ıstırap çeken insanlar için de, ıstırap çektirdiğiniz insanlar için de o kadar faydalıdır. Benim şu anda söyleyebileceğim şey bundan ibarettir. Zaman zaman birtakım tartışmalar oluyor. Tartışmayı bu çerçevenin dışında hiçbir zaman sanmayın; yani, şu hükümet protokolünün çerçevesi içerisindedir icraat, öyle yapılacaktır.” Demirel’in bu konuşmasından sonra Çankaya’nın PKK ile ‘barış’ı sağlamaya yönelik girişimlerinden olumlu bir sonuç çıkması beklenebilir miydi? Hükümet başkanının sözlerinden PKK’ye karşı alacağı vaziyet aşağı yukarı bellidir. Ama asla Çankaya’nın görüşlerine koşut değildir. Demirel, PKK sorununu bir ‘teslimiyet havası içinde’ çözüme ulaştırmaktan çok uzak. Eşkıya, ya teslim olur, Türk adaletine sığınır ya da silahlı mücadele sürer ve sonuç verinceye kadar devam eder. Oysa Çankaya, PKK terörünün silahlı bir mücadeleyle sona ermeyeceğine inanıyor. O nedenle aracılarla Apo gibi bir adamla ilişki kuruyor, kafasında çeşitli formüller hazırlıyor. Sorunun çözümü konusunda Süleyman Demirel ve Turgut Özal’ın görüş ayrılığı var ‘Teslim ol!’ KK ile çözüm ve sonra Kürt sorununda federasyon kimliğinde bir çözüm! Çankaya’da Turgut Özal’ın başkanlığındaki zirve bir buçuk saat sürüyor. Sabah DYP Grubu’ndaki konuşmasını Çankaya’daki zirvede yinelediği anlaşılan Başbakan Demirel, toplantıdan sonra “Teslim ol” çağrısını yineliyor. Daha ilginç olan nokta, Demirel’in bu konuda ‘özel bir yasa düzenlenmesinin şu anda düşünülmediğini’ söylemesi. Tam anlamıyla Özal’a karşı bir açıklama. Apo’yu ‘muhatap almıyor’. Ne ki, henüz maskesi düşürülmeyen Talabani ile 5 Nisan 1993’te görüşeceğini söylüyor. Erdal İnönü; PKK’nin terörden vazgeçme isteğini ‘propaganda tuzağı’ olarak görüyor. Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ise, Kürt sorununun PKK dışında bırakılmasından yana olduğunu açıklıyor. Turgut Özal, umduğunu buluyor mu zirvede? Bence hayır! O, PKK’ye ‘daha müsait şartlarda yaklaşmayı’ hükümete ve Genelkurmay’a kabul ettirebileceğini umuyordu. Sonuç alamıyor. Talabani’yi önemsemek mi gerekiyor, yoksa dikkatle izlemek mi? Apo’yu ‘muhatap saymayan Ankara’, PKK liderinin silahı bırakmasına önayak olduğu için bir çeşit elçi saydığı Talabani’yi bekliyor. Bu adam nereden gelecek Ankara’ya? Londra’dan! Orada ‘üst düzey toplantılar’ yapıyormuş! Bilinen o ki, Talabani, İngilizlerin yıllardır kullandığı bir Kürt. Bu arada Çankaya’daki zirvede iki noktada görüş birliği sağlandığını Demirel’den öğreniyorum: 1) Güneydoğu’da genelde sükunet görünüyor. 2) Apo ve teröristleri ‘bir çılgınlık yapmazsa’ güvenlik kuvvetleri eylemlerini ağırdan alacaklar. Demirel, “Henüz ortada operasyon yapacak bir durum yok. Hiç olmazsa şu anda yok” diyor. Ama Apo’nun kardeşi Osman Öcalan, “barış çağrılarına olumlu karşılık gelmezse yeniden silaha sarılacaklarını” söylüyor. Ankara’nın bir kulağından girip ötekisinden çıkan bir söz. Hiçbir Kürt aşiret reisi Ankara’da P böylesi heyecanla beklenmemiştir. Talabani, önemsenmenin, hem de TC Devleti’nin Cumhurbaşkanı ve Başbakanı tarafından kabul edilmenin keyfini yaşıyor. Davranış ve konuşmaları bu keyfin çizgileriyle dolu. Özal umduğunu bulamadı alabani Apo’dan mesaj getirmiş Hatta, beraberinde Apo’nun ateşkesten sonraki gelişmelerle ilintili yorumlarını, görüşlerini de getirdiği söyleniyor. “Ateşkesten sonra gelişmeleri Apo, ‘tatminkâr’ buluyormuş”. Talabani, Apo’dan bir mesaj da getirmiş. Bir ‘barış mesajı’. Bir cuma günü. 2 Nisan 1993. Demirel, Van’da konuşuyor: “Geçmiş günlere tekrar dönmeyeceğiz. Birlik, beraberlik içinde yaşayacağız. Yazık bunca dökülen kana. Ey bu ülkenin çocukları; birlikten beraberlikten kötülük değil, iyilik çıkar. Türkiye’nin birliğine kim musallat olursa ilk cevabı halktan alır. Devlete, vatana ve demokrasiye hep birlikte sahip çıkalım. Terör korkusu hemen hemen ortadan kalktı” diyor. Fakat bu sözler, Apo’nun TC Devleti’ne yutturmaya çalıştığı politikaya olumlu bir yanıt sayılmıyor. Özal, Orta Asya gezisine çıkıyor. Son yurt T dışı gezisi. Talabani görüşmesinden önce Demirel, DYP Grubu’na moral aşılıyor. Bir anketten söz ediyor. Hatır için yapılmayan bir PİAR anketinin sonuçlarıyla partinin ve hükümetin durumunu açıklıyor milletvekillerine: “Bu anket, diyor; bugün bir genel seçim olsa hangi siyasi partinin birinci parti olarak çıkacağını seçmenler nezdinde değerlendiriyor. Seçmenlere soruyor: ‘Hangi parti birinci çıkar?’ Seçmenlerin yüzde 36.6’sı ‘DYP çıkar’ diyor. ‘Bu pazar günü bir genel seçim olsa, oyunuzu hangi siyasi partiye verirsiniz?’ başka bir sual. Yani, oyunu vermeyen dahi ‘DYP birincidir’ diyor. Burada kararsızların dağılmış olmasıyla ‘Hangi siyasi partiye verirsiniz?’ nispetinde yüzde 30.4 DYP birincidir, yüzde 25 Anavatan Partisi, yüzde 14.9 Sosyaldemokrat Halkçı Parti, yüzde 15.9 Refah Partisi, yüzde 2.8 MHP, yüzde 7.3 DSP, yüzde 3.1 CHP şeklinde bir anket var. Şimdi varsayalım ki, bugün seçim yapılsa bu nispetler böyledir, doğrudur, Doğru Yol Partisi 30.4, Sosyaldemokrat Halkçı Parti 14.9. Varsayalım ki bunlar doğru, ikisinin yekunu yüzde 45 eder. Binaenaleyh, değerli arkadaşlarım, bizim zaten iki partinin yekunu yüzde 48 oyu var. 18 ay sonra bu anketçi, yüzde 48’i bulan da bu anketçilerdi; ama, o sandıktan geçmiştir; varsayalım ki bu anket doğrudur, bu anket doğru ise o zaman hükümetin arkasında yüzde 45 civarında bir destek vardır. Yani Doğru Yol Partisi birinci partidir, 30.4; Sosyaldemokrat Halkçı Parti’yle koalisyon yüzde 45 civarında bir halk desteğine şu anda sahiptir. Olası seçimde oranlar 18 ay evvel başladığımız yerin civarındayız. Bu anketlerde de yüzde 2 civarında hata payı her zaman hesaplanmıştır, her zaman vardır. Şimdi bugünkü gazetelerden birisinde koalisyonun desteği yüzde 31’e gidiyor. Burada diyor ki, ‘Bu pazar seçim olsa, hangi partiye oy verirdiniz?’ Yüzde 28.4 Doğru Yol Partisi diyor, yüzde 16 SHP diyor. Şimdi ben de şeyi anlamadım, bilmiyorum siz anlayabildiniz mi, yüzde 28.4’le yüzde 16’yı toplasanız bu pazar seçim yapılsa demek ki halkın yüzde 44.4’ü koalisyona oy veriyor. (Alkışlar)” 7 Nisan 1993 Pazartesi; Talabani için ‘tarihsel bir gün’. Başbakan Demirel için olağan bir haftanın ilk günü. Talabani, TC Başbakanı ile görüşüyor. Başbakan, kuşkuyla baktığı Kürt aşiret reisini kabul ediyor. Nitekim; Talabani, Demirel’den umduğunu bulamıyor. Başbakan, ‘PKK’nin ateşkesini yeterli bulmuyor. PKK’nin teslim olmasını istiyor. Teslim olurlarsa bölgede olağanüstü halin de kalkacağını’ söylüyor. Çankaya’ya oranla çok katı ve PKK’ye kapalı bir tutum. Talabani’nin umutları sönüyor. Zira Demirel, Apo ile yine görüşeceğini söyleyen Talabani’ye diyor ki: “Kan dökmeyi durduranlara ‘Aman durdurmayın’ demeyiz. Bunu yapanlara ‘Mademki durdurdunuz, size bir şey verelim’ de diyemeyiz. Türkiye bir saldırıya maruzdur. Sınırları saldırıya maruzdur. Bu saldırıyı def edecektir. Türkiye bunu yapıyor. Devlet olmanın gereğini yerine getiriyor Türkiye. Nasılsa bu kanı durduracaktır. Dağlardaki insanlar da bizim vatandaşımızdır. Gelin sığının adalete diyoruz. Bizim sizden (Talabani’den) talebimiz olmaz. Kesinlikle arabulucu gibi bir intiba vermeyin ama, siz kendiliğinizden bir inisiyatif almışsınız, bu sizin işinizdir. Bundan sonra ne yapacağınızı da biz size söylemeyiz. Bundan sonra ne yapacaksınız, sizin kendi bileceğiniz iştir.” ‘Saldırıyı def edeceğiz’ alk koalisyon istiyor’ Kişilerin popülaritesi vesaire gibi şeylere inmiyorum, o biraz daha yüksektir; ama, netice itibarıyla biz bugün ‘H Simge isimlere ait heykeller yeni yerlerinde ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Kültür ve Turizm Bakanlığı’ndan yapılan yazılı açıklamaya göre, çeşitli heykeltıraşlara uzun yıllardan bu yana yaptırılan ancak uygun alanlar bulunamadığı için atıl durumda bekletilen heykeller yeni yerlerine taşındı. Ankara Büyükşehir Belediyesi’nin de katkı sağladığı çalışma sonucunda ünlü ressamlardan İbrahim Çallı’nın heykeli Resim Heykel Müzesi’ne, çağdaş Türk kadınının simgesi Halide Edip Adıvar’ın heykeli Numune Hastanesi yolu üzerine, milli şair Mehmet Âkif Ersoy’un heykeli Hamamönü’ne konuldu. Derlediği türkülerle Anadolu müziğine katkıda bulunan Muzaffer Sarısözen’in heykeli ise Ankara Radyoevi’nin karşısına, ünlü bestekâr Mustafa Itri’nin heykeli Gençlik Parkı’na, Türk edebiyatının önemli isimlerinden Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cahit Külebi ve Tarık Buğra’nın heykelleri de Milli Kütüphane’nin bahçesine yerleştirildi. Ayrıca uygun yerlere konulması amacıyla Necip Fazıl Kısakürek’in heykeli Altındağ Belediyesi’ne, Abidin Dino’nun heykeli Beyoğlu Belediyesi’ne, Nâzım Hikmet’in heykeli Şişli Belediyesi’ne, ünlü ozan Âşık Veysel’in heykeli köyüne gönderildi. Bu uygulamayla Türk kültür hayatına katkıda bulunan önemli kişiliklere ait bu heykellerin yeni yerlerinde hak ettikleri ilgiyi görmesi hedefleniyor. İki noktada görüş birliği GAZETELER TALABANİ’Yİ ŞİŞİRİYOR azeteler Talabani’yi ‘şişirmeye’ devam ediyor. Daha sonraları ipliği pazara çıkacak, Türk düşmanlığını eylemleriyle kanıtlayacak olan Talabani’nin “Türkiye’nin istemediği hiçbir şeyi yapmam” dediği yazılıyor. İngiltere’de Türkiye’nin Güneydoğu ve Kürt politikalarına karşı olan Başbakan John Major ve Dışişleri Bakanı Douglas Hurt’la görüşüp gelmesi, medyanın, Talabani’yi süsleyip püsleyip kamuoyuna sunmasına yol açıyor. İki gün geçiyor. Turgut Özal’ın PKK konusunda Demirel hükümetinden ne denli ayrı düştüğü, Talabani’yi kabulünden sonra ortaya çıkıyor. 4 Nisan’da gazete manşetleri gerçeği duyuruyorlar: ‘Özal’dan ateşkese destek!’ Cumhurbaşkanı’nın; “bölge halkının refah, istikrar G ve barış içerisinde yaşaması için, PKK’nin ateşkes ilanından sonraki gelişmeleri ‘olumlu’ bulduğu” açıklanıyor. Bu ifade, Özal’ın ateşkes sürecini ‘başka gelişmelerle’ sürdürme düşüncesinde olduğunu belirliyor. Özal ‘bu konunun (ateşkesin) desteklenmesi gerektiğini’ vurgularken kimi çevreleri yatıştırmak amacıyla olacak, bir başka ifadeyle “Türkiye’nin şartlı bir ateşkes konusunda pazarlık yapacak bir ülke olmadığını” söylüyor. Talabani ise gayet anlamlı bir söylemde bulunuyor: ‘Özal’ın konuya yaklaşımını çok iyi anladığını’ belirtiyor. Özal’dan Apo’ya ‘mesaj’ yok! Bir de mesaj mı olacaktı? YARIN: HÜKÜMET ASKER GÜNEYDOĞU’DA C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear