25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
19 OCAK 2011 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA ekonomi@cumhuriyet.com.tr EKONOMİ 13 EKONOMİ POLİTİK ERİNÇ YELDAN Sektörde kredi büyüme hızı geçen yıl son çeyrekte yüzde 33’e yükselirken KOBİ kredileri yüzde 39 arttı Krediler KOBİ’lere döndü Ekrem Keskin, KOBİ kredilerinde ciddi büyümenin göze çarptığını belirterek bu yıl kredi büyümesinin yüzde 2030 arasında gerçekleşeceğini kaydetti. Ekonomi Servisi Türkiye Bankalar Birliği (TBB) Genel Sekreteri Ekrem Keskin, geçen yıl enflasyonda hedefin tutması, faiz oranının düşmesi ve sermaye girişinin hızlanmasıyla bankacılık sektöründe kredi büyümesi için “güzel bir ortam” oluştuğunu dile getirerek, kredilerin toplamda yüzde 33, KOBİ kredilerinin ise yüzde 39 arttığını belirtti. TBB’nin Bankacılık Sektörü 2010 OcakAralık Dönemindeki Gelişmeler raporunun açıklandığı toplantıda konuşan Keskin, 2011’de kredi büyümesinin yüzde 2030 öngörülmesine karşın, bilanço büyümesinin bu kadar olmayabileceğini belirterek, sektörün büyüme hızında yavaşlama beklendiğini, özkaynak kârlılığının da 2010’daki yüzde 16 seviyesinden yüzde 1214 aralığına gerileyebileceğini söyledi. 2010’un “KOBİ yılı” olduğunu söyleyen Keskin, mikro işletmelere kullandırılan kredilerin yüzde 28, küçük işletmelere kullandırılan kredilerin yüzde 40, orta büyüklükteki işletmelere kullandırılan kredilerin yüzde 48 arttığını belirtti. Keskin, KOBİ’lere verilen kredilerde tahsili gecikmiş alaEkrem cakların tüm kategorilerde düşKeskin tüğüne dikkat çekti. Bandung 1955’ten, İstanbul 2011’e İstanbul 2011’in mayıs ayında çok önemli bir konferansa ev sahipliği yapmaya hazırlanıyor: Birleşmiş Milletler En Az Gelişmiş Ülkeler (EAGÜ) konferansı 913 Mayıs tarihleri arasında dördüncü kez toplanacak ve yerküremizin en az gelişmiş, en yoksul ülkelerinin sorunlarını tartışmaya açacak. Söz konusu konferans on yılda bir düzenlenmekte. Bundan önceki konferans 2001’de Brüksel’de; daha önceki ise 1991’de Fransa’da toplanmış idi. Birleşmiş Milletler, EAGÜ grubunu yıllık ortalama kişi başına geliri 750 doların altında olan ekonomiler olarak tanımlıyor. Tanıma göre yaklaşık 1 milyar insan bu grupta anılıyor. Afrika’nın Sahraaltı coğrafyasında 400 milyon insan ve Latin Amerika halklarının yaklaşık yüzde 30’u bu grupta yer alıyor. Söz konusu ülkelerde 19501975 arasında yüzde 2 olan kişi başı milli gelir büyüme hızı, çarpık neoliberal küreselleşmenin ve muhafazakâr iktisadın yükselişe geçtiği 19802000 arasında yüzde eksi 0.5’e düşmüş idi. Yani zaten birçoğunda günde 1 doların altında olan kişi başına milli gelir 20 yıl boyunca daha da azalma içinde idi. Küresel ekonominin yapay bir genişleme içinde olduğu 20062008 arasında bu ülkelerde yaklaşık yüzde 7’lik bir büyüme elde edilmesine karşın, 2008 sonrasının küresel krizi bu ülkeleri son derece sert vurdu ve var olan yoksulluk koşullarını daha da derinleştirdi. Türkiye açısından konferansın anlamı büyük; zira 2011’in EAGÜ toplantısı ilk defa olarak “eski emperyalist sömürgeci ülkelerde” değil, gelişmekte olan ülkeler grubu içerisinde yer alan bir ülkede, Türkiye’de toplanıyor olacak. Dışişleri Bakanlığı yetkilileri de bu gerçeğin ayrımında olarak, 2011 toplantısının ileriki yıllarda 2011 İstanbul Bildirgesi’nin kaleme alındığı önemli bir dönemeç olarak anılagelinmesi; ve dünyanın en yoksullarının sorunlarına çare aranacak somut önerilerin tartışıldığı bir birliktelik olarak anılması için çaba sarf edeceklerini belirtiyorlar. Dolayısıyla, EAGÜ’lerin sorunlarına ışık tutacak yepyeni bir yaklaşımın gerekli olduğu ve neoliberal iktisat öğretisinin çarpık ve yanlış reçetelerinin artık terk edilmesi gerektiği iktisadi kalkınma yazınında canlı olarak tartışılmaya açılan bir gündem konusu. İktisadi kalkınma yazınında böylesi bir kırılma bundan tam 56 yıl önce de yaşanmış idi. 1955 tarihinde Endonezya’nın Bandung kentinde toplanan ve Bağlantısızlar Hareketi’nin temellerinin atıldığı toplantıya o zamanki dünya nüfusunun yarısından fazlasını oluşturan 20 Asya ve Afrika ülkesi katılmıştı. Konferansı düzenleyen ülkeler, Batılı devletlerin Asya’ya ilişkin aldıkları kararlarda kendilerine danışılmamasından duydukları rahatsızlığı dile getiriyorlar ve siyasi bağımsızlıklarını, ekonomik bağımsızlık ile perçinleme uğraşı veriyorlardı. Bandung konferansında “tüm görünümleri ile sömürgeciliğin mahkum edilmesi” üzerinde uzlaşılmış ve Birleşmiş Milletler Bildirisi’ndeki ilkelerle Hindistan Başbakanı Nehru’nun beş ilkesini kapsayan on maddelik bir “dünya barış ve işbirliğini geliştirme bildirisi” oybirliği ile kabul edilmişti. Konferansa katılan Türkiye ise toplantılar boyunca Batı’nın emperyalist ülkeleriyle birlikte hareket etmiş ve bağlantısızlık politikası izleyen diğer üçüncü dünya ülkeleri ile ilişkilerinin soğumasına neden olmuştu. Halbuki o günlerde “emperyalizme karşı tarihte ilk defa verilen bağımsızlık ve kurtuluş mücadelesinin” çocukları olan Anadolu’nun temsilcisi olan Türkiye, Doğu’nun mazlum uluslarının da lideri olarak görülmekteydi. Bandung kuşkusuz şimdi gerilerde kaldı. Küresel kapitalizm ve emperyalizm 1980 sonrasında yepyeni ivmeler kazandı. Günümüzün emperyalist metropolleri, ulusötesi şirketler ve uluslararası finans kapitalin, bir kolektif güç olarak, azgelişmiş dünyanın ekonomilerini tahakküm altına alma savaşımı içine girdiği gözlendi. “Kolektif emperyalizm” şeklinde niteleyebileceğimiz bu sürecin yürütücülüğünü ise öncelikle Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Ticaret Örgütü ve Dünya Bankası üstlendi. Bu dönemde azgelişmiş ülkeler, bir yandan dış ticaretlerinin ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmeye zorlanması sonucunda birer ithalat ve ucuz işgücü deposu haline dönüştürülürken, bir yandan da “özelleştirme” ve “doğrudan yabancı yatırım” fetişleri altında kamusal varlıklarına yok pahasına el konuldu. Söz konusu ülkelerin zaten çok genç ve zayıf olan demokratik kurumları “istikrar önündeki bürokratik engeller” olarak gösterilirken, “bağımsız üst kurullara dayalı denetim ve yönetişim” gibi makyajlanmış politikalar altında ulusötesi şirketlerin ve uluslararası finans sermayesinin doğrudan denetimi altına sokuldular. Bu süreçte “kalkınmakta olan ülkeler” de bir grup olarak “yükselen piyasalar” diye adlandırılır oldu. Bu ülkeler birbiri ardına küresel kapitalizmin yeni işbölümü içerisinde kendilerine verilen görevleri yerine getirmekle koşullandırıldılar. Sonuç olarak, 2011 Mayısı’nda Türkiye bir yol ayrımındadır: İstanbul 2011 gerçek anlamda bir antiemperyalist hareketin bildirgesi olarak, günümüzün çarpık küreselleşme sürecine dur diyecek ve başka bir küreselleşmenin mümkün olduğu idealini tartışmaya açacak bir konferansın ev sahibi olarak anılabilir; ya da, günümüzde kolektif emperyalizmin Batılı metropollerinin ve yürütücü kurumlarının “ulaşamadığı” söz konusu EAGÜ halklarını bu çarpık küreselleşme ve sömürü dünyasına çekmenin taşeronluğunu üstlenen bir Truva Atı konumuna da sürüklenebilir. Bundan yetmiş küsur sene önce bizi mahvetmek isteyen kapitalizme ve emperyalizme karşı tarihte ilk bağımsızlık savaşını vermiş bir ulusun çocukları olarak Bandung 1955 hatasının tekrarlanmamasını diliyoruz. Bu yıl yastık altı dolarlar da piyasaya inecek Ekonomi Servisi Ata Yatırım Başekonomisti Nurhan Toğuç, 5 yıldır para kazanamayıp doların maliyetine katlanan Türk yatırımcısını 2011’de Borsa’ya yatırıma çağırarak “Bu yıl yastık altındaki dolarları da çıkarıp hisse senedi piyasasına girmek için bir fırsat” dedi. Ata Yatırım Genel Müdürü Bülent Altınel, bu yıl altında yükseliş beklememek gerektiğini kaydederek “Zayıf dolar beklentisi azalmaya başladı, enflasyon görünürde yok ama güvenlik saikiyle yeniden altında spekülatif alım olabilir. Avrupa’da yeniden küresel piyasalarda çalkantı başlarsa altında 1.400 seviyesi görülebilir” dedi. Ata Yatırım 17. Dönem Strateji Raporu’nu açıkladı. Raporda Türkiye’nin 2010’da krize karşı durduğu, yüzde 8’in üzerinde büyüme beklendiği, bu yıl ise büyümenin yavaşlayarak yüzde 4.9 dolayında gerçekleşmesinin tahmin edildiği belirtilerek büyümede dış talebin katkısının ise yine sınırlı kalacağı ifade edildi. Raporda şu tespitlere yer verildi:  Merkez Bankası’nın 2011 enflasyon hedefi düşük. Baz etkisi ve gıda fiyatlarındaki hareketlilikle yılın ikinci yarısında enflasyonist beklentiler tersine dönecek ve enflasyonun yüzde 6.57 seviyelerine çıkabilecek.  Faiz indirimi devam edebilir. Merkez Bankası şubat, mart aylarında küresel ortam müsait olursa bir faiz indirimi fırsatı yakalayacak.  Cari açık Demokles’in kılıcı gibi Türk ekonomisinin üzerinde duruyor, bunun sıcak para ile fonlanması 2010’daki kadar kolay olmayabilir. Cari açık en önemli risk faktörüdür ve Türkiye’yi dış şoklara karşı kırılgan hale getirmekte. Çözülmesi öncelikli problemdir.  Türkiye’nin kredi notu, güçlü büyüme performansı ve düşük borçluluk oranlarıyla yatırım yapılabilir seviyeye doğru gidiyor, bu yıl kredi kuruluşlarından birden fazla not artışı beklenebilir. Faiz riskiyle karşı karşıyayız Bankacılık sektörü için 2011’de en büyük riskin, kredi riski olduğunu ifade eden Keskin, “İkincisi, vade yapısından dolayı faiz oranları yukarıya giderse bankacılık sistemi faiz riskiyle de karşı karşıya kalır” dedi. Keskin’in verdiği bilgiye göre, Sektörde 2010 sonunda katılım bankaları da dahil olmak üzere toplam aktifler 991 milyar ile bir trilyon TL arasında gerçekleşti. 2010’da bireysel kredilerin tasarruf mevduatına oranı da 2009’daki yüzde 43 seviyesinden yüzde 50’ye çıktı. Tahsili gecikmiş alacaklar 2010 sonunda 2009’a göre 21.7 milyar liradan 19.8 milyar TL’ye geriledi. Şube ve çalışan sayısı bakımından tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşıldı. Şube sayısı 9 bin 465’e, çalışan sayısı da 178 bin 504’e çıktı. Deva Holding bir çok ilacın ArGe’sini Türkiye’deki tesislerinde yapıyor. Erkunt Traktör’den Karayibler’e ihracat Ekonomi Servisi Kuruluşunun 6. yılında Türkiye genelinde yüzde 8, bulunduğu bölgelerde ise yüzde 22’lik pazar payıyla sektör üçüncülüğüne yerleşen Erkunt Traktör, Avustralya ve Karayip Adaları’na da ihracata başladı. Erkunt Traktör Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Zeynep Erkunt Armağan, 2010 yılında 3 bin 333 adet traktör sattıklarını belirterek, “Hedefimiz bu sayıyı 2011 yılında 6 bine taşımak ve yüzde 81 oranında büyümek” dedi. Armağan, düzenlediği basın toplantısında Türkiye’deki traktör pazarının 2010 yılının Ekim ayı verilerine göre 26 bin adet seviyesinde olduğunu belirterek pazarın 2011 yılında yüzde 1015 büyümesini ve bu rakamın yıl sonunda 36 bini aşmasını öngördüklerini kaydetti. Armağan, “İhracat bölgelerimize bu yıl Avustralya ve Karayip Adaları’nı da ekledik. Dünyanın her yerinde fuarlara katılmaya çalışıyoruz. Ciromuz 2010 yılı sonu itibarıyla 137 milyon 259 bin lira değerine ulaştı. 2010 yılında gerçekleştirdiğimiz satış adedi 3 bin 333, hedefimiz bu sayıyı 2011 yılında 6 bine taşımak ve yüzde 81 oranında büyümek” dedi. Armağan, 2011 yılı için 67.5 Zeynep milyon liralık yatırım yapacaklaErkunt rını söyleyerek yılın ikinci yarısı ile Armağan birlikte Euro 3 motorlar ile üretim yaparak, çiftçinin ulaşabileceği fiyatlarla kaliteden ödün vermeden ürün gamlarına yeni modeller ekleyeceklerini bildirdi. ozlem.yuzak@cumhuriyet.com.tr İlacın fiyatı yüzde 15 inecek Ekonomi Servisi Deva Holding Yönetim Kurulu Başkanı ve Üst Yöneticisi (CEO) Philipp Haas, 2011’de Yunanistan, Portekiz ve İspanya’da yaşanan kriz nedeniyle Türkiye’deki ilaç fiyatlarının da etkileneceğini belirterek yaklaşık yüzde 15’lik bir indirim olacağını ifade etti. Haas, geçen yıl Türkiye’de yaşanan ilaç indirimleri yüzünden olumsuz etkilendiklerini, 2010’ün 4. çeyrek sonuçlarının bu indirimlere bağlı olarak daha düşük geleceğini söyledi. Haas, 2011’in sektör için zor geçeceğini, referans ülkelerde ciddi fiyat düşüşlerinin yaşanacağını, Türkiye’deki firmaların da bundan olumsuz etkileneceğini aktardı. 2011’e hızlı giriş yaptıklarını egzama ve doğal içerikli olan İrritabl Bağırsak Sendromu (İBS) ile ilgili iki yeni ürünü gelecek hafta Türkiye pazarına sunacaklarını anlattı. Egzamayı iyileştiren bir ilacın şu anda Türkiye pazarında bulunmadığını, pazardaki ilaçların krem bazlı olduğunu, Deva’nın ürününün ise tablet olacağını bildirdi. Haas, şu anda sattıkları ürünlerin yüzde 30’unun antibiyotiklerden oluştuğunu, önümüzdeki dönemde kardiyoloji, onkoloji ve merkezi sinir sistemi ilaçlarının satış payının yükseleceğini anlattı. B İLGİ TOPLUMUNA DOĞRU / ÖZLEM YÜZAK Sıraladıkça sonu gelmeyen devasa sorunları içinde yıllardan beri sıkışıp kalmıştır Türkiye’de kadın sorunu. Kız çocuklarının eğitiminden töre cinayetlerine, şiddet gören kadından çalışma hayatında kadının konumuna kadar bir dizi yapısal ve artık kronikleşen sorunu da beraberinde getirir daima. Ve ne yazık ki değişen, dönüşen Türkiye’nin, durmadan kanayan belki de tek yarasıdır KADIN... TÜSİAD, kuruluşunun 40. yılı nedeniyle yıl boyu düzenleyeceği etkinliklerin ilkini geçen hafta “Çalışma Hayatında Kadın” konusuna ayırarak aslında önemli bir mesaj vermek istedi. Slogan da başarılıydı: ‘Tek kanatla geleceğe uçamayız’... Vurgu özetle şu idi: Türkiye, kadınerkek eşitlik endeksinde dünyada 134 ülke içinde 126. sırada. Yani sondan 9’uncu. Avrupa ve merkezi Asya ülkeleri arasında ise sonuncuyuz. Son 10 yılda ise kadınerkek uçurumu milim kapanmadı. Bu son derece vahim bir durumdur. Ve 2023 yılında dünyanın en büyük 10. ekonomisi olmayı hedefleyen Türkiye, kadınlarını kazanmadan bunu başaramaz. Nasıl bu ülke enflasyon ile mücadele ettiyse, nasıl önüne bir büyüme hedefi koyup başardı ise kadının rolünü güçlendirecek, ekonomiye Kadına Yasa(k)... yaptıkları konuşmalar, bugüne kadar AKP olarak neleri yaptıklarının bilançosunu çıkarmaktan ibaretti. Birileri “kadın konusunda derhal toplumsal seferberlik” diyor, bakan neler neler yaptıklarını anlatıyor. Uçurumun derinliği bence buradan başlıyor. Çünkü kadının toplumdaki konumunun güçlendirilmesi öncelikle siyasi irade gerektiriyor. Kadına 3 çocuk doğurmasını öğütleyen zihniyet ile bu irade oluşması mümkün olmadığından başka yaptırımların ya da toplumsal baskının devreye sokulması gerekiyor. Zaten panelin bir diğer konuşmacısı olan Doç. Dr. İpek İlkkaracan’ın verdiği İspanya örneği de bunu doğruluyor. İspanya AB üyesi olunca 1999 yılında bir aile uzlaştırma yasası çıkardı. 10 yıl önce yüzde 30 olan kadın istihdam oranı 2009 yılına geldiğinde yüzde 50’ye çıktı. 3 yaş altı çocukları için kreş hizmetinden, erkeklere doğum izni süresinin kadın ile aynı seviyeye getirilmesine kadar bir dizi yasal düzenleme... Sadece İspanya değil, Güney Kore ve Meksika da kadın istihdamını arttırmayı öncelikli hedefleri arasına koymuş ve bunu başarmış ülkeler. İspanya 10 yılda kadın istihdamı konusunda bu denli yol alırken, Türkiye’nin yerinde saymasının hesabını kim soracak? Bakan Kavaf yasal düzenlemelerden bahsediyor, İlkkaracan ise “eğitim düzeyi düşük kadınların üçte ikisi kayıt dışı çalışıyor. Dolayısıyla yasaların uygulanabilirliği yok” diyor. güzel kanıtı. Demek ki kapılar aralanırsa kadınlar durmadan ilerleyebiliyor. Öyleyse neden pozitif ayrımcılık sözünden bu kadar korkuluyor? Ne yapılmalı? Yapılması gereken öncelikle sorunu olanca netliği ve çözüm önerileri ile ortaya koymak. Ardından çözüme doğru giden yolları açmaya başlamak. TÜSİAD bence “Çalışma Hayatında Kadın” konferansının devamında “bir kadın bildirgesi” hazırlayarak somut hale getirebilir ve seçim dönemi öncesinde büyük bir kampanyanın başlatılmasına öncülük edebilirdi... Keşke yapsaydı... Bu yasalar kimin işine yarayacak? Düzenlemeyi yapan siyasi irade bir gerçeği görmüyor mü? Yoksa görmek işine mi gelmiyor? Kadının ekonomideki konumunu güçlendirmenin en önemli adımı, kadının eğitim seviyesini ve aldığı eğitimin kalitesini arttırmak. Zaten iyi eğitimli kadınların iş dünyasındaki yükselişleri, kadın CEO ve kadın akademisyen sayısının dünya ortalamasının üzerinde olması bunun en katılımını arttıracak, kadınerkek eşitsizliğini giderecek hedefleri de yaşama geçirebilmeli... Peki sonuçta mesaj doğru yere ulaştı mı? Hiç sanmıyorum... Zaten konferansa ve “Çalışma Hayatında Kadın” paneline katılan biri bakan iki kadın siyasetçinin, Kadın ve Aileden Sorumlu Devlet Bakanı Selma Aliye Kavaf ve TBMM KadınErkek Fırsat Eşitliği Komisyonu Başkanı Güldal Akşit’in C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear