22 Kasım 2024 Cuma Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 17 OCAK 2011 PAZARTESİ AÇI MÜMTAZ SOYSAL Kamu Vicdanını Sızlatan Tahliyeler Çözüm siyasi iktidara düşmektedir. İleri demokrasi sözcülüğünü dillerinden düşürmeyenler için bir fırsattır. Yapılan hataların düzeltilmesi gerekir. Suçu Yargıtay’a atmak yerine daha inandırıcı olmak için, bir yandan söz konusıı yasa hükümlerini AİHM kararları ile uyumlu hale getirmek için değiştirmek, bir yandan da yargı ile kavgayı bırakıp yargının gerçek sorunlarına eğilip çalışma koşullarını düzcltmek, iş yükünü azaltarak, kamu vicdanını yaralayan kararların verilmesini önlemek zorundadır. Cumhuriyetçiliğin Ortası ÖNCEKİ gün “yeniden doğuş” toplantısı olarak onuncu büyük kurultayını yapan Demokrat Parti, ülkenin siyasal partiler yelpazesine yeni bir renk daha katmış oluyor. Son yılların Doğru Yol’u ile ANAVATAN’ından kalanların oluşturduğu bir kuruluş bu. Büyük kentlerden ve Anadolu ile Trakya’nın illerinden gelerek Ankara’nın Atatürk Spor Salonu’nu dolduran genellikle orta yaşlılara ve şeref tribünlerinde oturan yaşlı eski üyelere bakınca, partinin toplumsal ya da siyasal niteliğini tanımlamak pek zor olmuyordu cumartesi sabahı. Taşra eşrafının ve Cumhuriyetin ekonomik politikalarıyla doğan bir orta sınıfın mensuplarıydı bu insanlar. Ya vaktiyle kurucu tek partinin yapısından koparak pek devrimci olmayan liberal nitelikli bir muhalefeti oluşturmuşlardı ya da Özal’cı politikaların zamanla sözde çağdaş bir gericiliğe dönüştürülmesinin tepkisini yaşamaktaydılar. 12 Eylül öncesi dönemin ağırbaşlı Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk’ca yakılan yeni bir umut ışığı onları yeniden siyaset arenasına çekmişti. Ağırbaşlılık, Cindoruk’u bu alevi sürdürmekten alıkoymuş ve liderlik koltuğuna bigâne kalmasına yol açmış olabilir ama, kişiliğinin yarattığı hava parti üzerinde bir süre daha devam edeceğe benziyor. Öyle olduğu içindir ki, önümüzdeki aylar boyunca yeni partinin rotası önemle izlenecek. alon, üyelerce özlenen rotayı az çok belli eder gibiydi. Büyük olasılıkla, “yaşam tarzı” bakımından AKP iktidarının yarattığı izlenimle pek kolay bağdaşmayan bir “muhafazakârlık” söz konusu olacak. Cumhuriyetle ve onun devrimlerindeki genel felsefeyle barışıklık ağır basacağa benziyor. Gericiliğe kaçan koyu bir dindarlık yerine, benliklerin içindeki inançları saklı tutan, çağdaş yaşamın ve ülke gerçeklerinin getirdiği yaşam tarzından pek uzaklaşmak istemeyen ve bu isteksizliği hiç de günah ya da ayıp sayılmayabilecek bir senteze dönüştüren efendice bir canlılık. Kısacası, halk dilinde “Namazımı kılarım, rakımı da içerim” diyen bir çelebilik. Batılı yazarların “yaşama sevinci” bu olsa gerek. indoruk gibi bir liderin doğrudan doğruya genel başkanlığı seçmesi böyle bir kitlenin başarı şansını mutlaka arttırabilirdi ama, onun kolay eksilmeyecek gölgesi yanında Namık Kemal Zeybek’in kişiliğinin de aynı sonucu yaratacağını öngörmek pek yanlış olmaz. Türkiye, böyle bir tutumun siyasileşmesine açık sayılır. O halde, şu kısa birkaç aylık süre içinde hemen gerçekleştirilmesi kolay olmasa bile, partiler yelpazesinin ortasında yer alacak bir “cumhuriyetçi orta”nın oluşması tahmin edilebilir. Bugünün AKP’sindeki sağ ağırlığın toplumdaki genel yaşam tarzını olumsuz etkileyecek bir biçime dönüşmesini engellemek ya da ortadaki böyle bir Demokrat Parti cumhuriyetçiliğinin zamanla sağa kaymasını önlemek, soldaki cumhuriyetçiliğin derlenip toparlanmasına ve yelpazedeki o kanadı genişletip terazideki ağırlığını arttırmasına bağlıdır. Kim bilir, Cumhuriyeti kurtaracak olan asıl çare, cumhuriyetçiliğin ortasıyla soluyla sağlam bir bütünlük oluşturmasıdır belki de.. Tansel ÇÖLAŞAN Atatürkçü Düşünce Derneği Başkanı S C 002 genel seçimlerinde iktidar olan AKP 2003 yılından itibaren AB’ye giriş sürecini hızlandıracağını ileri sürerek demokratikleşme adı altında, ama aslında antidemokratik içerikte çok sayıda yasa çıkartmıştır. Meclis’te çoğunluk oyuna sahip olması nedeniyle hu yasalar çoğu kez muhalefet partileri ile uzlaşılmadan hükümet tasarılarının kendi oyları ile yasalaşması suretiyle yürürlüğe girmiştir. Bugün tartışmalı tahliyelerin dayanağı olan hükümleri taşıyan Ceza Muhakemesi Kanunu da Meclis’ten aynı yolla geçmiştir. Yasanın söz konusu tahliyelerle ilgili 250, 251. 252. maddelerinin Meclis’te muhalefetin karşı oylarına karşın, iktidar partisinin çoğunluk oyları ile yasalaştığı, özellikle TCK’nin 250/ lC maddesinde sayılı suçlar bakımından, tutukluluk süresinin iki kat uygulanacağına dair 252. maddesinin sonuna eklenen fıkra hükmünün AKP milletvekillerince son dakika önergesi ile getirildiği ve yine muhalefetin aleyhte oylarına karşı, AKP milletvekillerinin oyları ile kabul edildiği bilinmektedir. Bu durum, iktidar partisinin demokrasi, ileri demokrasi söylemleri ile yürürlüğe koyduğu yasaların aslında tam tersi içerikte olduğunu, söylemlerle yapılanların birbirini tutmadığını, takıyyeyi göstermektedir. I. Şimdi tartışılan tahliyelere dayanak olan CMK hükümlerine gelelim: Önce şunu belirtelim; tutuklama kural değil, istisnadır. Kural, yargılamanın tutuksuz yapılmasıdır. Tutuklama için yasada yer alan koşulların varlığı halinde dahi, uygulaması yargıcın takdirine bırakılmıştır, zorunlu değildir. Yasada yer alan tutuklama nedenlerinden başlayalım: 100. maddede; şüpheli veya sanık hakkında “kuvvetli, suç şüphesinin var 2 lığını gösteren somut olguların” ve maddede sayılan “bir tutuklama nedeninin” birlikte bulunması halinde tutuklama kararı verilebilir. İşin önemi, verilmesi beklenen ceza ya da güvenlik tedbiri ile ölçülü değilse tutuklama kararı verilemez. Tutuklama nedenleri; 1) Şüpheli ya da sanığın kaçması kaçacağı şüphesini uyandıran somut olguların bulunması ya da davranışlarının delilleri yok etme ya da mağdur, tanık... vs üzerinde baskıda bulunduğuna dair, ya da 2) Maddede gösterilen, sayılan suçların işlendiği hususunda; kuvvetli şüphe nedenlerinin bulunması olarak gösterilmiştir. Tutuklama kararın verilebilmesi, maddede sayılan nedenlerin ve kuvvetli suç şüphesinin birlikte bulunması koşuluna bağlanmış, varsa takdiri de yargıca bırakılmıştır. Bu madde yönünden sorun uygulamadadır. İstisna kural haline gelmiş, dosya sayısının çokluğu, iş yükü nedeniyle davaların kısa sürede sonuçlandırılamaması, yargıçları olası bir mahkumiyet kararına kadar geçecek süre için şüpheli ya da sanık hakkında tutuklama kararları vermeye yönelmiştir. Kararların gerekçesiz, formül olması bunu doğrulamaktadır. Sonuçta hapishanelerdeki tutuklu sayısı, mahkum sayısını aşmıştır. Çözüm; yargının (mahkemelerin) iş yükünün hafifletilmesi için gerekli hukuki, idari düzenlemelerin süratle yapılmasındadır. Yargıtayda bir buçuk milyon dosya Mahkemelerdeki iş yükünü azaltmadan, temyiz mahkemelerindeki dosya birikintisi halledilemez ve sonuçta son dönemdeki gibi kararlar verilmesi önlenemez. Bugün Danıştay’da iki yüz bin, Yargıtay’da bir buçuk milyon dosya var. Temyiz mahkemeleri bu kadar iş yükünü kaldıramaz. Mahkemeler süratlendirilmelidir. Tartışılan tahliyelere ilişkin tutuklama sürelerine dair 102. maddeye gelince, önce çok kötü bir yazı dili nedeniyle ne dediği anlaşılmaz hale gelmiştir. Özellikle ceza hukuku yönünden talihsizliktir. Yasayı hazırlayan teknik adamların beyanlarından, Meclis’te yapılan değişikliklerle madde anlaşılmaz olmuştur. Kısacası sorumlusu Meclis’tir. Düzeltme görevi de Meclis’e düşer. Öte yandan madem yoruma muhtaç bir hüküm söz konusudur, temel hak ve özgürlüklerle ilgili olması nedeniyle kişilerin lehine yorumlanmalıdır. Örnek; uzatma süresinin, tutuklama süresinden uzun olacağı düşünülemez. 102/1. fıkrası hükmü de bu görüşü teyit etmektedir. Oysa 102/2. fıkrada tutuklama süresi iki yıl, uzatma süresi üç yıldır. Maddedeki “toplam ...üç yıl” ifadesinden hareketle uzatma dahil toplam tutukluluk süresinin üç yıl olarak kabulü, hem genel ilkeye, hem 102/1. fıkra hükmüne paralel olur ve adil olur. Yine 252. maddenin son fıkrasında 250/1C maddesinde sayılı suçlar bakımından “tutuklama süresi” iki kata çıkarmıştır. “Toplam tutukluluk süresi” denmemiştir. Bu durumda toplam tutukluluk süresinin hesabına “uzatma süresi”nin dahil edilmemesi lafza ve amaca uygun olur. CMK hükümlerinin AİHS hükümleri ile AİHM kararları karşısında uygulanabilir olup olmadığına bakalım. AİHS’nin 5. maddesinde tutuklama; maddede sayılı hallerde ve yasal dayanağı olması şartı ile mümkündür. Aksi halde sözleşmenin ihlali söz konusudur. Sözleşme hükümlerini hayata geçiren AİHM kararlarında; Tutuklamaya esas yasa maddesi belirsizlik taşımamalı, açık olmalı. Aksi halde AİHM yasal dayanağın bulunmadığına karar vermekte. CMK’nin 102/2 ve 252/ son fıkralarındaki belirsizlikler tek başına yüzleşmenin ihlali niteliğindedir. 2. Masumiyet karinesi gereği tutuksuz yargılama kural olduğundan, tutukluluk kararının gerekçeleri sağlam kanıtlara dayanmalıdır. CMK uygulamasında tutuklama kararları ge rekçesiz, formüle edilmiş kararlardır, (Kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı) koşulu göz ardı edilmektedir. Bu husus da AİHM kararlarında sözleşme ihlalidir. 3. Tutuklama süresi makul olmalıdır. Sürenin uzaması ilgili makamların kusuruna dayalı ise sözleşme ihlali sayılır. AİHM iki yılı aşan tutukluluk sürelerini makul kabul etmemektedir. CMK uygulamasında Adalet Bakanlığı’nın açıklamasına göre, Türkiye 436 kez tazminata mahkum edilmiştir. Çözüm siyasi iktidardadır Tutuklama süresinin uzamasındaki asıl neden yargılamanın uzun sürmesidir. Yargılama sürecini kısaltmak ise yargının yapısal sorunlarına eğilmek, çalışma koşullarını düzeltmek, iş yükünü azaltacak önlemlerin alınması ile mümkündür. Ancak siyasi iktidarlar bugüne kadar düzeltme yönünde gerçekçi çözümler getirmemişlerdir. Son dönemde ise AKP işin sadece siyasi yönüyle ilgilenmiş, yargıyı keyfi uygulamalarına engel görmüş, sonuçta anayasa değişikliği ile, sözünden çıkamayacak bir yargı düzeni kurmuştur. Ama yargının yapısal sorunları onu hiç ilgilendirmemiştir. Bu nedenle yaşanan son olay: Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli idi. 4. Anayasanın 90. maddesine 2004 yılında eklenen fıkrada; usulüne göre yürürlüğe konulmuş temel hak ve özgürlüklere ilişkin uluslararası antlaşmalarla kanunlarımızın aynı konuda, farklı hükümler içermesi halinde uluslararası antlaşmalar hükümlerinin esas alınacağı hükme bağlanmıştır. Yargılama aşamasında mahkemelerin bu hükmü esas alıp, gereğini yapmaları gerekmez miydi? Gelinen noktada çözüm siyasi iktidara düşmektedir. İleri demokrasi sözcülüğünü dillerinden düşürmeyenler için bir fırsattır. Yapılan hataların düzeltilmesi gerekir. Suçu Yargıtay’a atmak yerine daha inandırıcı olmak için, bir yandan söz konusu yasa hükümlerini AİHM kararları ile uyumlu hale getirmek için değiştirmek, bir yandan da yargı ile kavgayı bırakıp yargının gerçek sorunlarına eğilip çalışma koşullarını düzeltmek, iş yükünü azaltarak kamu vicdanını yaralayan kararların verilmesini önlemek zorundadır. Atatürk ve ‘Güneş Dil Teorisi’ İ. Gürşen KAFKAS Eğitimci G mumtazsoysal@gmail.com ünümüzde, anayasada ikinci resmi dilin, Türkçenin yanında Kürtçenin yer alması tartışılıyor. 1930’larda tartışılan bütün dillerin kaynağının Türkçe olduğunu düşünenler “Güneş Dil Teorisini” savunmuşlardı. Bu görüşü “Kemalist aşırılık” olarak görenlerin yanında safsata (boş, gereksiz, anlamsız) diye düşünenler vardı. 1930’da Türkçenin yabancı dillerin etkisinden kurtarılması ve yabancılaşmanın ortadan kaldırılması çalışmaları yapılmıştı. 1932’de “Türk Dil Tetkik Cemiyeti” daha sonra “Türk Dili Araştırma Kurumu” ve sonuçta da “Türk Dil Kurumu” kuruldu. O yıllarda dilimiz Arapça ve Farsçanın yoğun etkisindeydi. Türkçede yabancılaşma oranı yüzde 70 – 80’lerdeydi. Özellikle “aydın” kesimin yazı dilinde Arapça ve Farsça sözcüklerin kullanımı daha yoğun görülmekteydi. Kendilerini daha bilgili, daha kültürlü göstermek amacıyla bu iki dilin sözcük, deyim ve kalıpları kullanılmaktaydı. Halkın anlayamadığı bir dil karmaşası yaşanıyordu. Halkın dili daha çok öz ve yalın kullanılırdı. Atatürk’ün önderliğinde Türkçenin canlandırılması, özüne dönüştürülmesi çalışmaları yapıldı. Yabancı sözcüklerin yerine Türkçe karşılıklarının konulması gerçekleşti. Türk Dil Kurumu’nun kuruluş amacı da buydu. Türkçe kökenli karşılıklarını Türk Dil Kurumu araştırıp bulmaktaydı. Türkçeleştirme çalışmaları zaman zaman amacını aşan yanlışlıklara konu oldu. Türkçeleşmiş, “kültür, insan, kalem” vb. sözcüklerin de dilimizden atılması düşünülmüştü. Türkçede özleşme girişimleri, dilimizi çıkmaza sürüklüyordu. Cumhuriyetin kuruluşuyla birlikte, aydınlanma, değişim ve gelişmeye yönelik devrim çalışmaları hız kazanmıştı. Amaç: Uygar bir ulus yaratmaktı. Uygar bir ulus olabilmek için Türkçenin de uygar bir dil olabilmesi gerekmekteydi. Öncelikle yabancı dillerin etkisinden kurtarılması, halkın anlayacağı bir dil olması, halkın kullandığı sözcük, deyim ve terimlerin Türkçede yer alması kararlaştırılmıştı. Teorinin çıkışı: 1935”te Viyanalı Doktor Phill H. Kvergiç’in, daha önce yayımlamadığı 41 sayfalık bir çalışması olan “Türk Dillerinin Psikolojisi” Atatürk’e ulaştırılmıştı. Atatürk’ün beğendiği bu çalışmanın incelenmesi ve değerlendirilmesi isteğini dil bilimcileri yetersiz ve yararsız bulmuşlardı. Atatürk’ün ısrarı üzerine Naim Nazım, Hasan Reşit ve Abdülkadir İnan’dan oluşan dil bilimcileri “Türk Dillerinin Psikolojisi” çalışmasından “Güneş Dil Teorisi” oluşturmuşlardı. Bu teoriye göre: dünyanın en eski dilinin Türkçe olduğu görüşü savunuluyordu. İnsanoğlunun konuşmaya başladığı en eski dilin ve bütün dillerin anasının Türkçe olduğu savı benimseniyordu. “Güneş Dil Teorisi” sağlam bir temele dayanmıyordu. Sığ ve dayanıksızdı. Bu nedenle de olsa karşı koyanlarca “safsata, gerçekten yoksun” bir görüş olduğu ileri sürülüyordu. “Güneş Dil Teorisi”ne göre dünyada konuşulan bütün dillerin kaynağı “Güneş” sözcüğü ile başlıyordu. Güneş “ısıtma, ışıtma, yükselme” kavramlarının kaynağıdır. Güneş, vazgeçilmez bir güç kaynağı olarak duygu, heyecan, ateş, sevgi, aydınlanma, zekâ ve güzellik gibi geniş bir anlam zenginliğini içeriyordu. Bu teori; 1936’da Almanlar tarafından Hattuşaş’taki (Boğazköy) kazıların sonucunda başladı. Hitit (Etiler) uygarlığına ulaşılması heyecan yaratmıştı. Hitit dilinin ana dil olarak hangi Avrupa dilinden doğduğu merak ediliyordu. Bu tutku “Güneş Dil Teorisi”ni doğurdu. Hititçe bazı sözcükler Türkçede vardı. Margazi = Maraş; Adanawani = Adana; Milid = Malatya gibi… Prof. Samuel Noah’ın “Tarih Sümer’de Başlar” kitabında Sümerlerin Mezopotamya’ya dışarıdan geldikleri ileri sürülmüştü. Muazzez İlmiye Çığ’ın araştırmaları sonucunda da Sümerlerin kuraklık sonucu, Kuzeydoğu dağlık bölgelerinden göçtükleri belirtilmektedir. Türk tarih tezine göre de Türkler kuraklık sonucu Anadolu’ya göçmüşler. Sümerce birçok sözcüğün Türkçeye benzemesi, Sümerlerin Türk olduğu görüşünü destekliyordu. Atatürk tarihçi değildi. Ancak, Anadolu’nun uygarlıklar beşiği olduğu bilinciyle yoğun araştırmalara yer verdi ve kazılar başlattı. Mustafa Kemal yaptığı devrimlerle yoğun bir moral arayışındaydı. O, Türk dilini parçalı durumundan kurtararak sadeleştirmeyi amaçlıyordu. Halkın konuşma dili ve yazı dili arasında birlik ve ahenk kurmayı amaçlıyordu. Dil düşünce demektir; Atatürk, tarihi metinlerden, yaşayan halk lehçelerinden taramalar yaptırılmasını istiyordu. Sonuç: Atatürk ve Türk karşıtı olanlar, ideolojik görüşlerini en sert bir dille yazıyor ve tarihi çarpıtıyorlardı. Atatürk’ün gerçek amacı ise aydınlanma devriminin benimsenmesi ve yaygınlaşması idi. Bu amaçla Türkçenin yabancı dillerin etkisinden kurtarılması gerekiyordu. Bu nedenle, Türk dil ve Türk tarih kurumlarını kurdu. Alman ırkçılığından kaçan bilim adamlarına klasik filolojiler ve diğer bilim içerikli fakülteler kurdurdu. Türk Dil Kurumu’nun ilk genel sekreteri ilk dilci Agop Dilaçar Ermeniydi, Türkçe dil çalışmaları yapan Avram Galanti ile Mois Kohen birer Yahudiydi. Atatürk gerçek bir uygarlık öncüsüydü. Ulusunun dilini, tarihini ve insanını yüceltmekti amacı. Bir safsata olarak düşünülen “Güneş Dil Teorisi”nin ırkçılık, faşistlikle bir ilgisi yoktu. Bu düşünce Anadolu uygarlığında eski / yeni benzeşme temlerinin ortaya çıkarılması ve ulusal gelişmeyi amaçlıyordu. O, “Güneş Dil Teorisini” benimseyerek Türk diline dikkat çekmeye ve özen gösterilmesine çalışıyordu. KAYNAKÇA: http:tr. wikipedia.org/wiki/G%C3BCn e%C5%9F Afet Uzmay, Prof. Pittard ve Atatürk http: www.bilgicik.com /yazi/güneşdilteorisi/print C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear