23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER CUMHURİYET 10 OCAK 2011 PAZARTESİ AÇI MÜMTAZ SOYSAL BAZEN takatsız kalmış vücut ya da perişan kılık kıyafet için kullandığımız dökülmek fiilinin dıştan bize bakanlarca devletimiz için de kullandıklarını duyarsak kızmamalıyız. Gerçekten, bölgelerinden biri için “özerklik”ten söz edilen ve buna karşı ciddi tepki göstermeyen bir devlet dökülmeye başlamış demektir. Resmi dil yerine anadilde öğretim yapması istenen, yargısının işleyişi ile adalet hizmetinin görülmesi arasına karşıtlık sokulan, sivil iktidarı ordusuyla takışan, iç güvenlik ve yönetim mekanizmaları Cumhuriyetin kuruluş felsefesine ters bir tarikatın etkisi altına düşen bir devlet çözülme sürecine girmiş sayılır. Bu, vatandaşlara endişe veren, geleceği karartan bir gidiştir. İnsanlar, dökülenleri toparlayıcı bir kurtarıcı beklentisine girerler. O kurtarıcı gökten inmeyecektir. öyle bir durum, bir bakıma, bütün siyasal partiler için, en başta da ana muhalefet partisi için bulunmaz fırsattır elbet. Çünkü hem devletin kurucusu olarak, hem de iktidar olasılığına en yaklaşmış kuruluş niteliğiyle bu sorumluluğu duyması gereken ve gözlerin kendisine çevrildiği kuruluş odur. Üstelik, dökülüşün yarattığı endişe yoğunlaşır ve “Bu böyle gitmez” diyenler çoğalıp otoriter bir toparlayıcılık beklentisi ağır basmaya başlarsa, öyle bir olasılığı gereksiz kılabilecek olan da ancak odur. ünün sorusu, şimdiki CHP’nin böylesine ağır bir sorumluluğun gereğini yerine getirip getiremeyeceğidir. Bunun müthiş bir liderlik sınavı olduğunu, halk yığınlarını sürükleyici radikal bir seçim platformu gerektirdiğini, “kapımız açıktır” türünden belirsiz çağrılar yerine ülkedeki cumhuriyetçi güçleri aynı çizgide toplayıcı bir girişimsiz sağlanamayacağını ve vaktin daraldığını ayrıca vurgulamaya hacet var mı? Gönül, elbette işlerin bu raddeye gelmemesini, dökülüşe varan gidişin çok daha erken durdurulabilmiş olmasını isterdi. Ama öyle anlaşılıyor ki, Cumhuriyet ilkelerinin asla yıkılamayacağına içten inanış ve bu ilkelerin savunucularına aşırı güven birkaç kuşaklık bir iyimserliklere yol açmıştır. Artık, onları ve ayin biçimindeki gösterileri bırakıp acı ama önemli bir gerçeği görmek ve ona göre davranmak gerekiyor: Türk tarihinin en kritik aşamasına girmek üzereyiz. Yüzlerce yıl Batı dünyasını tedirgin eden ve yıkıldı dendiği anda bile yeniden ayağa kalkan “Türk tehdidi”ni bir daha dirilmeyecek biçimde ezmek için oluşan meş’um strateji yürürlüğe konmuştur. İçteki gafiller de kendi bücür ve çağdışı emellerini gerçekleştirme çabasının özde dolaylı bir işbirliğine dönüşüp o büyük stratejiye yaradığının farkında değiller. Buna karşılık, cumhuriyetçilik şimdi hiçbir dönemde olmadığı kadar uyanıklık ve dayanışma istiyor. Hukuk Gidiyorken Demokrasi Gelemez!.. Cumhuriyete vurarak “demokrasi” çığırtkanlığı yapanlar, bugün hukukun delinen duvarlarından canilerin salıverilmesinde kendilerinin de katkılarının olduğunu görebiliyorlar mı? Cumhuriyet bir aydınlanma koşusu. Bu koşuyu tıknefes olup yarıda bırakma lüksümüz yok. O meşale bizim elimizde artık. reket alanı bellidir. Bugünün Türkiye’sinde ise hükümetin hareket alanı alabildiğine genişletilmekte ve belirsizleşmektedir. Anayasa fiilen delinerek hukuk boşaltılırken; siyasal iktidar yasa yapma keyfiyetini, karşı toplumsal refleksleri hiçe sayarak sürdürebilmekte!.. Dökülüş Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN emokratik devletin güvencesi o devletin anayasasıdır. Anayasa yasalar hiyerarşisinin en üstünde yer alır. Bunun anlamı hukukun hükümran olmasıdır. Hukuk, hükümran olmaktan çıkarılınca, hükümet olanların kendi yasalarını yapmalarının önünde bir engel kalmaz. Türkiye’de hukuk giderken parlamentoda çoğunluğu elde eden anlayışın yasaları çoğaltılıyor ve son referandum örneğinde olduğu gibi, toplum da bir şekilde sürecin parçası haline getirilerek, meşruluk zemini yaratılmaya çalışılıyor. Demokrasiyle açıklanamaz Türkiye’nin bugün yaşadıkları “demokrasi” ile açıklanamaz. Bir kesim lehine düzenleme yapabilmek için toplumun direnç gösterecek kesimlerinin türlü yöntemlerle baskı altına alınmış olduğu ortamda özgürlüklerden hiç söz edilemez. Özgürlüklerin alanının daraltıldığı, hukuk dışı uygulamaların kamu vicdanını yaraladığı, adalet terazisinin şaştığı sürecin mimarlarının bu yıkıntının altında kendilerinin de kalacaklarını göremiyor olmaları büyük gaflet!.. Demokratikleşme ve kurumsallaşmada gecikmişliğimizin faturası çok D B Sürece destek veren liberal çevrelerin bile vicdanını sızlatan son salıverme olayları, suç ile ceza arasında endişe yaratan orantısızlığın vahim boyutlara ulaştığının çok net göstergesi oldu. İçinden geçtiğimiz ve demokrasi söylemleri ile baskılandığımız süreçte anayasanın en temel ilkelerinden olan “yargı bağımsızlığı”, “yasalar karşısında eşitlik” gibi hukuk devletinin olmazsa olmazlarının ihlal edilişine seyircilik etmek büyük gaflettir. Demokrasinin hukukla sağlam örüldüğü ülkelerde siyasal iktidarın ha kabarık dönüyor hepimize. Ne olduğu tam olarak bilinmeyince, özgürlüklerden kaçışın adı da “ileri demokrasi” konulabiliyor. Hukuksuzluğun alanı alabildiğine genişletildikçe adalet duygularımız törpüleniyor. Sokağın aklı karışık; vatandaş; “Bu nasıl iş” diye soruyor: “Rektörler, profesörler, gazeteciler tutuklu, caniler bir günde serbest…” Kamusal düzenin işlemezliği en son hukuk sisteminde kendisini gösterince, anayasayı değiştirerek kendi kurumsallaşmasını yaratmak AKP hükümeti için kolaylaşacak. Ne mi görüyorum?!.. Türkiye’de rejim dönüştürülüyor, hem de hepimizin gözü önünde. Ve daha vahimi artık “tehlike geliyor” diyenler, “tehlike geldi” diyemiyorlar. Ve tehlikeye parmak basan yazıları yayımlayan cesur yayımcıların sayısı giderek azalıyor. İnternet ortamında buluşan doğru sözcükler, güncel yaşamda dost söyleşilerinin fısıltıları içinde dağılıp gi diyor. Geleceğin Türkiye’si Cumhuriyet mucizesinin yıkılabilen duvarlarının üzerine kurulmaya çalışılırken, Atatürk’ü yıpratma çabalarını üstlenenlerin üslupları giderek daha çirkin bir hal alıyor. Mevcut iktidara yaranma çabasına girişenlerin içinde akademik unvanlıları görmek daha fazla burkuyor içimizi. Cumhuriyete vurarak “demokrasi” çığırtkanlığı yapanlar, bugün hukukun delinen duvarlarından canilerin salıverilmesinde kendilerinin de katkılarının olduğunu görebiliyorlar mı? Cumhuriyet bir aydınlanma koşusu. Bu koşuyu tıknefes olup yarıda bırakma lüksümüz yok. O meşale bizim elimizde artık. Cumhuriyetin aydınlığına ve Cumhuriyetle aydınlanmaya bugün her günkünden daha çok gereksinimimiz var. Demokrasi ve hukuku Cumhuriyet getirdi. Hukuk ve demokrasi giderken Cumhuriyeti de götürüyor. İzin verecek miyiz? Batılılaşan İstanbul İki Sergi, İki Kitap Prof. Dr. Mete TAPAN G B mumtazsoysal@gmail.com atılaşan İstanbul’la ilgili iki kitap ve yine bu iki kitapla ilişkili iki sergi kuşkusuz yalnız mimarları değil, tüm İstanbul halkını ilgilendirmiştir. “Batılılaşan İstanbul’un Rum Mimarları” kitaplardan birinin başlığı; diğerinin başlığı ise “Batılılaşan İstanbul’un Ermeni Mimarları”dır. Her iki kitapta da konuyla ilgili çeşitli akademisyen ve mimarların katkıları bulunmakta olup, editörlük görevini Hasan Kuruyazıcı her iki kitapta üstlenirken Eva Şarlak yalnız “Batılılaşan İstanbul’un Rum Mimarları” kitabında editörlük görevinde Hasan Kuruyazıcı’yla ortak olmuştur. Yine sergilerin küratörlüğünü de bu konularda uzun yıllar çalımalarını çok yakından izlediğim Hasan Kuruyazıcı yapmıştır. Bu çalışmalardan hem toplumumuzun hem de komşu ül kelerimizin alacağı önemli dersler var. Toplumlar arası barışın sağlanması için önemli bir hizmet olarak bu çalışmaları değerlendiriyor ve kültür tarihi irdelemelerinin toplumların bir arada barış içinde yaşamasına yardımcı olduğunu bir kez daha görüyorum. İnsanımız aydınlanıyor ve o güne dek sormadığı soruları kendisine veya yanındaki arkadaşına soruyor bu sergileri izlediğinde... Örneğin ‘Ermeni kökenli mimarlar İstanbul’da önemli camileri tasarlamışlar, acaba kilise tasarlayan, uygulayan Türk mimarlar var mı? ... Veya Dolmabahçe Sarayı’nı, Topkapı Sarayı kompleksinde bazı yapıları yine Ermeni kökenli mimarlar yapmış veya Beyoğlu’nda, önemli apartmanlardan bazılarını Rum ve Ermeni kökenli mimarlar tasarlamış, peki hiç Türk mimar yok muymuş?’ gibi... Bu veya benzer soruları soranların çoğunu, mimarlık ve sanat tarihimiz yönünden yeterince bilgi edinmemiş kişiler olarak değerlendirebiliriz. Asker ve memur olma arzusu Rum ve Ermeni mimarların Osmanlı Devleti’nin etnik unsurları olduklarını dile getirerek bu kişilerin azınlık statüsünde olmalarına karşın, bu tür anıtsal yapıları tasarlayıp uygulamaya sokmada, herhangi bir engel olmadığını vurgulayabiliriz. Ayrıca Türk kökenli Osmanlıların da meslek olarak mimarlığı 19. yüzyılda pek de cazip görmediklerini, daha çok asker veya memur olmayı arzu ettiklerini ilave ederek toplumsal gerçekleri ortaya koyabiliriz. Ayrıca 1923’te Cumhuriyet ilan edildiği günlerde ülkede yaklaşık toplam 20 diplomalı mimar ve mühendis olduğunu ve bunların da yüzde ellisinin gayrimüslim olduğunu bilmekteyiz. İmparatorluk düzeni içinde mimarlık mesleğinin uygulanmasında etnik kökenin bir sorun olmadığı bu sergilerle bir kez daha ortaya konmakta, İstanbul’un Batılılaşma sürecinde sanatın, mimarinin etkisiyle son derece barışık olduğu gözlenmektedir. 2010 yılında açılan bu sergiler, İstanbul’un Batılılaşma olgusunda, Osmanlı toprakları üstünde yaşayan gayrimüslim vatandaşların mimarlık alanında ne denli etkili olduklarını, özellikle Avrupa ile yakın temasları ve çoğunun eğitimlerini yine Avrupa ülkelerinde almış olmaları nedeniyle, Avrupa’daki günün mimari uslüplarını aynen veya esinlenerek İstanbul’daki eserlerinde uyguladıklarını göstermektedir. Kuşkusuz bu mimarlara Batı’da egemen olan mimari biçimlerin uygulanmasına olanak sağlayan Türk kökenli yönetici Osmanlıların da Batılılaşma sürecinde büyük “bir hoşgörü” içinde oldukları iddia edilebilir. Kuşkusuz akla bu bir “hoşgörü müydü” sorusu gelmektedir. Yoksa bu yaklaşım, diğer alanlardaki elektrik yaklaşımları koşutunda Batılılaşma operasyonunun kaçınılmaz zorunlu bir kabullenmesi miydi? Kanımca ikinci yaklaşım akla daha yakın gelmektedir. Mimarlığın önemi Mimarlığın, bir toplumun sosyal, teknolojik, ekonomik yapısını yansıtan en önemli olgu olduğunu, bir kentin tarihini o kentin mimarisinde okuyabileceğimizi hep öğrencilere söylemişimdir. Bu sergiler bilimsel bir yaklaşımla değerlendirildiğinde, 19. yüzyıl ve 20. yüzyıl başında İstanbul’un ekonomik ve toplumsal yapısındaki gelişmeleri izleyebilir, teknik olanakların o günlerde ne olduğunu görebilirsi niz. Yeni yaşam tarzına uygun apartmanlaşma süreci veya toplumdaki gelişmeler sonucunda yeni yapı tipolojilerinin ülkeye gelmesi, Bulgar kilisesiyle ilk prefabrikasyon örneğinin uygulamaya konmasıyla modern teknolojik yöntemlerin İstanbul’la buluşması gibi... Bütün bu olgular, İstanbul’un kültürel zenginliklerinin ne denli kapsamlı olduğunu ve “koruma”nın da yine ne denli önemli bir uğraş olduğunu bizlere göstermektedir. Yeniyi daha iyi tasarlayabilmek, kültürel sürekliliği sağlayabilmek için koruma olgusunun vazgeçilmezliğini sözünü ettiğimiz kitap ve sergiler bizlere bir kez daha göstermiş oldu. Kültürel katkıların insanları birbirlerine daha yakın hissettirdiğini de vurgulamakta yarar görüyorum. Her iki serginin ve kitabın ortaya çıkmasında emeği geçenleri kutlar, bu tür çalışmaların yaygınlaşmasını dilerim. Torba Yasa Tasarısı ve Sendikalarımız Bu yasa tasarısı ile sendikacılığımızın geleceği kararacaktır. Üye sayıları daha da düşecek, gelirleri azalacak, siyasal iktidarlar karşısında kâğıttan kaplana dönüşerek hiçbir işçi yararına istemi gerçekleştirecek güçleri kalmayacaktır.Bu tasarı işçi kesimine danışılmadan ve bilgisi dışında hazırlanmıştır. En büyük işçi konfederasyonu Türkİş bu tasarı karşısında susmaktadır. Yasası’nın 64. maddesini değiştirerek turizm sektöründe iki ay yerine dört aylık bir denkleştirme süresi öngörmekte ve tüm turizm sezonu boyunca işverenlerin fazla mesai ödemeden işçi çalıştırmasının yolunu açmak istemektedir. Belediyelerde çalışan ihtiyaç fazlası işçileri belediye başkanları belirleyecek ve bu işçiler 657 sayılı Devlet Memurları Yasası kapsamında kısa süreli olarak istihdam edileceklerdir. Böylece bu işçiler hem ücretlerini, hem de sendikalarını kaybedeceklerdir. Torba yasa tasarısı sosyal güvenlik alanına kayda değmeyen çok küçük değişiklikler dışında hiçbir iyileştirme getirmemektedir. Aksine sosyal güvenliğin en önemli sorunu olan işsizlik sorununda mevcut kabul edilemez uygulamayı “zor yararlanma koşulları ve kısa süreli düşük ücret ödeme politikasını” aynen muhafaza ederek işsizleri, son ücreti ne olursa olsun asgari ücretin yüzde 80’i oranında bir işsizlik ödeneğine mahkum etmektedir. Buna karşılık işsizlere vermediği İşsizlik Fonu’nda birikmiş çok yüksek miktardaki para üzerinde hükümetin yüzde 30 oranında tasarruf etme (gerektiğinde yüzde 50 de olabilecektir) yetkisini kabul etmekte ve bu fonu amacının dışında kullanmayı yasalaştırmaktadır. Bu yasa tasarısı ile sendikacılığımızın geleceği kararacaktır. Üye sayıları daha da düşecek, gelirleri azalacak, siyasal iktidarlar karşısında kâğıttan kaplana dönüşerek hiçbir işçi yararına istemi gerçekleştirecek güçleri kalmayacaktır. Bu tasarı işçi kesimine danışılmadan ve bilgisi dışında hazırlanmıştır. En büyük işçi konfederasyonu Türkİş bu tasarı karşısında susmaktadır. Türkİş bilmelidir ki bu suskunluğu devam ederse sıra kendisine gelecektir. Dr. Engin ÜNSAL TekGıda İş Sendikası Danışmanı A KP iktidarı yasama geleneğinde son derece olumsuz ve bugüne kadar sadece kendi döneminde kullanılmış bir yöntemle bir süredir yasalar çıkarmaktadır. Tek bir konu başlığı ile gündeme alınıp derinliğine tartışılması gereken tasarılar birleştirilip, birbiri ile ilgisiz birçok konu bir çırpıda yasalaştırılıyor. Adına torba yasa denen aslında çorba yasaya dönüşen bu girişim sonucu milletvekilleri ne olduğunu anlamadıkları, yeterince tartışamadıkları tasarılara parti disiplini gereği oy vermekte, böylece yasama erki milletvekillerinden alınarak bu tasarıları hazırlayan bürokratlara verilmiş olmaktadır. Bu konudaki en çarpıcı örnek Bütçe Plan Komisyonu’nda görüşülen ve yakında genel kurulda oylanarak kabul edilecek olan bir tasarıdır. Tasarının adı, “Bazı alacakların yeniden yapılandırılması ile Sosyal Sigortalar ve Genel Sağlık Sigortası Kanunu ve diğer bazı kanunlarda ve kanun hükmünde kararnamelerde değişiklik yapılmasına dair kanun tasarısı” olan bu torba yasa değişik alanlarda önemli gelişmeleri sağlamayı amaçlamaktadır. Başlangıçta 112 madde ve 7 geçici maddeyi içeren bu tasarı Bütçe Plan’dan daha da genişleyerek çıkacak ve toplumda büyük yankı yaratacak olumsuz tepkilere neden olacaktır. Tasarının Maliye ile ilgili bölümünde işverenlerin devlete olan borçları, borç cezaları ve faizleri affedilerek vergisini düzenli ödeyen yurttaşlar cezalandırılmakta ve “enayi” yerine konulmaktadır. Bu yoldan işverenlerin devlet kesesinden faizsiz kredi kullanabilmesi öngörülmekte ve işverenler vergi ödememeye özendirilmektedir. Devlet bu yoldan bağışladığı alacaklarını dönüp tüketim maddelerine yaptığı insafsız zamlarla yurttaşlardan tahsil etme yoluna gitmektedir. Böylece vergi yükü 760 liralık asgari ücretinden 220 lira vergi ödeyen ve 544 liralık net ücretle bir ay geçinmek zorunda bırakılan emekçilerimizin sırtına yüklenmektedir. Torba yasa tasarısı asıl işçi sendikalarımızı hedef olarak almıştır. Bu tasarı ile güvencesiz, kuralsız, çalışma ve sendika üyeliğini yok etme çabası açık olarak ortaya çıkmaktadır. İş Yasası’nda “çağrı üzerine çalışma yanında evden çalışma, uzaktan çalışma” gibi yeni kavramlar getirilerek çalışanların iş güvencesini, fazla mesaisini, sendika üyesi olma umudunu yok eden bir çalışma düzeninde çalışmaya zorlanmak istenmesi son derece sakıncalıdır. Tasarı 25 yaşından küçük çalışanlarda dört aylık deneme süresi öngörmektedir. Ülkemizde genç işsizler ordusu bu yoldan iki ay yerine dört aylık deneme süreli ve asgari ücretli bir çalışma sürecine zorlanacak ve işverenler bu sürenin sonunda hiçbir tazminat ödemeden bu işçileri işten çıkarabilecektir... Tasarı İş C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear