25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA 14 CUMHURİYET 29 KASIM 2010 PAZARTESİ Yontma Taş Devri Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Güven Dinçer, ABD’ye özenip güçler ayrılığını da, parlamenter sistemi de kendine yontanlara ders olsun diye çıkardığı küçük notları paylaştı: Uluslararası ünü olan dev bir şirketin önemli miktarda hisse senedine sahip bir politikacının Ticaret Bakanlığı’na atanması ABD Senatosu’nca, hisse senetlerinin borsada satış şartına bağlanmıştı. Yanında çalışan bir ev hizmetlisinin sigorta işlemlerinin mali müşavirince geç yapılması nedeniyle ünlü bir bayan avukatın ABD Adalet Bakanlığı’na atanması Senato’ca onaylanmamıştı. Başarılı bir yargıcın yüksek mahkeme üyeliğine atanması, bu yargıcın, uzun yıllar önce üniversite öğrenciliği sırasında uyuşturucu kullandığı gerekçesiyle Senato’ca reddedilmişti. Başarılı bir diplomatın Türkiye’ye büyükelçi olarak atanması, geçmişteki bazı mesleki çalışmaları göz önünde tutularak Türkiye’nin tepkisini çekebileceği endişesiyle Senato’da takılıp kalmıştı. Eyalet Önerisine Kalkan Özgen Acar yazdı. Füze kalkanına olumlu rapor veren NATO’nun 12 kişiden oluşan Akil Adamlar Kurulu’nda Türkiye’yi temsil eden iki kişiden biri emekli büyükelçi Ümit Pamir imiş. Geçmişte BM ve NATO daimi delegeliği de yapan Pamir’i, 2007’de Milliyet gazetesinde yayımlanan ve Kürtlerle ilgili bir önerisinden de tanıyoruz. Şöyle demişti Pamir: “ ...artık bir karar noktasına gelindi. Şimdi deniyor ki; Kürt antitesi ya Kuzey Irak’ta birleşecek ya da Türkiye’de... Bu ya kavgayla olacak ya barışla... Ya sizden de alarak ayrı bir devlet kuracaklar, ama aranızda muazzam bir ekonomik entegrasyon olacak ve hep size bağımlı kalacaklar. Veyahut da siz onları içinize alacaksınız ve o bölgeyi bir eyalet olarak düşüneceksiniz, İskoçya gibi... İskoçya’nın da bir parlamentosu var. Tabii bunların hepsi konuşulan çeşitli yorumlar. Ama önemli olan şu: Artık Kürtlerle ilgili olarak ne yapılacağı konusunda Türkiye’nin bir karar vermesi lazım.” Füze kalkanı biliyorsunuz, yeni dünya düzeninin (küresel sistemin) sürdürülebilir olması için en önemli araç. Türkiye’nin Güneydoğusu için “entegrasyon”, “eyalet” gibi bölgeye yeni dünya düzeni adına “güven ve istikrar”ı sağlayacak önerilerde bulunan emekli büyükelçi Ümit Pamir de, NATO’da Türkiye adına işte bunun için çalışıyor. Gözde CHP’nin yeni gözdesi, eski Diyarbakır Baro Başkanı Sezgin Tanrıkulu’nu, yaşamöyküsünden kimi kesitlerle tanıyalım: 1997’de Robert F. Kennedy Vakfı İnsan Hakları Merkezi’nin her yıl insan hakları ile ilgili çalışmalardan ötürü verdiği ödülü aldı. Dönemin ABD Başkanı Bill Clinton, 1999’da Türkiye’ye geldiğinde resmi temasların dışında görüştüğü 6 kişiden biri Tanrıkulu oldu. Clinton, Tanrıkulu’nu görüşmeye, o dönemde görev yaptığı Türkiye İnsan Hakları Vakfı Temsilcisi olarak değil, Robert F. Kennedy Vakfı’nın verdiği İnsan Hakları Ödülü sahibi olarak çağırmıştı. 2001’de meslektaşları ile birlikte “Ceza Avukatları İçin İnsan Hakları Eğitimi” adlı kitabı hazırladı. Kitap, British Council (İngiltere’nin diğer ülkelerle kültürel ilişkileri geliştirmekle görevlendirilen kuruluşu) tarafından dağıtıldı. Son bir bilgi daha: Tanrıkulu’nun Diyarbakır’daki avukatlık bürosunun baş köşesinde Bill Clinton ile eşi Hillary Clinton’un (ABD Dışişleri Bakanı) fotoğrafı bulunuyor. Daha önce de değinmiştik. HEMA AŞ, Amasra ve Bartın’da termik santral kurmak istiyor. Halk da buna karşı çıkıyor. Geçen hafta şirket, bir bilgilendirme toplantısı düzenlemek istedi. Bartın Belediyesi sosyal tesislerine Bartın, Amasra, Ulus ve yakın köylerden gelen yurttaşlar, “Termik santral istemiyoruz”, “HEMA santralı al başına çal”, “Zehir solumak istemiyoruz”, “Bartın, Amasra omuz omuza” diyerek santral yapılmasına karşı çıktıklarını bir kez daha vurgulamış oldular. Toplantı yapılamadı, bakanlık ve şirket yetkilileri de salondan hemen uzaklaşmak zorunda kaldılar. Halkın gücü dayatmayı yendi. Santrala Hayır PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Biz Böyle İnsanlarız İşte İslamcı gazeteler, Hint asıllı İngiliz yazar Vidiadhar Surajprasad Naipaul’un yaşayacaklarından korkup Türkiye’ye gelmemesini olağanüstü bir olaymış gibi yansıttılar sayfalarına. Oysa “olağanüstü” hiçbir yanı yoktu olayın; bu konuda ulusça deneyimliydik. Geçen ay da 47. Antalya Altın Portakal Film Festivali’ne jüri üyesi olarak çağrılan ünlü Sırp yönetmen Emir Kusturica’yı bu görevi kabul ettiğine edeceğine pişman etmiştik. Adamcağız, kendisine yönelik şiddet karşısında jüri üyeliğinden çekilmiş, ardından da Türkiye’yi terk etmişti. Adamı kovmuştuk yani. Türk olsun, Kürt olsun, yabancı olsun bizim gibi düşünmeyenleri ülkeden kovmak, sürmek, hayatı zehir etmek bir gelenektir bizde. Naipaul’u, gezip gördüğü dört İslam ülkesinde yaptığı gözlemleri kâğıda döktüğü, kâğıda döktüklerinin de Müslümanlık açısından olumsuzluklar taşıdığı için Türkiye’ye gelmekten caydırmıştık. Naipaul, “dini” duygularımızı kabartmıştı. Sırpların Boşnak Müslümanlara uyguladığı mezalimi yeterince eleştirmeyen Kusturica ise “soydaşlık” duygularımızı. Ahmet Kaya’ya saldırı nedenimiz, ona ülkesini yaşanamaz duruma getiriş nedenimiz ise 10 Şubat 1999 günü Magazin Gazetecileri Derneği’nce verilen “yılın en iyi sanatçısı” ödülünü aldığı toplantıda yaptığı konuşmada geçen sözleriydi: “Ben bu ödül için İnsan Hakları Derneği’ne, Cumartesi Anneleri’ne, tüm basın emekçileri ve tüm Türkiye halkına teşekkür ediyorum. Bir de bir açıklamam var: Şu anda hazırladığım ve önümüzdeki günlerde yayımlayacağım albümde bir Kürtçe şarkı söyleyeceğim ve bu şarkıya bir klip çekeceğim. Aramızda bu klibi yayımlayacak yürekli televizyoncular olduğunu biliyorum, yayımlamazlarsa Türkiye halkıyla nasıl hesaplaşacaklarını bilmiyorum.” Bu sözler “milliyetçi” duygularımızı harekete geçirmişti. Milliyetçi şiddetin hedefi durumuna getirilen Ahmet Kaya yurtdışına çıktı, ertesi yıl 16 Kasım günü sürgünde öldü. Kafasına bir odun vurup öldürdüğümüzde Türk öykücülüğünün köşe taşlarından biri olan Sabahattin Ali 41 yaşındaydı. Kovuşturarak, mahkeme kapılarında süründürerek, zindanlara kapatarak, işsiz bırakarak hayatını zehir etmiştik. Yurtdışına gitmek istemiş, fakat pasaport vermemiştik. O da ayakta kalabilmek, insanca bir hayat sürebilmek için sınırı gizlice geçmek istemiş, bu nedenle Ali Ertekin adında bir “kaçakçı” ile anlaşmış, fakat amacına ulaşamadan, bir MİT mensubu olduğu daha sonra ortaya çıkan Ertekin tarafından 2 Nisan 1948 günü Bulgaristan sınırında öldürülmüştür. Patlama noktasına gelen “antikomünist” hissiyatımız, usta yazarımızın, belleklerimize kazınan “Aldırma gönül aldırma…” dizesiyle unutulmazlarımız arasında yerini alan şairimizin sonunu getirmiştir. Onca yıl zindanda yatırdıktan sonra serbest kaldığında “antikomünist” hezeyanla ve olanca gücümüzle dilimizin en büyük şairi Nâzım Hikmet’in üzerine yüklenmiş, şiddet söylemleriyle, ölüm tehditleriyle onu yurtdışına kaçmaya zorlamış, kaçtıktan sonra da “vatan haini” ilan etmişizdir. Nâzım Hikmet 17 Haziran 1951 günü bir motorla Türkiye’den ayrılmış, 3 Haziran 1963 günü Moskova’da sürgünde ölmüştür. Ermeni yurttaşımız, gazeteci Hrant Dink’i ise aldığı onca tehdide, karşılaştığı onca şiddete karşı yurtdışına gitmeyi düşünmediği için cezalandırmış, 19 Ocak 2007 günü güpegündüz, işlek bir caddede kurşunlayarak hayatına son vermişizdir. Biz böyle insanlarız işte. Kimse kusurumuza bakmasın. dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com CHP’nin sendikacı kökenli Genel Başkan Yardımcısı İzzet Çetin, olması gerekeni yaptı: Tıpkı kadın kolları ve gençlik kolları gibi çalışacak “CHP Emek Bürosu” kurulmasını önerdi. Çetin’in önerisine göre, “Emek Bürosu”nda kendi işkollarında öne çıkmış işçiler, kamu çalışanları, emekliler, sendika yöneticileri, çalışma yaşamı ile ilgili uzman akademisyenler görev alacaklar. İl Emek Büroları ve ilçelerde de hem Emek Büroları, hem de işyeri çalışma komiteleri kurulacak. Emek Bürosu, partinin çalışma yaşamına ilişkin politikalarının oluşumuna katkıda bulunmak için parti ile örgütlüörgütsüz çalışan kesim arasında iletişim kuracak, var olan ilişkilerini daha da geliştirecek. Partinin sosyal politikalarını kamuoyuna anlatmak üzere toplantılar düzenleyecek, yayınlar yapacak. Çalışanların, emeklilerin ve diğer kesimlerin partiyle olan bağlarını güçlendirmek için sendikalar ve işyerlerinde girişimlerde bulunacak. Çalışanların ve emeklilerin sorunlarını belirleyecek ve bu sorunların çözümünü parti aracılığı ile kamuoyuna duyuracak. Belki de en önemlisi, çalışanların partiye üyeliklerini sağlayacak. Dileriz, İzzet Çetin’in önerisi yaşama geçer. Disiplinli emek hareketi, her girdiği yere yaratıcılığı, bolluğu, dayanışmayı, örgütlülüğü ve toplumcu düşünceyi taşır çünkü... Liboşluğa da engel olur. ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr Öğretmenler Günü ve ‘Köy Enstitüleri’ 24 Kasım Öğretmenler Günü’nde, Köy Enstitüleri ile onun mimarları, dönemin Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel ile için İsmail Hakkı Tonguç’un da hatırlanması gerekmez mi? Hasan Âli Yücel, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü’nü bitirmiş ve 1922’de öğretmenliğe başlamıştır. 1924 yılında milletvekili olan Hasan Âli Yücel, 1938 yılında Milli Eğitim Bakanlığı’na getirilir. Onun bakanlık yaptığı dönem Milli Eğitim’in en parlak dönemi olmuştur. Bu dönemde: Ankara Üniversitesi Fen Fakültesi kurulur. Yüksek Mühendis Okulu, İstanbul Teknik Üniversitesi’ne dönüştürülür ve Ankara Tıp Fakültesi kurulur. Türkiye’nin “aydınlığa açılan kapıları” olan Köy Enstitüleri kurulur. Dünya edebiyatının ve düşün dünyasının klasik eserleri, en yetkin çevirmenler aracılığıyla Türkçeye çevrilir. Devlet Konservatuvarı kurulur. Onun çabaları sonucunda Türkiye UNESCO’ya üye olur. Üniversiteler Yasası çıkarılır. 1946 yılında, 7 yıl sürdürdüğü Milli Eğitim Bakanlığı’ndan isteği ile ayrılır Köy Enstitüleri Hasan Âli Yücel ile İsmail Hakkı Tonguç’un büyük çabalarıyla oluşturulmuş bir eğitim devrimidir. Köy Enstitülerini UNESCO, “dünyanın örnek alması gereken öğretim kurumları” olarak göstermiştir. Sayıları 21’e ulaşan Köy Enstitüleri 1954 yılında kapatılmamış olsaydı, Türkiye’nin dünya ulusları arasındaki yeri en ön sıralarda olurdu. “Askerlikleri sırasında başarılı olan gençler, gelişen tarımsal teknolojiyi önce öğrenip sonra da öğretmek üzere, ‘Ziraat Bakanlığı’nın desteği ile eğitilip yetiştirilir ve öğrendikleri ‘modern tarım tekniklerini’ köylülere aktarmak için köylere gönderilir. Bu gençler ayrıca, ‘öğretmenlik’ görevini de üstlenir. İsmail Hakkı Tonguç’un yönetip, yönlendirdiği bu proje çok başarılı olur. Kısa bir süre sonra çıkarılan yasalarla ‘köy eğitmeni’ yetiştirilmesi giderek yaygınlaşır. Bu uygulama gelecekte kurulacak ‘Köy Enstitüleri’ için çok başarılı bir deneme olmuştur ve Türkiye’nin ‘aydınlığa açılan kapıları’ olan Köy Enstitüleri kurulması için uygun ortamı oluşturmuştur. 1936’da başlayan, ‘Köy Eğitmenleri Yetiştirme Projesi’ denemesinin başarıya ulaşması üzerine, 1940 yılında çıkarılan ‘Köy Enstitüleri Yasası’ yürürlüğe girer. Yasanın yürürlüğe girmesiyle, köy okullarına ‘öğretmen’ yetiştirmek için yurdun çeşitli yörelerinde toplu yerleşim yerlerinin uzağında, geniş arazileri olan bölgelerde, Köy Enstitüleri kurulmaya başlanır. Devletin bu kurumlara katkısı hemen hemen yok denecek kadar azdır. Öğrenciler, bir yandan eğitim görürken diğer yandan da kendi dersliklerini, barınaklarını, kısaca kendi gereksinimlerini, konularının uzmanı olan öğretmenlerin ve usta öğreticilerin gözetimi ve rehberliği ile kendileri yapar. Öğrenciler elleriyle kurdukları okullarda, modern tarım, demircilik, yapı ustalığı, arıcılık ve el sanatları üzerine uzmanlaşırlar. 1943 yılında Köy Enstitüleri için gereken yönetici, müfettiş, öğretmen yetiştirmek üzere Hasanoğlan Köy Enstitüsü bünyesinde ‘Yüksek Köy Enstitüsü’ açılır. İlkokulu bitiren çocukların sınavla alındığı Köy Enstitülerinde öğretim süresi beş yıl olarak belirlenir. Bu eğitim süresi, ‘kültür dersleri, tarım dersleri ve sanat ya da teknik dersleri’ olmak üzere ayrılmıştır. Dersler uygulamalı olarak yapılmaktadır”. Toprak ağaları, laik Cumhuriyet düşmanları ve dini siyasete alet edenler el ele vererek 1954 yılında Köy Enstitülerini kapatmayı başarırlar. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN BULMACA hetiyatrosu@mynet.com SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc@yahoo.com UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com 1/ Sert ve sarı renkli bir buğ 1 day cinsi. 2/ 2 Bir etkinliğin 3 geçici olarak durdurulduğu 4 süre.... Eğik 5 olarak kesilmiş 6 kenar. 3/ Bir izleyici toplu 7 luğu önünde 8 yapılan göste 9 riden sonra 1 2 3 4 5 6 7 8 9 toplanan para... İngiltere’de çok sevilen 1 B A R B A R İ Z M bir cins bira. 4/ Gös 2 E B E R A N A K teriş, fiyaka... İlaç. 3 T İ N A V E N E 5/ “Önce gözlerindi 4 A Y G R E V en güzel ” (Oktay 5 E T E R N İ T Rifat)... Bir takvim 6 İ R A T A F türü. 6/ Yurdumuzda 7 T E R A S A L O kurulmuş yirmi bir 8 A Z A R A H A R köy enstitüsünden bi 9 V A N D A L İ Z M ri. 7/ En kısa zaman süresi... Küçük kitap, broşür. 8/ Salgın hastalık. 9/ Yararlanılan uygun koşul... Bir nota. YUKARIDAN AŞAĞlYA: 1/ Ufak taneli bir buğday cinsi. 2/ Mersin’in Silifke ilçesinde antik bir kent... Yakası kürklü ve kolsuz kaput. 3/ Hindistancevizine verilen bir başka ad... Panama’nın plaka imi. 4/ Genellikle şeker hastalarının şeker yerine kullandıkları madenkömürü katranından elde edilen beyaz toz. 5/ Bir ilimiz... Burmalı çivi. 6/ Eski Mısır’da güneş tanrısı... Bezekçilikte kullanılan, yeşil ve pembe dalgalı bir sedef. 7/ Geleneksel Japon şarkılarına verilen ad... Bir nesnenin uzayda kapladığı yer. 8/ Metalden yapılmış hilal... Doku teli. 9/ Kadınsı davranışları olan erkekler için kullanılan sözcük. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C M Y B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear