24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
TAHSİN YÜCEL Geçenlerde Prof. Dr. Ayla Ödekan’dan öğrendim, öğ- rendim öğreneli de bir türlü çıkmadı usumdan. Ülkemizin en köklü ve en saygın yük- seköğretim kurumlarından İs- tanbul Teknik Üniversitesi’nin Senatosu 3 Nisan 2009 Cuma günü tarihsel bir karara imza atmış: öğretim dili olarak İn- gilizceyi seçmiş. Şimdi Yükseköğretim Kuru- mu’nun onayı beklenmektey- miş. Sanırım, o da coşkuyla onaylar bu kararı. Onaylar ve önümüzdeki ders yılının açılı- şında Rektör Bey cüppesini gi- yip sapına kadar İngilizce bir açılış konuşması yapar, arka- sından da profesörler, do- çentler, yardımcı doçentler, asistanlar ve öğrenciler amfi- de, sınıfta, kitaplıkta, koridor- da ve bahçede Coni’ler gibi İn- gilizce konuşmaya başlar, ağız dalaşlarında da masaya yum- ruğu indirip “One minute! One minute!” diye gürlerler. Ama benim gibi çağdışı ki- şilerin usuna birtakım sorular geliyor ister istemez: iyi, güzel de bu beklenmedik kararın nedeni neydi acaba? Çok de- ğerli öğretim üyelerinin derin bilgilerini, büyük buluşlarını açıklama ve yorumlarını dile getirmelerinde Türkçe yetersiz mi kalıyordu? Üniversite İn- gilizce öğretime başladıktan sonra, öğretim üyelerinin ve öğrencilerin algılama yetileri ve bilgi düzeyleri yükselişe mi geçecekti? Hayır, tam tersine, insanların düşüncelerini en iyi kendi dillerinde geliştirdikleri ve en iyi kendi dillerinde ilettikle- ri dilbilimcilerin öteden beri vurgulayageldikleri bir gerçek, çift-dillilikse ancak çok özel koşullarda erişilebilen bir du- rumdu. Öğretim üyelerimizin ger- çekleştireceği büyük buluşlar da Türkçenin az bilinen bir dil olmasına karşın dünyayı ay- dınlatmakta fazla gecikmezdi. Ayrıca, bu çok saygın üni- versitemizin çok saygın öğre- tim üyelerinin hepsi de ders verecek, bilimsel yazılar ya- zacak ölçüde İngilizce biliyor- lar mıydı? Hepsinin de ya- bancı dili İngilizce miydi? “Evet, elbette”, diyorlarsa, kut- layalım kendilerini, “Öğrenci- ler için İngilizce bilme koşulu- nu getirmek doğru bir tutum mu” türünden sorular da sor- mayalım. Şunu soralım yal- nızca: Bu kararı alan değerli öğretim üyeleri konunun uz- manlarınca sıkı bir İngilizce sınavından geçirilme önerisine olumlu bir yanıt verebilirler mi? Hiç sanmıyorum. Bu çarpık yolu İstanbul Tek- nik Üniversitesi’nden önce seçmiş yükseköğretim ku- rumlarındaki uygulamaları da biliyoruz. Çoklarında hiç mi hiç İngilizce bilmeyen öğretim üyesi sayısının hiç de az ol- maması bir yana, çoğu öğre- tim üyelerinin de derslerini Türkçe yapıp öğrencilere ez- berlenmek üzere İngilizce özetler vermekle yetindikleri- ni işitip duruyoruz. Yabancı dilde öğretimin tüm öteki sakıncalarını bir yana bırakalım, bu tutumun ya- paylığı bile seçimin aykırılığını göstermiyor mu? Teknik Üni- versite’de öğretimi altüst ede- cek bu değişikliğin başlıca nedenlerinden birinin “Avru- pa’ya en fazla öğrenci gönde- ren üniversiteyiz, ama en az öğrenci alan üniversite olduk” gibi sıradan bir gerekçeye bağlanması pire için yorgan yakmak anlamına gelmez mi? Bu durumda, İstanbul Teknik Üniversitesi Senatosu’nun tam yirmi iki üyesinin İngilizce öğ- retime geçme tasarısına olum- lu oy vermiş olması da Doğ- ramacı düzeninin üniversite- lerimizi getirdiği acıklı durumun somut bir göstergesi sayıla- maz mı? Karara karşı çıkarak “İTÜ Ay-Ti-Yu olmasın” diye çırpınan İstanbul Teknik Üni- versitesi öğrencilerine bakar- sanız, evet, sayılır; “İTÜ yü- rütmekle olduğu yüzde 30 İn- gilizce eğitim veren bölümle- rimizin yüzde 100 İngilizce eğitim veren bölümleriyle de Türk yükseköğrenimin öncüsü olmaya devam edecektir”, di- yen sayın rektör Prof. Dr. Mu- hammed Şahin’e bakarsa- nız, hayır, sayılmaz. Sayın rek- tör, İstanbul Teknik Üniversi- tesi’ni yükseköğretimin değil de “yükseköğrenim”in öncüsü olarak gördüğüne göre, buna şaşmamak gerekir. Her işte bir hayır vardır: Ba- karsınız, üniversitesinde yüz- de yüz İngilizce öğretime ge- çilince çok değerli rektörü- müz eğitim, öğrenim ve öğre- tim arasındaki farkları da öğ- reniverir böylece. CMYB C M Y B DÜZ ÇİZGİ ÜMİT ZİLELİ YurtseverlerdenMesajVar!.. Geçen perşembe günü Silivri’deydim... Cezaevinde!.. İstanbul Milletvekili Çetin Soysal’la birlikte yurtseverlerin bir bölümünü ziyaret ettik... Göremediğimiz, ulaşamadığımız yurtseverlere de sevgilerimizi bıraktık... Silivri-Tekirdağ karayolu üzerinde bir tabela sizi sa- ğa yönlendiriyor. Aklımda kaldığı kadarıyla üstünde şöy- le yazıyordu: - Silivri L Tipi Cezaevi Kampusu!.. Tabelayı görünce, Çetin Soysal’a döndüm, “Yalan da değil” dedim, “Dört rektör, dekanlar, profesörler, doçentler... Üniversite kampusundan farksız vallahi!..” - Acı, acı gülüştük... Cezaevi 4. bölüm kapısına ulaştığımızda tutuklu ai- lelerinin “kapalı görüşü” henüz sona ermişti. Balbay’ın eşi Gülşah, kardeşi Suat’la karşılaştık... - Sarıldık... Teknolojinin bahşettiği müthiş bir arama tarama son- rası görüşme alanına girdiğimizde, ne tür bir karşılaşma olacağı hakkında en ufak bir fikrim bile yoktu. Yalnız- ca görüşmenin “kapalı” olacağını biliyordum, o kadar... İlk görüşmede nasıl bir şey olduğunu anladım; karşımda Mustafa Balbay vardı... - Aramızda ise bir kocaman ve de kalın cam, her iki tarafında da birer telefon.. Kapalı görüşme dedikleri buydu!.. Balbay’la camın iki tarafına ellerimizi koyduk. Aylardır görmediğim sev- gili kardeşim, ışıl ışıl gülümseyerek konuşuyor, beni gör- düğü için ne kadar mutlu olduğunu anlatıyor ama ben duymuyordum!.. Öyle bir şey ki bu, tamamıyla para- lize oluyor, adeta uyuşuyorsunuz. Konuşacak binler- ce şey varken yalnızca bakıyor, bakıyorsunuz... Bir şey- ler söylemiş olmak için, “İyi görünüyorsun, göbek in- miş epeyce” dedim. Pırıl pırıl güldü, “çok çalışıyorum, ondandır” dedi... İddianameleri didik didik etmiş, şimdi yüz binlerce sayfalık eklerle boğuşuyordu, ancak henüz dişe do- kunur bir şey bulamamıştı!.. “Biliyor musun” dedi, “ek- lerde bizim bir telefon konuşması da var, sen canım sıkılıyor diyorsun!.” Güldüm: - Canımın sıkıldığı doğru da, ne alakası var?!.. Okuduğu binlerce, on binlerce sayfanın sonunda o da zaten “alakası olması gerekmediği” sonucuna var- mış!. Ona dışarıdan getirdiğim yüz binlerce, milyon- larca sevgiyi teslim ettim. Dedi ki: - Şairin dizelerindeki gibi; içerdekilerin bir tarafı kör kuyulardadır... Sizlerin sevgisi, desteği hava gibi, su gibi, ekmek gibi... İşte bu nedenle dimdik ayaktayız... Camın arkasında yaklaşık 10 aydır görmediğim Tun- cay Özkan vardı... Yine dimdik, aynı enerjiyle ve de gülümseyerek yaz- dığı kitapları anlatıyordu. İlki henüz piyasaya çıkan al- tı adet kitabından söz ediyordu. Bir yandan da sa- vunmasını hazırladığını anlattı, “her şey en ufak deta- yına kadar ortaya çıkmalı, çıkacak” diyordu. O camın önünden ayrılırken şu sözlerle uğurladı beni: - Başımız dik, alnımız açık. Yedi kat yerin dibine de gömülsek fark etmez, üzerimizde en ufak toz zerresi olmadan dimdik çıkarız... Oyunu kurgulayanlar dü- şünsün!.. Sonra hocaları gördüm... Fatih Hilmioğlu, her za- man tanık olduğum o heyecanlı, coşkulu haliyle dı- şarıdaki dünyaya sevgilerini yolladıktan sonra “lütfen yaz” dedi: - Bir davet üzerine, ilk kez tanıştığımız generallerle bir brifingde buluşup yediğimiz yemek “terör örgütü üyeliği” olacak, Kandil dağında teröristle siyaset ko- nuşmak, aracılık yapmak demokrasinin gereği olacak öyle mi?. Cumhuriyet mitingleri terör mitingi olacak, Çağlayan’da bölücü başına övgüler düzülen, açıkça yeni sınırlar çizilen DTP mitingi demokratik olacak öy- le mi?!.. Mustafa Yurtkuran ve Ferit Bernay da aslında ni- çin orada olduklarını gayet iyi bildiklerini anlatan en- gin gülümseyişleriyle dışarıdaki dünyayı selamladılar.. Tıpkı, “dışarıya hazırlanıyoruz, yapacak o kadar çok şey var ki...” diyen Gürbüz Çapan gibi.. Dışarıya, güneşe çıktığımda, aklımda ve yüreğimde yalnızca yurtseverlerin mesajları, bir de onları orada bı- rakmanın derin sızısı vardı... - Silivri “Kampusu”nu daha kararlı, daha bilenmiş ola- rak terk ettim... NOT: Geçen hafta Cumhuriyet mitingleriyle ilgili yan- lış bilgi vermişim. Doğrusu; 21 Haziran Pazar günü İz- mir mitingi, bilginize... e-posta: umitzileli@gmail.com Yorgan ve Pire KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 4 Haziran HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com SAYFA CUMHURİYET 4 HAZİRAN 2009 PERŞEMBE 16 BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Kocaeli yö- resine özgü bir tür köfte. 2/ Kõsa çiz- me... Çekir- dek. 3/ İri ve uzun taneli bir üzüm cinsi... Tuzağa düşü- rülen şey. 4/ İri yarõ, güçlü kuvvetli ve erkeksi kadõn. 5/ Si- yaha çalan buğday rengi... Jokeylerin giydiği kenarsõz başlõk. 6/ Parlak be- yaz renkli bir ele- ment... Asker. 7/ Demiryolu... Çift direkli yelkenli bir gemi. 8/ Rüzgâr korkusu. 9/ İlkel benlik... Yatak doldurmaya yarayan yün, pa- muk, kõtõk gibi şeyler. YUKARIDAN AŞAĞIYA 1/ Konya’nõn Akşehir ilçesine özgü, dövülmüş buğday ve etle yapõlan bir yemek... Cezayir’de doğan bir müzik türü. 2/ Kadastro haritalarõnda parseller topluluğu... Sergilerde çeşitli firmalara ayrõlmõş yerlerin her biri. 3/ Kara ordusu. 4/ Bir yerde oturma... Bir soru eki. 5/ İzmir’in Seferi- hisar ilçesinde bir kaplõca. 6/ Ekin biçildikten sonra toprakta kalan köklü sap... Divan edebi- yatõnõn en büyük hiciv şairi. 7/ Çõplak vücut res- mi... Bilgisiz, kültürsüz kimse... Hastalõk, dert. 8/ Nevşehir’in bir ilçesi... Bizmut elementinin simgesi. 9/ Konut... Küp biçiminde olan. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 C A V C A V A İ U T O B E L E K R E M B E T İ K O L B U O Z O N A K A L A E N M A T A R A O T A Ş M A L A M A A N A L İ T İ K A R A Ç L İ K A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Aracõmõzõ durduran Kalaşnikoflu peşmergeler, diplomatik telefon trafiğinden sonra yola devam etmemize izin veriyor Erbil’de peşmerge çilesiLEYLA TAVŞANOĞLU ERBİL - Türk Genel Enerji Şirketi’nin Erbil ve Süleymaniye arasõndaki Taq Taq bölgesinde üç gün önce faaliyete geçen petrol tesislerini ge- ziyoruz. Son derece ilginç bir görüntü. Pek çok petrol bölgesinde görmeye alõştõğõmõz “at başı” denilen petrol pompalarõndan burada yok. Çevreme bakõyorum. İlerde sadece dev kon- teynerler görünüyor. O arada tesiste görevli yet- kililer bizi karşõlamaya geliyorlar. Biraz ilerde bir çardak kurulmuş. Çardağõn altõnda tesisler- de görevli olan personel oturmuş yemek yiyor. Biz bir köşede petrol mühendisi Mehmet Ya- maç, kimya mühendisi Mehmet Okutan, ens- trümantasyon sorumlusu makine mühendisi Şükrü Uncu, makine mühendisi Çetin Han- gül’le konuşuyoruz. Konumuz tabii ki buradan çõkan petrol, operasyonun ne zaman başladõğõ, geleceğiyle ilgili. Mehmet Yamaç diyor ki: “Biz Genel Enerji olarak 2002’den beri burada faaliyet gösteriyoruz. 2005’ten beri de esas operasyonlara başladık. Tam kapasite çalı- şıyoruz. En kısa zamanda günlük üretim ka- pasitesini 100 bin, ikinci aşamada da 200 bin varile çıkaracağız. Son derece kaliteli, gra- vitesi yüksek petrol bulduk bu bölgede. Bu- nun adını şampanya koydular. Bir kere ga- yet akışkan. O nedenle de at başı pompa kul- lanmıyoruz. Petrol kendi basıncıyla çıkı- yor. Kimileri buna artezyen de diyorlar.” Petrol sahalarõnda çalõşan mühendisler bir ay çalõşõp bir ay izin yaparlarmõş. O izinli olduk- larõ bir ayõn maaşlarõ kendilerine ödenmezmiş. Ama anladõğõm kadarõyla aldõklarõ maaşlar öy- lesine doyurucu ki yõllõk sadece altõ ay maaş bi- le çok yüksek rakamlar ifade ediyor. Derken yemeğe buyur ediliyoruz. Rizeli aş- çõbaşõ neler yapmõş neler. Bir köşedeki õsõtõlmõş kapaklõ tencerenin içinde kocaman õzgara köf- teler, bir başka köşede börekler, salatalar var. Bol da meyve. Bizim arkadaşlar ekmek içi köfte ya- põp hamburger örneği arasõna turşu ve mayonez koyarak gövdeye indiriyorlar. Saat geç öğleden sonra olduğu için, “Bunlardan sonra akşam yemeğini nasıl yiyeceksiniz” soruma kahkahayõ patlatõyorlar: “O baş- ka. Ona da yer aça- rız.” Yemek faslõ biti- yor. Alacakaranlõk çök- mek üzere. Bir de pet- rol kuyusu görelim di- yoruz. Zaten uzaktan yanan petrolün alevinin göğe yükseldiğini gö- rebiliyorum. Arabalara atlayõp doğru kuyuya. Tam yerinde petrol mühendislerinden bil- gileri alõp Erbil’e doğ- ru yola çõkõyoruz. Çev- re tepelerde bir ya da birkaç güvenlik görevli- si elde silah çevreyi tarõyor. Anlaşõlan petrol böl- gesi böyle korunuyor. Bizimkilerden birisi şa- kayõ patlatõyor: KALAŞNİKOFLU PEŞMERGE YARIM SAAT BEKLETİYOR Arkadaşlar, Türkiye’ye dönünce PKK ile mücadelede bütün dağ tepelerine böyle güven- lik görevlileri koymalarõnõ teklif edelim. İki gün- de bu işi bitirirler. Yaklaşõk 50 kilometre yol aldõktan sonra bizim konvoy zõnk diye duruyor. O da ne? Bir kontrol noktasõ. Önünde de birkaç Kalaşnikoflu peşmerge. Araçlarõn sağõnõ solunu yokluyorlar. O arada bizim Kürt sürücüler aşağõ inip peşmergeyle bir şeyler konuşuyorlar. Derken peşmerge araçlara seğirtiyor. Bizimkine gelen, “Pasaport” diye bu- yuruyor. Pasaportlarõ uzatõyoruz. Kontrol etmi- yor bile. Gözlerimi kaparõm görevimi yaparõm misali göz ucuyla bakõp aşağõ atlõyor. Ama bir türlü hareket iznini ala- mõyoruz. Hâlâ bir şeyler konuşuyorlar. Bizimle birlikte petrol sahasõna gelen Genel Enerji yet- kilileri de o sõrada harõl harõl cep telefonlarõyla konuşuyorlar. Şöyle böyle yarõm sa- at kadar peşmerge kont- rol noktasõnda tutul- duktan sonra yola de- vam etmemize izin ve- riliyor. Bende merak. Ne oldu? Sonunda peş- merge bizi nasõl serbest bõraktõ? Meğer Genel Enerji Genel Müdürü Orhan Duran Kuzey Irak Kürt Bölgesi Başbakanõ Neçirvan Barzani’nin ve Petrol Bakanõ Ashti Hawrami’nin başda- nõşmanõ olan Dr. Khaled Said’e telefon etmiş. O sayede yola devam izni alabilmişiz. Allahtan ki Dr. Khaled o akşam Kuzey Irak’tan Türki- ye’ye petrol akõşõnõn başlamasõ şerefine Er- bil’deki lüks lokantada düzenlenen yemeğin baş konuklarõ arasõnda. Sofra başõnda başta Çuku- rova Grubu Başkanõ Mehmet Emin Kara- mehmet olmak üzere Genel Enerji İcra Kuru- lu Başkanõ Mehmet Sepil, şirketin öbür yetki- lileri ve Dr. Khaled bizi bekliyorlar. Başõmõz- dan geçenleri anlatõyoruz. Özellikle akşam gü- neş battõktan sonra Erbil-Süleymaniye karayo- lunda yolculuk yapmanõn sakõncalõ olduğu bi- ze anlatõlõyor. KAVANOZDA ‘ŞAMPANYA’ Upuzun yemek masasõnõn çevresinde yakla- şõk yirmi kişi var. Masa üzerindeki tepeleme do- lu yemek tabaklarõnõn ağõrlõğõndan çökme teh- likesiyle karşõ karşõya mõ diye bakõyorum. Ama öyle bir tehlike yok. Sofrada gerçekten kuş sütü eksik. Yemek sonrasõnda kalõn cam kava- nozlar içinde çay renkli bir sõvõ her birimizin önü- ne konuyor. Bunu önce çay sanõyorum. Sonra kavanozun içindeki sõvõnõn çay değil, o ünlü “şampanya” tabir edilen bura petrolü olduğu anlaşõlõyor. Ertesi gün Erbil’in Türk yapõmõ Ab- dallah Saad Kongre Merkezi’ndeki Kuzey Irak’tan petrolün Türkiye’ye akõşõ törenine ka- tõlõyoruz. Erbil’de neredeyse bütün yeni binalarõ Türk şirketleri yapõyor. Yol kenarlarõnda sağlõ sollu çok katlõ iş merkezleri, alõşveriş merkez- leri, konutlar yükseliyor. Erbil’in merkezinde- ki çarşõda şöyle bir geziniyoruz. Bütün dükkânlar Türk mallarõyla dolu. Anlaşõlan sõnõr ticareti de burada çok iyi iş yapõyor. Erbil’i anlamak için bir buçuk gün bize yetmiyor. Elimizde “şam- panya” dolu kavanozlarla uçağõmõza biniyoruz. OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc yahoo.com HOŞGELDİN BARAN BEBEK Arzu ve Taylan Oruçoğlu’nun bebekleri BARAN dünyaya merhaba dedi. Uzun ve mutlu bir ömür seninle olsun. 02.06.2009 Amcan Cihan Oruçoğlu Pek çok petrol bölgesinde görülen “at başı” denilen petrol pompalarından burada yok. Çevrede sadece dev konteynerler görünüyor.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear