Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
GÖRÜŞ
SADIK ÇELİK
Bitkisel Tedavi ve
Aktarlık Üzerine…
İçerisinde çeşit çeşit baharatların esansların şifa-
lı bitkilerin satıldığı yerleri ve bunların satıcılarını ak-
tar olarak tabir ediyoruz. Bugün aktarlık mesleği tüm
dünyada eczacılığın temeli olarak bilinir. Osmanlı za-
manında Baharat Yolu ile Hindistan’dan ve diğer
Uzakdoğu ülkelerinden gelen esansların, baharatların
ve kurutulmuş çeşitli bitki çaylarının ve özlerinin sa-
tışıyla başlayan bu meslek, o dönemlerde Mısır Çar-
şısı’nda yapılırmış; halen de buralarda aktarlık mes-
leğini sürdürmekte olanlar vardır.
Evliya Çelebi’nin seyahatnamesine göre 17. yüz-
yılda, İstanbul’da 2 binin üzerinde aktarın yaşadığı
rivayet edilir. Hindistan’da Ayurveda gibi alternatif sis-
temlerde, Uzakdoğu tıbbında, Osmanlı’da saray ta-
babetinde belli bir disiplin içerisinde hazırlanan şu-
rupların, macunların ve çeşitli bitkisel ilaçların yüz-
yıllar boyunca hastalıkların tedavisinde kullanıldığı
söylenmektedir ancak o günlerde bu yöntem ve uy-
gulamaların hastalıkları tedavi edip etmediklerini de
yeterince bilememekteyiz. Oysa günümüze gelindi-
ğinde modern tıp, bitkilerin tedavi amaçlı değil has-
talıklardan korunma amaçlı olarak kullanılmasına mü-
saade etmektedir.
Bugün aktarlık ve bitkilerden yararlanma, bu
mesleğin erbabı kişilerin elinden çıkarak daha çok
dertlerine bitkisel şifa arayanları sömürmeye çalışan
ve konu hakkında uzmanlığı olmadığı halde bilgiç-
lik taslayan kişilerin elinde amacı dışında kullanıl-
maktadır. Böyle derin ve köklü bir geçmişi olan bit-
kilerle hastalıklardan korunma ve aktarlık mesleği ha-
fife alınmamalı, amacından saptırılmamalı, soruna salt
ticari bir yaklaşımla da yaklaşılmamalıdır; aksi tak-
dirde kişi sağlığı ve toplum sağlığı açısından olum-
suz sonuçlar doğurabilecektir ve doğurmaktadır.
Halkımız sağlık sorunlarının tedavisinde, tıbbın ça-
resiz kaldığı durumlarda kulaktan kulağa dolaşan ef-
sanelere, söylencelere, dini açıklamalara inanarak şi-
falı olduğu söylenen bitkilerin satıldığı bu tür yerler-
den çare arıyor çünkü, burada satılan ürünlerin şifa
olacağına inanarak, yarar sağlamasa da zararı da ol-
mayacağını varsayarak mucize bekliyor. Oysa ki, “her
derde deva” diyerek satılan bazı bitkilerin bilinçsiz ve
aşırı kullanımının bırakın tedavi etmeyi, hastalıklar-
dan korunmayı; çeşitli sağlık sorunlarından ölümle-
re kadar yol açabileceği uzmanlarca açıklanmakta.
Uykusuzluk, kabızlık, hazımsızlık gibi basit so-
runların çözümü için bitkisel yöntemler uygulanabilse
bile bunların olur olmaz kullanılması sıkıntıya neden
olabilmektedir. Yine, sağlığı korumak ya da güç-
lendirmek için doğal bitkilerden faydalanılabilir an-
cak uzmanlar bitkisel çözümlerin tedavi amaçlı ola-
rak kullanılmasına karşı bizi uyarıyorlar.
Maalesef, bu bitkilerin hammadde olarak kullanıldığı
ilaçlar, ancak eczanelerden reçete ile hatta bazıları
yeşil reçete ile temin edilebilirken bu bitkiler her kö-
şe başında ruhsatsız ve denetimsiz bir şekilde açı-
lan, hijyenik olmayan dükkânlarda serbestçe ve so-
rumsuzca alınıp satılıyor.
Bu noktada, basına ve medyaya büyük iş düşü-
yor. Çünkü aslında, bu bitkilerin satışını körükleyenler
en başta bunlarla ilgili haberleri yapanlar. Söz konusu
sağlık olunca, bu haberler çok okunuyor, çok rating
topluyor. Halkı yanıltanlara ve yanıltıcı haber yapanlara
da yasal yaptırım uygulanması gerekir.
Son söz olarak halkımız da bu tür bitkileri satın alır-
ken ve tüketirken dikkatli olmalı ve mutlaka kendi dok-
toruna danıştıktan sonra karar vermeli, aksi takdir-
de kaş yapayım derken göz çıkarabilir; şifa bulayım
derken sağlığınızdan olabilirsiniz. Unutmayalım ki bu
tür bilinçsiz tedaviler, bizi halkımızın deyişiyle “iki rah-
metten birine” yani şifaya kavuşturabileceği gibi di-
ğer rahmete, ölüme de yol açabilir.
sadik.celik@keyveni.com.tr
MERİÇ VELİDEDEOĞLU
Bir sivil toplum kuruluşu
olan “KAD”(*), Cumhuriyet’e,
23 Nisan’ı kutlayan bir ilan
vermişti. Sekiz tümcelik ilanın
ilk vurgusu şöyleydi: 89 yıl ön-
ceki 23 Nisan, Atatürk’ün
“söylem”i, “eylem”e geçirdi-
ği gündür.
Kuşkusuz öyleydi. Erzurum
ve Sıvas toplantılarında alınan
kararların, uygulamaya geçi-
şin ilk adımıydı, 23 Nisan.
Ardından Kurtuluş Savaşı,
Lozan, Cumhuriyet, 1923
Devrimi ve devrimin temel
direkleri olan devrimsel “ya-
sa”lar.
Sonuç: 1300 yıllık İslam
Dünyası’nda ilk kez “Aydın-
lanma”yı kılavuz edinen “laik”
bir devlet, “Türkiye Cumhuri-
yeti”!
Dünyada ilkin bir şaşkınlık;
arkasından oluk oluk akan
övgüler, değerlendirmeler.
Genç Cumhuriyetin, bu
“yandaş”lıkları, “olumla-
ma”ları, “onaylama”ları “öl-
çüsüz” bir sevinçle değil de,
olgunlukla karşılaması ve dik-
katle değerlendirmesi.
“Mazlum” uluslara “örnek”
olmanın, emperyalistleri ne
denli tedirgin ettiğinin bilinci-
ne varması.
Bunları, ABD Başkanı B.
Obama’nın nisan ayı başında
ülkemize yaptığı ziyareti TV’de
izlerken, basında okurken
anımsamaktan insan kendini
alamıyor.
Obama ilkin TBMM’de ko-
nuştu. Bütün Türkiye tek “ku-
lak” kesilmiştik. Ne diyordu?
Çoğumuzun duymak istedik-
lerini.
Örneğin, Atatürk için: “Ken-
disi tarihin seyrini değiştiren
bir liderdir” dedi.
Hemen ardından: “Onun
bıraktığı en büyük miras, Tür-
kiye’nin canlı laik demokrasi-
sidir” dedi.
“Laik” sözünü ağzından hiç
eksik etmedi. Ve “Ilımlı İslam”
söylemini bir kez bile dile ge-
tirmedi.
Uçuyorduk. Hele camiyi
terlik giymeden dolaşması,
Vakit’leri, Zaman’ları, Y. Şa-
fak’ları da pek keyiflendirdi.
Sağcı, solcu, Atatürkçü,
dinci, liberal, hemen hemen
tüm basın birleşmiş adeta
“tek” kalem olmuştu ABD
Başkanı’nı övmekte.
Ertesi gün Obama İstan-
bul’a geldi. Ülkesine dönmek
için, uçağına binmeden önce
gençlerin karşısına çıktı. 15 ile
25 yaşlarındaki bu gençlere,
yapacağı konuşmanın süre-
sinin “ezan”a dek olacağını,
“ezan” okununca susup, nok-
talayacağını bildirdi.
Gençler öylece bakakaldı-
lar. Acaba hangi ezandı? Ne
zaman okunacaktı? Ezan sa-
atleri her gün değişiyordu.
İçlerinde Müslüman olma-
yanlar varsa, bu “zaman” bil-
diriminin onlar için anlamı
neydi?
Türkiye’nin “laik”liğini usan-
madan vurgulayan Obama,
“zaman”ı, “din”sel düzenle-
meyle bildiriyordu. Bu “Hicri”
yıla ait bir zamanlamaydı. Bu
durumda Türkiye o gün “7 Ni-
san 2009” yerine “12 Rebiü-
lahır 1430”da yaşamaktay-
dı.
Oysa 84 yıldan bu yana,
Türkiye tüm Batı ülkelerinde
olduğu gibi “Milat” yılını ve “24
saat” zamanlamasını kulla-
nıyordu, “1923 Devrimi”nin
698 sayılı “devrimsel” yasa-
sıyla.
Dinci medyanın ağzı ku-
laklarındaydı. Onlara göre
Obama, “laik Türkiye” derken
“ılımlı laik Türkiye” demek is-
tiyormuş.
Ne ki, Obama’nın bu tutu-
mundan memnun olan biri de
-hem savcı hem de hüküme-
tin başı olarak- Başbakan
Erdoğan’dı.
Takıyye ustası Erdoğan,
Obama’nın da bir bakıma ta-
kıyye yaptığının ayrımına he-
men varmıştı.
Obama “ılımlı İslam” yerine
“laik” Türkiye diyordu, ama la-
ikliğin temel taşlarından biri
olan yasayı da ustaca “hiç”e
indirgeyivermişti.
Böylesi bir takıyye “kıdem-
li” bir takıyyeciyi bile imren-
dirir, dahası kıskandırabilirdi.
Neyse ki Obama, Erdo-
ğan’ı çok “takdir” ettiğini, si-
yasetini başarılı bulduğunu
TV’de dile getirmişti.
Her konuda anlaştılar. Oba-
ma’nın isteklerini Erdoğan
hızla yerine getirmeye başla-
mıştı. Ermenistan sınırını aç-
tı, açacaktı; hele şu “24 Ni-
san” günü bir geçsin...
Obama, o gün “soykırım”
demedi, ama Bush’tan, ön-
ceki başkanlardan çok daha
“ağır” konuştu ABD parla-
mentosunda.
Savcı Başbakanımız önce
pek şaşırdı. Obama yine bir
takıyye mi yapmıştı? Ola-
mazdı bu; öfkesi patlayıverdi.
Kuşkusuz Obama “takıyye
makiye” yapmıyordu. ABD’nin
değişmez siyasetini ve kural-
larını kendi “yöntemi”yle uy-
guluyordu yalnızca.
Uyanmakta yine geç kalın-
mıştı, hep olduğu gibi. Çok
yazık...
(*) Kadın Araştırmaları
Derneği.
‘Takıyye’ye,
‘Takıyye’cinin Öfkesi!
m.velidedeoglu@hotmail.com
KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr
ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com
TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com1 Mayıs
OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com
HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu@mynet.com
SAYFA CUMHURİYET 1 MAYIS 2009 CUMA
16
1 Mayıs:
Polisin orantısız
güç kullanma
günü!
İşçi
Cumhur Utku:
“Türkiye’de işçi
bırakmadıktan sonra
1 Mayıs’ı emek ve
dayanışma günü ilan
ettiler!”
Miting
Gülfatma
Carlık: “Yeni
cumhuriyet
mitinglerine
katılamayan AKP’li
olsun!”
Köfte
Necati Cebe:
“Hilmi
Özkök’e köfte
ekmek, Şener
Eruygur’a kötek!”
İşçi
Soner Önal:
“Hukukta son
sayfa: Ekmek
arası savcılık
ifadesi alınır!”
YağmurDeniz
Birilerinden ‘aferin’ almak için
2. DÜNYA Savaşı sonrası
başlatılan Türkiye’nin
yalnızlaştırılması ve yalıtılması
sürecinde sıranın Azerbaycan’a
geldiğini söylüyor Ahmet Duman:
“1945 yılından başlayarak kambur
kambur üstüne bindi, sonunda
bölgede ve dünyada yapayalnız bir
ülke haline getirildik. İlk kamburu
NATO’ya girerek sırtımıza
yapıştırdık. 1952’de Cezayir’in
bağımsızlığına karşı çıktık. 1955’in
Nisan ayında Bandung
Konferansı’nda Üçüncü Dünya’nın
gözünde saygınlığımızı kaybettik.
Ortadoğu’da ABD güdümlü paktlar
oluşturmak ve ‘büyük ağabey’
rolünü oynamak uğruna Arap
komşularımızı tümden kaybettik.
Bölgede bugün aşiret reisleri bile
Türkiye’yi ciddiye almıyor. 1958’de
Süveyş bunalımında Mısır’ı
kaybettik; 60 yıldır Ege’de Kıbrıs’ta
ne yaptığımızı Yunanistan’la dost mu
düşman mı müttefik mi olduğumuzu
kimse bilmiyor. 1990’lı yıllarda ABD
yayılmacılığının peşinde öyle bir
koşuşturmaya başladık ki
‘Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk
dünyası’ sloganıyla ortalığı dağıttık!
Her şeye rağmen Azerbaycan
dostluk ve kardeşlik bağlarını
kopartmamaya özen gösteriyordu.
Sonunda onları da küstürmeyi
becerdik. ABD ve AB güdümünde
sadece basiretimiz değil,
beşaretimiz de bağlanıyor.
Birilerinden alacakları küçük bir
‘aferin’ uğruna ilişkilerimizi feda
ediyorlar!”
Nazi Almanyası’nda papaz Martin Niemöller’in
günlüğünden: “Önce sosyalistleri topladılar,
sesimi çıkarmadım; çünkü ben sosyalist
değildim. Sonra sendikacıları topladılar, sesimi
çıkarmadım; çünkü sendikacı değildim. Sonra
Yahudileri topladılar, sesimi çıkarmadım; çünkü
Yahudi değildim. Sonra beni almaya geldiler;
benim için sesini çıkaracak kimse kalmamıştı.”
AHLAKSIZLIK söz konusu olunca toplumun
yazılı ve yazısız tüm kuralları ve değerleri
geçerliliğini yitirir.
Ahlaksızlar eğer yasaları, yönetmelikleri,
gelenekleri, görenekleri paspas gibi çiğnemeye
başladığı zaman kurallar uygulanmaz ve herhangi
bir yaptırımla uyarılmazsa alır başını gider. Yaptığı
yanına kâr kaldıkça başkalarına örnek olur ve
ahlaksızlık bir virüs gibi toplumda yayılır.
Ahlaksızlık, şerefsizlik, utanmazlık, arlanmazlık,
yüzsüzlük bunların hepsi aynı pislikten beslenen
mikrobun türevleri gibidir.
Son günlerde Meksika’dan yola çıkan domuz
gribi gibi bir süre önce Amerika’dan gönderilen ve
epeydir Amerika’dan beslenen gazeteci kılığına
girmiş birileri Türkiye Cumhuriyeti’nin Genelkurmay
Başkanı için “Benim vergilerimle maaş alan bir
memur” tanımını yapıyor. Devlet memurunun
konuşamayacağını söylüyor. Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin başkomutanı için müdür konumunu
bile uygun bulmayıp memurluğu uygun görüyor.
Çünkü kirli bir propaganda ile yürütülmekte olan
“karşıdevrim” sürecindeki kimi uygulamaları
“ahlaksızlık” olarak tanımlayan Genelkurmay
Başkanı kamuoyunun aklına sokulmak istenen kimi
“bilgiler”in, “belge”lerin asılsız ve yalan olduğunu
açıklıyor. Özetle; ahlaksızların oyununu bozuyor.
İçerideki işbirlikçilerin, dışarıdaki iş bitiricilerin
desteğiyle istediği gibi at oynatmaya alışmış
ahlaksızların, karşılarına çıkan her engelde daha da
ahlaksızlaşmasını, normal karşılamak
gerekiyor.
Ahlaksızların bir an için doğru söylediğini
Genelkurmay Başkanı’nın memur olduğu için
konuşamayacağını ve dolayısıyla kotarılmakta olan
bir oyunda oyunbozanlık yapamayacağını
varsayalım.
Peki, kim konuşacak? Halkın vergileriyle oluşmuş
sermayeyi kredi olarak kullanıp satın alınan gazete
ve televizyonlarda iktidar yalakalığı yapanlar mı
konuşacak? Kaynağı belli olmayan paralarla taraf
tutanlar mı ahkâm kesecek? Devletin parasıyla
işletilen kamunun medya kurumlarında resmen
iktidar borazanlığı görevi üstlenen memurlar mı
desteksiz atacak? Yerli sermaye konuştuğu zaman
“tu kaka” ilan ediliyor; hukukçular, akademisyenler
konuşunca “darbeci” sayılıyor. Anlaşılan o ki
sadece ahlaksızların konuşması “demokrasi”
kapsamına giriyor. Çünkü demokrasi artık
ahlaksızlardan soruluyor!
Ahlaksızlar
SESSİZ SEDASIZ (!)
BULMACA SEDAT YAŞAYAN
SOLDAN SAĞA:
1/ Trabzon ve
Rize yöresin-
de, Lazca ko-
nuşan halka
verilen ad. 2/
Atõn en yavaş
ve doğal yü-
rüyüşü... Kale
duvarõ. 3/ Bir
soru sözü...
Denizli yöre-
sinde, kõna ge-
cesinde gelin için
okunan mâniye ve-
rilen ad. 4/ Polislerin
kullandõğõ kalõn değ-
nek... Uluslararasõ
Futbol Federasyo-
nu’nun simgesi. 5/
Kokulu tohumu ra-
kõcõlõkta ve hamur
işlerinde kullanõlan
bitki... “Hayõr” an-
lamõnda kullanõlan sözcük. 6/ Süs olarak kulla-
nõlan, altõn taklidi sarõ tenekeden pul. 7/ Antal-
ya’nõn Akseki ilçesinde bir mağara... Gürcistan’õn
para birimi. 8/ Kabaca dokunmuş, dayanõklõ bir
yün kumaş... Gölgede kalan yan. 9/ Bedene ezi-
yeti ruhun kurtuluşu ve mutluluğu için gerekli gö-
ren Hint çileciliği.
YUKARIDAN AŞAĞIYA:
1/ Altõ ya da sekiz çift kürekle çekilen bir tür ka-
yõk. 2/ Eski Yunan mimarlõğõnda müzik ve tiyatro
gösterilerinin sunulduğu yapõ... Kolaylõkla alda-
tõlabilen. 3/ Kuzu sesi... “Kavunağacı” da denilen
ve vatanõ Orta Amerika olan bir meyve ağacõ. 4/
Yapõsõna girdiği sözcüğe “kendi kendine” anla-
mõ katan yabancõ önek... Bir buzulun parçalan-
masõyla oluşan buz kütlesi. 5/ Bakõr, nikel ve çin-
kodan oluşan gümüş görünüşünde bir alaşõm... İl-
gi eki. 6/ Yakasõ kürklü ve kolsuz kaput. 7/ Bir
dileği yerine getirme... “Sun sagarõ --- bana
mestâne desinler / Usanmadõ gitti o divâne de-
sinler” (Şeyhülislam Yahya). 8/ Eski Türklerde
çocuklarõ koruyan tanrõça... Eski dilde gün. 9/ Bir
etkinliğin geçici olarak durdurulduğu süre... Ki-
şinin dõş dünya ile ilişkiyi reddederek kendi iç
dünyasõna kapanmasõ.
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9
K A Z A Y A Ğ I
A R A B A N R E
Z A R T İ R A N
A B T A E K E
Y A T A Ğ A N Z
A N İ A S P İ
Ğ R E N C E M
I R A K P E L E
E N E Z İ M E K
1 2 3 4 5 6 7 8 9
1
2
3
4
5
6
7
8
9