24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 9 ARALIK 2009 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Defile PENCERE Uygarlık Sınavında Türkiye’nin Yeri?.. İnsanlık tarihi bir bütündür; ama, uygarlık tarihini ve yaşadığımız çağı anlayabilmek için ‘dinci devlet - laik devlet’ ayrımı arasına kara tahtada tebeşirle bir dikey çizgi çekmenin yararı tartışılmaz... Bu çizginin anlamı ne?.. Sayalım: Aydınlanma.. Bilimsel - teknik devrim.. Sanayileşme.. Kul’dan Birey’e geçiş.. Laik devlet.. Demokrasi.. Yukardaki altı satırın tek bir tümcede birleşmesi çağdaş dünyayı yarattı... Ve -ne yazık ki- bu dönüşüm Müslüman dünyasında değil, Hıristiyanlık coğrafyasında gerçekleşti... İnsanlığı bugün çekip çeviren güç ‘Batı’da odaklanmıştır... Batı ile Doğu arasındaki bugünkü çatışma üzerine çeşitli yorumlar yapılıyor... Yorumların sağlıklı, gerçek ve doğru olabilmesi için her şeyden önce kara tahta üzerinde ‘dinci devlet - laik devlet’ arasındaki tarihsel farkı dikey bir çizgiyle ayırmak zorunludur... Aynı zamanda yaşanan çağ farkıdır bu... Türkiye tebeşirle çekilen dikey çizginin hangi yanındadır?.. Batı’da mı?.. Doğu’da mı?.. Laik mi?.. Dinci mi?.. Ülkemizde sözüm ona demokrasi kapsamında yoğunlaşan tartışmanın içeriğini oluşturan ‘muhteva’ ne yazık ki bu... Avrupa’da bu tartışma geçmiş yüzyıllarda kalmış, çoktan noktalanmıştır, ‘dinci devlet’ sorunu Avrupalı için tarihe gömülmüştür... Bizim için ise günceldir... Türkiye’de asker ne diyor: İki kırmızı çizgi var: Bölünmezlik.. Ve laiklik.. Peki, Amerika ne diyor: ‘Ilımlı İslam devleti modeli!..’ Askerin bu konuda konuşmasını demokrasiye aykırı bulup engellemek isteyenler rüya görüyorlar... Bir ülkenin varoluşu -laik Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığı- tartışılmaya başlandı mı sıradan koşullar rafa kalkar; olağanüstü tehlikenin yarattığı tehdit yaşamsal güdülenmeyi devreye sokar; ‘hayatın kanunu’ işlemeye başlar... Türkiye dinci devlet mi olacak?.. Kara tahtadaki dikey tebeşir çizgisinin belirlediği ayrımda ‘dinci devletler’ bölümüne mi kayacak?.. ‘Ilımlı İslam devleti modeli’ ni mi benimseyecek?.. Soru işareti ABD ve Türkiye’deki ‘mürteci’ ve ‘takıyyeci’ iktidar marifetiyle hükümet düzeyine tırmanmıştır... Peki, yüzde 25 oyla iktidara geçen bu hükümet devleti de ele geçirebilecek midir?.. Gelecek yılın eli kulağında!.. Dış desteğini de sağlarsa, AKP hükümetinin Çankaya’ya çıkarak devletin tepesine oturması kaçınılmaz hırsa dönüşecek... Türkiye Atatürk ‘le sağladığı uygarlık düzeyinden vazgeçerek İslam dünyasındaki öteki devletlerin çağdışı konumuna mı kayacak?.. Bu temel soruyu iyice kavramak gerekiyor... Bugün İran nükleer teknolojiyle oynuyor... Ama, kadını köleleştiriyor... Kendi kadınını tesettüre mahkûm ederek erkekten aşağı gören bir iktidarın Başbakanı Türkiye’de Cumhurbaşkanı olursa, demokrasi değil, dinci devlet yolunda önemli bir adım daha atılacaktır. Avrupa’da, Amerika’da, topyekûn Batı’da uzaktan yakından buna benzer bir kaygı, tartışma, sorun yok!.. Türkiye’de var... Ülkemiz dünya çapında çatışmanın ortasında, odak noktasında, tarihsel kavşağında, uygarlık sınavındadır... Yalnız Doğu’ya değil, Batı’ya da doğruyu biz göstereceğiz ve öğreteceğiz. (11 Kasım 2006 tarihli yazısı) ’9 60’larda, ’970’lerde, oku- muş yazmõş, vicdan ve sağ- duyu sahibi insanlarõmõzõn çoğu siyasi yelpazenin solunda yer alõyordu. Türkiye’nin iki yüzyõl geç kaldõğõ kapitalizmle adaletli biçim- de kalkõnamayacağõ o kadar açõk seçik ortadaydõ ki… (Hâlâ da öyle- dir!) Solun tüm dünya için ümit ol- duğu dönemlerde solcu olmak ko- laydõ. Devrim, pek çok kişinin sev- diği bir şeydi. İnsanlõk tarihinin açõk seçik gös- terdiği kimi hakikatler var: Devrim- ler olmasaydõ, devrimleri önceleyen toplumsal haksõzlõklarõn hiçbiri ken- diliğinden düzelmezdi. Egemenler, el- lerindeki gücü ve sahip olduklarõ dünya nimetlerini kendiliklerinden in- san kardeşleriyle paylaşacak denli yü- ce gönüllü olamamõşlardõr, dünyanõn hiçbir yerinde. Fransõz devrimi yaşanmasaydõ, ne tüm yurttaşlarõn oy hakkõ hayata ge- çebilir, ne kadõnlar yurttaştan sayõlõrdõ. Sosyalist devrimler gerçekleşme- seydi, sekiz saatlik iş günü, ücretsiz izin gibi haklarõ, çalõşanlar olarak rü- yamõzda görürdük. Avrupa sosyal de- mokrasileri, yanõ başlarõndaki Sos- yalist blok ve onun gölgesi devrim ih- timali olamasaydõ, sosyal haklar ko- nusunda eli açõk davranmazlar, dav- ranamazlardõ. Nitekim sosyalist blokun yenil- mesiyle tüm dünyada sosyal hak- larõn gerilemesi el ele gitmiştir ve gitmektedir. Tarihin gösterdiği bir diğer gerçek, sevimsizdir: Devrimler yozlaşabilir. Devrimlerin mecburen başvurduğu zor, maksadõnõ aşabilir; devrimin doğasõndaki bir unsur olmaktan çõkõp başlõca niteliği haline dönüşebilir. Bu olgunun en geniş çerçeveli açõkla- masõ, insan denen varlõğõn kusur- suzluktan hayli uzak yapõsõ ve bu ku- surlu yapõnõn iktidar denen güçle kurduğu karmaşõk ilişkidir, belki de.. Sosyalist rejimler Reel sosyalist ülkelerdeki kimi ir- kiltici uygulamalar, kimsenin meç- hulü değildir; ve değildi; hele ’960’larda, ’970’lerde çeşitli sol hareketlerin önder kadrolarõnõn, ku- ramcõlarõnõn meçhulü hiç değildi. O zamanlar benim, sempatizan olarak yorumum, bu değerli arkadaşlarõn bu hadiseleri, kapitalist blokun düş- manca tutumu karşõsõnda bunalan sosyalist rejimlerin kaçõnõlmaz sõ- kõntõlarõ olarak kabul edip deyim ye- rindeyse bağırlarına taş basarak devrim yolunda yürüdükleri doğ- rultusundaydõ. Sonra şaşõrarak şunu gözlemledi- ğimi anõmsõyorum; kimi arkadaşlar bu uygulamalarõ düpedüz onaylõ- yorlardõ, hem de bir vicdan muha- sebesi yaparak ve bağõrlarõna taş ba- sarak filan değil. Büyük çoğunluk ise üç maymunu oynamayı tercih edi- yor, böyle şeyler dünyada yaşan- mõyormuş gibi davranõyordu. Sol hareketler Elbette bu söylediklerim soldaki herkesi kapsamaz, kapsayamaz; ma- lum, kişisel gözlem kişisel dene- yimle sõnõrlõdõr. Ancak, diğer ülke- lere dair okuduklarõmõz, benim ken- di çok da dar olmayan çevremde hasbelkader yaptõğõm saptamala- rõn, birçok ülkenin birçok sol hare- keti için de geçerli olduğunu ortaya koymakta. ’960’larõn ’970’lerin örgüt üyesi ya da militan solcularõnõn verdikleri mücadeleye, ödedikleri bedele, çek- tikleri çileye sonsuz saygõ duyarõm; ama onlarõn da kendi deneyimleri- ne saygõ duymalarõ gerekmez mi? Sözüm, şu anda eski ideallerine tam tamõna zõt konumlara geçmiş ya da savrulmuş aydõnlaradõr. Yenilmek çetin iştir, kişiyi değiş- tirebilir; insan, yenilginin mihenk ta- şõnda, siyasi görüşünün özbenine hiç uymadõğõnõ da fark edebilir; bunlar ayõp şeyler değildir; insanõn başõna gelen hiçbir şeyin hiçbirimiz ya- bancõsõ değilizdir aslõnda! Ama ba- zõ uyulmasõ gereken insani incelik- ler vardõr: Bir zamanlar savunulan devrimde içkin zor, yeni mi fark edildi? Siyasi parti, dernek, vs., önde geleni ve/ve- ya kuramcõsõ olanlarõn vaz ettikleri yöntemler uğruna sadece kendileri acõ çekmedi, birçok insan öldü, tu- tuklandõ, işsiz kaldõ, yakõnlarõnõ kaybetti. Şimdi, yaşanõlan kişisel dönüşü- mü, siyasi bir tavõr, bilimsel bir tez gibi, hatta yaşadõğõmõz çağõn bir ge- rekliliği gibi sunarak tüm devrimleri, YenikSolunYorgunVicdanõ-II- Erendiz ATASÜ ÜNLÜ modistler, yani giyim kuşam ürünlerini beğendirip satmak isteyenler defile düzenlerken, bunları giyerek seyirciler önünde yürüyecek olanları herhalde çirkin ve eciş bücüş insanlardan seçmezler. Modeller, en azından sergiledikleri giysiler kadar etkileyici, düzgün ve beğenilir olmalı. Devletler de öyle. Dünya çapında olmasa bile kendi çevrelerinde nüfuz sahibi olup sözü dinlenir ve saygı uyandırır olmak istiyorlarsa, sağlam, güçlü, dayanıklı olmak zorundadırlar. Yoksa, her Allahın günü içten dıştan sille yiyen, sık sık hırpalanan ve saygı duyulur olmaktan çıkan bir devletin etkili olması beklenemez. Öyle olduğu içindir ki, haksızlığa uğrasa ve itilir kakılır duruma düşmüş olsa da, o devlet mazluma oynayarak sempati toplamak yerine başkalarının önüne yine de güçlü, özgüvenli, kendine saygılı ve saygı telkin eder biçimde çıkmanın çaresini mutlaka bulmalıdır. Çağ, her şeyden önce, imge, görüntü ve hatta bir bakıma reklam çağıdır. Artık kimse öze, gerçek değere bakmıyor. Kabul edelim ki, çizilen bir sürü zikzaktan sonra, ülkenin dış politikası ağır ağır doğru bir temele oturmaya yüz tutmak üzeredir. Yani, başkalarının uzantısı ya da köprüsü olmak yerine, kendini merkez bilen, değerleriyle çevresini etkileyen, böylelikle dünya dengelerinde yer alabilecek bir duruma, yeni kullanılan bir terimle “bölge merkezli bir dış politika”ya yönelme özlemi var. Ama, böyle olmak için herkesle “sıfır problemli” görünme uğruna kendi çıkarlarını korumaktan geri kalmayan, daha önemlisi içten ve dıştan kendini hırpalatmayan, teröre pabuç bırakarak ödün vermeyen, temel kurumlarının zayıflatılmasına müsaade etmeyen bir devlet olmayı sürdürmek gerekiyor. Ama ne yazık ki, son ayların olayları, tam tersine, devleti böylesine özlenen bir durumdan uzaklaştırıcı olmaya başladı. Kendi insanlarını kolayca harcayan, onları dünyanın gözünde aşağılanmış durumlara sokan ve hele kendi ordusunu zayıflatıcı ne kadar dedikodu, söylenti, çarpıtma ve hatta iftira varsa hemen üstüne atlayıp büyüten bir topluma “ulus” denebilir mi? Ululuk neresinde bunun? Ulus, geçmişiyle, bugünüyle ve geleceğiyle yüce kalması gereken bir kavram. Bu yüceliğe sürülmüş lekeler varsa, onları temizlemek yerine yeni lekeler sürüp insan yemek için fırsat kollanır mı? Bu yamyamlar defilesi neyin nesidir? mumtazsoysal@gmail.com devrim olgusunu red- detmek biraz ayõp ol- muyor mu? Türkiye Cumhuriye- ti devriminin bu ülke için başardõklarõnõ gör- mezden gelip kuşku- suz dünyanõn en nazik devrimlerinden biri olan Cumhuriyet dev- rimine “ama baskı- cıydı” diye kusur bul- mak bilimsel bir tavõr mõ sayõlacak! Sosya- list devrimlerin otoriter yapõsõndan vicdanlarõ şimdi rahatsõz olan es- ki sosyalistler, neoli- beralizmin egemenli- ğindeki günümüz dün- yasõndaki baskõn şiddeti görmüyorlar mõ? Açlõğa, yoksulluktan öte yoksunluğa ve bu- na bağlõ sağlõksõzlõğa, açõkçasõ ölüme mah- kûm edilmiş kitleler, yani dünya denen bu gezegenin nüfusunun en büyük kõsmõ şiddet mağduru değil mi? Ve umarlarõ nedir, var mõ- dõr? Neoliberalizmin ağababalarõ, IMF, Dün- ya Bankasõ, yoksun kit- leler için hiçbir umut vaat edemediklerini açõkça ve utanmazca ilan ve itiraf ederlerken neoliberalizme tutkun eski solcular, kendile- rini nasõl hâlâ enter- nasyonalist diye ad- landõrabilmektedirler? Devrimleri doğala- rõnda içkin otoriter ya- põ dolayõsõyla eleştir- mek, kõş mevsimini “ama soğuk oluyor’’ diye eleştirmeye ben- zer. Tek sözcükle saç- madõr! Yaşam ilkesi olarak diyalog kurmayõ be- nimseme iddiasõndaki sayõn toplumbilimcile- re, siyaset bilimcilere düşen, saçmayla uğ- raşmak yerine, dev- rimlerin kazanõmlarõ- nõn, neoliberal saldõrõ- lar karşõsõnda barõşçõl yöntemlerle nasõl ko- runabileceği üzerine kafa yormak olmalõdõr. Bu konuda söyleyecek yeni ve makul bir sözü olan varsa, onu herkes dinlemeye hazõrdõr; ye- ni ve makul bir sözü ol- mayanlarõn ise eğer kendilerine saygõlarõ varsa, yapacaklarõ tek şey, vaktiyle üç may- munu oynadõklarõnõ hatõrlayõp susmaktõr! Yaşam ilkesi olarak diyalog kurmayõ benimseme iddiasõndaki sayõn toplumbilimcilere, siyaset bilimcilere düşen, saçmayla uğraşmak yerine, devrimlerin kazanõmlarõnõn, neoliberal saldõrõlar karşõsõnda barõşçõl yöntemlerle nasõl korunabileceği üzerine kafa yormak olmalõdõr.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear