24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
Osmanlõ dönemine öykünen ‘söz- de aydõnlar’õmõz; bakalõm, bunda haklõlar mõ?.. O smanlõ Devleti, 19. yüzyõlda sonun baş- langõcõndadõr, yani çö- küş dönemini yaşa- maktadõr. “Büyük Güçler” olarak isimlendirilen Rus- ya, Avusturya, İngiltere ve Fransa, Osmanlõ’ya 19. yüzyõlõn ikinci ya- rõsõnda artõk “Hasta Adam” gözüyle bakmakta; bu “hasta”yõ tedavi et- mek yerine, onu, uzuvlarõnõ parça- layarak ortadan kaldõrmayõ amaç- lamaktadõr. Rusya’nõn gözü İstanbul’da ve Boğazlar’dadõr. Rus Çarõ Deli Pet- ro zamanõndan beri Rusya’nõn baş- lõca hedefi, İstanbul ile Boğazlar’õ ele geçirerek, Akdeniz’e inebilmek olmuştur. Rusya’nõn en büyük rakibi konu- munda olan ise, İngiltere’dir. İngil- tere, egemenliği altõndaki Hindis- tan’a giden ticaret yolunu tehlikeye düşürmemek amacõyla, bu yolun, güçlü bir Rus Çarlõğõ yerine, güçsüz ve kendi denetimi altõndaki Os- manlõ Devleti’nin elinde kalmasõnõ yeğlemektedir. Fransa, Osmanlõ Devleti’nin ege- menliği altõnda bulunan Katolik halklarõn koruyucusu rolünü be- nimsemekte ve Osmanlõ’dan sağla- mõş olduğu kapitülasyonlarla, bu devleti ekonomik açõdan sõkõ sõkõya kendine bağlamak istemektedir. Batılı devletler Osmanlõ padişahlarõ, 18. yüzyõlõn sonlarõnda, artõk Osmanlõ Devle- ti’nin kendi ayaklarõ üzerinde du- ramayacağõnõn ayõrdõna vararak, ilk kez Batõ’ya kapõlarõnõ açmõşlar ve yabancõ devletlerle “sürekli dip- lomasi” uygulamasõnõ başlatmõş- lardõ. Öte yandan, Osmanlõ Devle- ti, Büyük Güçlere yönelik olarak denge politikasõnõ uygulamaya baş- lamõş ve dönemin koşullarõna koşut olarak, ancak sõrtõnõ güçlü bir dev- lete dayamak suretiyle, varlõğõnõ sürdürebilmeyi başarmõştõ. Bu gelişmeyle birlikte, Batõlõ Bü- yük Güçler, bundan böyle Osman- lõ Devleti’ni kendi denetimleri altõ- na almak yoluyla, bu devletin var- lõğõnõ sürdürmesine izin vermiş; Osmanlõ Devleti de, dõş politikaya ilişkin kararlarõnõ, kendi özgür ira- desi sonucunda değil, Batõlõ Güçle- rin buyruklarõ doğrultusunda ala- bilmişti. 19. yüzyõlõn ortalarõndan iti- baren Osmanlõ padişahlarõnõn, İn- giltere’ye danõşmadan hiçbir savaş ya da barõş kararõ alamadõklarõ ga- yet iyi bilinmektedir. Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) fermanlarõnõn, büyük ölçüde Batõlõ devletlerin diretmeleri ve baskõlarõ sonucunda Osmanlõ padişahlarõ ta- rafõndan çõkartõlmõş olduklarõ bir ger- çektir. Ayrõca, padişahlarõn söz vermiş ol- duklarõ reformlarõn uygulanmasõnõ denetlemek istediklerini ileri sü- renler de, yine aynõ Batõlõ devletler değil midir?.. Osmanlõ Devleti, 19. yüzyõlõn başlarõndan itibaren, kendi ege- menliği altõnda bulundurduğu Bal- kan topraklarõnõ teker teker yitirmiş; Balkan halklarõndan olan Yunanlõ- lar, Sõrplar, Karadağlõlar, Romenler, Bosna-Hersekliler, Arnavutlar ve Bulgarlar, Osmanlõ’dan önce özerk- liklerini, daha sonra da tam bağõm- sõzlõklarõnõ sağlayarak, kendi ulus- devletlerini kurmuşlardõ. Bu, önüne geçilemeyecek olan bir gelişmeydi, çünkü 1789 Fransõz Devrimi’nin öne çõkarttõğõ “ulusçuluk” ilkesi, ba- ğõmlõ halklarõn, kendilerini impara- torluklarõn egemenliklerinden kur- tarmalarõna ve ulusal devletlerini kurmalarõna yolu açmõştõ. İçlerine sindiremediler Kendilerini “Yeni Osmanlılar” diye nitelendirenler, acaba Os- manlõ’nõn 19. yüzyõlõn özellikle ikinci yarõsõnda düşmüş olduğu bu acõklõ durumun, yeniden sahneye konmasõna mõ özenmektedir?.. Batõlõ devletler, her zaman için kendilerinden küçük gördükleri Müslüman Türk’ün, Mustafa Ke- mal Atatürk gibi mucizevi bir li- derin önderliğinde, Osmanlõ’nõn küllerinden yeniden doğuşunu hiç- bir zaman içlerine tam anlamõyla sindirememiştir. Onlar, Atatürk’ün onlara baş- kaldõrõşõnõ ve savaş alanõnda ka- zandõklarõnõ, aynen diplomasi ma- sasõnda da kendilerine kabul etti- rebilmesini hiç hazmedememişler- dir. Batõlõlar, Atatürk döneminden sonra Türk’ü, aynen Osmanlõ’ya yapmõş olduklarõ gibi, yeniden hi- zaya getirebilmeyi hiç akõllarõndan çõkarmamõşlardõr. AKP hükümeti, Batılıların bu tuzağına düşmemeye özen gös- termelidir. Başka devletlerin is- teklerine boyun eğerek ve onlarõn hiçbir sözünden çõkmayarak, ba- ğõmsõz bir devlet yönetilemez. O za- man Osmanlõ’nõn son dönemini aynen yaşamak zorunda kalõrõz. Hiçbir Cumhuriyet Hüküme- ti’nin, Türk ulusunu böyle bir du- rumla karşõ karşõya bõraktõrmaya hakkõ ve haddi yoktur. Aydınlarımız, acaba “Yeni Os- manlıcılık” yerine niçin “Ata- türkçülük”ü benimsemekten ka- çınmaktadır?.. “Yeni Osmanlı- cılık”; boyun eğmek, sindirilmek, yenilgiye uğratõlmak, küçük düşü- rülmek, hor görülmek, diğer dev- letler nezdinde itibarõnõ yitirmek de- mektir. Oysa, “Atatürkçülük”; başõ dik olmak, yenilmemek, başka dev- letlerle eşit statüde bulunmak, ulus- lararasõ toplulukta itibar sahibi ol- mak ve onurlu olmak demektir. Sizler, bu iki düşünce sistemin- den hangisini benimserdiniz?.. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 28 KASIM 2009 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yazarımız yıllık izninin bir bölümünü kullandığı için yazılarına bir süre ara vermiştir. PENCERE Vatandaş!.. Arkadaşlarla birlikte şairin Kadıköy’deki evindeyiz, Dağlarca karşımızda Buda heykeli gibi oturuyor, biz çaylarımızı yudumluyoruz... Dedim ki: - Belki saçta, başta, kaşta, gözde zamanla değişiklik var; ama, bilincinizde yok!.. Şiir devam ediyor sizde!.. Şiirin sürmesi bilinci de sürdürüyor... Dağlarca neredeyse sözümü keserek yanıtladı: “- Bilinç bıçak ya da keman gibidir, ne kadar kullanırsanız o kadar bilinçtir.” Özlemiştik şairi, görmeye gelmiştik; ama, Cumhuriyet’e yazmaya başlamasını da istiyorduk... Şairin ulusal bayramlarda gazeteye şiir yollama göreneği sürüyordu, süreyi haftada bire dönüştürsek nasıl olurdu?.. Dağlarca için evrende her şey şiirdir... Türk Lirası’nın ve Amerikan Doları’nın üzerine ekonomi sayfalarında uzmanların bitmez tükenmez yazılarını okursunuz, oysa her şey o denli açık seçiktir ki!.. İşte Fazıl Hüsnü’nün “Para” adlı şiirinden iki dörtlük: “Değerim düştü demektir Paranın düştü değeri. Yine bölüştü demektir Açla çıplak geceleri. Sararmadı, kurudu yaz Geldi beterin beteri. Nere gider anlaşılmaz Ata ters vurmuş eyeri.” “Ağa” başlıklı şiir: “Suyun kuşu varsa Kuşun göğü var. Kuşun göğü varsa Göğün gecesi var. Göğün gecesi varsa Gecenin yıldızı var. Gecenin yıldızı varsa Yıldızın çobanı var. Yıldızın çobanı varsa Çobanın ağası var.” Fazıl Hüsnü Türk dilinin şairidir, evrensel ozanıdır, yeryüzü yurttaşıdır, insanlığın vatandaşıdır, sınır tanımayan sanatsallığın pasaportunu yüreğinde taşıyan Dağlarca, Atatürk devriminin bize armağanıdır... Şiirleriyle birinci sayfamıza buyur etmek istedik onu... Kırmadı bizi... Tüm alçakgönüllülüğüyle ‘evet’ derken Cumhuriyet için güzel sözler söyledi... Fazıl Hüsnü’nün evinden ayrıldık, arkadaşlarla birlikte yürürken binbir düşünce geçiyor kafamdan... İçim rahat değil.. Hepiniz gibi kaygılıyım.. Karamsarlık kuşu yüreğimde kanat çırpıyor.. Ama kendi kendime diyorum ki: Bir ‘Ulusal Kurtuluş Savaşı’ ardından bir ‘Aydınlanma Devrimi’ni gerçekleştirmiş Türkiye, varoluşunu uygarlık boyutlarında koruyabilecek birikimlere sahiptir.. Neden?.. Çünkü Dağlarca gibi bir şair yetiştirmiştir... Öyle zaman gelir ki bir toplumun bir şaire kaçınılmaz gereksinmesi olur... Fazıl Hüsnü Dağlarca’yla Cumhuriyet’te sık sık buluşmayı yaşamın umuduna, güzelliğine, güvenliğine eşanlamlı sayacağımıza inanıyorum... Şairin “Vatandaş” adlı şiiri: “Sabah vakitler ağarmadan, Açmadan dağlar yeryüzünü; Hanginiz uyanır, Uyanırım. Tarlalarda rüzgâr, çarşılarda ses, Bir yeniliği var yaşamanın; Hanginiz acıkır, Acıkırım. Ne kadar çirkin olursa olsun ayırdedilmez Fark edilir üşüyen sıcaklığı; Hanginiz sever, Severim.” (19 Mart 2006 tarihli yazısı) ‘Yeni Osmanlõcõlõk’ Gerçeklerle Bağdaşabilir mi?.. Doç. Dr. Hüner TUNCER Aydõnlarõmõz, acaba “Yeni Osmanlõcõlõk” yerine niçin “Atatürkçülük”ü benimsemekten kaçõnmaktadõr?.. “Yeni Osmanlõcõlõk”; boyun eğmek, sindirilmek, yenilgiye uğratõlmak, küçük düşürülmek, hor görülmek, diğer devletler nezdinde itibarõnõ yitirmek demektir. S on günlerde “yalnız ve güzel ül- kemizde” emperyalizmin yüz- yõllardõr bitmeyen oyunlarõnõ ta- rihe not düşer gibi bir kez daha yaşa- maktayõz. Büyük Ortadoğu eşbaşkanlarõ bir gün Ermeni açõlõmõ, diğer bir gün Kõbrõs açõlõmõ yapmaktadõr; kim bilir bel- ki de yarõn Ege açõlõmõ adõ altõnda taviz politikalarõyla Yunanlõlardan özür di- leyeceğiz. Öyle ya, bundan 90 yõl önce sömürgecilerin tetikçiliğine soyunan Yunanlõlarõ da Anadolu’nun temiz in- sanlarõ topraklarõmõzdan; sizin ne işiniz var benim çileli coğrafyamda, diyerek dişiyle tõrnağõyla savaşarak atmõştõ. Er- menilerden özür diliyoruz ya, Yunan- lõlardan da bunun için özür dileriz(!). Bu ülkenin çileli ama soylu insanlarõ, dõş güçlerin desteği olmadan bir devlete kar- şõ 25 yõl ayakta kalmasõ mümkün ol- mayan bir terör örgütüyle yaptõğõ savaşta yoksul ama yiğit, kõnalõ kuzularõnõ şe- hit veriyor. Bunlardan kimse özür dile- miyor. Diyasporanõn desteğiyle şehit edi- len diplomatlarõn ailelerinden de kim- se özür dilemiyor. Bütün bunlarõ yaşa- dõğõmõz günlerde, kökleri emperyalist- lere, onlarõn silah, para ve siyaset des- teğiyle ayakta kalan PKK’ye, onun İm- ralõ’daki bebek katili terörist başõna adam değeri verildiğini görmek, tüm yurtseverleri ve Anadolu’nun temiz in- sanlarõnõ son derece üzmekte, hatta ya- ralamaktadõr. Bazõ gazetelerin ve yazarcõklarõnõn yazdõklarõ gibi, ülkemizde gerçekte bir Kürt sorunu yoktur, bu yapay bir so- runculuk oyunudur. Sorun, kökleri dõ- şarõda olan terör sorunudur. Askere, davul zurnayla vatan borcu bellendiğin- den ödemesi için gönder- diğimiz gencecik çocukla- rõmõzõn, yaşamõnõ sürdüre- cek ekmek parasõnõ kazan- mak için oralara giden öğ- retmenlerimizin, doktor, hemşire, polis vb. evladõ- mõzõn katilleri bilindiği hal- de adeta görmezden gelin- mekte, dõş kaynaklõ terör so- runu çarpõtõlarak, Kürt so- runu/açõlõmõ savlarõyla in- sanlarõn gözleri boyan- maktadõr. Bu ülkede Kürt kardeş- lerimiz, doktor, milletveki- li, başbakan, cumhurbaş- kanõ, öğretim üyesi olmadõ mõ; velhasõl Türk, Arna- vut, Çerkez, Laz... milliye- tinden olan insanlarõn ge- lebildiği aşamalarõn hepsi- ne gelemediler mi? Elbette geldiler. Burada sorun, Kürt olmaktan öteyedir. Örneğin; uluslararasõ petrol şirketi Shell’in genel müdürlüğü- nü yapmõş olan Antony Hage; Anadolu’nun çok zengin petrol yataklarõna sahip olduğunu açõklarken şunlarõ söylüyor: “Bildi- ğim kadarıyla bütün Amerikan petrol firma- ları, uzaydan çekilmiş fo- toğraflarda gördükleri Türkiye’nin bir petrol ok- yanusunun üzerine otur- duğuna emindir.” Irak’ta da petrol vardõ, demokrasi getirme yala- nõyla insanlar Kürt, Şii, Sünni diye ayrõlmadõ mõ, birbirlerine kõrdõrõlmadõ mõ, bir buçuk-iki milyon dola- yõnda insan ölmedi mi, ora- yõ işgal edenler şimdi çeki- liyor; ama petrol kuyularõ kendilerinin oldu. Aynõ acõ deneyimleri ya- şamak zorunda değiliz. Pe- ki ne yapmalõyõz? Bir kere şunu çok iyi bilmeliyiz ki uzun yõllar birlikte yaşadõ- ğõmõz bu coğrafyada õrkõ- mõz, milliyetimiz, mezhe- bimiz veya inançlarõmõz ne olursa olsun bizler aynõ ka- deri paylaşmõş ve etle tõrnak olmuşuz; bu coğrafya sõra- dan bir yer değildir ve onun için de buraya ilişkin pro- jeler bitmez. Ancak bizi yine birbirimize güvenmek ve geleceğimizin bu top- raklarda olduğu bilinciyle yaralarõmõzõ kendimizin sa- rõp sarmalamasõ düze çõka- rõr. Elin adamõ babasõnõn hayrõna kimseye bir bardak su bile vermezken, neden bizim sõkõntõlarõmõzõ çözsün ki? Zaten sõkõntõlarõ (terör) başõmõza musallat edenler onlar değil mi? Bu coğraf- yada birlikte olmaktan baş- ka çõkõş yolumuz yoktur. Bunun iyice bilinmesinde yarar var... Yrd. Doç. Dr. Necmi AKYALÇIN Çanakkale ADD Başkanõ Açõlõmlar...
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear