26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 21 KASIM 2009 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 GÖRÜŞ Prof. Dr. MUSTAFA AYSAN Bunalım ve Varlık Değerleri “İçinde bulunduğumuz bunalımın temel nedeni nedir?” Ünlü işletmecilik dergisi Harvard Business Review’un (HBR) Kasım 2009 sayısındaki ilginç inceleme yazısı, bu soruyla başlamaktaydı. Harvard İşletme Okulu öğretmenlerinden Robert C. Pozen’in yazısının adı şöyleydi: “Pazar Fiyatı (Rayiç Bedel) ile Değerlemeyi Finansal Krizin Çıkışına Neden Olmakla Suçlamak, Haklı Olabilir mi?” ABD’nin (ve dünyanın) işletmecilik, finans ve muhasebe çevrelerindeki yoğun tartışma, bu iki sorunun yanıtını aramaktadır. Dünya ülkeleri bunalımın sonuna yaklaşırken büyük depremin “hasar tespitleri” de yapılmakta ve gelecekte ekonomik bunalımlarla karşılaşmamak için muhasebe kurallarında değişiklikler yapılması önerilmektedir. Bu çalışmalar, bunalımın nedeni olan büyük şirket batışlarında, bu şirketlerin bilançolarında, gerçek değerlerinin üzerindeki değerlerle gösterilmiş olan varlıkların önemli payı olduğunu kanıtlamıştır. Bilançolardaki şişirilmiş varlık değerlerinin, önceki dönemlerde bazı finansal varlıklara uygulanmış olan “pazar değerleriyle (rayiç bedel ile) değerleme” yönteminden kaynaklanmış olduğu da belirlenmiştir. Konuyla ilgili çalışmalar ilerledikçe, görülen şudur: Banka ve şirket batışlarında, bu kuruluşların varlık değerlerine uyguladıkları değerleme yöntemlerinin de payı olduğu bellidir. Batan şirketlerin, mahkemelerce yürütülen iflaslarının düzenlenmesi çalışmaları sırasında, bu şirketlerin varlıklarının paraya çevrilmesi gerekmiş, ancak bu hazırlıklar içinde birçok şirketin bilançolarında gösterilmiş bulunan varlık değerlerinin kayıtlı değerlerinin çok altındaki fiyatlarla satılabileceği ortaya çıkmıştır. Bunalımdan büyük zarar görmüş ülkelerin siyaset adamlarından birçoğunun ve bu arada Fransa Cumhurbaşkanı’nın, “banka bilançolarını, spekülatörlerin kaprislerine göre biçimlendiren” pazar fiyatları (rayiç bedel) ile değerleme yöntemlerinin yürürlükten kaldırılmasını istedikleri de belirtilmiştir. Eleştirilen pazar fiyatıyla değerleme yöntemi, işletmeler tarafından elde edilen varlıkların, varlıklar elden çıkarılmadan önceki dönemlerde, satılmış varsayılarak değerlendirilmesi ve varlığın kayıtlı değeri ile pazar değeri arasındaki farkın, kâr ya da zarar olarak raporlanmasına izin veren muhasebe kuralından oluşmaktadır. Buna karşılık, geleneksel “maliyetle değerleme yöntemi”, şirketlerin varlık değerlerinin alım ve satım zamanlarında, ödenen ve elde edilen gerçekleşmiş değerlerle kaydedilmesini zorunlu kılmaktadır. Geleneksel değerleme yöntemi taraftarlarına göre, küresel ekonomi bunalımını yaratan olay, elde edildiği varsayılan varlık değerlerine dayanan “rayiç bedel” yöntemi uygulanarak kayıtlara geçirilen gerçekleşmemiş varlık değerleridir. Bu değerler bilanço okuyucularını aldatmış ve yanlış kararlara yönlendirmiştir. Pazar değerleriyle değerlemeyi savunanlar ise yöntemin, bazı düzeltmelerle kullanılabileceği görüşündedirler. Bu tartışmanın, geleneksel maliyetle değerleme yöntemine geri dönülmesiyle sonuçlanacağını bekleyenlerin sayısı son günlerde artmaktadır. Bilançodaki varlık değerlerinin ve bu değerlerin bir doğal sonucu olan kâr düzeyinin, gerçekleşmemiş tutarlarla bozulmasını önleyebilmek için, pazarın gerçeklerine tam uymasa da geleneksel muhasebe kurallarından uzaklaşılmaması gerektiğine ve geleneksel “maliyetle değerleme yöntemlerine” dönülmesinin uygun olacağına inanıyorum. maaysan@superonline.com Seyyidin farkı mı var? Dersim üzerinden yeni bir tartışma ortamı yaratanlar, basmakalıp yazı- lar yazan, önyargılarla, kulaktan duyma efsanelerle düşünce belir- tenler, acaba o isyanın öncesini ve içeriğini biliyorlar mı? Bir küçük tarih yolculuğuna çıka- lım ve olayı anımsayalım. Araştırmacı Bilal Şimşir, isyan öncesi Dersim’i şöyle tanımlar: “Cumhuriyetin kuruluş yıllarında Dersim halkı ‘seyyid’ denen cahil di- ni otoritelerin ve zorba aşiret ağala- rının sultası altında idi. Körü körüne seyyidlere bağlı, aşiret ağalarının çı- karlarına kurban olan cahil Dersim hal- kı, gerek Osmanlı döneminde, ge- rekse Cumhuriyetin kuruluş yıllarında, hem de olur olmaz zamanlarda çeşitli ayaklanmalara katılmış ve bu yüzden büyük kayıplara uğramıştır. Ağa ve seyyid gibi etkin güçler, kendi çıkar- ları ve otoriteleri etkilenir kaygısıyla bölgede yapılmaya çalışılan yatırım- ları engellemişlerdir.” Gazetemiz kurucusu Yunus Na- di, yöredeki gerici seyyidlerin ve feo- dal artıkların o dönemde yaptıkları- na ilişkin şu bilgileri verir: “Orada ağalar vardır ve onların em- rinde kabile ve aşiretler vardır. Baş- ları sıkıldı veya canları istedi mi bun- lar etraf ovalarda sükûnetle çalışan köyler üzerine saldırırlar, mal ve hay- van ne toplayabilirlerse aşırıp sarp dağlarına iltica ederler.” Cumhuriyet yönetimi, Dersim’i bu durumdan kurtarmak amacıyla bir yasa çıkarır. Ardından köprüler, okullar, yollar yapılmaya başlanır. Amaç; hem yörede ağa, bey ve seyyidlere karşı yeni devletin dü- zenini sağlamak, hem de feodal iliş- kileri kırarak halkı uygarlık ile ta- nıştırmaktır. Ancak seyyidler, bey- ler, ağalar buna başkaldırır; okul is- temezler, köprü istemezler, yol is- temezler, bölgedeki silahların top- lanmasını istemezler. 21 Mart 1937 gecesi Harçak deresi üzerindeki köprüyü yakarak isyan bayrağını açarlar. Seyit Rıza’nın liderliğinde aşiretler, telefon tellerini kesmeye, karakolları basmaya, başkaca köp- rüleri de tahrip etmeye girişirler. Cumhuriyet hükümeti, isyanı bas- tırır. Bilal Şimşir’in günyüzüne çıkardı- ğı İngiliz belgelerine göre, Dersim is- yanının dökümü şöyledir: “Hükümet kuvvetlerinin zayiatı: 1 subay ile 28 asker şehit, 3 subay ile 46 asker yaralı oldu. Asilerin zayiatı ise şöyledir: 265 ölü, 20 yaralı, 27 ya- kalanan ve 849 teslim olan. Arala- rında Seyit Rıza’nın da bulunduğu 7 asi idam edildi. Hükümet, asilere kar- şı nispeten yumuşak ve merhamet- li davrandı.” Kısaca: Dersim isyanı, tıpkı Cum- huriyet uygulamalarından dolayı çı- karları bozulan Nakşibendi Şeyhi Said’in ayaklanması gibi bir gerici- tutucu ayaklanmadır. Ha şeyh, ha seyyid, fark eder mi? Tek parti İngiliz gazeteci Ga- reth Jenkins’in Was- hington’da düzenlenen konferansta Ergenekon soruşturmasına ilişkin saptamaları kamuo- yunda epey ilgi çekti. Meslektaşımız Yıl- maz Polat uyardı. Ga- reth Jenkins, konfe- ranstan önce, New York Times’ta yayımla- nan ve Türkiye üzerin- deki kara bulutların an- latıldığı bir haberde de, Batılı analistler arasında yaygın olan korkuyu di- le getirmişti: “Ergenekon, -onu sa- vunanların iddialarının aksine- Türkiye’nin ço- ğulcu bir demokrasi ol- ma yolunda attığı önemli bir adımı değil, otoriter bir tek parti dev- letine doğru gidişi tem- sil ediyor. Bazıları bu davanın; gücünü koru- maya kararlı olan laik sı- nıfla, meşruiyetini sağ- lamlaştırıp muhaliflerini susturmak isteyen İs- lamcı iktidar partisi ara- sında bir güç mücade- lesine dönüştüğü dü- şüncesinde.” İçişleri Bakanı Beşir Atalay, TBMM’de açılımı anlatırken, kısa vadeli adımların “genellikle yasal düzenleme gerektirmeyen, idari tedbirler ve yönetmelik değişikliğiyle gerçekleşebilecek çalışmalar”dan oluştuğunu söylemişti. Bunlara örnek olarak da, vatandaşların kullandığı farklı dil ve lehçelerle ilgili üniversitelerde akademik araştırma yapılması, enstitü kurulması ve seçmeli ders konulması gibi uygulamaların yaşama geçirilmesini gösterdi. CHP lideri Deniz Baykal, geçen hafta Beşir Atalay’ın bu sözü üzerinde durulmadığına dikkat çekti: “İçişleri Bakanı, üniversitelerde anadilde enstitülerden, bölümlerden ve seçmelik derslerden söz etti. Bu, anayasanın 42. maddesine açıkça aykırı bir yaklaşımdır. Uygulanması anayasa ihlali olur.” Baykal’ın altını çizdiği 42. maddenin ilgili fıkrası şöyle: “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına anadilleri olarak okutulamaz ve öğretilemez. Eğitim ve öğretim kurumlarında okutulacak yabancı diller ile yabancı dille eğitim ve öğretim yapan okulların tabi olacağı esaslar kanunla düzenlenir. Milletlerarası antlaşma hükümleri saklıdır.” Görüldüğü üzere olay, hiç de İçişleri Bakanı’nın ileri sürdüğü gibi “yasal düzenleme gerektirmeyen” basit bir uygulama değil. Açılımın üniversitede “dil serbestliği” ayağı için anayasa değişikliği zorunlu! Açılıma açık YÖK, bu durumun ayrımında mı acaba? Yasal düzenleme gerektirmiyormuş Dünya Gıda Zirvesi’nin Ardından SADIK ÇELİK İnsanoğlunun tarih boyunca en büyük korkusudur açlık. Yoksulluk, sefalet, ölümle birlikte açlık en temel endişelerimizdendir, çünkü insan hayatta var olabilmek için karnını doyurmak zorundadır. Dahası sadece ölmeyecek kadar değil, hayatını sürdürebilmek için sağlıklı olabilecek ölçüde beslenmek zorundadır. Birkaç gündür Dünya Gıda Güvenliği Zirvesi sebebiyle dünyanın açlık problemi gazetelerin manşetlerinden verildi. Dünyada tam 1 milyar insan açlık yüzünden ölümle burun buruna yaşıyor. Zirvenin yapıldığı gün dünyada 17 bin çocuğun öleceği açıklandı ve daha da çarpıcı olanı, her beş saniyede bir çocuk açlıktan hayatını kaybediyor. Ancak bu konuda atılmış gerçekçi bir adım yok. Daha da kötüsü, gıda güvenliği ile ilgili yapılan uluslararası çalışmalara ilgi her geçen gün azalıyor. 17 Kasım’da başlayan Roma’daki zirveye bu açlığın ve adaletsiz gıda paylaşımının başlıca sorumluları olan dünyanın en zengin ülkelerinden (G-8 ülkelerinden) yalnızca İtalya katıldı. O da zaten zirvenin ev sahipliğini yapıyor. Dünyanın açlık problemi 1994 yılından bu yana katlanarak büyürken, bu konuya kulaklarını tıkayan dünya liderleri felaket senaryolarını yalnızca sinema filmlerinde mi zannediyorlar? Büyük felaket dünyanın kapısına çoktan dayandı. Bu felaketin her geçen gün daha fazla büyümesinin başlıca sebeplerinden biri iklim değişikliklerinden kaynaklanan küresel ısınmadır. İklim değişikliğinin baş sorumluları ise karbon gazı salımlarında başı çeken sanayileşmiş zengin Kuzey ülkeleridir ve bunun ağır bedelini ödettirdikleri ise Güney kürede yaşayan yoksullardır. Dünya gıda kaynaklarının yüzde 70’ini kullanan bu yüzde 30’luk zengin ülkeler gıda tüketimindeki adaletsizliğin de başlıca sorumlularıdır. Dünya gıda güvenliğini tehdit eden bir diğer önemli sorun, çokuluslu gıda şirketlerinin azgelişmiş ülkelerde küçük çiftçilere ait kaliteli tarım topraklarını ele geçirmeleridir. FAO’nun Roma’daki genel merkezi önünde geleneksel kıyafetleriyle gösteri yapan Afrikalı ve Latin Amerikalı çiftçi temsilcileri, çokuluslu şirketlerin FAO ve bazı hükümetlerle işbirliği yaparak topraklarını çalmalarını protesto ettiler. Zirveye paralel düzenlenen “Halka Derhal Beslenme Egemenliği” forumunda konuşan sivil toplum kuruluşları temsilcilerinden Henry Savaigh, dünyada açlıkla karşı karşıya kalanların yüzde 80’inin kırsal kesimde yaşadığını belirterek “Ama FAO’nun politikası Asya’da, Afrika’da ve Latin Amerika’da küçük üreticilerin topraklarını satın alan çokuluslu şirketlere destek vermektir” dedi. FAO verilerine göre tarıma yılda 44 milyar dolarlık yatırım yapmak gerekirken yapılan yatırım ise 7 milyar doları geçmiyor. Ayrıca yapılan yatırımların kırsal bölgeleri hedeflemesi gerekiyor. Tüm bunlara ek olarak kaynakların daha dikkatli, etkili kullanılabilmesi için yerel, bölgesel, ulusal ve küresel olarak çalışmalar yapılmalıdır. G-8 ülkeleri sorumluluklarından dolayı yoksul ülkelere verdikleri vaatleri yerine getirmelidirler. Açlıkla savaşan ülkelerin artık boş vaatlere karnı tok. Küresel ekonomik krizle birlikte geçen yıllara oranla daha da büyüyen dünyanın açlık problemi, zirvede FAO’nun yıllık raporuyla bir kez daha vurgulandı. Zirvede bir konuşma yapan Zimbabve Devlet Başkanı Robert Mugabe ülkesini hedef alan yatırımların insanlık dışı olduğunu, gıdanın silah olmadığını söyledi. Rapora göre dünyada 1 milyarı aşkın insan açlık sınırında yaşıyor. Asya ve Pasifik bölgelerinde yaklaşık 642 milyon, Güney Afrika’da yaklaşık 265 milyon, Latin Amerika ve Karayipler’de 53 milyon insan açlıkla yaşam savaşı verirken Doğu ve Kuzey Afrika’da 42 milyon insan aç. Raporda ayrıca geri kalmış ülkelerin yanı sıra gelişmiş ülkelerde de halen 15 milyon insanın açlık sınırında yaşadığı belirtiliyor. Global Gıda Sistemi’nde reformların artık bir gereklilik olduğuna da dikkat çekiliyor. Zirvenin açılışına katılan Roma Katolik Kilisesi’nin lideri Papa 16. Benediktus açlık ile nüfus artışı arasında bir bağlantı kurulamayacağını söylese de bize göre nüfus artışının kontrol edilmesi, alınacak acil önlemlerin arasındadır. Eğer adaletli paylaştırılırsa ve tarıma gerekli yatırımlar yapılırsa yeryüzü kendi sakinlerini besleyebilecek kaynaklara sahip. Ancak zengin ülkeler bu kaynakları bencilce kullanıp israf ediyorlar. Dünyanın geleceği adına sadece tüketimi merkeze alan gıda ve beslenme politikalarına son verilmelidir. sadik.celik@keyveni.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci@gmail.com HARBİ SEMİH POROY UYDUDAN NAKLEN HAKAN ÇELİK fhakancelik@mynet.com HAYVANLAR İSMAİL GÜLGEÇ Dikkat! Ağı ağacında ihti- rasla köpürüyor in- sansılar. Çukurların- da küçülürken çürü- tüyorlar. Eriyen mum- yalar dolanıyor, her an, her yerde. Dikkat, kokuşmuş kubura dikkat! BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Adana yö- resinde yetişti- rilen ve yap- raklarõ sebze olarak kullanõ- lan otsu bir bitki. 2/ Me- melilerde pro- tein metabo- lizmasõnõn son ürünü olan ve idrarla dõşarõ atõlan bileşik... Asya ve Afrika’nõn güneyinde, mevsim- lere göre yön değiş- tirerek düzenli esen rüzgâr. 3/ Yaprakla- rõ güzel kokulu bir bitki... Adlarõ sõfat yapan bir yapõm eki. 4/ Anadolu evlerin- de, oda kapõlarõnõn üstüne eşya koymak için yapõlan ufak oyuk. 5/ Orta Anadolu’da bir göl... Antalya’nõn bir ilçesi. 6/ Radyum elemen- tinin simgesi... İskambilde bir kâğõt... Müslüman ülkelerde oturan Yunan asõllõ kimse. 7/ Tanrõ... Genelev işleten kadõn. 8/ “Yalnõzõn yanlõz, yan- lõşõn yalnõş” biçiminde telaffuzunda görüldüğü gi- bi, bir sözcük içindeki seslerin yer değiştirmesi olayõ. 9/ Bir gõda maddesi... Pirinç saplarõndan örülen ve judo, karate gibi sporlarda yer minde- ri olarak kullanõlan kalõn halõ. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Süs bitkisi olarak yetiştirilen ve zeytine benzer meyveleri olan bir ağaççõk... Kuzu sesi. 2/ Yapay reçine verniği ve tutkalõ üretiminde kullanõlan, be- yaz ve billursu toz... Maden ve inşaat işçilerinin giy- diği koruyucu başlõk. 3/ Kilim ya da halõdan ya- põlmõş iki gözlü torba... Beygir. 4/ Divan edebi- yatõnda meyhaneye verilen ad. 5/ İşleme, üretme... Uzaklõk işareti. 6/ Yõkanõlan yer, hamam... Eski- şehir yöresine özgü, çubuk biçiminde bir tür hel- va. 7/ Notada durak işareti... Çekişme, kavga. 8/ Biçimlenme süreci. 9/ Bir tür yabanmersini... “ - -- oluyor halimi takrire hicabõm” (Nigâr Hanõm). 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 M E R C A N S A E B E M A N A S R E Ş M E O D A C M U L E T A A M E L T A K A N A E T A O K N O T A E R G S A D A K O R Ö A S A A K G Ö L 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear