28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 2 KASIM 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 15 ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL ‘Köleliğin 21. Yüzyõla Yolculuğu’ İnsanlõğõn bir “yüzkarası” da kölelik kurumudur. Kölelik, insanlõk tarihi kadar eskidir. Köle, sahibi için “insan” değildir. Onun bir “eşyası”dõr. Çok eski çağlarda, savaş esirleri, korsanlarõn ele geçirdikleri erkek, kadõn ve çocuklar, köle pazarlarõnda açõk artõrma ile alõ- nõr satõlõr bir “eşya” kabul edilirdi. Kölelik kurumu, 19. yüzyõ- lõn sonlarõna kadar, toplumlarõnõn ekonomik ve sosyal “yapışık ikizi” olmuştur. 18. yüzyõlda buhar makinesinin bulunuşu, sanayi devriminin başlangõcõ olur. Buharõn gücü başka buluşlara da uygulanmaya başlar. Buharlõ gemiler denize indirilir. Buharlõ gemilerle okya- nuslar kolaylõkla aşõlõr. 1825’te ilk kez buharlõ makine loko- motiflerde kullanõlmaya başlar. Her buluş “insan gücüne” olan gereksinimi azaltõr. Giderek “kölelik” de eski önemini yitirme- ye başlar. 19. yüzyõlda köleliğe karşõ eylemler başlamõştõr. 1833’te İngiliz sömürgelerinde köleliğe son verilir. ABD Başkanõ Abraham Lincoln’un köleliği yasaklamasõ, Amerikan İç Savaşõ’na yol açar. İç Savaş 1865’te kuzeyin zaferi ile sonuçlanõr ve yapõlan anayasa değişikliği ile ABD’de köle- lik kaldõrõlõr. Buharla çalõşan makinelerin gücü, 19. yüzyõlda hõz- la “insan gücünün” yerini almaya başlar. Kaldõrõlan köleliğin boşluğunu, “kadın ve çocuk işçiler” doldurmaya başlar. Sana- yi devrimi gerçek yüzünü gösterir. Kölelerin yerini alan kadõn- lar ve çocuklar, kölelik ücretine çalõştõrõlõr. Sanayinin hõzla gelişmesi, fabrikasyon üretime geçişi hõzlan- dõrõr. Bu geçiş sosyal açõdan dengesizlikleri de birlikte getirir. Ser- mayenin “doymak bilmez açlığı” daha da artar. Erkek işçiler- den çok daha ucuza çalõşan kadõn ve çocuklar 18 - 20 saat ça- lõştõrõlõr. Kullanõmõ kolay ve basit olan makinelerde herkes ça- lõşabilmektedir. Artõk nitelikli içgücüne eskisi kadar gerek du- yulmaz. Ücretler niteliksiz işçilere göre ayarlanmõştõr. İşyerleri son derece sağlõksõzdõr. İnsanõn bir makine kadar de- ğeri yoktur. İnsan yaşamõ artõk “sermeye birikiminin” bir par- çasõ konumuna gelir. Köleliğin kaldõrõlmaya başlandõğõ 19. yüzyõlda, dünya nüfu- su (1802’de) 1 milyar olarak saptanmõştõr. Sanayi devrimi ile bir- likte nüfus artõşõ, büyük bir hõz kazanõr. 1802’de 1 milyar olan dünya nüfusu, 1927 yõlõnda 2 milyara ulaşõr. Artõş giderek hõzlanõr ve 1961 yõlõnda 3 milyara, 1971’de 4 mil- yara, 1987’de 5 milyara ulaşõr. 1999’da yapõlan sayõmlarda dünya nüfusu 6 milyara ulaşmõş- tõr. Bugün dünya nüfusunun 7 milyara yaklaştõğõ varsayõlmak- tadõr. Her geçen gün “insan gücü” yeni buluşlarõn, yeni tekno- lojilerin “altında ezilip” yok olmaktadõr. Hõzlõ nüfus artõşõnõn “büyük katkı sağladığı” işsizlik, her geçen gün dünyada “çığ gibi” büyümektedir. İnsanlar, köleler gibi “boğaz tokluğuna” çalõşmakta, yaşamlarõ da “ bedavaya” gelmektedir. Orhan Veli (Kanık) yõllar öncesinden günümüzün görüntü- lerini, bir “gelecek bilimci” gibi ne de güzel anlatõr: BEDAVA “Bedava yaşıyoruz, bedava; Hava bedava, bulut bedava; Dere tepe bedava; Yağmur çamur bedava; Otomobillerin dışı, Sinemaların kapısı, Camekânlar bedava; Peynir ekmek değil ama Acı su bedava; Kelle fiyatına hürriyet, Esirlik bedava; Bedava yaşıyoruz, bedava.” 19. yüzyõlda kaldõrõlan “köleliğin 21. yüzyıla yolculuğu” ka- çõnõlmaz görünmektedir. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak@yahoo.com.tr TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN HARBİ SEMİH POROY 2 Kasım Kadının Yeri Yok Emekli Danıştay Başkanı Nuri Alan’ın, son 29 Ekim törenlerine ilişkin izlenimleri: “Şimdiye kadar Cumhuriyet Bayramı törenlerinde şeref tribününe genellikle eşlerle gidilirdi. Son 29 Ekim töreninde şeref tribününde yalnızca bir tek bayan vardı. O bayanın da görevli olması gerekiyor, çünkü oturmuyordu, ayaktaydı. Buna karşılık akşam yapılan resepsiyonda da başörtülüler vardı. Doğu’ya mı, Batı’ya mı gittiğimizin tartışıldığı bir ortamda, nereye gittiğimizi bu manzaralar çok iyi gösteriyor. Bakın, Toplumsal Cinsiyet Eşitsizliği Endeksi yayımlandı. 134 ülkede yapılan araştırmaya göre; Türk kadını, ‘kadın-erkek’ eşitliği sıralamasında 129. sırada yer alıyor. Türkiye; Katar, Mısır, Mali, İran, Suudi Arabistan, Benin, Pakistan, Çad ve Yemen ile birlikte toplumsal cinsiyet eşitliği bakımından en kötü durumda olan ülkelerden. Ayrıca bir yoruma yer yok.” Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Güven Dinçer, Naima tarihinden küçük bir kesitin okunmasını salık verdi: “Celali isyanları ile baş edemeyen Osmanlı, sadrazamın emriyle ünlü Celali Kalenderoğlu’nu 1607’de Ankara sancak beyliğine getirir. Ancak Kalenderoğlu, Ankara yöneticisi olan Kadı Vildanzade Mevlana Ahmet Efendi ve halk tarafından kente sokulmaz. Bunun üzerine Kalenderoğlu ile Kadı Vildanzade arasında şu konuşma geçer: Kalenderoğlu - Bu memleketi padişah bana temlik etmiştir ve etrafındaki sancakları dahi adamlarıma vermiştir. Siz beni şehre girmekten niçin reddettiniz ve şehrin kapılarını teslim almaya gelenlerin yüzüne kapadınız? Kadı Vildanzade - Gerçi sancak sana verilmiş, ama siz buraya mirlivalar (alay kumandanları) gibi gelmediniz. Yine Celaliler suretinde geldiniz. Delil budur ki, önce Müslümanları öldürdünüz. Gasp ettiğiniz hayvan sürülerini de Müslümanların ekinlerine saldınız... Bu arada, Ankara’yı teslim almaya gelen eşkıyanın 30 civarındaki adamı da Kadı Vildanzade’nin emriyle iç kalede mahvedildi.” Naima tarihinden anlıyoruz ki, açılımın saati, günü, ayı, yüzyılı olmazmış! Önemli olan, sancağı teslim etmemek, elde sağlam tutmakmış. Islak imza mıydı, değil miydi; açılıma yandaş mıydı, değil miydi tartışmala- rının yarattığı toz duman arasında, soğukkanlılıkla, bildik davanın savcı- sının elinde olduğu ifade edilen bir bel- geyi, eski Genelkurmay Harekât Baş- kanı Korgeneral Nusret Taşdeler’in, AKP’nin seçim başarısından hemen sonra, eylül 2007’de hazırladığı rapo- ru ciddiyetle ve altını çize çize okuya- lım. Niye altını çizelim? Çünkü belge, belirlenmiş bir rotayı kanıtlıyor da on- dan... Kamuoyuna yansıyan ve şimdiye de- ğin yalanlanmayan belgenin en önem- li saptamalarını seçip alt alta sıralaya- lım: 1- 22 Temmuz seçimleri Türkiye Cumhuriyeti Devleti için devletin temel nitelikleri açısından bir dönüm nokta- sıdır. Türkiye, demokrasi ile İslamın bir arada yaşayabileceğini ispat etmiş bir ‘ılımlı İslam’ devleti olarak tanım- lanmaktadır. Hükümet de, iç kamuo- yu, AB ve Avrupa’nın da desteği ile el- de ettiği kazançlarını pekiştirmeye ka- rarlı görünmektedir. Bu eğilimi ve ‘İs- lami demokrasi’ bağlamında kazanıl- mış olan bir ivmeyi, halen gelmiş ol- duğu noktadan geri çevirmek son de- rece zordur. 2- Her şeyden önce, yeni şartlar or- taya çıkaran ve yeni tedbir ve uygula- malar gerektiren bir dönem içinde ol- duğumuzu kabul etmek gerekmekte- dir. 3- Esas mesele, ılımlı İslam veya de- mokratik İslam olarak nitelendirilen yeni devlet düzeni içinde cumhuriye- tin temel niteliklerine bağlı TSK’nin, kendisine nasıl bir yer bulabileceği ve burada nasıl barınabileceğidir. 4- TSK’nin TBMM tarafından kural- lara uygun olarak seçilmiş ve gerçek niyeti bu olmasa da, devletin anaya- sada belirlenmiş olan temel nitelikle- rine sahip çıkacağını açıkça deklare et- miş bir cumhurbaşkanına karşı çıkmak için geçerli bir gerekçesi ve desteği bu- lunmamaktadır. Bu nedenle, devlet sis- teminin işlemesine, devlet terbiyemiz gereği, mani olmamak gerektiği dü- şünülmektedir. Ancak seçim sonrası- nın seçimden daha fazla önem arz et- tiği açıktır. Kriz veya gerginlik yaşanıp yaşanmayacağını cumhurbaşkanının ve hükümetin davranışları belirleye- cektir. 5- Bir diğer önemli konu da, TSK ta- rafından izlenecek politikanın, başta Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) olmak üzere siyasi bir partinin politikaları ile çakışmaması, bir diğer deyişle TSK üzerinde veya arkasına sığınarak mu- halefet veya politika yapılmasına imkân verilmemesidir. 6- Türkiye’deki güvenlik, siyaset, ekonomi ve sosyal hayatla ilgili geliş- melerde AB ve ABD’nin önemli rol oy- nadığı şüphesizdir. Her ikisi ile de duygusallıktan uzak, gerçekçi ve birebir diyalog kurulmasına ihtiyaç bulun- maktadır. Saptamalar çok açıktır: TSK -kimi- lerine göre makas değiştirme olarak ka- bul edilse de- rotasını belirlemiştir ve bu rota, AKP, AB ve ABD ile çatışma- mayı, hatta uyuşmayı öngörmektedir. TSK’nin Yeni Rotası PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Gündem Olayı cıcığına kadar biliyoruz; her gün televizyonlardan göre, gazetelerden okuya ezberledik. Bir Türk Silahlı Kuvvetler personeli önce “olabilir” denip aranan, bulunamayınca “yok” sayılan o imzası kuru fotokopinin aslı olduğu söylenen ıslak imzalısını savcılığa gönderiyor. Bunu basından öğreniyoruz. O meçhul personel ıslak imzalı “imha planını” kuru kuruya göndermiyor; demokrasiye gönül bağlamış her dünya, -özellikle de Türkiye Cumhuriyeti- insanını gözyaşlarına boğacak duygu yoğunluğuyla kaleme alınmış bir mektupla birlikte gönderiyor. Mektubu sızdırıldığı basın organlarında okurken gözyaşlarımız eşliğinde “irticacı şer odaklarının imhasına yönelik” faaliyetlerde bulunduğu söylenen cuntacı askerlerin esamisini de öğreniyoruz. Muhbir personel bu ıslak imzalı belgeyi nasıl ele geçirmiş? Kim nerede nasıl bir faaliyette bulunmuş, nereden biliyor? Yanıtı basit; muhbir askerin kendisi de bir ara bu faaliyetlerin içinde yer almış, fakat sonra nadim olup vazgeçmiş. Ne var ki vazgeçtiğini kendisinden başka kimse bilmiyor; o da bu durumdan yararlanıp dört buçuk ay önce, yani belgenin kuru imzalı fotokopisinin ortaya çıktığı gün ıslak imzalı aslını gizlice yürütmüş. Çevresinde hâlâ “cuntacı” kimliğiyle dolaştığından “kim nerede ne yapmış” biliyor. Ülke gündemini şu sıralar bu heyecan verici olay oluşturuyor. Olayın doğal ki insanın merakını kaşıyan yönleri de var. Örneğin, muhbir asker belgeyi “Er, gene kon!” savcılarına iletmek için niçin dört buçuk ay beklemiş? Nedamet duyguları iyice olgunlaşsın diye mi? Bir de işin meraka değer bir teknik yönü var; muhbir asker ıslak imzalı belgeyi yerine teslim için neden en güvenilmez yolu, “normal posta” yolunu seçmiş? Maazallah ya kayboluverseydi? Yoksa o muhbir asker Türkiye’de normal postanın en güvenilmez yol olduğunu bilmiyor mu? Eğer o da bizler gibi normal bir Türk ise bunu bilmemesi olanaksız. Eğer bunu bilerek o yolu seçmişse kafalarda kuşkular beliriyor, “Kaybolursa kaybolsun, yenisi yapılır!” gibi bir durum mu söz konusu diye. Biliyorsunuz, teknoloji başını almış gidiyor. Hem her derdin bir çaresi var artık. Diyelim her şeyiniz tamam da bir ıslak imzanız eksik; hemen bir makine alıyorsunuz. Bu makinelerin ederi bin ile otuz bin arasında değişiyor. Koyuyorsunuz kuru imzayı önüne size aynısının ıslağını atıyor, hem de dilediğiniz kadar. Belgeyi siz yazın, altını o imzalasın. Üstelik parayı veren düdüğü çalar örneği atılan imzanın el ağırlığını bile ayarlayanları var. Bu koşullarda ve bu bilgiler çerçevesinde insan her gördüğü belgeye, kuru ya da ıslak altındaki imzaya inanamıyor. Ben bir 12 Mart ve 12 Eylül mağduru olarak TSK’nin siyasal yaşama her türlü müdahalesine karşı olan, “Asker kendi işine baksın!” diyenlerdenim. Anayasanın demokratikleştirip evrensel normlara uygun duruma getirilmesinden, askerin yerinin yeniden belirlenmesinden yanayım. Fakat TSK’ye yönelik eleştirilerin, “TSK bir fesat yuvasıdır!”, “Dağıtılıp yeniden kurulmalıdır!” dozuna yükselmesini de bu ülkenin bir insanı olarak içime sindiremiyorum. Doğrudur, eğer varsa Türk Silahlı Kuvvetleri içindeki cuntacıları bünyesinden atmalıdır, demokrasiye karşı girişilen hiçbir faaliyet cezasız kalmamalıdır. Demokrasiyi ve bizi bu tür faaliyetlere karşı koruyacak olan ise hukuktur. Ne var ki hukuk Silivri’deki gibi işleyecekse durumumuz vahimdir. Buna rağmen sığınacak başka bir liman yoktur. Bekleyip muhbir askerin ıslak imzalı belgesi özgün müdür, yoksa seri üretim midir, göreceğiz. Başka ne yapabiliriz ki? (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ k_urgenc@yahoo.com BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ Görgüsüz, fõr- satçõ kimse. 2/ “O yer” anla- mõnda kullanõlan sözcük... Gemi, tren, kõşla gibi yerlerde üst üste yapõlan yatak ye- ri. 3/ “Sürme” de denilen ekin hastalõğõ... Bre- zilya’nõn plaka imi. 4/ Bir ülke ya da bölgenin, ortalama hava koşulla- rõyla beliren durumu... Tuzak, kapan. 5/ Bir renk... Sõcak bölgelerde yetişen yağlõ bir ağaç. 6/ Dokunma duyusu... Bir nota. 7/ Tanrõtanõmaz... Tüyleri kiremit rengin- de bir yaban kuşu. 8/ Yanağõn alt kõsmõ... So- yundan gelinen kimse. 9/ Hayat arkadaşõ... Bir yanardağ patlamasõ sonucu or- taya çõkan küçük krater. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ “Afrika kokarcası” da denilen bir kürk hayvanõ. 2/ Uzak... Vücut õsõsõ. 3/ Pokerde kâğõt dağõtma sõrasõ ge- len oyuncunun, karõp kestiği kâğõtlarõ dağõtõlmak üzere kendisinden sonraki oyuncuya vermesi. 4/ Argoda mar- ka düşkünü olan züppe kimseye verilen ad... İlaç. 5/ Or- ta Asya’da yaşayan Şamanist Türkler arasõnda çeşitli şey- lerden anlam çõkartarak bakõlan fal... Güzel ötüşlü bir kuş. 6/ Yağmur suyunun biriktiği çukur... Kuşun yavrusuna taşõdõğõ yem. 7/ Tunus’un plaka imi.. Bir nota... Büyük demiryolu durağõ. 8/ Eskiden Rum korsanlarõna verilen ad. 9/ Küçük su kanalõ... Büyük ve süslü çadõr. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Ş İ F O N İ Y E R E M İ R M E M O Y A Ğ S A L İ M H R Ş Ü R E K A G S A E K T A Z A M E T P İ L O K A L A R Z İ M A M A L İ M P A R A N K İ M A 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Tarih Kesiti
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear