26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 19 EKİM 2009 PAZARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Mahalle Filmleri YALNIZ baskısı olacak değil a, pekâlâ sineması da olabilirmiş mahallenin. Çevre semtlerin küçük sinema salonları ya da yaz aylarının bahçe sinemaları anlamında almayın sakın; kastedilen, sinemacılık, film yapımcılığı, senaryoculuk, oyunculuk anlamında. Bunun ülkede ve belki de dünyada ilk denemesi Antalya mahallelerinde yapıldı. Son Altın Portakal Film Festivali’nde. Büyük olasılıkla, bu yıl festivalde görev üstlenen Vecdi Sayar’ın etkisi ve yerel yöneticilerin teşvikiyle. Kenti on küsur mahalleye ayırıp her birinde film çevirmeye meraklı ve hevesli olanlardan gruplar oluşturarak gönüllü eğiticilerin eline vermişler. Çekim malzemesi de cabası. Bir iki haftalık eğitim sonrası, mahalle sakinleri kendi kendilerine konular bulup senaryolar yazarak içlerinden çıkan yönetmenlerin öğretimleri yettiğince istedikleri gibi film çekmişler. Son akşam, büyük salonun Hollywood usulü kapanış töreninde süslü hanımlarla şık beyler Bornova Bornova’yı ve Kosmos’u konuşup ödülleri alkışlarken park içindeki amfitiyatroda mahalle filmlerinin gösterimi yaşanmaktaydı. Amatör sinemacılar, kardeşleriyle, ana babaları, haminneleri ve dedeleriyle hep oradaydılar. Kendilerini, kendi oyunlarını ve oynayışlarını seyretmek için. En yeni ve en geniş boyutlu bir çağdaş sanatı Anadolu halkına sevdirmek, benimsetmek ve insanlarımızı seyircilikten kurtarıp çağdaşlığın yaratıcılığına çekebilmek açısından bundan daha akıllıca bir deneme düşünülemezdi. Perdeye yansıtılan ürünlerin harika yapıtlar olduğu söylenemezdi elbet. Yanlışlar, deneyimsizlikler, toyluklar olacaktı elbet. Bunlara karşılık, çocukluktan henüz çıkmış eğlenceli bir genç kızlar grubunun “yaban hayvanı çekimleri üzerine oturtulmuş insan görüntüleri” diye özetlenebilecek bir teknik deneyişinde de şaşırtıcı bir özgünlük vardı. İnce benzetişler, neşeli dokunuşlar. Festival sözcüğünü “şenlik” diye çevirip öyle algılamak, yarışmaları birer hırs ve hırçınlık olayı olmaktan çıkarıp olumlu yaklaşımların şen şakrak sıcaklığında insanları birbiriyle kaynaştırmak, zamanla basit bir taklitçiliğe dönüşme tehlikesi taşıyan bir olayı yerlileştirmenin en doğru tarzı olabilir belki. mumtazsoysal@gmail.com S õfatlarõ arasõnda “demokratik” olan bir açõlõmõn, ülkede demokra- sinin giderek yok edildiği bir or- tamda yapõldõğõnõ topluma anlatmak giderek zorlaşõrken; direnç göste- rebilecek toplumsal kesitlerin temsilcilerini kõs- kõvrak bağlayan, karşõ görüşleri susturan bir baskõ ortamõnda adõ tam konulamayan, net ola- rak açõklanamayan bir “açılım” demokrasi ile anõlma şansõnõ başõndan yitirmiş oluyor. Kitle iletişim araçlarõ ülkeyi yöneten zih- niyetin tekeline girmiş; muhalefetin söylem- lerine kõsõtlõ ve daha çok eleştirel düzlemde yer veriliyor. Neredeyse her TV kanalõnda hemen her saat hükümet temsilcisi ya da yandaşlarõ- nõn haber ve yorumlarõ yer alõyor. Okumayan, ancak günde en az beş saatini TV izleyerek ge- çiren bireylerin sayõsõnõn katlandõğõ ülkede be- yin yõkama işlevinin sürdürüldüğü bu ortam için hâlâ “demokratik” deniliyor. Demokrasi konusu Türkiye’de en çok tüketilen bir ko- nudur. Yoklukla özdeş olan üzerinden siyaset yapmak, boşluğun istendiği gibi doldurulma şansõnõ yaratõr. Türkiye’de demokrasinin tüm kurum ve kurallarõ ile oluşturulup var edilme ve işletilmesindeki gecikme, demokrasiye (laikliğe, çoğulculuğa, hukukun üstünlüğüne, yargõ bağõmsõzlõğõna, basõn özgürlüğüne, mu- halefete tahammüle...) en uzak anlayõşõ iktidara taşõma noktasõna kadar uzanmõştõr. Dünyada hem yoksul hem de demokrasiyi işleten bir ülke gösteremezsiniz. Türkiye gi- derek artan genç işsiz sayõsõ ile yoksulluğu kat- lanan bir ülke. ‘Zenginler kulübü’ Demokrasiyi kurumsallaştõrmõş gelişmiş ülkelere aynõ zamanda “zenginler kulübü” de- nilmesi boşuna değildir. Giderek yoksullaşan halk için, evine girecek olan her lokma ekmek, “demokrasi” ve “açılım” söylemlerinden daha önemlidir. Soyut olan kavramlarõn ken- di geleceği adõna taşõdõğõ önemin, karnõ aç olan için somut ekmek lokmasõndan daha fazla ol- masõ beklenemez. Kaldõ ki, o kavramlarõn iç- eriğinin ne olduğu noktasõnda en bilinçli ge- çinen kesimde dahi bir ortak payda oluşturu- labilmiş değildir. Demokrasi farklõlõklarõn sentezi olmak idea- lini bõrakmõş, öteki, diğeri kavramlarõna sarõ- larak kimlikleri, yerelliği, dolayõsõ ile ayrõş- tõrmayõ vurguluyor olmuşsa, bunun ötesinde- ki beklentilerin neler olduğu kuşkusunun ka- põsõnõn aralanmasõ gerekir. Günümüzdeki ge- lişmeler Türkiye’yi AB’ye mahkûm eden ve bölgede kõmõldayamayan bir ülke durumuna sürüklemektedir. Demokrasinin içi boşaltılıyor Türkiye için başkoyduğu AB yolu, demok- ratikleşmede ilerleme getirmek yerine, ilerle- yebildiği göreceli demokrasinin içi boşaltõl- maktadõr. AB ülkeleri aracõlõğõ ile gelen tel- kinlerle, her birini hoşnut edecek parantezin açõlabileceği tartõşma başlõklarõ ile kamuoyu oyalanõrken, geri dönülmesi olanaksõz dõş politika adõmlarõ atõlmaktadõr. “Açılım” kelimesinin başõna sõfatlar ekle- nerek hukuk dili ile “saik” ortaya konulunca, bu açõklanmamõş düşünceyi herkes kendi is- tediği biçimde yorumlamaya kalkõştõ. Önem- li olan konunun topluma kabul sürecini baş- latmaktõ. Sonrasõ nasõlsa bir şekilde hazmet- tirilirdi. Bir süreç tamamlanmadan diğer bir ko- nu başlõğõ ortaya atõlarak toplumun ilgisi da- ğõtõlarak ve kõsa devreli şoklarla toplum mü- hendisliği yapõlmakta. Oysa tüm bunlara de- mokrasi denilebilmesi için taleplerin toplum- dan gelmesi, geniş kesimlerin konuyu açõklõk içinde tartõşõyor olmasõ gerekir. Toplumun der- di başõndan aşkõn. Toplum iş, aş derdinde. Olup bitenlere kayõtsõz, kaygõsõz değil; ancak top- lum adeta uyuşturulmuş, olup bitenleri şaş- kõnlõk ve bõkkõnlõkla izlemekte. En bilgisiz yurt- taş bile normal olmayan bir şeyler olduğunun farkõnda. “Türkiye pasif laikliğe geçmelidir, bu ev- rensel uygulamadır” sözü üzerine laiklik ko- nusunda Fransa ve İtalya’da aktif laiklik, sağlõklõ laiklik, sağlõksõz laiklik başlõklarõnda yapõlan tartõşmalar gündeme gelmişti. Şimdi de; “Her alanda olduğu gibi dini ilimler ala- nında da eski bilinenleri gözden geçirme, güncelleme, bugünün dünyasına ve talep- lerine göre çözümler üretme zamanıdır… Yanlış anlaşılmalara vesile olmasın, kas- tettiğim asla ve asla dinde reform değildir” denilerek, din yolunda ilerleyişin önü bi- limden dolanarak açılmaya çalışılıyor. Din Şûrasõ’nda dile getirilen bir öneri de; Diyanet İşleri Başkanlõğõ’nõn toplumsal sorunlar ko- nusunda rol alõp, çözümün parçasõ olmasõ, di- ni hizmetlere yeni ufuklar açmak, dini hiz- metleri daha verimli hale getirmek… Yorum sizin!.. AB’nin ilerleme raporlarõna da göz attõğõ- nõzda AB’nin Atatürk adõna takõntõ ile bir de- mokrasi açõlõmõ(!) öngörmeye başladõğõnõ gö- rüyorsunuz. AB, ilerleme raporlarõ ile Türki- ye’nin iç işlerine ve mevzuatõna karõşacak ka- dar ilerliyor, Türkiye ise giderek kapalõ bir top- lum modeline doğru sürüklenerek geriletiliyor. AB’ye tutunarak yola çõkan AKP giderek AB ile mesafeyi açõp, AB değerlerinden ülkeyi uzaklaştõrõrken, AB çõkarlarõna hizmet eden kri- terlere yakõnlaştõrõyor. Irak’a demokrasi getireceğini söyleyerek ül- keyi işgal eden ABD’nin Irak’a neyi götür- düğünü hepimiz gördük. Belki de Bush’a isa- bet etmeyen, isabet etmeyişi de isabetli olan Iraklõ gazetecinin pabucundan okumak en doğrusu, günümüzün demokrasi yalanõnõ. Demokrasi birileri tarafõndan bir yerden bir ye- re götürülemez. Toplumun kendi dinamikle- ri ile işletebildiği kadarõ ile kurumsallaşabilir. Ancak yõllarla oluşturulan kurumlarõn yerle bir edilmesi, demokrasinin bir anda askõya alõnõp, bir günde başka bir rejime geçilmesi müm- kündür. Getirilebilmesi yõllara, götürülmesi ise kõsa süreçlere sõğdõrõlabilecek bir rejimden söz ediyoruz. Atatürk’le başlayan modernleşme AB kapõsõna kadar gelip, üye olma talebin- de bulunuşumuzu Atatürk ile başlayan mo- dernleşme hareketlerine borçluyuz. Türki- ye’de Cumhuriyet demokrasinin yolunu aç- mõştõr. Bugün demokrasiyi tasfiye etmek is- teyenler Cumhuriyet ve kurumlarõnõ hedef alõr- ken, karalama kampanyasõnõ Atatürk üzerin- den yürütmeye çalõşmaktadõrlar. Ulus’taki Atatürk anõtõnõn sarõ yaldõzla parlatõlmasõ bu sürecin ironik bir özeti gibi. Tüm kurumla- rın içi, sahipleniliyormuş gibi yapılarak bo- şaltılıyor. Irak’a götürülmek istenen demokrasi ile sö- zü bağlayalõm. Bush’un demokrasisini pabu- cu ile başõna çalan Iraklõ gazeteci cezaevinden çõktõğõnda şu sözü söyledi: “Ben özgürüm ama ülkem değil!” Özgür bireyler ve özgür bir ülkeyi yaratmanõn yolu demokrasiyi geti- receğini söyleyenlerin peşinden giderek açõl- maz. Var olan köklü kurumlarõnõza sahip çõkmayõ gerektirir. Eline demokrasiyi sopa ola- rak alanlarõn ülkeyi götürecekleri yer nereden dolandõklarõndan okunabilir. AB ve AKP ile demokratikleşmek(!) Prof. Dr. Tülay ÖZÜERMAN CHP PM Üyesi AB kapõsõna kadar gelip, üye olma talebinde bulunuşumuzu Atatürk ile başlayan modernleşme hareketlerine borçluyuz. Türkiye’de Cumhuriyet demokrasinin yolunu açmõştõr. Bugün demokrasiyi tasfiye etmek isteyenler Cumhuriyet ve kurumlarõnõ hedef alõrken, karalama kampanyasõnõ Atatürk üzerinden yürütmeye çalõşmaktadõrlar. Kim Etti Bu Teklifi Sana? A vrupa Birliği’nin (AB) 2009 yõlõ İlerleme Rapo- ru’nda Atatürk’ü Koru- ma Kanunu, ifade özgürlüğünün önündeki engellerden biri olarak gösterilmektedir. 1951 yõlõnda çõ- karõlan Atatürk Aleyhine İşlenen Suçlar Hakkõndaki Kanun, de- mokratik düzene geçildiğinde, devrimin karşõsõndaki güçlerin Atatürk’ün manevi varlõğõna kar- şõ başlattõklarõ kaba saldõrõlarõ ön- lemek için çõkarõlmõştõ. Dönemin hükümeti, kanunu mutlaka çõkarmak istemesine kar- şõn, kendi saflarõndan gelen direnç karşõsõnda başarõsõzlõğa uğramak- tan çekinmekteydi. Direnenler, 1924 Anayasasõ’nõn 69. maddesi- ni dayanak yaparak kişi lehine ya- sal düzenleme yapõlamayacağõnõ savunmaktaydõlar. Hükümete yakõnlõğõyla bilinen bir milletvekilinin istemi üzerine Prof. Hirsch “Anayasa, başka şeylerin yanı sıra, bir şahsa im- tiyazların tanınmasına imkân sağlayacak yasaların çıkarıl- masını yasaklamaktadır…. Ta- sarıda ceza hukuku normlarıy- la korunması öngörülen huku- ki varlık bir şahıs olarak Ata- türk değildir. Burada korunmak istenen Türkiye Cumhuriye- ti’nin kurucusuna karşı Türk milletinde genel olarak yaygın bulunan hayranlık ve saygı duy- gusudur” şeklinde bilimsel görüş belirttikten sonra tasarõ yasalaşõr. Görülmektedir ki korunan Atatürk değil, Atatürk’e duyulan saygõdõr. Son çözümlemede bireydir/in- sandõr. Dine, Tanrõ’ya, bayrağa karşõ yapõlan saldõrõlarda da ko- runan din, Tanrõ, bayrak değil in- sanlarõn bağlõlõk duygusu, saygõ- sõdõr. İfade özgürlüğü savunulurken bireylerin değerleri de korunmak durumundadõr; ifade özgürlüğü, bi- reylerin bağlõlõk duygularõna ya- põlacak saldõrõlarõ içermez. Öte yandan, kaba saldõrõlar, sövme, ha- karet vb. söylemlerin ceza yasa- larõyla yaptõrõma bağlanmõş olmasõ ifade özgürlüğünü yabancõ un- surlardan arõndõrmak anlamõna da gelmektedir. Gerçekten de Yargõtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararõnda açõklandõğõ üzere “ortak huku- kun değişmez ilkesi olan baş- kalarının haklarına saygı (ge- reği) hakaret, sövgü ve iftira ni- teliğindeki ifadeler esasen dü- şünce özgürlüğünün özneleri olamayacağı için yasaklama” özgürlük alanõnõn arõndõrõlmasõ demektir. Kaldõ ki bu tür ifadeler fiziksel saldõrõdan daha az kötü ol- madõğõ gibi uygar toplumlarda buna izin verilmemesi gerektiği de unutulmamalõdõr. Önceleri “laiklikte çok ileri gittiniz”, ardõndan “Atatürk re- simlerini indiriniz” dediler. Şim- di ve önemlisi Atatürk’ün anõsõna saygõnõn, bağlõlõk duygusunun ko- runmasõ şöyle kalsõn hakaretin önünün açõlmasõ önerilebilmek- tedir. Ve en önemlisi de AB tem- silcilerine, Türkiye’den böyle bir öneri yapõlõp yapõlmadõğõ araştõ- rõlmalõdõr. AB’ye de “kim etti bu teklifi sana” diye sorulmalõdõr. Türkiye Cumhuriyeti’nin “pa- puççu muştalarına” gereksinimi olmadõğõ da hatõrlatõlarak!.. Hamdi Yaver AKTANYargõtay 8. Ceza Dairesi Üyesi ‘Suyu Arayan Adam’ ve Kadrosu S on sözümü baştan söyleyeyim. Lütfen bu kitabõ alõn ve hemen okuyun. Ne zaman basõlmõş, hakkõnda kim ne yazmõş, şu anda okunur kitaplar listesinde kaçõncõ sõradaymõş gibi õsõnma turlarõna gir- meden, ‘Biz onu çoktan okumuştuk’ de- meden yeniden okuyun. Şevket Süreyya Aydemir’in “Suyu Arayan Adam” adlõ ki- tabõndan söz ediyorum. Ben yõllardõr başu- cu kitaplarõmdan olan bu yapõtõ nereye oturtacağõmõ hâlâ bilemedim. Anõ mõ, öy- kü mü, roman mõ, bir dönemin perde arka- sõ mõ, bir büyük liderin ve yol arkadaşlarõ- nõn bitmez tükenmez coşkusu mu? Karar- sõz kaldõm, iyisi mi okumayanlar okusun, okuyanlar yeniden okusun ve ne olduğuna hep birlikte karar verelim. Şimdi kitabõn sayfalarõnõ çevirelim… “Yeni devletin bütçesi çok mecalsizdi. Bütün kaynakları kurutan iki büyük harpten henüz yeni çıkılmıştı. Her şeyi ye- niden ve temelden yapmak lazımdı. An- kara bu mecalsiz ve takatsiz bütçeye, ken- di ruhundan bir şeyler katan, onu böy- lece zenginleştiren idealist insanlara sa- hipti. Çankaya’daki basit bağ köşkünde genç, dinamik, halkına bağlı bir insan ya- şıyordu. Ondan taşan hayatiyet havası kı- raç ve harap Ankara’ya durmadan ya- yılarak, ruhları tazeliyordu… Maarif Vekili Necati Bey, genç, hare- ketli bir insandı. Ona göre zamanın ge- cesi gündüzü yoktu. Vekâlette iş, bütün dairelerin kapıları kapandığı zaman baş- lar, müdürlerin ve umum müdürlerin odalarında lambalar gecenin geç saatle- rine kadar yanardı. O bu toprağın bek- lediği adamlardan biriydi, ama bu top- rağın alıştığı adam değildi.” Şimdi daha iyi anladõğõmõz ve özlemini çektiğimiz o insanlara gelelim... Onlar sanki bir başka dünyanõn insanla- rõydõlar. Yaşamlarõnõn merkezinde devlet malõnõ korumak, ülkeyi ve halkõ koşulsuz- karşõlõksõz sevmek vardõ. Devletin parasõ- nõ harcarken içleri titrer, bindikleri geminin kaptanõ değil, tayfasõ olmayõ yeğler, “Benim memurum işini bilir” gibisinden alçakça ve ahlaksõzca sözleri ağõzlarõna almaz, sa- dece görevlerini yetkinlikle yaparlardõ. Güç odaklarõnõn, şanõn, şöhretin yanõnda yer almazlardõ. Mafyayla, para babalarõyla, sonradan görme zenginlerle sünnet-düğün- eğitim giderleri gibi ilişkiler içine girmez, taksitle yaşar, borçla ölürlerdi. Özetle “bü- yük” sözcüğü onlarõn yanõnda “küçük” ka- lõrdõ... Gerilere gittiğimde, bellek müzemi- zi araladõğõmda, anõlarõn üstündeki örtüle- ri kaldõrdõğõmda, şimdi daha iyi değerlen- diriyorum yaptõklarõnõ… Yõl 1920. Ankara’ya gelen milletvekil- lerinin bir bölümü tanõdõklarõnõn evlerinde, bir bölümü Karaoğlan çarşõsõndaki altõ ahõr olan han odalarõnda, bir kõsmõ da yatõlõ okul öğrencileri gibi Erkek Öğretmen Oku- lu’nda kalõyorlar. Milletvekillerinin aylõk ödenekleri yalnõzca 100 lira. 1930’lu yõlla- ra gelince o milletvekilleri, 500 lira olan ma- aşlarõnõ 350 liraya indirmek için teklif ve- rirler ve teklif oybirliğiyle kabul edilir. Bu olay bugün anlamakta da, anlatmakta da zor- lanacağõmõz çok özel bir örnek olarak siyasi tarihimizde yerini almõştõr. Şimdi daha çok özlüyorum o insanlarõ… 1923-1938 yõllarõ arasõnda “kalkınma hı- zı” bakõmõndan Rusya ve Japonya ile bir- likte dünyada ilk 3 ülkeden biri olan Tür- kiye, 2009’da kalkõnma hõzõyla olmasa da “birilerini kalkındırma hızıyla” rakip ta- nõmamaktadõr! Adlarõnõn önünde koca ko- ca unvanlar taşõyan, ama utanmak nedir bil- meyen, yõllarca uygulanan ekonomi politi- kalarõnda sanki hiç suçlarõ, sorumluluklarõ, önerileri, katkõlarõ yokmuş gibi davranan adamlarõn simit, sakõz, karanfil alõp vermeye indirgediği ekonomik krizimizle, “yurtdı- şı eğitim bursu” içeren özel dostluklarõ- mõzla, bir türlü açõlamayan “açılımları- mızla”, 16 milyonu bulan açlõk sõnõrõnda- ki yurttaşõmõzla, çocuklarõnõn sünnet ve dü- ğün takõlarõyla sermayeyi doğrultan bü- yüklerimizle kalkõnma hõzõmõz açõk seçik or- tada değil mi? Çok pahalõ bir ucuzluğun sergilendiği, va- satlõğõn doruğa tõrmandõğõ ülkemizde, siz hâ- lâ bu ülkede kalite niye prim yapmõyor di- ye üzülenlerden misiniz? Üzülmeyin! Geç- mişimizi aydõnlatan değerlerimizi düşü- nün, geleceğimizi karartan büyüklerimizi iz- leyin, ertelenen umutlarõmõza bakõn ve iler- leyen yaşõmõzõ dikkate alõn... Neşe DOSTER
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear