Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
ekonomi@cumhuriyet.com.tr
19 EKİM 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA
EKONOMİ 13
CMYB
C M Y B
ANKARA PAZARI
YAKUP KEPENEK
Yargı ‘Kendini’ Yaralıyor...
Toplumsal dokunun en sağlam olması gereken
bağlantı “teli” adalettir.
Eğer bu tel incelirse, kopacak duruma gelirse
ve adalet duygusu yerle bir olursa toplumu bir
arada tutan ana tel kopar.
Toplumun yaşadığı ekonomik adaletsizlikleri,
yolsuzlukları, işsizliği, yoksullaşmayı; eğitim ve
sağlıktaki eşitsizlikleri; bürokrasideki haksızlıkları..
bir tarafa bırakalım.
Yargının özellikle 12 Eylül sonrasında olumsuz
yöndeki evrimine; onlarca işleyeni bulunmayan
cinayetin karanlıkta bırakılmış olmasına ve diğer
aksaklıklarına da bakılmasın.
Ergenekon ve Dink duruşmalarında
yaşananların toplumun “adalet duygusunu” en
azından zedelediği gerçeğini; kimi
soruşturmalarla ilgili büyük soru işaretlerini; ve
kimilerinin “gizlilik” içinde yürütülmesinin adalet
duygusuna verebileceği zararları; iletişim alanında
konulan “yasakları”.. da bu yazının dışında
tutalım.
Yine de, çıkan son üç karar hiçbir biçimde göz
ardı edilemez niteliktedir.
Birincisi, geçen ay, 22 Eylül’de, beş yıl süren bir
cinayet davası sonuçlandı.
Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu, güvenlik
güçlerine “taş atan” kalabalığa “yedi kurşun”
sıkarak bir kişinin ölümüne neden olan askere
“bölgenin özellikleri gerekçesiyle” ceza
verilemeyeceğine hükmetti. Başsavcı ve YARSAV
(Yargıçlar ve Savcılar Birliği) Başkanı -dinci
basının hedef göstermekten çekinmediği- Ömer
Faruk Eminağaoğlu’nun gerekçeli “itirazına”
bakılmaksızın, sanığa “beraat” kararı çıktı.
Başsavcının bile itiraz ettiği bu karar sonucu
toplumda adalet duygusunun yara almadığı
söylenebilir mi?
İkincisi, yaklaşık on gün önce, bu kez Anayasa
Mahkemesi, bir karar aldı. İlköğretim 5. sınıfı
bitirenler için tatil döneminde yaz Kuran kursları
açılmasını öngören ve Kuran kursu konusunu
yönetmeliklere bırakan kanun maddelerinin iptal
edilmesini Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu
Anayasa Mahkemesi’nden istemişti... Anayasa
Mahkemesi bu isteği reddetti.
Böylelikle, 11-12 yaşındaki çocukların, zihinsel,
ruhsal ve belki de bedensel gelişmelerini olumsuz
etkileyebilecek bir sürecin önü açılmış oldu;
çocukların “tatil yapma” ve tatilde dinlenme hakkı
ellerinden alındı. Anayasa Mahkemesi’nin ya da
herhangi bir mahkemenin “çocuk haklarını”
ortadan kaldıracak bir oluşuma evet demeye; bir
hakkın “gasp” edilmesine yol açmaya hakkı
olabilir mi? Kaldı ki iki en üst yargı organının bir
konuda çelişkili kararları adalet kavramıyla
bağdaşır mı?
Üçüncüsü, aynı günlerde Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu bir karar verdi. Nobel Ödüllü yazar Orhan
Pamuk’a, Ermeni soykırımı savları bağlamında
söylediği sözler nedeniyle, açılan tazminat
davasını yerel mahkeme reddediyor. Yargıtay’ın
ilgili dairesi, yerel mahkemenin kararını
“oyçokluğuyla” bozuyor; yerel mahkeme
kararında direniyor; bu kez Yargıtay Hukuk Genel
Kurulu, Yargıtay’ın ilgili dairesinin bozma kararına
uyuyor ve vatandaş olan “herkesin” maddi
tazminat davası açabileceğine karar veriyor;
Pamuk’un karara karşı yaptığı itiraz da
reddediliyor.
Kararın, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir
kararıyla çelişip çelişmediği ya da hukukun temel
ilkeleri açısından değerlendirilmesi büyük önem
taşıyor.
Düşünce özgürlüğünü çok olumsuz
etkileyebilecek olan bu kararın hak ve adalet
duygusuyla bağdaştırılmasına olanak var mı?
Her üç karar süreci, yargının kendi iç işleyişinin
çok sancılı olduğunu kanıtlıyor.
Ayrıca hangi anlayışla bakarsanız bakın, bu
kararlar toplumun “adalet duygusunu” daha da
aşındırır.
Yargı yaralıdır. Bu yarayı “bakım ve onarıma”
alması gereken, kesinlikle “yargının kendisi”
olmalıdır.
Yargının organları ve kurumları, yargıçların,
savcıların ve avukatların örgütleri, özellikle Türkiye
Barolar Birliği sorunu tartışmalı ve yarayı
iyileştirmenin yolunu bulmalıdır. Özellikle de
YÖK’ün, çağdaş hukuk eğitiminin temellerini
dinamitleyebilecek kararlar aldığı bir sırada,
böylesi bütüncül değerlendirme kaçınılmaz bir
zorunluluktur.
Onlar kendilerini düzeltmezse birileri “reform”
adı altında yargıyı düzeltir!
Ve o birileri, düzeltirken “yargıya ne yaparlarsa
yapsınlar” toplumun gözünde “haklı” olurlar. O
durumda yıkımın “sorumlusu” kimler olur?
Yargının topluma da kendine de bu haksızlığı
yapmaya hakkı yoktur!
yakupkepenek06@hotmail.com
Batı merkezli dünya ekonomisinin
geleceğine ilişkin, geçen hafta, yine
ilginç gözlemler yapma şansımız
oldu. Bunlardan biri dünya
ekonomisinin (yüzyılın mali şokunun)
merkezindeki “garipliklerle” ilgiliydi.
İkincisi de, doların geleceğine ilişkin
tartışmalarla...
İndeks 10 binde;
ikramiye 16 milyar dolar
Mart ayında 7 binin altında
sürünen Dow Jones Endeksi (DJİ)
geçen hafta 10 binin üzerine çıktı.
Bu yükseliş, krizden çıkıyoruz
havasına önemli bir katkı
yapabilirdi; aksine, mali çevrelere
yakınlığıyla bilinen CNBC
kanalında, “Market Watch”
portalında, Wall Steet Journal’da
bile şüpheyle karşılandı.
Yorumcular işsizliğin, üretimin
durumuna dikkat çekerek, “Dow,
ekonomiyi temsil etmiyor”
saptamasında birleştiler.
Gerçekten de, DJİ ABD’nin en
büyük 30 firmasının hisselerini,
ilgili spekülatif hareketleri izliyor.
Halbuki 350 binden fazla üretken
firmanın performansını izleyen bir
endeks daha var: Bağımsız
İşverenler Ulusal Federasyonu
Endeksi (NFIB). Mart ayından bu
yana DJİ yüzde 50 artarken, NFIB
Endeksinin artışı yüzde10’da
kalmış (Market Watch, 14/10/09).
“Eh yüzde 10 da fena değil”
diye düşünürken, gidip NFIB
endeksinin bileşenlerini gösteren
ekim ayı raporuna bakınca
gördüm ki, bu endeks aslında
2006’da, 101’den düşmeye
başlamış. 2009 başında 82’ye
kadar inmiş. Eylül sonu itibarıyla
88’de sürünüyor. Rapor, üç aylık
gelir artışı verilerinin bu sektörde
yüzde -40, -50 arasında kaldığını,
işletmelerin talep yetersizliğinden,
kredi bulamamaktan büyük sıkıntı
içinde olduğunu gösteriyor.
Bu kesimde sermaye
harcamaları eğilimi düşük,
işçi çıkarmaya devam
ediyorlar. Medya bunlarla değil de
en büyüklerle ilgilendiğinden,
genelde gerçekçi olmayan bir
iyimserlik egemen oluyor. Nasıl
olmasın? En büyüklerin, hazine ve
Fed tarafından kurtarılan, artık, her
biri ortaçağların yozlaşmış feodal
dukalıklarını andıran kimi yatırım
bankalarının bilançolarında adeta
güller açıyor. Örneğin, Goldman
Sachs, günde ortalama 35 milyon
dolar kâr yapmaya devam
ederken (The Guardian, 15/10/09),
toplumun büyük bir kesiminde,
işini, tasarruflarını kaybedenler
arasında finans kesimine yönelik
artmakta olan kızgınlığa
aldırmadan, çalışanlarına kişi
başına ortalama 527 bin dolar
olmak üzere toplam 16.7 milyar
dolar ikramiye dağıtmaya
hazırlanıyor.
Sizi bilmem ama tam bu
noktada benim aklıma yine, Jared
Diamond’un, Collapse: How
Societies Choose to fail or succed
(Çöküş: Toplumlar, başarılı veya
başarısız olmayı nasıl seçiyorlar-
Penguin, 2006) başlıklı çalışması
geldi. Diamond’un çalışmasına
göre, çöküş, toplumların
varlıklarını sürdürmeleri için
vazgeçilmez doğal kaynaklar
tükenirken, toplumun geri kalanına
göre bu tükenmenin etkilerinden
yalıtılmış bir yaşam sürdüren
yönetici sınıf üyelerinin
dikkatlerinin, zenginleşmek,
birbirleriyle rekabet etmek,
savaşmak, anıtlar dikmek, tüm bu
etkinleri desteklemek için üreticiyi
daha çok sömürmek gibi kısa
dönemli hedeflere odaklandığı,
halkın duygularına, taleplerine
duyarsızlaştığı bir noktada
başlıyor.
Dolara ne olacak?
“Tam çöküşten söz ederken
dolara geçmenin âlemi var mı?”
demeyin. Doları konuşurken,
aslında, dünya ekonomisinin
dengelerinin, ABD hegemonyasının,
ona dayanan Batı merkezli sistemin
geleceğini konuşuyoruz. Bu açıdan
doların geleceği, bu gelecek
şekillenirken başta ABD olmak üzere
çeşitli toplumların egemen
sınıflarının tepkileri, Diamond’un
değindiği “Çöküş” senaryolarıyla
yakından ilgili.
Doların uluslararası konumu,
ABD’nin “senyoraj” hakkı, ABD
egemen sınıflarının, başta Avrupa
olmak üzere, diğer ülkelerin egemen
sınıfları üzerindeki hegemonyasının
devam edebilmesi açısından
yaşamsal bir öneme sahip. ABD,
1970’lerin başında, yapısal bir krizin
başladığı, ekonomik üstünlüğünün
gerileme sürecine girdiği bir noktada
doları altına bağlı olmaktan çıkarınca
çok önemli bir ayrıcalık elde etti:
Artık, ABD, para basıp (üretilmesi
birkaç cent’e mal olan bir kâğıt
parçasının üzerine, 1 dolardan 100
dolara kadar değişen
değerler yazıp), dünya
piyasasından mal,
şirket satın alabilecek,
yatırım yapabilecek, kredi yoluyla
diğer ülkeleri kendine bağımlı
kılabilecek ya da aniden faizleri
arttırıp krize itebilecekti. ABD dış
borçlarını bile bu para birimi
üzerinden gerçekleştirebilecek, bu
parayla ülke içinde tüketimi
destekleyip toplumsal istikrarı
koruyabilecekti.
ABD’nin ekonomik yapısı
zayıfladıkça, kapasite fazlasını
emecek talebi yaratmakta yetersiz
kaldıkça, diğer bir deyişle değer
yaratma kapasitesi geriledikçe,
başka ülkelerin tasarruflarını
(birikimlerini) kendi ülkesine
yönlendirmek, mülk edinebilmek için
bu olanağa daha çok yaslandığını,
giderek dünya piyasalarını dolarla
doldurduğunu, kredi köpüklerinin
oluşmasına yol açtığını gördük. Bu
köpükler 2007/08 yılında patlayarak
100 yılın en büyük finansal şokunu
yarattılar. ABD’nin, bu şokun
yarattığı ortamda mali köpüğü
temizlemek, fazla (verimsiz)
kapasitenin yok olmasına olanak
sağlamak yerine, piyasa kuralları
gereğince batması gereken
işletmeleri, bankaları, bu dolar
yaratma kapasitesine yüklenerek
kurtarmaya giriştiğini, piyasalara
dolar (3 trilyon doğrudan, 17 trilyon
dolar dolaylı olarak) basmaya devam
ettiğine şahit olduk.
Bu yolla ABD yalnızca stratejik
firmalarını korumakla kalmıyor, dolar
devalüasyonuna dayanarak
uluslararası ticarette rekabet gücünü
arttırıyor, enerji ithalatının maliyetini
sınırlıyor, borçlarını azaltıyor
(Marttan bu yana dolar yüzde 15
değer kaybetti - ABD borcunun
yüzde 15’i silindi), elinde dolar
rezervi bulunduran büyük güçleri,
rakiplerini de mali olarak vuruyordu.
Bu yüzden, bir taraftan doların
çöküş senaryoları konuşulurken, Çin
ve Rusya’nın önderliğinde Japonya
ve Hindistan, Brezilya ve OPEC
ülkelerinin de desteğiyle, yeni bir
uluslararası rezerv para arayışı
giderek yoğunlaşmaya başladı.
Doların rezerv para olarak
kalabilmesi için dolara olan güvenin,
talebin belli bir düzeyde kalması
gerekiyor. Bu nedenle, petrol gibi
stratejik malların ticaretinin dolar
üzerinden yapılması doların
konumunu koruması açısından
yaşamsal öneme sahip. ABD, bir
taraftan doların “senyoraj” ayrıcalığı
sayesinde askeri harcamalarını
finanse edip dünyanın en güçlü
ordusunu yaşatabiliyor. Diğer
taraftan bu orduyu, senyoraj
ayrıcalığını da tehdit edici olasılıklara
karşı (örneğin, kimi savlara göre
petrol ihracatında, dolardan çıkmaya
hazırlanan Irak’a ambargo koyarak
sonra işgal ederek) caydırıcı bir araç
olarak kullanıyor.
Geçen hafta dolara olan
güvensizliğin derinleştiğini gördük.
Geçen üç ay içinde oluşan
uluslararası rezervler içinde doların
payı yüzde 37’ye düşmüş (New York
Post, 13/10/09). Bloomberg’in
aktardığına göre, Sumutomo
Bank’ın baş stratejisti Daisuke Uno,
“Gelecek yıl dolar 50 yene düşebilir.
Dolar rezerv para konumunu
kaybedecek” diyormuş. Bu
tartışmalar bağlamında, İngiltere’nin
hegemonyasını kaybetme süreciyle
ABD’nin bugünkü durumunu
karşılaştıran bir Wall Street Journal
yazısı, egemen sınıfların, çöküşten
önceki duyarsızlıklarını çarpıcı
biçimde yansıtan bir saptamayla
bitiyordu. Yazara göre, ABD
hegemonyası gerilerken “sağlık
sistemi, iklim değişikliği üzerinde
didişmek, Roma yanarken keman
çalmaya benziyor”muş (12/10/09).
Krizden Sınıf Manzaraları...
DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com
BAŞAK KORAMAZ
HATAY- Garanti
Bankasõ Genel Müdür
Yardõmcõsõ Nafiz Ka-
radere Suriye ile vize
uygulamasõnõn kaldõ-
rõlmasõnõn Antakya
ekonomisi için olumlu
bir gelişme olduğunu
belirterek Antakya’nõn
Ortadoğu pazarõna ya-
kõn olmasõ nedeniyle
bu konumunu lojistik
liderliğe dönüştürebi-
leceğini kaydetti.
Garanti Bankasõ’nõn
düzenlediği ‘Anado-
lu Sohbetleri’nin 62.
toplantõsõnda konuşan
Karadere, şehrin, et-
kin marka yönetimi
anlayõşõyla bir an evvel
dünyaya tanõtõmõnõn
yapõlmasõ gerektiğini
söyledi.
Karadere, Garanti
Bankasõ’nõn Antak-
ya’ya 2009’un üçüncü
çeyreğinde 409 mil-
yon TL kredi aktardõ-
ğõnõ belirterek, şehirde
107 bin müşterisi ol-
duğunu açõkladõ.
Ekonomi Servisi - Türki-
ye’de 10 milyon 305 bin kişi-
nin, herhangi bir sosyal gü-
venlik kurumuna kaydõ olma-
dan çalõştõğõ belirlendi. Bun-
lardan yüzde 50.4’ü tarõm sek-
töründe istihdam edilirken,
yüzde 49.6’sõ tarõm dõşõ alan-
da faaliyet gösteriyor.
ANKA’nõn Türkiye İstatis-
tik Kurumu (TÜİK) verile-
rinden yaptõğõ hesaplamaya
göre temmuz ayõnda istih-
damdaki toplam nüfus 22 mil-
yon 213 bin olurken, bunun 10
milyon 305 bin kişisini her-
hangi bir sosyal güvenlik ku-
rumuna kaydõ bulunmayan-
lar oluşturdu.
Ücretli ve yevmiyeli ola-
rak çalõşan toplam 13 milyon
112 bin kişiden yüzde 28.5’ini
oluşturan 3 milyon 737 bin ki-
şinin kayõtdõşõ çalõştõğõ belir-
lendi. İşveren olarak faaliyet
gösteren 1 milyon 195 bin ki-
şiden yüzde 26.9’unu oluştu-
ran 321 bin kişi ile kendi he-
sabõna çalõşan 4 milyon 478
bin kişiden yüzde 69.1’ini
oluşturan 3 milyon 95 bin ki-
şinin de sosyal güvenlik kay-
dõ bulunmadõğõ saptandõ.
Geçen yõl temmuz döne-
minde yüzde 44.3 olan ka-
yõtdõşõ istihdam, 2009 Tem-
muz’unda yüzde 46.4’e yük-
seldi.
Kayõtdõşõ istihdam verileri
bir önceki aya göre
ise 0.7 puanlõk artõş
gösterdi. Haziran
2009’da kayõtdõşõ is-
tihdam yüzde 45.7
olarak gerçekleş-
mişti.
22 milyon 213 bin
olan çalõşanõn 10 milyon
305 bin kişisi, herhangi
bir sosyal güvenlik
kurumuna kaydõ
bulunmadan
istihdam ediliyor.
Büyüme 1’den 3’e çıkarıldı
“AB’nin parçasısınız vize gereksiz”LONDRA/ANKARA (AA) - Küresel krizden
toparlanma süreciyle birlikte, bazõ uluslararasõ
kuruluşlar, Türkiye’nin gelecek yõla ilişkin eko-
nomik büyümesini yukarõ yönlü revize etmeye baş-
ladõ. Avrupa Bankasõ, daha önce mayõs ayõnda yüz-
de 1 olarak tahmin ettiği Türkiye’nin 2010 eko-
nomik büyümesini yüzde 3’e çõkardõ.
Banka, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu
ve Güney Avrupa bölgesinde, ekonomilerin, bu yõl
küçüleceğini, ancak, toparlanmanõn gelecek yõldan
itibaren kendisini hissettireceğini belirtti. Avrupa
Bankasõ, Türkiye ekonomisinin bu yõl yüzde 6 ora-
nõnda küçüleceğini de dile getirdi.
Sabitsermayeyatırımıazaldı
ANKARA (AA) - Türkiye, sürdürülebilir bü-
yüme ve istihdamõn temeli sayõlan sabit sermaye
yatõrõmlarõnda 57 ülke arasõnda 45. oldu.
Yatõrõmlarõnda listede ilk sõrada yüzde 42.2 ile
milli gelirinin neredeyse yarõsõnõ sabit sermaye ya-
tõrõmlarõna ayõran Çin yer alõrken, bunu yüzde 35.6
ile Hindistan, yüzde 35.3 ile de Bulgaristan ve Ro-
manya izledi. Bu da Türkiye’nin sabit sermaye ya-
tõrõmlarõnõn milli gelire oranõnõn, Çin’in yatõrõm pa-
yõnõn yarõsõ bile olamadõğõnõ ortaya koydu. Diğer
taraftan Türkiye’nin sabit sermaye yatõrõmlarõ
2008’de yüzde 4.64 oranõnda geriledi.
Ortadoğu’nun
yeni lojistik
üssü: Antakya
Türkiye’de istihdam edilenlerin yüzde 46.4’ü kayõtdõşõ çalõşõyor En büyük grubu ücretsiz aile işçileri oluşturuyor
Çalõşanõn güvencesi yok
Kayõtdõşõ çalõşanlar içinde en büyük grubu ücretsiz
aile işçileri oluşturuyor. Büyük bölümü tarõm
kesiminde bulunan ve standart bir istihdamdan
farklõ olarak tarõm ya da ticaretle uğraşan ailesine
yardõm eden bu kişilerin toplam sayõsõ 3 milyon
428 bin kişi. Bunlarõn yaklaşõk yüzde 92’si
oranõndaki 3 milyon 153 bininin sosyal güvenlik
sistemine kayõtlõ olmadõğõ görüldü. Normal bir
istihdam olanağõ elde edemediği için mevcut
konumda yer alan bu kişilerin ücretsiz aile işçisi
şeklinde tanõmlanmasõ, Türkiye’deki işsizliğin
boyutlarõnõ da olduğundan küçük gösteriyor.
Kayõtdõşõ çalõşanlar toplamõnõn 5 milyon 201 bini
tarõmda, 5 milyon 104 bini ise tarõm dõşõ
sektörlerde bulunuyor. Tarõm sektöründe kayõtdõşõ
çalõşanlar, toplam kayõtdõşõ istihdamõn yüzde
50.4’ünü oluşturuyor. Kayõtdõşõlõk oranõ tarõmda
yüzde 87.1, diğer sektörler ortalamasõnda yüzde
31.4 düzeyinde gerçekleşti.
ÜCRETSİZ AİLE İŞÇİLERi BAŞI ÇEKİYOR
MURAT GÜLDEREN
Metro Grup Kamu İlişkileri
Müdürü ve Türk-Alman Ticaret
ve Sanayi Odasõ Başkanõ Ra-
inhardt Freiherr von Leop-
rechting, Almanya’nõn Türki-
ye’nin en önemli partnerlerinden
biri olduğunu, ancak vizelerde-
ki bürokrasi zorluklarõ nede-
niyle umut verici pek çok giri-
şimin yarõda kaldõğõnõ söyledi.
Yaklaşõk 200 Türk gõda fir-
masõnõn katõldõğõ Almanya’da-
ki Anuga Gõda Fuarõ’nda ko-
nuşan Leoprechting, oda olarak
vizenin kaldõrõlmasõna yönelik
sürekli büyükelçilikle irtibat
halinde olduklarõnõ belirtti.
Türkiye’nin kesinlikle AB’nin
bir parçasõ olduğuna dikkat çe-
ken Leoprechting, “Türki-
ye’nin AB’ye katılımı söyle-
nenlerin tam aksine çok bü-
yük şans ve çok az risk. Biz-
ler ayrıca Alman yatırımcıla-
ra Türkiye’nin fırsatlar ülkesi
olduğunu söyleyerek onları
ikna etmeye çalışıyoruz. Oda
olarak gündemimizdeki ana
madde Türkiye’nin AB’ye
girmesidir” dedi.
Özellikle kriz döneminde iki
ülke arasõndaki ikili ilişkileri
hõzlandõrõp teşvik etmeye ve
tanõtmaya devam edeceklerini
vurgulayan Leoprachting, di-
namik özel sektörü ve genç, tü-
ketim eğilimi yüksek olan nü-
fusuyla Türkiye pazarõnõn da Al-
manya için gelecekte önem ka-
zanmaya devam edeceğini kay-
detti.
Leoprechting şöyle konuştu:
“Uzmanlar, Türkiye ekono-
misindeki hızın gelecek yıl-
larda yüzde 15’e kadar yük-
seleceğini tahmin ediyorlar.
Türkiye yatırım alanı olarak
cazip bir ülke haline geliyor.
Türkiye, yatırım için fırsatlar
ülkesi.”
Türkiye için partisinden ayrıldı
Aktif üyesi olduğu Hıristiyan Sosyal
Birlik Partisi’nden Türkiye karşıtı
politikalarından dolayı istifa ettiğini
kaydeden Leoprechting, eski
partisinin seçim
kampanyalarındaki ana
mesajının, Türkiye’siz bir
Avrupa Birliği olduğunu söyledi.
Leoprechting, “Böyle bir yaklaşım
politik bir aptallık. Türkiye’nin AB’ye
tam katılımı için destek veren parti lideri
çok sık fikir değiştirmeye başladı. Bu
gelişmeler beni kaygılandırdı ve istifa
etmeme neden oldu” dedi.
Türkiye’nin kesinlikle
bir AB ülkesi
olduğuna vurgu yapan
Türk-Alman Ticaret ve
Sanayi Odasõ Başkanõ
Leoprechting,
vize alõmõndaki
zorluklar nedeniyle
umut verici
pek çok projenin
iptal edildiğini belirtti.