28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
ekonomi@cumhuriyet.com.tr 19 EKİM 2009 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA EKONOMİ 13 CMYB C M Y B ANKARA PAZARI YAKUP KEPENEK Yargı ‘Kendini’ Yaralıyor... Toplumsal dokunun en sağlam olması gereken bağlantı “teli” adalettir. Eğer bu tel incelirse, kopacak duruma gelirse ve adalet duygusu yerle bir olursa toplumu bir arada tutan ana tel kopar. Toplumun yaşadığı ekonomik adaletsizlikleri, yolsuzlukları, işsizliği, yoksullaşmayı; eğitim ve sağlıktaki eşitsizlikleri; bürokrasideki haksızlıkları.. bir tarafa bırakalım. Yargının özellikle 12 Eylül sonrasında olumsuz yöndeki evrimine; onlarca işleyeni bulunmayan cinayetin karanlıkta bırakılmış olmasına ve diğer aksaklıklarına da bakılmasın. Ergenekon ve Dink duruşmalarında yaşananların toplumun “adalet duygusunu” en azından zedelediği gerçeğini; kimi soruşturmalarla ilgili büyük soru işaretlerini; ve kimilerinin “gizlilik” içinde yürütülmesinin adalet duygusuna verebileceği zararları; iletişim alanında konulan “yasakları”.. da bu yazının dışında tutalım. Yine de, çıkan son üç karar hiçbir biçimde göz ardı edilemez niteliktedir. Birincisi, geçen ay, 22 Eylül’de, beş yıl süren bir cinayet davası sonuçlandı. Yargıtay Ceza Daireleri Genel Kurulu, güvenlik güçlerine “taş atan” kalabalığa “yedi kurşun” sıkarak bir kişinin ölümüne neden olan askere “bölgenin özellikleri gerekçesiyle” ceza verilemeyeceğine hükmetti. Başsavcı ve YARSAV (Yargıçlar ve Savcılar Birliği) Başkanı -dinci basının hedef göstermekten çekinmediği- Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun gerekçeli “itirazına” bakılmaksızın, sanığa “beraat” kararı çıktı. Başsavcının bile itiraz ettiği bu karar sonucu toplumda adalet duygusunun yara almadığı söylenebilir mi? İkincisi, yaklaşık on gün önce, bu kez Anayasa Mahkemesi, bir karar aldı. İlköğretim 5. sınıfı bitirenler için tatil döneminde yaz Kuran kursları açılmasını öngören ve Kuran kursu konusunu yönetmeliklere bırakan kanun maddelerinin iptal edilmesini Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu Anayasa Mahkemesi’nden istemişti... Anayasa Mahkemesi bu isteği reddetti. Böylelikle, 11-12 yaşındaki çocukların, zihinsel, ruhsal ve belki de bedensel gelişmelerini olumsuz etkileyebilecek bir sürecin önü açılmış oldu; çocukların “tatil yapma” ve tatilde dinlenme hakkı ellerinden alındı. Anayasa Mahkemesi’nin ya da herhangi bir mahkemenin “çocuk haklarını” ortadan kaldıracak bir oluşuma evet demeye; bir hakkın “gasp” edilmesine yol açmaya hakkı olabilir mi? Kaldı ki iki en üst yargı organının bir konuda çelişkili kararları adalet kavramıyla bağdaşır mı? Üçüncüsü, aynı günlerde Yargıtay Hukuk Genel Kurulu bir karar verdi. Nobel Ödüllü yazar Orhan Pamuk’a, Ermeni soykırımı savları bağlamında söylediği sözler nedeniyle, açılan tazminat davasını yerel mahkeme reddediyor. Yargıtay’ın ilgili dairesi, yerel mahkemenin kararını “oyçokluğuyla” bozuyor; yerel mahkeme kararında direniyor; bu kez Yargıtay Hukuk Genel Kurulu, Yargıtay’ın ilgili dairesinin bozma kararına uyuyor ve vatandaş olan “herkesin” maddi tazminat davası açabileceğine karar veriyor; Pamuk’un karara karşı yaptığı itiraz da reddediliyor. Kararın, Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun bir kararıyla çelişip çelişmediği ya da hukukun temel ilkeleri açısından değerlendirilmesi büyük önem taşıyor. Düşünce özgürlüğünü çok olumsuz etkileyebilecek olan bu kararın hak ve adalet duygusuyla bağdaştırılmasına olanak var mı? Her üç karar süreci, yargının kendi iç işleyişinin çok sancılı olduğunu kanıtlıyor. Ayrıca hangi anlayışla bakarsanız bakın, bu kararlar toplumun “adalet duygusunu” daha da aşındırır. Yargı yaralıdır. Bu yarayı “bakım ve onarıma” alması gereken, kesinlikle “yargının kendisi” olmalıdır. Yargının organları ve kurumları, yargıçların, savcıların ve avukatların örgütleri, özellikle Türkiye Barolar Birliği sorunu tartışmalı ve yarayı iyileştirmenin yolunu bulmalıdır. Özellikle de YÖK’ün, çağdaş hukuk eğitiminin temellerini dinamitleyebilecek kararlar aldığı bir sırada, böylesi bütüncül değerlendirme kaçınılmaz bir zorunluluktur. Onlar kendilerini düzeltmezse birileri “reform” adı altında yargıyı düzeltir! Ve o birileri, düzeltirken “yargıya ne yaparlarsa yapsınlar” toplumun gözünde “haklı” olurlar. O durumda yıkımın “sorumlusu” kimler olur? Yargının topluma da kendine de bu haksızlığı yapmaya hakkı yoktur! yakupkepenek06@hotmail.com Batı merkezli dünya ekonomisinin geleceğine ilişkin, geçen hafta, yine ilginç gözlemler yapma şansımız oldu. Bunlardan biri dünya ekonomisinin (yüzyılın mali şokunun) merkezindeki “garipliklerle” ilgiliydi. İkincisi de, doların geleceğine ilişkin tartışmalarla... İndeks 10 binde; ikramiye 16 milyar dolar Mart ayında 7 binin altında sürünen Dow Jones Endeksi (DJİ) geçen hafta 10 binin üzerine çıktı. Bu yükseliş, krizden çıkıyoruz havasına önemli bir katkı yapabilirdi; aksine, mali çevrelere yakınlığıyla bilinen CNBC kanalında, “Market Watch” portalında, Wall Steet Journal’da bile şüpheyle karşılandı. Yorumcular işsizliğin, üretimin durumuna dikkat çekerek, “Dow, ekonomiyi temsil etmiyor” saptamasında birleştiler. Gerçekten de, DJİ ABD’nin en büyük 30 firmasının hisselerini, ilgili spekülatif hareketleri izliyor. Halbuki 350 binden fazla üretken firmanın performansını izleyen bir endeks daha var: Bağımsız İşverenler Ulusal Federasyonu Endeksi (NFIB). Mart ayından bu yana DJİ yüzde 50 artarken, NFIB Endeksinin artışı yüzde10’da kalmış (Market Watch, 14/10/09). “Eh yüzde 10 da fena değil” diye düşünürken, gidip NFIB endeksinin bileşenlerini gösteren ekim ayı raporuna bakınca gördüm ki, bu endeks aslında 2006’da, 101’den düşmeye başlamış. 2009 başında 82’ye kadar inmiş. Eylül sonu itibarıyla 88’de sürünüyor. Rapor, üç aylık gelir artışı verilerinin bu sektörde yüzde -40, -50 arasında kaldığını, işletmelerin talep yetersizliğinden, kredi bulamamaktan büyük sıkıntı içinde olduğunu gösteriyor. Bu kesimde sermaye harcamaları eğilimi düşük, işçi çıkarmaya devam ediyorlar. Medya bunlarla değil de en büyüklerle ilgilendiğinden, genelde gerçekçi olmayan bir iyimserlik egemen oluyor. Nasıl olmasın? En büyüklerin, hazine ve Fed tarafından kurtarılan, artık, her biri ortaçağların yozlaşmış feodal dukalıklarını andıran kimi yatırım bankalarının bilançolarında adeta güller açıyor. Örneğin, Goldman Sachs, günde ortalama 35 milyon dolar kâr yapmaya devam ederken (The Guardian, 15/10/09), toplumun büyük bir kesiminde, işini, tasarruflarını kaybedenler arasında finans kesimine yönelik artmakta olan kızgınlığa aldırmadan, çalışanlarına kişi başına ortalama 527 bin dolar olmak üzere toplam 16.7 milyar dolar ikramiye dağıtmaya hazırlanıyor. Sizi bilmem ama tam bu noktada benim aklıma yine, Jared Diamond’un, Collapse: How Societies Choose to fail or succed (Çöküş: Toplumlar, başarılı veya başarısız olmayı nasıl seçiyorlar- Penguin, 2006) başlıklı çalışması geldi. Diamond’un çalışmasına göre, çöküş, toplumların varlıklarını sürdürmeleri için vazgeçilmez doğal kaynaklar tükenirken, toplumun geri kalanına göre bu tükenmenin etkilerinden yalıtılmış bir yaşam sürdüren yönetici sınıf üyelerinin dikkatlerinin, zenginleşmek, birbirleriyle rekabet etmek, savaşmak, anıtlar dikmek, tüm bu etkinleri desteklemek için üreticiyi daha çok sömürmek gibi kısa dönemli hedeflere odaklandığı, halkın duygularına, taleplerine duyarsızlaştığı bir noktada başlıyor. Dolara ne olacak? “Tam çöküşten söz ederken dolara geçmenin âlemi var mı?” demeyin. Doları konuşurken, aslında, dünya ekonomisinin dengelerinin, ABD hegemonyasının, ona dayanan Batı merkezli sistemin geleceğini konuşuyoruz. Bu açıdan doların geleceği, bu gelecek şekillenirken başta ABD olmak üzere çeşitli toplumların egemen sınıflarının tepkileri, Diamond’un değindiği “Çöküş” senaryolarıyla yakından ilgili. Doların uluslararası konumu, ABD’nin “senyoraj” hakkı, ABD egemen sınıflarının, başta Avrupa olmak üzere, diğer ülkelerin egemen sınıfları üzerindeki hegemonyasının devam edebilmesi açısından yaşamsal bir öneme sahip. ABD, 1970’lerin başında, yapısal bir krizin başladığı, ekonomik üstünlüğünün gerileme sürecine girdiği bir noktada doları altına bağlı olmaktan çıkarınca çok önemli bir ayrıcalık elde etti: Artık, ABD, para basıp (üretilmesi birkaç cent’e mal olan bir kâğıt parçasının üzerine, 1 dolardan 100 dolara kadar değişen değerler yazıp), dünya piyasasından mal, şirket satın alabilecek, yatırım yapabilecek, kredi yoluyla diğer ülkeleri kendine bağımlı kılabilecek ya da aniden faizleri arttırıp krize itebilecekti. ABD dış borçlarını bile bu para birimi üzerinden gerçekleştirebilecek, bu parayla ülke içinde tüketimi destekleyip toplumsal istikrarı koruyabilecekti. ABD’nin ekonomik yapısı zayıfladıkça, kapasite fazlasını emecek talebi yaratmakta yetersiz kaldıkça, diğer bir deyişle değer yaratma kapasitesi geriledikçe, başka ülkelerin tasarruflarını (birikimlerini) kendi ülkesine yönlendirmek, mülk edinebilmek için bu olanağa daha çok yaslandığını, giderek dünya piyasalarını dolarla doldurduğunu, kredi köpüklerinin oluşmasına yol açtığını gördük. Bu köpükler 2007/08 yılında patlayarak 100 yılın en büyük finansal şokunu yarattılar. ABD’nin, bu şokun yarattığı ortamda mali köpüğü temizlemek, fazla (verimsiz) kapasitenin yok olmasına olanak sağlamak yerine, piyasa kuralları gereğince batması gereken işletmeleri, bankaları, bu dolar yaratma kapasitesine yüklenerek kurtarmaya giriştiğini, piyasalara dolar (3 trilyon doğrudan, 17 trilyon dolar dolaylı olarak) basmaya devam ettiğine şahit olduk. Bu yolla ABD yalnızca stratejik firmalarını korumakla kalmıyor, dolar devalüasyonuna dayanarak uluslararası ticarette rekabet gücünü arttırıyor, enerji ithalatının maliyetini sınırlıyor, borçlarını azaltıyor (Marttan bu yana dolar yüzde 15 değer kaybetti - ABD borcunun yüzde 15’i silindi), elinde dolar rezervi bulunduran büyük güçleri, rakiplerini de mali olarak vuruyordu. Bu yüzden, bir taraftan doların çöküş senaryoları konuşulurken, Çin ve Rusya’nın önderliğinde Japonya ve Hindistan, Brezilya ve OPEC ülkelerinin de desteğiyle, yeni bir uluslararası rezerv para arayışı giderek yoğunlaşmaya başladı. Doların rezerv para olarak kalabilmesi için dolara olan güvenin, talebin belli bir düzeyde kalması gerekiyor. Bu nedenle, petrol gibi stratejik malların ticaretinin dolar üzerinden yapılması doların konumunu koruması açısından yaşamsal öneme sahip. ABD, bir taraftan doların “senyoraj” ayrıcalığı sayesinde askeri harcamalarını finanse edip dünyanın en güçlü ordusunu yaşatabiliyor. Diğer taraftan bu orduyu, senyoraj ayrıcalığını da tehdit edici olasılıklara karşı (örneğin, kimi savlara göre petrol ihracatında, dolardan çıkmaya hazırlanan Irak’a ambargo koyarak sonra işgal ederek) caydırıcı bir araç olarak kullanıyor. Geçen hafta dolara olan güvensizliğin derinleştiğini gördük. Geçen üç ay içinde oluşan uluslararası rezervler içinde doların payı yüzde 37’ye düşmüş (New York Post, 13/10/09). Bloomberg’in aktardığına göre, Sumutomo Bank’ın baş stratejisti Daisuke Uno, “Gelecek yıl dolar 50 yene düşebilir. Dolar rezerv para konumunu kaybedecek” diyormuş. Bu tartışmalar bağlamında, İngiltere’nin hegemonyasını kaybetme süreciyle ABD’nin bugünkü durumunu karşılaştıran bir Wall Street Journal yazısı, egemen sınıfların, çöküşten önceki duyarsızlıklarını çarpıcı biçimde yansıtan bir saptamayla bitiyordu. Yazara göre, ABD hegemonyası gerilerken “sağlık sistemi, iklim değişikliği üzerinde didişmek, Roma yanarken keman çalmaya benziyor”muş (12/10/09). Krizden Sınıf Manzaraları... DÜNYA EKONOMİSİNE BAKIŞ / ERGİN YILDIZOĞLU / LONDRA erginy@tr.net http://erginyildizoglu.blogspot.com BAŞAK KORAMAZ HATAY- Garanti Bankasõ Genel Müdür Yardõmcõsõ Nafiz Ka- radere Suriye ile vize uygulamasõnõn kaldõ- rõlmasõnõn Antakya ekonomisi için olumlu bir gelişme olduğunu belirterek Antakya’nõn Ortadoğu pazarõna ya- kõn olmasõ nedeniyle bu konumunu lojistik liderliğe dönüştürebi- leceğini kaydetti. Garanti Bankasõ’nõn düzenlediği ‘Anado- lu Sohbetleri’nin 62. toplantõsõnda konuşan Karadere, şehrin, et- kin marka yönetimi anlayõşõyla bir an evvel dünyaya tanõtõmõnõn yapõlmasõ gerektiğini söyledi. Karadere, Garanti Bankasõ’nõn Antak- ya’ya 2009’un üçüncü çeyreğinde 409 mil- yon TL kredi aktardõ- ğõnõ belirterek, şehirde 107 bin müşterisi ol- duğunu açõkladõ. Ekonomi Servisi - Türki- ye’de 10 milyon 305 bin kişi- nin, herhangi bir sosyal gü- venlik kurumuna kaydõ olma- dan çalõştõğõ belirlendi. Bun- lardan yüzde 50.4’ü tarõm sek- töründe istihdam edilirken, yüzde 49.6’sõ tarõm dõşõ alan- da faaliyet gösteriyor. ANKA’nõn Türkiye İstatis- tik Kurumu (TÜİK) verile- rinden yaptõğõ hesaplamaya göre temmuz ayõnda istih- damdaki toplam nüfus 22 mil- yon 213 bin olurken, bunun 10 milyon 305 bin kişisini her- hangi bir sosyal güvenlik ku- rumuna kaydõ bulunmayan- lar oluşturdu. Ücretli ve yevmiyeli ola- rak çalõşan toplam 13 milyon 112 bin kişiden yüzde 28.5’ini oluşturan 3 milyon 737 bin ki- şinin kayõtdõşõ çalõştõğõ belir- lendi. İşveren olarak faaliyet gösteren 1 milyon 195 bin ki- şiden yüzde 26.9’unu oluştu- ran 321 bin kişi ile kendi he- sabõna çalõşan 4 milyon 478 bin kişiden yüzde 69.1’ini oluşturan 3 milyon 95 bin ki- şinin de sosyal güvenlik kay- dõ bulunmadõğõ saptandõ. Geçen yõl temmuz döne- minde yüzde 44.3 olan ka- yõtdõşõ istihdam, 2009 Tem- muz’unda yüzde 46.4’e yük- seldi. Kayõtdõşõ istihdam verileri bir önceki aya göre ise 0.7 puanlõk artõş gösterdi. Haziran 2009’da kayõtdõşõ is- tihdam yüzde 45.7 olarak gerçekleş- mişti. 22 milyon 213 bin olan çalõşanõn 10 milyon 305 bin kişisi, herhangi bir sosyal güvenlik kurumuna kaydõ bulunmadan istihdam ediliyor. Büyüme 1’den 3’e çıkarıldı “AB’nin parçasısınız vize gereksiz”LONDRA/ANKARA (AA) - Küresel krizden toparlanma süreciyle birlikte, bazõ uluslararasõ kuruluşlar, Türkiye’nin gelecek yõla ilişkin eko- nomik büyümesini yukarõ yönlü revize etmeye baş- ladõ. Avrupa Bankasõ, daha önce mayõs ayõnda yüz- de 1 olarak tahmin ettiği Türkiye’nin 2010 eko- nomik büyümesini yüzde 3’e çõkardõ. Banka, Türkiye’nin de içinde bulunduğu Doğu ve Güney Avrupa bölgesinde, ekonomilerin, bu yõl küçüleceğini, ancak, toparlanmanõn gelecek yõldan itibaren kendisini hissettireceğini belirtti. Avrupa Bankasõ, Türkiye ekonomisinin bu yõl yüzde 6 ora- nõnda küçüleceğini de dile getirdi. Sabitsermayeyatırımıazaldı ANKARA (AA) - Türkiye, sürdürülebilir bü- yüme ve istihdamõn temeli sayõlan sabit sermaye yatõrõmlarõnda 57 ülke arasõnda 45. oldu. Yatõrõmlarõnda listede ilk sõrada yüzde 42.2 ile milli gelirinin neredeyse yarõsõnõ sabit sermaye ya- tõrõmlarõna ayõran Çin yer alõrken, bunu yüzde 35.6 ile Hindistan, yüzde 35.3 ile de Bulgaristan ve Ro- manya izledi. Bu da Türkiye’nin sabit sermaye ya- tõrõmlarõnõn milli gelire oranõnõn, Çin’in yatõrõm pa- yõnõn yarõsõ bile olamadõğõnõ ortaya koydu. Diğer taraftan Türkiye’nin sabit sermaye yatõrõmlarõ 2008’de yüzde 4.64 oranõnda geriledi. Ortadoğu’nun yeni lojistik üssü: Antakya Türkiye’de istihdam edilenlerin yüzde 46.4’ü kayõtdõşõ çalõşõyor En büyük grubu ücretsiz aile işçileri oluşturuyor Çalõşanõn güvencesi yok Kayõtdõşõ çalõşanlar içinde en büyük grubu ücretsiz aile işçileri oluşturuyor. Büyük bölümü tarõm kesiminde bulunan ve standart bir istihdamdan farklõ olarak tarõm ya da ticaretle uğraşan ailesine yardõm eden bu kişilerin toplam sayõsõ 3 milyon 428 bin kişi. Bunlarõn yaklaşõk yüzde 92’si oranõndaki 3 milyon 153 bininin sosyal güvenlik sistemine kayõtlõ olmadõğõ görüldü. Normal bir istihdam olanağõ elde edemediği için mevcut konumda yer alan bu kişilerin ücretsiz aile işçisi şeklinde tanõmlanmasõ, Türkiye’deki işsizliğin boyutlarõnõ da olduğundan küçük gösteriyor. Kayõtdõşõ çalõşanlar toplamõnõn 5 milyon 201 bini tarõmda, 5 milyon 104 bini ise tarõm dõşõ sektörlerde bulunuyor. Tarõm sektöründe kayõtdõşõ çalõşanlar, toplam kayõtdõşõ istihdamõn yüzde 50.4’ünü oluşturuyor. Kayõtdõşõlõk oranõ tarõmda yüzde 87.1, diğer sektörler ortalamasõnda yüzde 31.4 düzeyinde gerçekleşti. ÜCRETSİZ AİLE İŞÇİLERi BAŞI ÇEKİYOR MURAT GÜLDEREN Metro Grup Kamu İlişkileri Müdürü ve Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odasõ Başkanõ Ra- inhardt Freiherr von Leop- rechting, Almanya’nõn Türki- ye’nin en önemli partnerlerinden biri olduğunu, ancak vizelerde- ki bürokrasi zorluklarõ nede- niyle umut verici pek çok giri- şimin yarõda kaldõğõnõ söyledi. Yaklaşõk 200 Türk gõda fir- masõnõn katõldõğõ Almanya’da- ki Anuga Gõda Fuarõ’nda ko- nuşan Leoprechting, oda olarak vizenin kaldõrõlmasõna yönelik sürekli büyükelçilikle irtibat halinde olduklarõnõ belirtti. Türkiye’nin kesinlikle AB’nin bir parçasõ olduğuna dikkat çe- ken Leoprechting, “Türki- ye’nin AB’ye katılımı söyle- nenlerin tam aksine çok bü- yük şans ve çok az risk. Biz- ler ayrıca Alman yatırımcıla- ra Türkiye’nin fırsatlar ülkesi olduğunu söyleyerek onları ikna etmeye çalışıyoruz. Oda olarak gündemimizdeki ana madde Türkiye’nin AB’ye girmesidir” dedi. Özellikle kriz döneminde iki ülke arasõndaki ikili ilişkileri hõzlandõrõp teşvik etmeye ve tanõtmaya devam edeceklerini vurgulayan Leoprachting, di- namik özel sektörü ve genç, tü- ketim eğilimi yüksek olan nü- fusuyla Türkiye pazarõnõn da Al- manya için gelecekte önem ka- zanmaya devam edeceğini kay- detti. Leoprechting şöyle konuştu: “Uzmanlar, Türkiye ekono- misindeki hızın gelecek yıl- larda yüzde 15’e kadar yük- seleceğini tahmin ediyorlar. Türkiye yatırım alanı olarak cazip bir ülke haline geliyor. Türkiye, yatırım için fırsatlar ülkesi.” Türkiye için partisinden ayrıldı Aktif üyesi olduğu Hıristiyan Sosyal Birlik Partisi’nden Türkiye karşıtı politikalarından dolayı istifa ettiğini kaydeden Leoprechting, eski partisinin seçim kampanyalarındaki ana mesajının, Türkiye’siz bir Avrupa Birliği olduğunu söyledi. Leoprechting, “Böyle bir yaklaşım politik bir aptallık. Türkiye’nin AB’ye tam katılımı için destek veren parti lideri çok sık fikir değiştirmeye başladı. Bu gelişmeler beni kaygılandırdı ve istifa etmeme neden oldu” dedi. Türkiye’nin kesinlikle bir AB ülkesi olduğuna vurgu yapan Türk-Alman Ticaret ve Sanayi Odasõ Başkanõ Leoprechting, vize alõmõndaki zorluklar nedeniyle umut verici pek çok projenin iptal edildiğini belirtti.
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear