Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
CMYB
C M Y B
SAYFA CUMHURİYET 3 EYLÜL 2008 ÇARŞAMBA
2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER
AÇI
MÜMTAZ SOYSAL
Şaşkınlık
HER NE KADAR modası geçti ve geçerliği kal-
madı dense de, Fransız Devrimi’nden beri siya-
sal tutumları ayırt etmek ve sınıflandırmak bakı-
mından hâlâ yararlanılır sağ-sol terimlerinden. “Dü-
zen olduğu gibi kalsın” diyorsanız sağcısınızdır;
aksini söylemekle yetinmeyip hep iyiye, doğru-
ya, güzele doğru gidilsin diyorsanız solda sayı-
lırsınız. Sosyal sınıf, dinsel inanç gibi bir yığın baş-
ka etken de bu ayrımı etkiler ama eksik ya da ka-
baca da olsa, ayırım terminolojisi aşağı yukarı bu-
dur.
Ama zaman zaman işin içine “vatanseverlik” ya
da “düşmanlık” gibi duygusallıklar girince, bu çe-
şit ayrımların belirsizleştiği, düşüncelerle duy-
guların birbirine karıştığı da olmuyor değildir.
Şu günlerde Gürcistan kapışmasının ardından
Rusya’yla ticarette buna benzer bir durum
yaşanmakta galiba. Dış ticaretten sorumlu dev-
let bakanı, yüz ifadesinden de anlaşılıyor ki, ilk
gençliğinden kalma duyguların etkisiyle sağını so-
lunu şaşırmış, ne yapacağını ve diyeceğini kes-
tiremiyor.
Ona özgü bir tutum değil bu. Halkımızın büyük
çoğunluğunda Rusya’ya ilişkin, neredeyse gen-
lere işlemiş ters bir duygusallık var. Tarih eğiti-
mimizin “Moskof savaşları”ndan ve Soğuk Sa-
vaş’ın ilk yıllarındaki “Stalinci komünizm” tehdi-
dinden kalma bir korku, İstiklal Harbi günlerinin
dayanışmasını gölgeliyor, ilişkilere soğukkanlı ve
nesnel bakmayı, daha iyiye ve doğruya gidişi en-
gelliyor. Bakan’ın diyalogdan önce hemen mi-
sillemeyi düşünmesi bundan olsa gerek.
Dış politikadaki duygusallıkları ve önyargıları de-
ğiştirecek olan, geçici olaylardan etkilenme-
den sürdürülen tutarlı uygulamalardır. Bu açıdan,
Sayın Tüzmen’in aksine hükümetin bütününce
sergilenen akılcı tutumun doğruluğunu kabul
etmek gerekir.
Ancak şimdiki bu tutumun içtenliğini zedeleyen
ve Moskova’nın davranışını da etkilemiş olduğu
anlaşılan bir başka nokta var: AKP iktidarının baş-
langıçtan beri ABD’nin bölgedeki politikasına ge-
nel olarak destek vermesi, hatta bazı durumlar-
da taşeronluk izlenimini yaratmış olması.
Irak Savaşı’ndaki “tezkere” olayı bu izlenimi sil-
meye yetmediği gibi, İran-ABD ilişkilerindeki iyi
niyetli tutum da yetmiyor.
Böyle olduğu içindir ki, “Kafkaslar’da istikrar”a
yönelik yeni örgütlenme formülleri oluşturma ya
da Nixon’un Çin’e dönük masatenisi seferine ben-
zer biçimde Erivan’a maç seyretmeye gitme gi-
bi çabalar, beklenenin aksine yeni kuşkular
uyandırmakta. Bu bakımdan, “bir adım önde ol-
mak” diye özetlenebilecek olan “hiper aktif” gi-
rişimler, dıştan bakanların gözünde olsa olsa,
ABD’nin ve AB’nin hoşuna gitme çabaları olarak
algılanmaya mahkûmdur. AKP, Türk devletinin
böyle algılanışından rahatsız olmayabilir; ama bil-
melidir ki toplumdaki duyarlı kesim bundan çok
rahatsızdır.
mumtazsoysal@gmail.com
PENCERE
Mevlana ve Konya...
“Sarhoşum, sarhoşum, birinin
sarhoşuyum..
Şarap içtim, şarap içtim, birinin
elinden şarap içtim..
Kadeh gibi beni kırdı ve hemen
doldurdu..
Onun kırışı boşuna değildir;
belli ki bir kırdıran var...”
Yukarıdaki dizeler “Hazreti Mevlânâ’nın Ru-
baileri” (Şefik Can - Kültür Bakanlığı Yayınları) ki-
tabından 2011 sayılı dörtlüğü oluşturuyor...
Geçenlerde bu köşede Mevlana’dan birkaç ru-
baiyi yayımlayınca bir dostum:
- İnanamıyorum, demişti, Mevlana içkiye, şaraba,
sarhoşluğa böylesine meylediyorsa neden bu-
günkü Konya’da içki içilecek bir yer yok?..
Sorunun yanıtını aramadan önce Mevlana’dan
ve aynı kitaptan birkaç güzel rubaiyi daha sun-
makta yarar var...
“Bugün, sarhoşça bir dönüp
dolaşayım..
Bugün başımın kâsesinden
şarap kadehi, içki bardağı yapayım..
Bugün, bu şehirde hiç durmadan
sarhoş sarhoş gezeyim..
gezeyim de deli divane etmek için
bir akıllı arayayım.”
Soru:
Mevlana’nın sarhoş sarhoş gezmek istediği şe-
hir Konya mıdır?..
Bir rubai daha:
“Sevgilinin uğrunda gururu terk eden
Benlikten geçerek kendini alçaltan
cana yemin ederim
Onun aşkıyla, güzelliğiyle mest olan
başa yemin ederim...
Beni, bir elimde sevgilinin eli,
öbür elimde kadeh ile gördükleri..
O mutlu ân’a yemin ederim..”
“Haram olan içki ile dolu öyle bir
kadehi var ki sorma..
Can düşmanı, fakat öyle latif bir
şarapla dolu kadehi var ki sorma..
Benim önüme öyle ham bir şarap
getiriyor ki sorma..
Beni öyle bir adla çağırıyor ki sorma..”
Mevlana’nın dörtlüklerinde ham sofuluk yoktur;
gönülden gönüle insan sevgisinin hoşgörülü sar-
hoşluğundan nasibini almış şiirin dizeleri vardır...
13’üncü yüzyılda yaşadı Mevlana, Belh’te
doğdu, Konya’ya yerleşti...
Neden?..
Bir yandan Moğol istilası uç veriyordu; ama, asıl
neden Belh’teki İslamda ağır basan katı bağ-
nazlıktı...
Namaz kılmayanlar, oruç tutmayanlar kırbaç-
lanıyordu...
Özgür düşünceleri nedeniyle Mevlana’nın bu ta-
assup ortamında rahat yaşayabilmesi olanak-
sızdı...
O dönemde Anadolu’da her türlü düşünce hoş-
görüyle karşılanıp tartışılabiliyordu...
Mevlana bu nedenle Konya’ya yerleşti...
Peki, bugün Konya’da her türlü düşünce ra-
hatça tartışılabiliyor mu?..
Bir kadeh şarap içilecek yer bulunmayan bugünkü
Konya Mevlana’nın rubailerine yakışıyor mu?..
K
ara Kuvvetleri Komutanlõğõ
(KKK) ve Genelkurmay Baş-
kanlõğõ devir teslim törenlerin-
de yeni komutanlar düşüncele-
rini açõkladõlar. Aslõnda bu ko-
nuşmalar sadece yeni komutanlarõn değil, tüm
Türk Silahlõ Kuvvetleri’nin (TSK) görüşle-
rini yansõtan düşünce ve tavõr olarak değer-
lendirilmelidir.
Türk Silahlõ Kuvetleri, Türkiye Cumhuri-
yeti’nin kuruluş felsefesine dayalõ temel il-
kelere sahip çõkmanõn iç siyasetle ilişkisi ol-
madõğõnõ, tamamen ilkesel bir davranõş ol-
duğunu belirtmiştir.
Bir başka önemli nokta, yeni Kara Kuv-
vetleri Komutanõ Orgeneral Koşaner ile ye-
ni Genelkurmay Başkanõ Org. Başbuğ’un ko-
nuşmalarõnõn, zincirin halkalarõ gibi birbiri-
ni tamamlayan nitelikte oluşudur.
Bu konuşmalarõn dikkatle ve derinlemesi-
ne okunmasõ ve tahlil edilmesi gerekiyor.
Çünkü Genelkurmay Başkanlõğõ görevini
üstlenen Org. Başbuğ’dan sonra, o önemli ma-
kama, 2010 yõlõnda Orgeneral Koşaner ge-
lecek ve 2012 yõlõna kadar aynõ düşünce sis-
temi TSK’de egemen olacaktõr.
Bu konuşmalarõn temel noktasõ Kara Kuv-
vetleri Komutanõ Org. Koşaner’in aşağõdaki
tespitinde yatmaktadõr:
“Türk Silahlı Kuvvetleri, ulus devlet, üni-
ter devlet ve laik devletin korunmasında
her zaman taraf olmuş ve olmaya devam
edecektir. Cumhuriyetin temel niteliklerine
sahip çıkmak iç siyasetle ilgili değildir.”
Genelkurmay Başkanõ Org. Başbuğ’da
aynõ noktalara kesin bir tavõrla vurgu yap-
mõştõr.
Türkiye’nin kuruluş felsefesinin temel di-
reklerini ulus devlet, üniter devlet ve laik dev-
let olarak sõralayan yeni Genelkurmay Baş-
kanõ Org. Başbuğ, özellikle laiklik ilkesi üze-
rinde durarak “Laikliğin TC’nin kuruluş fel-
sefesinin temel direği olduğunu” hiçbir kuş-
kuya yer bõrakmayacak bir biçimde açõkça be-
lirtmiştir.
Org. Başbuğ’un konuşmasõ aynõ zamanda
tarihsel, sosyo-ekonomik ve siyasal açõdan bir
durum değerlendirmesidir. Biz bu yazõmõz-
da, Org. Başbuğ’un konuşmasõndaki son
derece önemli olan küreselleşme, alt-üst
kimlik, asimetrik savaş konularõna değin-
meyeceğiz. Konumuz yukarõda belirtildiği gi-
bi “Türkiye’nin kuruluş felsefesi” ve “te-
mel direkleri”dir.
Türkiye’nin doğuşu ve gelişimini ele ala-
rak bir değerlendirme yapan Org. Başbuğ,
1923’te Türkiye’nin kuruluşunun bir devrim
olduğunu belirtmiş ve bunu Mustafa Kemal
Atatürk’ün gerçekleştirdiği bir “mucize” ola-
rak vurgulamõştõr.
Burada, kimi siyaset adamlarõna, kimi din-
ci ve hilafetçi yazarlara, kimi ikinci Cum-
huriyetçilere, kimi dõş mihraklara verilmiş çok
önemli bir yanõt vardõr. Türkiye Cumhuri-
yeti’nin kuruluşunu bir türlü hazmedemeyen
iç ve dõş oluşumlara, siz Atatürk’ü bõrakõn
Müslüman dünyasõna dönün, İslam dünya-
sõnõn lideri olun biçiminde kuramlar ortaya ko-
yanlara kesin bir karşõ çõkõş vardõr. Konuş-
manõn bu bölümü böyle okunmalõdõr.
Org. Başbuğ özellikle Türkiye’nin kuruluş
felsefesinin koruma ve kollanmasõnda
TSK’nin her zaman taraf olduğunu bir kez da-
ha açõkça belirtmiştir.
Türkiye’nin “demokratik, laik ve sosyal
bir hukuk devleti” olduğunu, bu nitelikle-
rinin değiştirilemeyeceğini belirten Baş-
buğ, şu değerlendirmeyi yapõyor: “Laiklik
ilkesi Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş
felsefesinin temel direklerinden biri olup
Türkiye Cumhuriyeti’ni oluşturan tüm
değerlerin de temel taşıdır. Anayasa
Mahkemesi’nin, anayasayı resmen yo-
rumlamaya yetkili tek organ olarak, la-
ikliğe ilişkin yapmış olduğu yorumlar, la-
ikliğin anlamının ortaya konulmasında
vazgeçilmez kaynaktır. TSK’nin laikliğe
ilişkin vazgeçilmez duruşu, anayasanın 24.
maddesinde açıkça ifade edilmiştir.”
Devletin sosyal ve hukuki temellerini kõs-
men de olsa din kurallarõna dayanõlamaya-
cağõnõ 24. maddede açõkça belirtilmiştir.
Org. Başbuğ böylece, laiklik ilkesini ken-
dilerine göre yeniden tanõmlamak isteyenle-
re yanõt vermekte, anayasanõn 24. maddesinin
geçerliliğini bir kez daha vurgulamaktadõr.
Sosyal Devlet ve Tarikatlar
Org. Başbuğ ayrõca laiklikle demokrasinin
sağlam bir temele dayandõğõnõ, “laiklik” il-
kesinin Türk demokrasisinin itici gücünü oluş-
turduğunu vurgulamõştõr. Böylece Anayasa
Mahkemesi’nin bu konudaki kararlarõnõn
TSK tarafõndan kabul gördüğü de belirtilmiş
olmaktadõr.
Org. Başbuğ’un sosyal devlet ve tarikatlar
üzerindeki değerlendirmesi de son derece
önemlidir. Org. Başbuğ bu konuda şunlarõ
söyledi:
“Sosyal devlet niteliğinin zayıflamasının
toplumları cemaatleşmeye ittiği de bir ger-
çektir. Bu kapsamda giderek güçlenen ba-
zı cemaatler, ekonomiyi yönlendirmeye,
sosyo politik yaşamı biçimlendirmeye,
dine bağlı bir yaşam tarzı olarak sosyal
kimliklerini ortaya koymaya çalışmakta-
dırlar.”
Bu paragrafta sosyal devlet politikalarõndan
yapõlan sapmalar ele alõnmakta, sosyo-eko-
nomik bir analizle, holdingleşen, güçlenen ve
bürokrasiye giderek egemen olan tarikat
oluşumlarõna gönderme yapõlmaktadõr.
Bu hususlar TSK’nin, Türkiye’nin en ya-
kõcõ tartõşmalarõnõ içeren konulardaki görüş-
lerini hiçbir tereddüte yer bõrakmayacak bir
biçimde ortaya koymaktadõr.
Kuruluş Felsefesi
Bu konuşmalarda sõk sõk ortaya konan Tür-
kiye Cumhuriyeti’nin “kuruluş felsefesi” kav-
ramõ çok önemlidir. Zaten Anayasa Mahke-
mesinin iptal ettiği “Türban Davası” da,
AKP’nin kapatõlma davasõ da işte bu TC’nin
kuruluş felsefesine dayanmaktadõr. Bu kuruluş
felsefesi Milli Mücadele’nin sürdüğü sõrada
Birinci TBMM tarafõndan kabul edilen 1921
Anayasasõ’nda yer almõştõr. Daha sonra 1924
Anayasasõ’nõ yapan kurucu iradenin temel dü-
şüncesidir.
Daha sonra 1961 ve 1982 anayasasõnda da
tekrar tekrar kabul edilmiştir. Anayasamõzõn
ilk 4 maddesinde yerini almõştõr. Bu neden-
le Org. Başbuğ’un bu işareti tamamen ana-
yasa çerçevesindedir.
Bu konuşmalarõn üzerinden henüz birkaç
gün geçti. Konuşmanõn etkisini dağõtmak için
dönekler, yeni mandacõlar, AB vakõflarõndan
fonlananlar, bölücüler kõyõsõndan köşesinden
bu konuşmayõ eleştirmeye başladõlar.
Demokratikleşmeden, demokrasilerde si-
lahlõ kuvvetlerin böyle konuşmamasõ ge-
rektiğinden dem vuruyorlar, özellikle TC’nin
kuruluş felsefesi olgusunu ele alarak bu fi-
kirlerin geçmişte kaldõğõnõ, eskidiğini ileriye
sürüyorlar.
O zaman bu tatlõ su demokratlarõna sade-
ce bir kaç soru sormak gerekir: feodalitenin
hâlâ geçerli olduğu bir başka demokrasi var
mõ? Tarikatlarõn bürokrasiyi sardõğõ, öğren-
ci yurtlarõnõn üçte ikisini elegeçirdiği, MEB’na
egemen olduğu bir başka demokrasi var mõ-
dõr? Demokrasi sadece dört yõlda bir yapõlan
bir seçim midir?
Ne yaparlarsa yapsõnlar, laik Türkiye Cum-
huriyeti’nin sonsuza dek yaşamasõ ve Türkiye
Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesinin titizlikle
korunmasõ gereğini yurtseverlerin kafasõndan
silemeyeceklerdir.
TC’nin Kuruluş Felsefesi ve TSK...
Alev COŞKUN
“Türk Silahlõ Kuvvetleri, ulus devlet, üniter devlet ve laik devletin
korunmasõnda her zaman taraf olmuş ve olmaya devam edecektir.
Cumhuriyetin temel niteliklerine sahip çõkmak iç siyasetle ilgili değildir.”
Yaşadõğõmõz Günlerde ‘Montreux’
T
icaret gemilerinde çok
eski bir gelenektir. Ge-
miciler, tayfa takõmõ ge-
minin kaptanõna (süvari de de-
nilir) “Beybaba” derler. Süva-
riden alt düzeydeki ikinci, üçün-
cü, dördüncü kaptanlar ise ona
“Efendim” diye hitap ederek
konuşur, Beybaba da onlara
“Efendi kaptan” derdi. Şimdi
de bu gelenek hâlâ bu şekliyle
mi yaşõyor bilmiyorum. Çünkü
“Tüfek icat oldu, mertlik bo-
zuldu” misali “Konteynır icat
oldu, gemilerin ve limanların
şiiri yok oldu”. Neredeyse di-
reklerine kadar dağlar gibi yõ-
ğõlõ yüzlerce konteynõr ile Bo-
ğazlardan geçen dev gemilere
hiç alõcõ gözü ile baktõnõz mõ?
Hiç gemiye benzer bir taraf-
larõ var mõ? İçinde bin bir şey
yüklü ya da düpedüz bomboş
olan o kocaman kutularõ gü-
verte altõ hacmi bittikten sonra
tüm güvertesini de kaplayacak
şekilde üç dört hatta beş sõra üst
üste yükleyen o garip şeylere
bazen “yüzen dev tabutlar
gibi” benzetmesinin yapõlma-
sõnõ doğrusu hiç de yadõrgamõ-
yorum. Konteynõrõn deniz en-
düstrisine girmesinden sonra
gemilerin ve de limanlarõn ne
şiiri kaldõ bence artõk ne de o gi-
zemli nostaljisi. Aynõ değişimin
gemi içi hiyerarşisindeki yõlla-
rõn birikimi olan gelenekler,
dengeler ve güzelliklere yansõ-
mõş olduğunu söyleyenlere de
rastlõyorum şimdilerde.
Aslõnda yazõmõzõn konusu
bunlarla pek ilgili görünmüyor.
Ama bundan otuz kõrk yõl ön-
celeri bizim kuşak denizler-
deyken aynõ gemide birlikte
çalõştõğõmõz bir “Beybaba” var-
dõ. Her hali ile gerçek bir ge-
mici babasõ, bizler için ise he-
pimiz için örnek bir kaptandõ,
uzak yol kaptanõ.
Çok okuyan, kitaplarõ oku-
mayõ seven biriydi. Onlarla
oluştuğu anlaşõlan zengin bir
altyapõsõ vardõ. Seyirde olma-
dõğõmõz zaman yabancõ dilde
olanlar dahil günde mutlaka
birkaç gazete okur, güncel olay-
larõ izler ve her açõdan değer-
lendirirdi. Sonralarõ devlete ait
dünya çapõndaki -çoktan özel-
leştirildi- işletmenin en üst dü-
zey görevlerinde birlikte çalõ-
şõrken davet edildiğimiz yurt-
dõşõndaki uluslararasõ denizci-
lik toplantõlarõna katõlõrdõk.
İşte çok yõllar önce o kõyõla-
rõ olmayan denize göçüp gitmiş
bu değerli denizci, “Lozan”dan
sonra Türk Boğazlarõna, Tür-
kiye bakõmõndan onurlu bir re-
jim, uluslararasõ denizcilik açõ-
sõndan da ilgili ilgisiz başka
devletlerin itiraz edemeyecek-
leri bir disiplin getiren “Mon-
treux Antlaşması”ndan yeri
geldikçe aramõzda söz edilirken
“Aman çocuklar, aman, Mon-
treux’yü gündeme getirme-
yin. Bu konuda çok dikkatli
ve temkinli olun” derdi hep.
Nedenini sorar gibi bakardõm
gözlerine, “Neden olacak” der-
di, “Her çıkacak fırsatta su-
landırmak, kurcalamak ve
delmek için bekleyenler var
da ondan, derdi ve hep de var
olacaklar.”
İngiliz, Osmanlõ mülkünün
parçalanmasõ, “Hasta
Adam”õn üzerindeki ameli-
yatlarda senaryonun oldum ola-
sõ başrol oyuncusu olagelmiş-
tir. Bazen ortalõkta görünür,
bazen sisler arkasõnda işini yü-
rütür. Boğazlarla en çok o il-
gilidir.
En büyük parsa hep kendisi-
nin olsun ister, onun yanõnda
Fransõzõ, Yunanlõsõ, Rusu ve di-
ğerleri hepsinin hesabõ başka,
hepsi de oyunun içindedirler.
Hiç kuşkusuz, Anadolu’daki
faaliyetlerinin varlõğõ Kurtu-
luş Savaşõ hatta Birinci Dünya
Savaşõ öncelerine giden eski
dostlar ise kimselerle paylaş-
maksõzõn örtülü niyetlerini bu-
günlere kadar taşõmõş durum-
dadõrlar. Şimdi peşlerine ta-
kõlmõş Montreux’ye taraf olan
Karadeniz ülkeleri bile var üs-
telik.
Işõklar içinde yatsõn diyerek
andõğõmõz o değerli denizcinin
-bir politikacõ ya da diplomat
değil- yõllar önce işaret ettiği ni-
yetlerle Montreux’ye el uzat-
mak, değişiklikler yapmak an-
lamõnda girişimlere yönelebi-
lecek olaylara tanõk oluyoruz
bugünlerde. “Beybaba”yõ, o
değerli denizciyi saygõ, sevgi ve
hüzünlerle anõyorum. Sesi hâ-
lâ kulağõmda gibi “Aman
ha!”...
Oktay SÖNMEZ Denizci Yazar
Kalbinizi Koruyun
TÜRK KALP VAKFI
19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL
Tel: (212) 212 07 07 (pbx) Faks: (212) 212 68 35