23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 14 EYLÜL 2008 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab@cumhuriyet.com.tr Mammola, Çizme’nin güney ucunda küçük bir Ortaçağ kasabasõ. Türkçede menekşe anlamõna geliyor ismi. 15. ve 16. yüzyõllarda Türk ve Arap korsanlarõn saldõrõlarõna uğrayan güney İtalya’da İyon denizi kõyõsõnda yaşayan halkõn korsan saldõrõlarõndan ürkerek iç bölgelere sõğõndõğõ onlarca tarihi kasabadan biri Mammola. İyon denizi boyunca sahilin modern ve turistik kasabalara terk edildiği, sürekli göç veren tarihi kasabalarõn ise içeride, tepelik bölgelerde konumlandõğõ göze çarpõyor. Son otuz yõldõr sürekli göç veren içerideki yerleşmeler son birkaç yõldõr özellikle İngiliz ve İskandinav halkõnõn ilgisini çekmekte. İtalyanlarõn terk ettiği bu õssõz kasabalardaki tarihi evleri satõn almaya başlayan yabancõlar senenin altõ ayõnõ buradaki tarihi doku içinde bölgeyi yeniden keşfederek geçiriyor. Mammola’nõn da kaderi öteki kasabalardan çok farklõ değil. Ortaçağ mimarisinin örneği daracõk sokaklar, birbirine bitişik küçük evler, meydanlar, kilise ve manastõr gibi dini yapõlar çevreliyor bu kasabayõ. Mammola halkõnõn bir bölümü 1950’lerde ekonomik nedenlerle Amerika ve Kanada’ya göç ettigi için nüfusu kõş aylarõnda oldukça tenha, ama her yaz hem eski sakinleri hem de burayõ yeni keşfedenler geldiği için oldukça hareketleniyor kasaba. Güneyde yaz gecelerine kasabalarda düzenlenen yortular farklõ bir soluk getiriyor. Mammola’nõn koruyucu azizi Nicodemo’nun. 900 dolayõnda Ciro’da doğduğu söyleniyor. Rivayete göre, korsan saldõrõlarõndan kaçarak Cellerano Dağõ’nda inzivaya çekilmiş Nicodemo. Birçok mucize yarattõğõ için Mammola halkõ Nicodemo’yu kasabanõn koruyucu azizi ilan etmiş. Bu nedenle Mammola’da her yõl eylül ayõnõn ilk pazar günü San Nicodemo yortusu olarak kutlanõyor. Yortu için hazõrlõklar birkaç gün önceden başladõ. Ortaçağ’dan kalma bütün sokaklar õşõklandõrõldõ. Kasaba meydanõ ve çevresinde kurulu pazarda Mammola’nõn tarihi ve geleneksel kültürüne ait birçok ürün sergileniyor. Bu yortularda her kasabanõn kendine özgü mutfak kültürünü açõk hava sofralarõnda tanõmak mümkün. Mammola’ya gelenler tadõ mücveri andõran peynir içiyle hazõrlanan leziz patlõcanlarõ ve acõbadem kurabiyesi benzeri bademli tatlõlarõ yemeden gitmiyor. Ayrõca yerli halkõn ürettiği keçi ve koyun peynirleri, kömür ateşinde pişirilen acõlõ domuz eti õzgarasõ, Mammola’nõn sõrtõnõ dayadõğõ dağdan toplanan mantarlarla yapõlan yemekler ve hemen her yemekte bir şekilde kullanõlan acõ sivri biber özellikle turistlerin ilgisini çekiyor. Dini yortu gereği Aziz Nicodemo’ya ait olduğu öne sürülen ve 1500’lerin başõnda azizin inzivaya çekildiği dağdan Mammola’daki San Biagio Kilisesi’ne getirildiği söylenen kutsak emanetlerin taşõnmasõ da yortu programõnda sembolik olarak canlandõrõlõyor. Gece 15. yüzyõlda güney İtalya’yõ hedef alan korsanlarõ temsil eden iki dev kuklanõn Ortaçağ kasabasõnda tanburlar eşliğinde gezdirilmesi ile son buluyor. Bu yõl da Aziz Nicodemo yortusu için hazõrlõklar tamam. Kasaba sokaklarõ bergamottan limona, kasabaya adõnõ veren menekşeden bademli tatlõlara kadar uzanan Akdeniz’in kokularõna teslim oldu yine. Ama kanõmca bu tür tarihi yortularõn tadõnõ yerli halktan çok bu kasabalarõ yõllar sonra yeniden keşfeden yabancõlar çõkarõyor. Karşõmda Paul Auster. Yaşlõ bir adamõn öyküsünü anlatõyor. Gözümü kapasam salondaki onca insan bir anda kayboluverecek. Sevdiği bir yazarõ diğerleriyle paylaşmak istememek bencillik mi? Onunla sözcükler yoluyla farklõ öykülerde buluşmuş birinin kõskançlõğõ belki de. Paul Auster’õn yeni kitabõ “Man in the Dark”õn (Karanlõktaki Adam) tanõtõmõ için Washington’a geleceğini öğrendiğimde o günün programõ bu bilgi çerçevesinde şekillendi. Yazarõn Politics&Prose isimli bir kitapçõda son kitabõndan bölümler okuyacağõ ve ardõndan kitaplarõnõ imzalayacağõ yazõyordu gazetede. Bir kitabõ okumadan önce eleştiri, ön okuma ve tavsiyelerden şiddetle kaçan biri olarak okumayõ kesinlikle istediğim bu kitabõn bana bizzat kendi yazarõ tarafõndan okunmasõna hazõr mõydõm? Kitabõn okura başka biri tarafõndan getirilmesi -bu kendi yazarõ olsa bile- kitapla okur arasõndaki o çok özel ilişkiyi zedeler miydi? Merak beni yine yendi. Ilõk bir akşamüstü kitapçõnõn yolunu tuttum. Dükkânõn orta yerinde onlarca sandalye küçük bir kürsüye bakar durumda yerleştirilmişti. Auster’õn sadõk hayranlarõ bir saat öncesinden yerlerini kapmõşlar, sabõrla yazarõ bekliyordu. Bekleyenlere bakmadan edemedim. Demek bu insanlar da benimle aynõ satõrlarda göz gezdirmiş, öykülere benzer ya da farklõ tepkiler vermiş, Auster’õn kafasõnda dolaşmõşlardõ. Şu köşede oturan beyaz saçlõ yaşlõ kadõnõn en sevdiği kitabõ hangisiydi acaba? Ya da el ele gelen şu utangaç genç çiftin? Sonra hiçbir anons ya da tanõtõm olmaksõzõn sõradan biri gibi Paul Auster girdi salona. Üzerinde sade gülkurusu renginde bir gömlek ve siyah kot bir pantalon vardõ. Gözüme ilk çarpan gümüş renkli saçlarõ oldu. Yürürken birine “Merhaba, nasılsın?” diye seslendi. Sonra da ona gösterilen sandalyeye doğru ağõr ağõr ilerledi. Bu sefer kitapçõda çalõşan biri Auster’õn yeni kitabõnõn konusuna ve yazarõna yönelik kõsa bir tanõtõm yaptõ. Ardõndan Auster, küçük kürsüye yaklaştõ, siyah çerçeveli gözlüklerini taktõ ve kitabõnõ okumaya başladõ. “Karanlıkta yalnızım, başka bir uykusuzluk nöbetiyle boğuşurken, kafamda dünyayı çevirirken, büyük Amerikan çölünde başka bir beyaz gece.” Auster sesiyle tüm salonu büyüsü altõna aldõ. Öykü orada başlamõştõ. Bize yalnõzca peşinden gitmek kaldõ. Sözcükler sözcükleri kovaladõ. Kitabõn bazõ bölümleri okundu, diğerleri eksik kaldõ. Yazar yarõm saatlik bir okumadan sonra durduğunda, büyük bir alkõş koptu salonda. Yazdõklarõnõ duyumsayarak okuduğu için mi yoksa yazdõklarõnõn dinleyende uyandõrdõğõ duygu için miydi bu alkõş, anlaşõlamadõ. Fark buydu demek. Bir kitapla yalnõzken onu alkõşlamazsõnõz. Sizi çarpan tümceyi tekrar tekrar okumak, durmak, düşünmektir övgünüz. Paul Auster kitabõnõ kendi sesiyle okura sundu. Okur ise koltuğunun altõnda “Karanlıktaki Adam” ile yalnõz kalacağõ anõ düşünerek orayõ terk etti. Küreselleşmeçözülmeaşamasõnda İsveç’te 1998-2002 arasõnda sosyal demokrat Göran Persson hükümetinde ekonomiden sorumlu bakan olarak görev yapmõş olan Björn Rosengren politikada başarõlõ olmanõn anahtarõnõ açõkladõ: “Sosyalist retorik ama burjuva politikası’’. Göran Persson’un 10 yõllõk iktidarõnõn özeti budur. Sosyal demokrat hükümetin son 4 yõlõnda Persson-Rosengren ikilisi, sosyal refah devletinin yõkõlmasõ için sağcõlara sadece bir omuz darbeliği iş bõraktõlar. Sağcõlar geldiler ve bir omuz darbesiyle sosyal refah devletini çökerttiler. Yeni liberalizm öyle bir esti ki bütün değerler allak bullak oldu. “Özgür”, “serbest” gibi sõfatlarla adlandõrõlan din ağõrlõklõ özel okullarda ilkokul öğrencileri türban takõp okullarda namaz kõlabiliyor. Beden eğitimi derslerinde ve yüzme havuzlarõnda Müslüman kõz öğrencilerin, erkek öğrencilerden ayrõlmasõna izin verilen Norveç’te demokrasinin üzerine bir tüy daha dikildi. Bu tür popülist politikalar demokrasiyi deforme ederken õrkçõ hareketlerin güçlenmesine yol açõp sosyal yaşamõ tahrip ediyor. Araştõrmalara göre ortaokul ve lise öğrencileri arasõnda uyuşturucunun, meşrubattan farkõ kalmadõ. Sosyal güvenlik zayõfladõkça umudunu at yarõşlarõ, loto gibi şans oyunlarõna bağlayanlarõn sayõsõ da rekor düzeye çõktõ. Televizyon kanallarõnda poker, rulet ve bin bir türlü yarõşma programõnõn giderek daha fazla izlenir hale gelmesi toplumdaki eğilimi de yansõtõyor. Son günlerin en ateşli tartõşmasõ da sadakat üzerine. Biri sinema sanatçõsõ, diğeri de yazar iki ünlü kadõna göre sadakate dayanan evlilik kurumu insanõ öğüten bir mekanizma. Evliliğin ve aşkõn devamõ için erkeğin de, kadõnõn da sevgilileri olmalõ. Tartõşma sürüyor, bir yandan da kamuoyu yoklamalarõ. Bu tezi destekleyenler şimdilik yüzde 20. Medya ve kültür dünyasõ, kuralsõz piyasa ekonomisinin hegemonyasõna girince dengeler, değerler sistemi altüst oldu. “Büyük birader” diye adlandõrõlan ve bireyi koruduğu sanõlan devletin kendisine ihanet ettiğini düşünen sõradan insan tutunacak başka dallar arõyor. Kumar, şans oyunlarõ ve uyuşturucuya uzak duranlarõn tutunduğu dal da yeni ruhani akõmlar. Yeni bir araştõrma halkõn yaklaşõk yarõsõnõn “new age” diye adlandõrõlan değişik ruhani akõmlara yöneldiğini gösteriyor. Örneğin kendini kiliseye bağlõ Hõristiyan olarak tanõmlayanlarõn yüzde 33’ü yeniden dünyaya geleceğine inanõyor. Yaşõ 24 ve daha küçük olanlar arasõnda ise bu oran yüzde 42. Bu da yeni akõmlarõn gençler arasõnda daha hõzlõ yaygõnlaştõğõnõn işareti. Ölülerle temas kurulabileceğine inanan kadõnlarõn oranõ yüzde 50. Erkekler arasõnda ise bu oran yüzde 20. Yaşamõmõzõ yõldõzlarõn yönlendirdiğine, Maya takvimine göre 2012’nin kõyamet yõlõ olduğuna inananlar da az değil. Ruhani akõmlara katõlan gençlerin üçte biri arasõnda Tanrõ’yõ algõlayõş da çok farklõ. Gençlerin İslam tasavvuf felsefesini hatõrlatan inanõşõna göre Tanrõ dõşarda değil, insanõn içinde. Anket sonuçlarõnõ değerlendiren teolog Liselotte Frisk’e göre, tek Tanrõlõ Hõristiyan dininden uzaklaşõp yeni ruhani akõmlara katõlanlarõn bu ölçüde artõşõ şaşõrtõcõ. Din bilimleri uzmanõna göre, bu tür akõmlar küreselleşmeyle yaygõnlaştõ. Demek ki küreselleşme çürüme, çözülme aşamasõna geldi. Baksanõza yaya geçitlerinde trafik lambalarõndaki yayalarõn basacağõ butonun altõndaki, işaret parmağõ yukarõyõ gösteren el resmi aslõnda İsa peygamber döneminden kalma bir Hõristiyanlõk sembolü olup Tanrõ’yõ gösteriyormuş. Trafik õşõklarõndaki bu kutularõ üreten şirket, el resmini bilinçli olarak koyduğunu açõkladõ. Yok, yok bu terazi bu sõkleti çekmez. Türbanlõ, parmaklõ bu “sembolizm” dönemi uzun sürmez. Müslümanlarõn Belçika’sõ Yüzlerce göçmen kuş yanõmõzdan balõk sürüleri gibi süzülüyorlardõ bizler havaalanõna doğru yol alõrken. Onlar yukarõda biz aşağõda, onlar sõcağa biz soğuğa doğru yarõştõk yol boyunca. Havaalanõnda Belçika’dan tanõdõklarõmõzla rastlaştõkça “dönüş” dedik, kupkuru seslerle. Simidi, boğazõ, sõcacõk güneşi, vapur sesini, ayçekirdeğini, İstanbul’un bin bir sesini, sevdiklerimizi zihnimizin eteklerinden döke saça kendimizi uçağa sürükledik. Bir dahaki dönüşe dek, tatil değildir de, alõşõk olduklarõ sesler, kokular, lezzetler, duygularla şõmartõlmaktõr asõl biten gurbetçiler için. Yani “memleketle” şõmartõlmak. Okul servisi gibiydi uçak. Her yõl tatil dönüşlerinde tanõdõk yüzlerle birlikte, tõpõş tõpõş, yaz boyu Türkçesi düzelmiş, memleket güneşiyle renklenmiş çocuklarõmõz ve bir türlü tanõmlanamayan garip bir boşlukla yüreğimizde, doğduğumuz yerden doyduğumuz yere, alt tarafõ evimize dönüyorduk işte. Uçakta yanõma düşen beyaz tülbentli yaşlõ teyze çatalõnõn ucuyla dokunup tabağõndakileri itip kaktõktan sonra çatalõ elinden bõrakõverdi... “- Yesene teyze, yol uzun daha inmemize iki saat var. - Yimem. - Niye? Merak etme helal kesimdir bu etler. THY’de başka türlüsü olmaz. - Yok yimem. Aç değil misin?. - Tok da sayılmam amma, yimem de. - Güzel yapmışlar, kuşbaşı et... -Yok ben yimem. -Allah allah niye “yimessin”? - Kendimin büyüttüğü, beyin de kestiği etten başkasını ağzıma koymam ben. - Nasıl yani? - Eyle işte. Bizim bahçenin tavuğunu koyununu yeriz biz. Daha kasaptan, marketten bu yaşıma kadar et almışlığım yoktur. Canım tavuk mu çekti, derim beye tavuk keser, et mi istedi koyun keser. Koyunu keseriz, tuzlarız buzlarız bitene kadar çoluk çocuk yeriz. Eyle işte.” Belçika’ya 40 yõl önce göçmen işçi ailesi olarak ilk gelenlerdenmiş. Charleroi yakõnlarõnda oturduklarõ evin bahçesini kõsa sürede köylerindeki gibi yapmõş. Marketin yolunu bilmezmiş. Bahçesinde her şey varmõş. Beyaz tülbentli teyze yok oldu birdenbire, yolculuğun son iki saatinde yanõmda saltanatõna hâkim gerçek bir kraliçe vardõ. Beş çocuğunu nasõl büyüttüğünü, evlendirdiğini, kõzlar dahil hepsine nasõl meslek edindirdiğini, şimdi hepsinin en fazla birkaç bina ötede oturduklarõnõ, her gün mutlaka beş dakika için de olsa uğradõklarõnõ, özet olarak Belçika’nõn göbeğinde kurduğu saltanatõ anlattõ. Belli ki göç ettiği ülkeye hiç değil ama, topraklarõna başarõyla “entegre” olmuş, bir kelime Fransõzca veya Flamanca konuşmadan, toprakla, havayla, suyla, çocuklarõyla, “toprak insanın değildir” dediği rivayet edilen Kõzõlderili şefi gibi, bildiği gibi yaşõyordu. Avrupa’da ne çok mikro saltanatlõk var böyle... İsli puslu Belçika’da evimizi sarmõş Belçika’nõn ünlü örümcek ağlarõndan başka bir sürpriz bekliyordu bizi. Fransõzca yayõmlanan Vif L’Express dergisi 29 Ağustos tarihli sayõsõnda kapağa, başõ türbanlõ, gülümseyen bir genç kõzõn kocaman fotoğrafõnõ koymuş. Belçika’daki ilköğretim okullarõnda başörtüsü yasağõ var, ama Müslümanlarõn okullardan başka talepleri oluyor. Okul yemekhanelerinde helal kesim et, kõz öğrencilerin yüzme ve spor derslerinden, okul gezilerinden muaf tutulmalarõ, namaz kõlõnabilecek mekânlar isteniliyormuş. Okul yöneticileri ve öğretmenler sõzlanõyorlar, “Sınıftaki ögrencileri rencide etmeyelim derken tarih ve coğrafya dersini bildiğimiz gibi öğretemiyoruz, evrim teorisi ise başlı başına bir sorun”. Yazõnõn yayõmlanmasõndan sonra dergiye tepki yağõyor, ama mikrokosmoslarõndan çõktõkça göçmenler, “göçmenlik meselesi” ve “Müslümanlıkla” ilgili sesler daha gür çõkacak gibi görünüyor. Zira, Belçika kendi Flamanlarõna, kendi Valonlarõna, yani kendi “ötekileştirdiğine” bile tahammülsüz. Kõrõldõ kõrõlacak. Bir dahaki yaza kadar daha rengârenk bir sonbahar ve uzun bir kõş var Belçika’da. Hepsi geçip gittiğinde, bir yõl sonra nasõl bir Belçika’ya dönecek bakalõm göçmen kuşlar... Auster’õ dinlemek OSMAN İKİZ STOCKHOLM ASLI KAYABAL ZAVAGLİA MİLANO ELÇİN POYRAZLAR WASHINGTON ÇİMEN TURUNÇ BATURALP BRÜKSEL Mammola’da AzizNicodemo Yortusu Öğrenciler son ağaca kadar direndiler ABD’deki California Üniversitesi’nde yapılmak istenen yeni bir spor merkezinin inşaatını protesto için yerleşke içindeki korulukta kamp kuran öğrenciler eylemlerine son vermek zorunda kaldı. 21 ay önce başlayan eylem, koruluktaki ağaçların tamamına yakınının kesilmesi nedeniyle, tek bir servi ağacında, 4 öğrenci tarafından devam ettiriliyordu. (Fotoğraflar:AP)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear