Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
H
apishanelerde sabahlar birbirine ben-
zer, hep özgürlükten hapisliğe uyanõ-
lõr. Rüyanda genelde, demir parmak-
lõklarõn dõşõnda özgür gezersin, gözünü aç-
tõğõnda da bir an bulunduğun yeri yadõr-
gar, sonra birdenbire nerede olduğunu an-
layõp, ateşten gömleği giyerek güne baş-
larsõn.
C- 16’daki ilk günüm de öyle oldu.
C- 16, Sağmalcõlar Hapishanesi’nin sol
bloğunda. Burada genelde kaçakçõlõktan
tutuklu ya da hükümlüler yatõyor.
Kaçakçõ arkadaşlar, Turgut Özal’õn
bulduğu bir deyimi pek benimsemişler..
kendilerini, “adi” ya da adli suçlu saymõ-
yor, fiillerini “ekonomik suç” olarak ta-
nõmlõyorlar. Tabii aynõ mantõğõ sürdüre-
rek, orada haksõz yere yattõklarõnõ düşünü-
yor ve ekonomik suçun cezasõnõn da eko-
nomik olmasõ gerektiğini ileri sürüyorlar.
Görüyorsunuz.. Cin Turgut Özal’õn dü-
şünceleri ne şekillerde, toplumun nereleri-
ne kadar yansõyordu.
Bizi bu koğuşa verenlerin gerçekten
“kıyak” geçtiklerine (kõyak hapishane ar-
gosunda iyilik anlamõna geliyor) kuşku
yoktu. Her şeyden önce, kaçakçõlar ağõr
suçlular değillerdi; cinayet, hõrsõzlõk ve
gaspa oranla daha hafifti.. bir türlü illegal
ticaret olan kaçakçõlõğõ yapanlar, toplumun
itibar skalasõnda diğer suçlulardan ayrõ bir
yerdeydiler.
Genelde bu koğuşlarda asayişi sağlamak
daha kolay oluyordu. Başka yerlerde sonu
ölümle bitebilecek olan bazõ gelişmeler
burada olay bile olmuyordu. Bunun en gü-
zel örneğini de “Eşape Burhan”õn öykü-
sü oluşturuyor.
EŞAPE BURHAN’IN ÖYKÜSÜ
Eşape Burhan’õ daha C- 16’ya girdiği-
miz gecenin ertesinde tanõdõk. Çay ocağõnõ
çalõştõrõyordu. Tabii Eşape, çay ocağõnõ
kendi başõna çalõştõracak bir öneme sahip
değildi koğuşta. O yalnõzca, yönetici ağa
ekibinin ocağõ çalõştõran müstahdemi ko-
numundaydõ. Dişleri dökülmüş, kara kuru,
kavruk, yaşõndan çok fazla gösteren bir
delikanlõydõ, en büyük merakõ da futboldu.
Fenerbahçeli Eşape, sol taraftan atõlan
uzan toplarõ alõp, bir çalõmla kaleye doğru
akmada fena değildi.. “Eşape” lakabõnõ da
buradan alõyordu. Ama tek figür de futbol-
da yeterli olmuyordu. Eşape avluda oyna-
nan maçlarda takõma girmek ister, koyma-
dõklarõnda da kõzardõ. Sanõrõm kendisini
savunduğum, iyi oynadõğõnõ söylediğim
için de beni sever, bana karşõ “Yok abi
ya, Eşape’nin bişiy oynadığı falan yok”
diyenlere de hemen cevabõ yapõştõrõrdõ:
- Ali abim gazeteci be, ondan iyi mi bi-
leceksin!
Koğuşa ilk gittiğimizde, Hüseyin Baş’a
“Eşape”nin altõndaki yatağõ verdiler.
Üç gün sonra, Hüseyin gülümseyerek
korkudan titreme taklidi yaparak geldi ya-
nõmõza.
Meğer Eşape’nin suçunu öğrenmiş.
Eşape Burhan, dõşarõdaki yaşamõnda da
çaycõymõş.. bir hanõn girişinde çay ocağõ
varmõş. Bir gün Eşape Burhan’õn bavulun-
dan, önce õrzõna geçilmiş, sonra boğulup
parçalanmõş bir çocuğun cesedi çõkmõş. İş-
te Eşape Burhan’õn suçu bu.
Hapishanenin cinayet, hõrsõzlõk, gasp gi-
bi suçlularõnõn bulunduğu koğuşlarda
“Eşape”nin hükmü mahkemeye kalmadan
infaz edilir, bu gibiler, hemen oracõkta öl-
dürülürler.
Ama C- 16’da Burhan’õ yaşatõyorlardõ.
Bir gün suç ayõrõmõ dolayõsõyla, koğuşta
kaçakçõlõktan başka suçtan yatanlarõn baş-
ka yere verileceği haberi ulaştõ. Ardõndan
da, gardiyanlar koğuşa geldiler.
Kaçakçõlõktan başka suçtan yatanlarõ
(biz hariç) başka koğuşa gönderecekler.
Kimse gitmek istemiyor, tabii koğuş ra-
hat. Eşape Burhan ise sapsarõ olmuş, ken-
dinden geçmiş herkese yalvarõyor, nafile..
Gardiyanlar, “Savcı Bey Listeye yazmış,
yapacak bir şeyimiz yok” diyorlar.
ERDAL ATABEK DEVREDE
Burhan son çare olarak, bizim temsilci-
miz olan; hem koğuş, hem de idare cani-
binden saygõ gören, sözü dinlenen Erdal
Atabek’i gördü ve ona gitti, yalvardõ.
Erdal Abi, “Bir bakalım” diye kalktõ gi-
yindi. Bu arada Burhan “Allah Razı olsun
Hocam” diye ellerine sarõlmõş durumda.
Sonrasõnõ Erdal Atabek’in, hapishanedeki
insan sõcağõnõ, tümüyle yansõttõğõ enfes ki-
tabõndan (“İnsan Sıcağı” Çağdaş Yayõnla-
rõ) okuyalõm:
“...Kapõya indim. Gardiyanlarõ buldum.
‘Yahu çocuklar, öbürleri neyse de bunu
biliyorsunuz. Adamı yaşatmazlar.
Onunki koğuş değiştirmek falan değil,
düpedüz ölüme gidiyor. Bakın bunun
sorumluluğu var.’
Gardiyanlar:
- Hocam biz de biliyoruz. Ama Savcõ
Bey’in yazdõğõ listede adõ var. Emri nasõl
değiştiririz? Mecburuz almaya...
- Vallahi sorumlu bir iş. Alın.. alın ama,
durumunu da bilin, bana kalırsa siz du-
rumunu Savcı Bey’e bir daha hatırlatın.
O da insandır, bir anlık dalgınlığına ge-
lir. O da sanırım istemez böyle bir sonu-
cu dedim.
- Hocam bizim elimizde bir şey yok.
- Yahu adam gidecek.
- Peki dedim siz onu götürün savcıyla bir
kendi konuşsun. Savcı Bey ısrar ederse
mesele yok. Siz de sorumlu olmazsınız.
Birbirlerine baktõlar, akõllarõ yattõ. Aldõlar
adamõ Savcõ Bey’e götürdüler. Savcõ Bey
onu listeden çõkarmõş, o da koğuşa geldi-
ğinde elimi öptü, “Estağfurullah” dedim.
Koğuştakiler de iyi oldu dediler, olay da
kapandõ.”
CMYB
C M Y B
6 AĞUSTOS 2008 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA
DİZİ 9
S
õkõntõlõ saatler geçiyor merdiven
altõnda, nihayet hep bir arada olacağõ-
mõzõ anlayõnca rahatlamõş bir şekilde,
elbiselerimizi çõkarõp “tek tipler”i giyiyo-
ruz. Sonra bir sürü demir kapõdan geçip üst
kata çõkõyoruz, Üzerinde levhalarõ bulunan
kapõlarõn önünden geçerek, önümüzden açõ-
lõp, ardõmõzdan kapanan demir kapõlõ
koridorlarda ilerleyerek, C- 16’nõn önüne
geliyoruz. Gardiyanlar kapõyõ tõklatõyorlar,
önce mazgal açõlõyor, sonra kapõ, içeri dalõ-
yoruz...
Girişte, hemen sağda mutfak bölmesinin
bulunduğu hemen hemen kõrk metreye 18
metre bir yere giriyoruz. İçerisi loş.. kala-
balõk mõ kalabalõk... Kesif bir sigara
dumanõ, neredeyse etrafõ sis başmõş gibi..
dipte birkaç tahta ranza... Pencerelere dikey
birbiri ardõna sõralanmõş uzun masalar ve
duvarõn orada en dipte sesi epeyce açõlmõş
bir televizyon, televizyonda türküler prog-
ramõ... Daha önce kaldõğõmõz Maltepe Zõrhlõ
Tugay’daki yerimizde de televizyon vardõ.
Ama hõnzõr Gencay Şaylan, tabii muzõrlõk
olsun diye, türkü programlarõnõ küçümser,
onun yerine çoksesli müzik dinlenmesini
önerir, bu şakalarõnõ da, halkõmõzõn temsil-
cileri milletvekillerine ve aralarõndan özel-
likle alaturka meraklõsõ Kemal Anadol’a
yöneltirdi.
Kemal Anadol, koğuşun kapõsõ açõlõp,
karşõsõnda “halkõmõzõ” yani bir anlamda
potansiyel seçmenlerini görünce, askeriye-
nin ceberut otoritesinden, Gencay Şaylan’õn
modernist baskõsõndan kurtulmuş, askeri
yönetimden sivil döneme geçmiş gibi oldu
ve sürekli türküler programõna dudak büken
arkadaşõna doğru dönüp, sol elini yumruk
yapõp sağ eliyle de onun üstüne vurarak
neşeyle haykõrdõ:
- N’abbeeer Genco! Bak türküler, hadi
she loves you yeee... yee... yeee!
Sağmalcõlar’da benim için fasõlalarla 28
ay sürecek macera, o gece işte böyle baş-
ladõ.
‘Naber Genco?.. Hadi she loves you yeey yeey yeey!..’
Sol blokta yer alan C- 16’dakiler kendilerini ‘adi’ ya da adli suçlu saymõyor fiillerini ‘ekonomik suç’ olarak tanõmlõyorlar
Kaçakçõlar Koğuşu C-16
T
utuklular arasõnda, efendiden bir adam
olan Gümrükçü Osman Bey de vardõ,
bir kaçakçõlõk olayõnda rüşvetten düş-
müştü içeri. Olayõ reddetmiyor, rüşvet al-
maktan pek sõkõlõr da görünmüyordu. Bize,
gümrükçülüğe nasõl başladõğõnõ, başlangõç-
taki idealistliğini, sonra kendisini nasõl biraz
tehdit, biraz da ikna ile rüşvet yoluna çek-
tiklerini büyük bir açõk kalplilikle anlatmõş-
tõ. Hoşsohbet, efendiden bir adamdõ. Scrab-
le oyununa meraklõydõ ve bu kelime bulma
oyununa bayõlan Orhan Taylan ile hemen
her gece oynarlardõ.
Sağmalcõlar C- 16’daki ilk konukluğumuz
bir ay kadar sürecek, duruşmalar devam
ederken, mahkeme tarafõndan verilen bir
tahliye kararõ ile duruşmanõn ertesi günü, 22
Aralõk 1983’te bütün koğuş arkadaşlarõyla
teker teker helalleşerek, buradan ayrõlacak-
tõk.
Biz “artık bu iş bitti” sanõyorduk, meğer
on ay sürecek bir teneffüse çõkõyormuşuz,
bir yõla kalmadan aynõ yere dönecekmişiz
ve bu kez C- 16’yõ cennet gibi algõlayacak-
mõşõz da haberimiz yokmuş.
D
ikkatimi çeken noktalardan biri de, altlõ
üstlü ranza şeklindeki iki yatak sõrasõ
arasõnda duran dolaplara yapõştõrõlmõş o
zamanlar Kaçakçõlõk Dairesi Müdürü olan
Saadettin Tantan fotoğraflarõ olmuştu.
Bunlarõn hepsinin gözleri oyulmuştu.. kaçak-
çõ arkadaşlar kendilerine karşõ müsamahasõz
olan Tantan’õ hiç sevmiyorlar ve gazeteden
kesilmiş fotoğraflarõnõ, gözlerini oyup başuç-
larõna asarak kendilerine göre intikamlarõnõ
alõyorlardõ.
Bir de, koğuşumuzda biri oldukça varlõklõ
bir kaçakçõnõn, öbürü de, genç ve yetenekli
bir futbolcuyken, bu işlere bulaşõp, araba ka-
çakçõlõğõ işine bulaşan ve her bir olaydan bi-
riken cezalarõyla yüzlerce yõl yatmasõ gere-
ken Semih’in başucunda bir akvaryumu var-
dõ. Anlaşõlan Semih işin beyni değil, maşa-
sõydõ ve her şeyin ceremesini de o çekiyordu.
Ona üst katõn en dibinde bir yatak vermiş-
lerdi ve orada akvaryumunun yanõnda hap ile
kafayõ bulup, dipsiz kuyuda debelenir gibi
yaşõyordu.
İlk girdiğimizde, bir iki büyük kaçakçõ
vardõ. Biri kaçak mallarla dolu gemisini ya-
kalanmamak için batõrmõş, ama yine de ya-
kayõ kurtaramamõştõ.
Diğerleri genellikle araba kaçakçõlõğõndan
yatmaktaydõlar.
Çiçek Pasajõ’nda tek kart ile tombala çekti-
rip, kazananlara kaçak Amerikan sigarasõ
vermekten yakalanan “Tek Kart İsmail” ise
üst kata bile terfi edememişti.
Tabii yataklarõn koğuş ağasõ tarafõndan da-
ğõtõldõğõnõ, bunun da belirli bir karşõlõğõ oldu-
ğunu, siyasi olan bizlerin bu angaryadan mu-
af bulunup, ayrõ bir statüye sahip olduğumu-
zu eklemeye gerek yok sanõrõm.
Y
apıldığında, Ortadoğu ve
Balkanlar’ın en modern
cezaevi sıfatını kazanan
Sağmalcılar’da koğuş usulü
geçerliydi. Bir avlunun iki ya-
nında yer alan ve her ikisi de
beton zeminli o ortak avluya
bakan koğuşlar iki katlıydı. Bi-
rinci katın girişinde C- 16’da
sağ tarafında mutfak bulunu-
yordu; bu mutfağın dibindeki
mazgaldan yemek artıkları dö-
külürdü. Mazgaldan, zaman
zaman kedi iriliğinde fareler
çıkar, kimseden çekinmeden
fütursuzca salınırlardı. Doğru-
su cesametlerine bakınca, on-
ların sizden korkmamasına hiç
şaşmazdınız.
Mutfakta sabahları gelen
kahvaltılık peynir ve zeytin ile
saat 11 – 12’de gelen ve hem
öğlen hem akşam yemeği olan
genelde, bakliyat, makarna,
bulgur ve pirinç pilavından
oluşan karavanalar bölüştürü-
lür veya meydancılar tarafın-
dan kantinden alınan malzeme
ile yemekler pişirilirdi.
Koğuşun zemin katında üze-
rinde yemek yenen masalar bu-
lunurdu. Dipte ise televizyon.
Hapishane yapılırken, ikinci
kat yatakhane olarak düşünül-
müş. Koğuşun kapasitesi 60 ki-
şilik. Ama zaman zaman bu sa-
yı 120’ye kadar çıktı. Konten-
janı aşanların bir kısmı zemin
kata konan yataklarda, kimile-
ri de üst ya da alt katta yere se-
rilen döşeklerde yatarlardı.
Orada kaldığımız sürece koğuş
mevcudu ortalama hep 90 kişi
civarında olmuştu.
C- 16’ya ilk girdiğimde en
çok dikkatimi çeken, özellikle
üst kattaki yatakların rengâ-
renk çarşaf ve nevresimleri ol-
muştu. Daha önce kalmış oldu-
ğum askeri hapishanelerde
çarşaf ve nevresimler idare ta-
rafından verilirdi ve genelde
hâki renkte olurlardı. Oysa bu-
rada, herkes evinden getirttiği
renkli çarşaf ve nevresimleri
kullanıyordu ve doğrusu ya..
hapishanenin kasvetli havasını
biraz olsun yumuşatıyorlardı.
S
ağmalcılar’a ilk gittiğimiz 1982 Kası-
mı’nda, Uğur Mumcu’nun, terör ve ka-
çakçılık üzerine çalışmaları toplumda bü-
yük yankı uyandırmıştı.
Uğur özellikle silah kaçakçılığında Bulgaris-
tan bağlantısının büyük rol oynadığını yazıyor,
Kinteks Şirketi’nin marifetlerini, Ağca’nın da
Bulgaristan bağlantılarını anlatıyordu. Ne var
ki, bu açıklamalar kimi sol çevrelerin tepkisini
çekiyor, Bulgaristan’ın kasten karalandığı söy-
leniyordu. C - 16’daki ilk günlerimizde, hep
Uğur’u andım, içerden kendisine haber gön-
derdim. Çünkü kaçakçı arkadaşların bir bölü-
mü, üzerinde “Bulgaria” yazan eşofmanlarla ge-
ziyorlar, Bulgaristan’daki maceralarını Kara-
deniz kıyılarındaki yazlıklarında geçirdikleri
günleri anlatıyorlardı. Uğur’u gerçekleri sap-
tırmakla suçlayanlardan birine,
- Eee bunları gördükten sonra ne diyeceksin,
dedim.
Hiç ses etmedi.. konuyu değiştirdi. Ben ise ha-
yıflanıyordum. Benim yerime orada Uğur ol-
saydı, kim bilir neler çıkarır, ne bağlantıları or-
taya dökerdi?
YARIN: EVİM... EVİM... GÜZEL EVİM...
MAHKÛMLARIN BAŞUÇLARINDA
Gözleri
oyulmuş
Tantan
fotoğraflarõ
Gümrükçü
Osman Bey
UĞUR MUMCU’YU DOĞRULAYAN GÖRÜNTÜLER
Garip bir hapishane görüntüsü
Ali Sirmen Uğur Mumcu