23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B 31 AĞUSTOS 2008 PAZAR CUMHURİYET SAYFA 17 Erol Barutçugil: “Üç gün sonrasını göremeden Kafkas İttifakı önerene devlet adamı denebilir mi?” Gül: Vicdanım rahat... AKP’ye bu kadar bedel ödedikten sonra tabii rahat olur! Türkü Sema Akdemir: “Türküleri de değişecek Anadolu’nun: Çırpınırdı Karadeniz, bakıp Amerikan bayrağına!” Arayış Hasan Baş: “Türbanlı zenneye yasallık kazandıramayan Devlet Bahçeli, çıkışı kapatmalıkta arıyor!” Ahmet Önen: “Hırsızlıktan hükümlü birinin, kendini affedenler için ‘onlar bizim talebelerimiz’ demesinin, bilinenden başka anlamı olduğunu bilen söylesin!” YağmurDeniz Çankaya Köşkü’nde film haftası başlamış! İSLAMCI AKP’lilerin Cumhurbaşkanı yaptığı Abdullah Gül, Çankaya Köşkü’nün internet sitesinde Atatürk filmleri haftası başlatmış olmalı. Şimdi de yanında Amerikan elçisi Joseph C. Grew olduğu halde Atatürk’ün Amerikalılara yaptığı konuşmanın iki dakikalık bölümü yayımlanıyor. Filmde sadece Atatürk konuşuyor. Amerikalı, önceleri kameraya bakarken bir süre sonra bakışlarını Atatürk’e çeviriyor. Ve Atatürk ne yaparsa onu yapmaya başlıyor. Atatürk, iki eliyle ceketinin yakalarını tutuyor, Amerikalı da. Amerikalı bir ara iki elini beline götürüyor ama Atatürk’ün yanında bu hareketi taşıyamıyor ve ellerini arkada toplayıp “rahat” duruşa geçiyor. Bir de bugüne bakın. Amerikalı bacak bacak üstüne atıyor, bizimkiler de. Amerikalı burnunu karıştırıyor, bizimkiler de. Amerikalı aksırıyor, bizimkiler de. Atatürk konuşmasında “Amerika milletinin Türk milleti ile beraber olduğundan şüphem yoktur” diyor. Bir de bugüne bakın, bizimkiler “Türk milletinin Amerika ile beraber olduğundan şüphem yoktur” diyor. Atatürk’ün görüntüleri yayımlandıkça, ne kadar büyük bir devlet adamı olduğu bir kez daha görülüyor. Bizimkilerin ise Amerikalı elçi gibi ne yapacağını bilemediği! - Türkiye, Kafkasya’da arada kalmış... “Arada değil ABD’nin altında kaldı!” “KURULDUĞU günden beri böylesine ciddi tehlikelerle aynı anda karşı karşıya kalmamış olan ülkemizin ulusal, üniter ve laik yapısını bozmak, birliğini ortadan kaldırmak ve sonuçta bölünmeye hazır bir Türkiye görmek isteyenlerin var olduğu bir gerçektir” dedikten sonra esas duruşa geçti, başını öne eğdi ve boynuna madalyayı taktırdı. Yaşar Büyükanıt’ın emekli olmadan birkaç dakika önce Genelkurmay Başkanı üniforması ile esas duruşa geçip önünde başını eğdiği kişi İslamcı AKP’nin Cumhurbaşkanı seçtiği Abdullah Gül’dü ve artık cumhuriyetin temel ilkelerine “sözde değil özde bağlı” bir cumhurbaşkanı beklentisi çoktan mazi olmuştu. Boynuna takılan madalyaya, devlete yaptığı üstün hizmetlerinden dolayı İslamcı AKP hükümetinin başı RTE’nin önerisi üzerine hak kazanmıştı. Ve ne hazindir ki RTE’nin başında bulunduğu partinin laikliğin karşıtı eylemlerin odağı olduğu Anayasa Mahkemesi kararıyla tescillenmişti. “Ülkemizin laik yapısını bozmak isteyenlerin var olduğu bir gerçektir” dedikten sonra laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu yüksek yargı tarafından karara bağlanmış bir partinin iktidarının takdirine mazhar olmak ve bu iktidarın cumhurbaşkanı seçtiği kişinin karşısında esas duruşa geçip başını öne eğip boynuna madalya taktırmak nasıl bir duygudur anlamak mümkün değildi. Aslında konunun duygusal bir yanı yoktu. Amerika Birleşik Devletleri’nden madalyası vardı ve şimdi Amerika’nın Büyük Ortadoğu Projesi ile ılımlı İslam yönetimi kurmak istediği Türkiye Cumhuriyeti’ndeki “eşbaşkanı”ndan bir madalyası daha olmuştu. Büyükanıt’ın yerine Genelkurmay Başkanı olan Orgeneral İlker Başbuğ’un ise Amerika’dan madalyası yoktu. Başbuğ‘un göreve başlarken yaptığı konuşmada “Atatürkçü düşünce sistemi”ne vurgu yapması dikkat çekiciydi. Ama asıl dikkati çeken, Başbuğ’un eski komutanlarından Atatürkçü Düşünce Derneği Genel Başkanı emekli orgeneral Şener Eruygur’un ve emekli orgeneral Hurşit Tolon’un ne ile suçlandıklarını bilmeden cezaevinde yatıyor olmalarıydı. İslamcı iktidar döneminde yurtseverlerin madalyası hapishane prangası olmuştu! Madalya PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Bugünlere Nasıl Geldik? 4 Şubat 1949 günü bir ‘meczup’ Türkiye Büyük Mil- let Meclisi’nde ezan okumaya kalkıştığında ben henüz 6 yaşımı doldurmamıştım. Biliyorsunuz, TBMM ya da Anıt- kabir’de ezan okuyan, Kuran gösterenlere ya da Atatürk anıtlarına çekiç, balyoz, kazma gibi aletlerle saldıranla- ra ‘resmi dil’de ‘meczup’ deniyor. İşte çok partili dönem tarihimize geçen bu ilk ‘meczup’ olayından 11 gün son- ra muhalefetteki Demokrat Parti’den bir grup milletve- kili tarafından ‘isteğe bağlı olarak ilkokullarda din dersi okutulması’ önerildi. Toplum bu öneriyi masum bir istek olarak algıladı; öyle ya sonuçta ‘Müslüman bir ülkede’ yaşıyorduk. Oysa Demokrat Parti kurulduğu 7 Ocak 1946 tarihin- den itibaren izlediği din üzerinden siyaset yapmak üze- rine kurulmuş stratejisinin olumlu sonuçlarını, dolayısıyla da tadını almaya başlamıştı. Bu arada Cumhuriyet Halk Partisi de boş durmuyordu. O da DP’nin toplumun din- sel duygularını kaşıyarak, özellikle kırsal kesimden yan- daş kazandığını görmüş, atını aynı kulvarda koşturma- ya başlamıştı. 1 Mart 1950 günü, Tekke ve Türbelerin Ka- patılmasına Dair 677 sayılı yasayı yürürlükten kaldırdı. ‘Türk büyüklerine ait olanlar ve sanatsal değer taşıyan- lar’ Milli Eğitim Bakanlığı’nca halka açıldı. Açılan türbe sayısı ilk aşamada 19’du. Ne var ki CHP yarışa geç katılmıştı, 14 Mayıs 1950 gü- nü DP iktidara geldi ve 15 gün sonra (29 Mayıs) Başbakan Adnan Menderes’in ağzından, yalnızca “Millete mal ol- muş inkılaplarımızı saklı tutacağız” diyerek ‘laiklik karşı- tı eylemlere’ ilk yeşil ışığı yaktı. 16 Haziran’da ‘ezanın Arap- ça okunması’, 5 Temmuz günü de ‘radyoda dini prog- ram yayımlanması’ yasağı kaldırıldı. 21 Ekim 1950 gü- nü Milli Eğitim Bakanlığı ilkokullarda din dersinin zorunlu olduğunu duyurdu; çok geçmeden, 1 Aralık 1950’de ‘Arap harfleriyle tedrisat yapmak için gizli ya da aleni dersha- ne açanlar’ hakkında 23 Eylül 1931 tarihli ve 12073 sa- yılı kararnamedeki yasaklama kaldırılarak Kuran kursla- rının ve imam hatip okullarının önü açıldı. Türkiye’de ekonomik, sosyal, siyasal hiçbir olay, hiç- bir gelişme sürpriz değildir; ne yaşamışsak, ne yaşıyor- sak tümü de egemen sınıfların iktidarları tarafından in- ceden inceye hesaplanarak dayatılmıştır. Kökleri Cum- huriyetin kuruluş yıllarına kadar uzanan ve 1925 Takriri Sükûn Kanunu ile önünün kesilmesine çalışılmış olan din- cilik de yukarıdaki örneklerde de görüldüğü gibi kendi- ni saklamaya gerek duymaksızın gelişip güçlenerek gü- nümüze kadar gelmiştir. Öyle ki bugün Türkiye’yi yöneten Adalet ve Kalkınma Partisi, iktidarını, ‘laikliğe karşı ey- lemlerin odağı’ olarak sürdürmektedir. Günümüzün soldan dönme liberallerinin ‘demokratlı- ğını’ yere göğe sığdıramadıkları DP’nin ‘icraatı’na bir kez daha dönelim. Başbakan Adnan Menderes 1956 yılında Konya’da hal- ka yaptığı bir konuşmada, ‘ortaokullara seçmeli olarak din dersi konacağını’ açıkladığında büyük alkış almıştı. Aynı yılın 13 Eylül’ünde bunu gerçekleştirdi. Bir yıl son- ra Ödemiş’te yaptığı bir meydan konuşmasını şu sözlerle bitirecekti: “Allah, münafıkların şerrinden hepimizi koru- sun!” 19 Mayıs 1957 günü Kayseri’de halka, “DP’nin ik- tidarda olduğu yedi yıl içinde yeni 15.000 cami inşa edil- diği ve başta Süleymaniye olmak üzere 86 caminin ona- rıldığı, Süleymaniye’nin 500’üncü yıldönümünü kutlamak için Müslümanların İstanbul’a davet edileceği” müjdesi- ni verdi. 1957-1958 ders yılında bu kez de liselere seç- meli din dersi kondu ve bir yıl sonra din dersi öğretme- ni yetiştirmek üzere ilk Yüksek İslam Enstitüsü açıldı. Aydınlı bir toprak ağası olan Adnan Menderes’in ilginç bir demokrasi anlayışı vardı; DP Meclis Grubu’nda yaptığı bir konuşmada, “Eğer siz isterseniz Hilafeti bile geri getirirsiniz!” diye haykırarak kendisini hayranlıkla din- leyen DP milletvekillerini coşturmuş, grup salonunun du- varları alkışlarla sarsılmıştı. Bir keresinde yine heyeca- nı kabarmış, “Odunu aday göstersem milletvekili seçilir!” deyince bunun ne anlama geldiğini anlayanlar gibi an- lamayanlar da kendisini avuçları patlayana kadar al- kışlamışlardı. Bu yazıyı Ankara Keçiören’de dükkânında içki sattı- ğı için ‘alkol zaptiyesi’ tarafından dövülüp hastanelik edi- len tekel bayii yurttaşımızla Moda’da İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yürüttüğü ‘İskeleyi alkolden arındırma harekâtı’na bağlayacaktım. Fakat malzeme yığılınca al- tında kaldım, başaramadım. Affınıza sığınıyorum. 1960’lı yıllarda din üzerinden siyaset bayrağını Ada- let Partisi devraldı. İmam hatip okulu mezunlarının ilkokul öğretmeni olabilecekleri müjdesini toplum 26 Haziran 1965 günü AP’li Milli Eğitim Bakanı Cihat Bilgehan’ın ağzından duydu. Tüm bu gelişmelere karşın Başbakan Süleyman Demirel 31 Mayıs 1966 günü Kayseri’de, “Bu- gün Türkiye’de gericiliğin yaşamasına uygun koşullar ar- tık bulunmamaktadır” diyecekti. Dedik ya, bugün neler yaşayacağımız daha dünden bel- liydi. Konuyu sürdüreceğiz. www.dkavukcuoglu@superonline.com www.denizkavukcuogluyazilari.blogspot.com Hemen her alanda olduğu gibi “mimarlık”ta da evrensel bir ikilem yaşanõyor: 1- Küreselleşmenin “kim- liksiz sömürge mimarisi”ne tutsak mõ olunacak? 2- Mimarlõğõn “yerel, böl- gesel, ulusal değerler”e bağ- lõlõğõnda diretilecek mi? Birincisi, bir bakõma yõllardõr süregelen “rant yapılaşma- sı”yla uyumlu “piyasa” mi- marlõğõnõn küreselleşmesi... İkincisi ise hemen her ulus- lararasõ mimarlõk etkinliğinin son yõllardaki değişmez bek- lentisi... Sonuç bildirgelerinin evrensel dileği... Yani mimarlõğõn “etik” so- rumluluğu... ‘Küresel tasarım’lar Küreselleşme mimarlõğõnõn tasarõm konularõna bakalõm: Yer seçiminde “kenti hiçe sayan” gökdelenler. Tüketim ekonomisinin “para harcat- ma” (alõşveriş) merkezleri. Ka- ra para zenginlerine ayrõcalõk- lõ imarlõ “rezidans”lar. Sosyal devleti “bitirmek” için satõlan kamu arazilerinde TOKİ mar- kalõ “farklı dünya” projeleri... Görüldüğü gibi, küreselleş- meye hizmet etmek, aynõ za- manda en gösterişli ve en ka- zançlõ mimarlõğa da olanak sağlõyor... Buna karşõn toplumsal de- ğerleri gözeten bir mimarlõk için, öncelikle bunu “ödün- süz” hedefleyen bir imar düzeni sağlamak; aynõ değerlere pa- radan daha fazla önem veren “müşteri”ler bulmak gerekiyor. Böyle olunca da iki ayrõ mi- marlõğõn iki ayrõ mimar tipi ortaya çõkõyor. “Küreselci”ler sadece işle- rine bakõyorlar; konuşmuyor, tartõşmõyorlar; akşamlarõ jet sosyeteyle birlikteler; “sosyal sorumluluk”larõ için kulüp ya da dernekleriyle yetiniyorlar. Mimarlõk kavgalarõ da top- lum, çevre, kent yararõnõ göze- ten imar kõsõtlamalarõna “tasa- rım özgürlüğü” lafõyla karşõ çõkmaktan ibaret... “Direnişçi”ler ise iş arõyor- lar; konuşuyor ve tartõşõyorlar; akşamlarõ meyhaneye takõlõ- yorlar; sosyal sorumluluklarõ içinse “meslek kuruluşları”yla hareket ediyorlar. Mimarlõk kavgalarõ da top- lum, çevre, kent yararõnõ göze- ten imar kõsõtlamalarõnõ savun- mak; meslek kuruluşunun kamu yararõna ilkelerini tasarõmlara yansõtmak... Nitekim, son yõllarda hemen tümü “mimaride küreselleşen kimliksizlikleşmeye karşı kül- türel dayanışma” çağrõsõyla sonuçlanan uluslararasõ mimar- lõk etkinliklerini de büyük oran- da “mimarların meslek ku- rumları” düzenliyorlar... İstanbul’dan Torino’ya Mimarlõkta en kapsamlõ dün- ya buluşmalarõnõ 1948’de Tür- kiye’nin de katõlõmõyla kurulan “Uluslararası Mimarlar Bir- liği” (UIA) gerçekleştiriyor... Her 3 yõlda bir farklõ ülkede ya- põlan “Dünya Mimarlık Kon- greleri” ve “UIA Genel Ku- rulları”nõn 2005 buluşmasõnõ Mimarlar Odamõz İstanbul’da ağõrlamõştõ... UIA-2008’in ev sahibi ise İtalyan mimarlardõ... Temmuz- da Torino’da yapõlan kongre- nin temasõnõ “Mimarlığı Ak- tarmak; Kültür, De- mokrasi, Umut...” olarak belirlemişlerdi. Çünkü küresel da- yatmalar ne kültüre, ne demokrasiye, ne de umuda değer veriyor. Tek amaç dünyayõ sar- malayan “finans im- paratorluğu”nun rant mimarisini tüm kõtala- ra egemen kõlmak... Mimarlar Odamõzõn işte bu süreçteki ulusal ve ev- rensel duruşu da yõllardõr hep “kültürden, demokrasiden ve umuttan yana” olduğu için, UIA’nõn Torino Genel Kurulu ülkemize eşsiz bir onur arma- ğan etti. Dünya mimarlarõ, uluslar- arasõ meslek kurumlarõnõn en üst düzey yöneticileri arasõna Türk mimarlarõnõ seçtiler... Hem de yüzde 90’lara varan re- kor bir oy oranõyla... Böyle bir zafer “iş” ya da “si- yaset” dünyasõnda olsaydõ, her gün tam sayfa gazetelerde; her gece ekranlardaydõlar... ... Ve ‘imar dosyası’... Kanal B’de bu gece 23.00’te başlayacak İmar Dosyasõ’nda, işte bu başarõnõn mimarlarõyla “İstanbul’dan Torino’ya Dünya Mimarlığının Günde- mi” ele alõnõyor. Programa, Mimarlar Odasõ Genel Başkanõ Bülend Tuna ile UIA Merkez Konseyi’ne seçilen Prof. Dr. Günhan Da- nışman ve Doç. Dr. Deniz İn- cedayı katõlõyorlar... ekinci@cumhuriyet.com.tr KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN www.mumtaz-arikan.com (ÇÖPLÜK ÇOCUKLARI) TAYYAR ÖZKAN www.junkidz.com 31 Ağustos Adam SESSİZ SEDASIZ (!) ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ ‘Kültür,Demokrasi,Umut’... Dünya mimarları Torino’daydılar... Taliban HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN SOLDAN SAĞA: 1/ “Kısamahmut, kurtluca” gibi adlar da verilen, halk he- kimliğinde iştah açõ- cõ ve mide ağrõlarõnõ gidermekte kullanõ- lan otsu bitki. 2/ Fel- sefede, bilgi ile var- lõk arasõnda ilgi kur- duğu düşünülen kav- ram... Ödünç verme. 3/ Trabzon ilinde bir yayla... Mana. 4/ Av- rupa Birliği’nin kõsa yazõlõşõ... Sert ve iri taş küt- lesi. 5/ Oldukça hõzlõ tem- polu bir İtalyan halk dansõ... Bir ay adõ. 6/ Şanlõurfa- Gaziantep karayolunda bir dağ geçidi... Bir cetvel türü. 7/ İçine ok konulan torba ya da kõlõf... Rus köylü toplu- luğuna verilen ad. 8/ Türk halk şairlerinin etkisinde yetişen Ermeni asõllõ âşõk- lara verilen ad... Yõl. 9/ Anadolu'da köy seyirlik oyunlarõnõ düzenleyen kişiye verilen ad. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Küçük kamyon... Uyanõk, gözü açõk. 2/ Edebiyatla ilgisi olan, edebiyat değeri taşõyan... Daha iyi ürün elde etmek için bir ağaçtan başka bir ağaca dal nakletme işi. 3/ Evcil bir ge- yik türü... Bir Avrupa ülkesinin başkenti. 4/ Şaşma belirten bir ünlem... Ateş karõştõrmaya yarayan, eğri uçlu demir çu- buk. 5/ Bir haber ajansõnõn kõsa yazõlõşõ... Bir renk. 6/ Bir ki- tabõn sayfalarõnõ süsleyen küçük motif... Suudi Arabistan’õn plaka imi. 7/ Büyümemiş karpuz... Şarap. 8/ Bir etkinliğin ge- çici olarak durdurulduğu süre... Özen. 9/ Havadaki su buha- rõ... Samanlõk. 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9 B O L İ V A R K O P A L S E M A L A T İ F E A R İ L İ K N A R A V F B A L A D A S E N A A Ü R E A L A G Ö Z M A R A Ö Ğ E K A R A D Ü Z E N 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1 2 3 4 5 6 7 8 9
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear