23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
H apishanelerin alõşõlmõş uygulamala- rõndan biri de, “arama”dõr. Koğuş kapõlarõ birden hõzla açõlõr... Gardi- yanlar, askerler, içeri koşarak dalar- lar, sert bir tonla emrederler. - Arama var herkes avluda toplansõn... Ça- buk!.. Çabuk!.. Çabuk!.. Helalarõn kapõlarõ bile içeride bulunanlara aldõrmadan açõlõr, arama talimatõ üzerine herkes topla- nõp, aşağõ iner, nesi var nesi yoksa bõrakarak. Karşõda askerler ve gardiyanlar, bir yanda mahpus- lar sõra olunur avluda... Emir gelir: Ceplerini boşalt ve çömel! Bütün sinirler gergindir, ceplerini boşaltõrsõn, gelir teker teker bakarlar; sonra ayağa kaldõrõp yine ararlar. C- 16’da yine bu hõşõm gibi gelen aramalardan bi- rindeyiz. Hepimiz yere çömelmiş ve ceplerimizde ne varsa çõkarmõşõz. Birden gözüm cebimden çõkarõp önüme koyduklarõ- ma ilişiyor, bir mendil, bir kalem, bir çakmak, bir cüz- dan, bir küçük not defteri ve bir de.. evet ve ‘bir de plastik bir saç fırçası’. ARAMANIN CİDDİYETİ BOZULUYOR Kendimi tutamõyor, kel halimde cebimden çõkan saç fõrçasõna gülüyorum. Yanõmdaki Haluk Tosun tuhaf tuhaf yüzüme bakõyor, gözümle saç fõrçasõnõ gösteri- yorum, o da elini ağzõna götürerek gülüyor, yanõnda- kini dürtüyor, o da gülüyor, önce kõkõrdamayla başla- yan, sonra kahkahaya dönüşen gülme herkesi sarõyor. Benim plastik saç fõrçasõ aramanõn bütün ciddiyeti- nin canõna okuyor... Görevliler bir şey söylemeseler de, aramanõn ciddi- yetini bozan bu işe sinirleniyorlar. Neyse arama bitiyor, koğuşa dönüyoruz, bütün ara- ma sonralarõnda olduğu gibi, her şey yerlerde darma- dağõn... Başucumda, Nadir Bey’in (Nadi) gönderdiği, kristal fanus içinde ters çevirdiğinde üstüne güya kar yağan bir Sacre Coeur Kilisesi şekli vardõ. Aramada gitmiş. Çok canõm sõkõlõyor, kendi kendime söyleniyorum. - Müstahaksõn, aramanõn ciddiyetini bozarsan başõna bu gelir!.. CMYB C M Y B 14 AĞUSTOS 2008 PERŞEMBE CUMHURİYET SAYFA DİZİ 9 Y A R I N : Y E N İ B İ R Y A Z A R D O Ğ U Y O R B arõş Derneği iddianamesine karşõ savunma- mõn altõ çizilmiş; belli ki duruşma yargõcõ Atilla Ülkü kõzmõş. Başõmõza yeni dertler açõlacağõnõ anlõyorum. Tahliye olduktan sonra, bekliyor, ama mahkûmiyet ve yeniden içeri alõnma üzerine olayõ unutuyorum. Sonra bir gün haber veriyorlar. Mahkemeye hakaretten yargõ- lanacağõm. Hapishaneden mahkemeye sevklerde kapalõ hapishane arabasõ kullanõlõyor. O gün mahke- meye veya hastaneye gidecek olanlarõn hepsi merdiven altõnda kelepçelenip konuyorlar ara- baya, yer bulanlar yan taraftaki tahta banklara oturuyor, bulamayanlar, düşmemek için omuz- larõyla orada burada destek arayarak, bir yerle- re dayanmaya çalõşarak, saatler boyu Boğaziçi vapuru gibi oradan oraya giden, herkesi sõrasõ geldiğinde indiren arabanõn içinde sarsõlõp duru- yorlar. Akşam koğuşa döndüğünüzde arkadaşlar çay yapõyorlar, eve dönmüş gibi seviniyorsu- nuz. NADİR BEY İLE İLHAN ABİ’DEN DESTEK Neyse biz Selimiye’ye duruşma için gittik. Baktõm, Nadir Bey ile İlhan Abi gelmişler. On- larõn candan destekleri, mahkemeye gelerek, “bunlar sahipsiz” değil diye dünya âleme ilan etmeleri, bize çok destek oldu. Nadir Bey’in mektuplarõndan İlhan Abi’nin mesajlarõndan söz etmeye bilmem gerek var mõ? Gelmekle çok da iyi etmişler. Duruşma günü- mü ve saatini haber almõş olan Atilla Ülkü bi- razdan oradan geçermiş gibi yapõyor, yanõnda bir arkadaşõyla karşõya oturuyor. Güya beni gör- memiş gibi, ben de aynõnõ yapõyorum, Nadir Bey ve İlhan Abi’ye bakõyorum. Yargõç beyin keyfi kaçõyor, gidiyor birazdan. Hapishane gün- lerimi kolay geçirmemde, başta Nadir Bey ile İlhan Abi ve Uğur Mumcu olmak üzere, Cum- huriyet’in ve de tabii karõm Mine’nin sonsuz desteklerinin büyük katkõlarõ oldu. ‘BİR ŞEY SÖYLEMEYE KORKUYORUM SAYIN YARGIÇ’ Mübaşir adõmõ okuyor, dinleyicilerle birlikte giriyoruz içeri. İddia okunuyor yüzüme, askeri yargõç ne diyeceğimi soruyor. Kalkõp kõsa konu- şuyorum: “Sayın Yargıç, Burada size suçlu olmadığımı, savunmanın kutsal olduğunu, insanların savunmaları ko- nusunda suçlanamamalarının hukukun te- mel kurallarından biri olduğunu söyleyerek kendimi savunabilir, sözlerimde suç unsuru bulunmadığını örnekleriyle açıklayabilirdim. Bunların hiçbirini yapmayacağım, çünkü bu yüzden bir daha suçlanmaktan korkuyorum. Evet sayın yargıç, korkuyorum. Şu anda Türkiye’de birçok kişi de benim gibi korkuyor. Benim onlardan tek farkım, ben hiç değilse yüzünüze karşı açıkça kork- tuğumu söyleyecek cesareti gösteriyorum. Korktuğum için savunma da yapamıyo- rum...” Neyse mahkeme beraatõma karar veriyor. C- 16’da yine bu hışım gibi gelen aramalardan birindeyiz. Hepimiz yere çömelmiş ve ceplerimizde ne varsa çıkarmışız. Birden gözüm cebimden çıkarıp önüme koyduklarıma ilişiyor, bir mendil, bir kalem, bir çakmak, bir cüzdan, bir küçük not defteri ve bir de ‘bir de plastik bir saç fırçası’. Kendimi tutamıyor, kel halimde cebimden çıkan saç fırçasına gülüyorum. Bir cezaevinden başka yerlere sevkler de çok mihnetli olur. Biz, iki kere Sağmalcılar’a çok şükür ki İstanbul içinden sevk edildik de çok çekmedik, ama o ka- palı hapishane aracı içinde, elleri kelepçeli olarak, hele oturacak yer de yoksa ki çoğu zaman olmaz, yol almak tam bir işkence. Alp Selek bu uzak mesafe sevkin sı- kıntılarını çıktığımızda anlatmıştı. Sevk de, sabah erken- den emri hak gibi gelir. Kapı açılır, sevki bildirir- ler, gidecek olan nesi var nesi yoksa (ki zaten nesi olabilir ki) torbaya dol- durur, şöyle ayaküstü bir vedalaşır geride kalan- larla, sonra yola koyulur. Bu yıl, Bursa’da Çağ- daş Eğitim Kooperati- fi’nin yemeğinde, Sağ- malcılar’da birlikte kal- dığımız tutuklu arkadaş- ların ikisiyle birlikte ol- duk. Sevke gidişlerini anımsattılar: - Hatırlıyor musunuz, biz sevke giderken, sizler de erkenden kalkıp bize Allah ne verdiyse yolluk hazırlamıştınız. - Erdal Atabek, “Sö- züm Sanadõr”da yazıyor bu olayı, dedim. - Biliyor musunuz dedi arkadaşlardan biri, o ka- dar duygulandık ki, yol- da ağladık ve yiyemedik onları... - Hadi şerefe! dedim, kaldırdık kadehleri, afi- yetle de yedik mezeleri- mizi... EMRİ HAK DEĞİL, SEVK EMRİ Kel haliyle tezat oluşturan saç fõrçasõnõn Ali Sirmen’in cebinden çõkmasõ herkesi kahkahaya boğuyor ‘Arama var herkes avluya’ S ağmalcõlar’dan Barõş Davasõ için Met- ris’teki duruşma sa- lonuna gittiğimiz günlerden birinde, otobüse binmeden önce, merdiven altõnda, üs- tünde Atatürk maskõnõn altõ- na büyük harflerle “Yurtta Barış Dünyada Barış” yazõ- lan duvarõn önünde bermutat kelepçeleniyoruz. O sõrada Orhan Apaydın da hastane- den gelmiş. Bu kez, normal kelepçelemeyle yetinmiyor- lar, bir de ikişer ikişer sõralõ- yorlar, yanõmõzdaki ve arka- mõzdakilerle birbirimize sevk zinciri ile bağlõyorlar. Bu şekilde arabaya binmek de güç oluyor. Metris’e geli- yoruz, duruşma salonunun biraz uzağõnda iniyoruz. Sõra halinde yürümeye başlama- dan Gencay Şaylan zincirin ucunun yerde süründüğünü görüyor, alõp boynuna dolu- yor. - Heavy metal (O dönemin dünyaca ünlü rock grupla- rõndan biri) olduk, yaşasõn! diye gülüyoruz ve hep birlik- te hayali bir müziğe ayak uy- durarak yürümeye başlõyo- ruz... Uzaktan haykõrõşlar, hõçkõ- rõklar geliyor, gerçekten de, koca koca insanlarõn hepsi bir ucu en sondakinin boynu- na sarõlmõş şekilde zincire vurulmuş olarak, ortaçağõn vahşi kalebentleri gibi sevk edilmeleri pek kötü bir gö- rüntü.. fotoğraflar çekiliyor, New York Times’õn muhabiri oradaymõş, görüntüyü bütün dünyaya ulaştõrõyor, ertesi gün ya da bir gün sonra Ok- tay Ekşi Hürriyet’teki baş- yazõsõnda bundan söz ediyor. Büyük tepki doğuyor, böyle- likle bizim “Heavy metal”lik serüvenimiz de ancak bir gün sürüyor. Heavy metal oluyoruz M uayeneye çağõrõyorlar, jandarma eriyle gidiyoruz. Bakõyorlar, ilaç ya- zõyorlar, hoşbeş ediyorlar sonra da... - Tamam ama sizi bir de hoca görecek di- yorlar ve beni Uğur Derman’õn yanõna yollu- yorlar. Jandarma ile birlikte kapõyõ çalõyoruz, içerden sert bir ses. - Giiir! Giriyoruz.. - Oo Ali Sirmen sen misin diye gayet sert soruyor ve oturtuyor Uğur Derman, sonra jan- darmaya dönüyor: - Sen çõk dõşarõ! diyor, jandarma emir oldu- ğunu, çõkamayacağõnõ söylüyor. Ben çok heyecanlõyõm. Hem çocukluk arka- daşõmõ gördüğüme seviniyorum hem de oda- nõn büyük yekpare camõndan dõşarõya masma- vi denize bakõyorum. Buraya girerken heye- candan yüreğim ağzõma geliyor, “denizi gö- rünce acaba neler hissedeceğim” diye düşü- nüyordum. ‘SANKİ DÜN GÖRMÜŞÜM GİBİ’ Deniz bende hiçbir olağanüstü duygu yarat- mõyor, sanki son olarak daha dün görmüşüm gibi geliyor... Bir iki resmi cümleden sonra Uğur hastalõ- ğõmla ilgili bilgi alõyor, reçetelere bakõyor. - Fena değil, ama bir de bizim özel ilaçtan alacaksõn! Bunlar yetmez, diyor. Gidip bir dolaptan, üzerinden etiketi sõyrõl- mõş küçük cep viski şişelerinden birini uzatõ- yor. - Yasak veremezsin diyor jandarma ve ekli- yor: - Komutanõn emri var. Uğur tersleniyor: - Senin komutanõn doktor mu? O ne bilir? Doktor olan benim, ne dersem o olur! Sonra üzerine üzerine gidiyor erin: - Telefonunu ver komutanõnõn, şimdi arayõp konuşacağõm. Bunun üzerine er üstelemiyor. Gül Derman’õn hazõrladõğõ vişneli votkayõ atõyo- rum cebime, dönüşte hapishane aracõ Boing 707 gibi geliyor bana, vişneli votkayõ afiyetle yudumluyorum. ‘İki yõl sonra denizi görüyorum’ Bu kez de yargõca hakaretten mahkemeye Nadir Nadi, Ali Sir- men’le sohbet ediyor. (Fotoğraflar: Cumhu- riyet Gazetesi Arşivi)
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear