25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 9 TEMMUZ 2008 ÇARŞAMBA OLAYLAR VE GORUŞLER AÇI MUMTAZ SOYSAL Yüz Göz Olmak HÜSAMETTİN CİNDORUK'tan genellikle "Merkez Sağ'ın önde gelen ismi" diye söz edilir. Vatan gazetesi, Mine Şenocaklı'nın onunla yap- tığı söyleşiyi yayımlarken de aynı deyimi kullan- mış. Doğru belki, ama eksik. Sayın Cindoruk için en doğru sunuş deyimi, sağın değil, "sağduyunun sesi" olrnalıydı. Meclis'in unutulmaz başkanı, son olaylar üzerine konuşurken "Türkiye darbelerle yüz göz oldu" demiş. Bunun pek kibar olmayan anlamı, "dar- belerin cılkı çıktı" demektir. Uzun süredir o kadar çok "darbe" sözü duyduk ki. Yasama darbesi, yargı darbesi bile dendi sık sık. Klasik anlamda- ki askeri darbe sözü böylece gölgede kaldı böylece. Hele herkes herkese "darbeci" demeye başlayınca ve bu suçlama furyasına Israil devle- tine darbe vurmak üzere Filistin'e gidip silah kuşananlar da katılınca iyice ucuzladı o kavram. I e demektir yüz göz olmak? NAranızdaki ilişkinin belirli ölçüye dayandığı çok ciddi bir kişiyle senli benli konuşup olur olmaz her şeyden dem vurmaya, enseye tokat ahbaplık et- meye başlanan durumlar için kullanmaz mıyız o deyimi? Çocuk yakın arkadaşlarıyla, hatta canı gibi sevdiği saydığı anasıyla yüz göz olabilir; ama babasıyla asla. Çünkü baba ciddiyet, otorite ve saygınlık de- mektir. Darbeler kurulu devlet düzenine karşı yapıldığı- na göre, darbelerle yüz göz olmanın anlamı de- vlet babayla yüz göz olmak anlamına gelmez mi? Dolayısıyla darbe kavramını ucuzlatmanın, u- luorta kullanmanın, ona buna yapıştırmanın sonucunda en çok zarar görecek olan devletin ta kendisidir. Onun saygınlığı zedelenir, ağırlığı gider, gölgesi korku vermemeye başlar. Darbe- cilik suçlamasıyla devleti koruyalım derken, birde bakarsınız devleti zayıflatmışsınızdır. Son zamanlarda "çivisi çıkmış" sözünü de çok kullandık. "Medyanın çivisi çıktı; borsanın çivisi çıktı; ekonominin çivisi çıktı" türünden söz- ler hiç eksik olmadı dillerden. Neredeyse, her şeyde çivisi çıkmışlığın yaşandığı bir ülke olduk. Peki, bütün çivileri çıkmış bir ülkede devlet nasıl ayakta duracak? Sayın Cindoruk bu durum için de "Siyasi haya- tımızdaki en derin travmayı yaşıyoruz" diyor. Oysa AKP'nin genel başkan yardımcısı Sayın Fırat konuşalı, en derin travmanın Kemalist dev- rimlerolduğunu sanmıştık. Demek ki her "darbe" deyişimizde asıl darbeyi cumhuriyetin devrimlerine vuruyormuşuz. Belki de ne yaptığını bilmeyen, nereye gittiği- ni kestiremeyen, aklı karışık bir toplum olduk. Cin- doruk, çare olarak "milll uzlaşma"dan söz edi- yor ve "Bunu ortaya koymak hükümete düşer" diyor. Hükümet iktidar partisinden çıktığına göre, olup bitenlere doğru tanı koymak bakımından a- caba o parti içinde tam bir "mutabakat" var mı? Acaba kargaşanın asıl kaynağı orayla Çankaya arasındaki uyum eksikliği mi? mumtazsoysal@gmail.com Ülkemizde heryıl 115 bin insan sigaranın yol açtığı hastalıklardan erken yaşta ölmektedir. Sigarayı bırakmamz için daha kaç yüz bin kurban vermeliyiz? En kısa zamanda sigarayla ilişkinizi bitirin, yoksa o sizi bitirecek. Sigarayı bırakmak isteyip de bırakamıyorsanız; Sigarayla Savaşanlar size kolay yolunu öğretiyor. Tel: 0212.212 50 60 1930'lu Yıllann Türkiyesi... Dünyanın siyasal dengesinin değişebileceği ve Türkiye üzerindeki emperyalist baskıların kalkabileceği. lşte o zaman, yaklaşık iki bin yıllık geçmişi olan ve Atatürk'ün önderliğinde bağımsızhk savaşınıızı veren Türk halkı, aklını başına toplar, içsel çekişmelerine son verir. Altay G Ü N D Ü Z Prof. Y. Müh. İTÜ, YTÜE. öğretim Üyesi Her toplum, kendiyapısma uygun düzenbazhk tiirünü doğurur... Leonardo Sciascia, Mısır Konseyi, 2007, s. 116. 1 923-1938 yılları arasındaki zaman dilimi, Turlderin tarihinde yıldızın parladığı, bağımsız vc saygın Türki- ye Cumhuriyeti'nin var olduğıı dö- nemdir. Atatürk'ün hayatta ve Tür- kiye Cumhuriyeti saygmlığının dorukta oldu- ğu dönemdir. Onuncu Yıl Marşı'nı coşkııyla söyledığimız yıllardır. Çıktık açık alınla on yılda her savaştan Başta bütün dünyanın saydığı başkumandan Karanhğın üstüne gi'meş gibi doğarız Ta- rihten önce vardık, tarihten sonra varız Çi- zerek kanımızla özyurdun haritasını /Dindirdik memleketin yıllarsüren yasını.... Bütün düıı- ya öğrendi Türklüğü saymasım. Neden 1930'lu yıllan özlüyorum? Açıkla- yayım: Mustala Keıııal, "Türkiye Cumhu- riyeti şeyhler, dervişler, müritler, mcczup- lar menılcketi olamaz..." demişti. Oysa, 1925'te 677 sayılı yasayla kapatılan tekke ve za- viyeler, İsmet İnönü döneminde, TBMM'den geçirilen yasayla yeniden ziyarete açıldı. Ge- rekçesi şuydu: "...Halkyolunu bulmuştur,et- kilenmezler (?!)" Bu ne denli büyük aymaz- lıktı... 1950 yılını izleyen yıllarda, ülkede, önde ge- len siyaset adamlannın önemli bir bölümünün adı ya bir suçlamada ya da farkJı suçlamalar- da gcçti; hatta bunlar, birbirlerini bu suçları iş- lemekle suçladılar. Ülkenin tüm para kaynak- lannı dibine kadar kurutmalanna karşın yargı- lanmadılar vc ceza gömıediler. Bu hayâsız, yüz surat Hacı Muıat insanlar, toplumun içinde bi- perva dolaştılar, dolaşıyorlar. Hüscyin Rahmi Gürpınar'ın Utanmaz Adam romanmın baş ki- şisi Avnussalâh bile bunlann yanında masum kalır. Yiyin efendiler yiyin; bu hânı iştihâ sizin; Doyunca, tıksınnca, çatlayıncaya kadar yi- vin! Hiçbir şey, ne toplumun öfkesi ne de gittik- çc artan ulusal nefret onların gücünü yok ede- medi. Şeyleraynı kalabılmck için değişecek gi- bi gözükmeli, vitrinlcryenilenmeliydi. Bu ne- denle seçimler yapıldı, yeni yüzler ortaya çık- tı, yeni sözler verildi. Ama sonuçta yeni yol- suzluklar, skandallar ve dolayısıyla yeni hayâ- sızlar oıiaya çıktı, lsviçre bankalannda yeni özel hesaplar açıldı. Bunlar, yıllar önce Gaziantep'te babamm kışlasında gördüğüm, atlannı dörtna- la süren mızraklı süvari erlerinin içleri saman doldurulnıuş hedefleri gibi, samandan yaratık- lardır. Mevlana ne demişti: "İnsanlar gördüm, üzerinde elbise yok. Elbiseler gördüm, için- de insan yok." Devam edeyim mi? NATO'ya gırmck pa- lıasına Kore'de üç yıl savaşan birliğimiz 721 şc- hit verdi. 1952 yılında Türkiye NATO'ya üye oldu ve ilgili sözleşme gereği, ABD'niıı Tür- kiye toprakJannda askeri tesisler ve üsler kur- ması, askeri personel bulundurması kabul cdil- di. Oysa, Atatürk sağ olsaydı, bağımsızlığımı- zı yok etmeye yönelik bu pakta, hiç kuşkusuz, Türkiye'yi sokmazdı. Neden? Çünkü NATO, emperyalist ABD tarafından sosyalist ülkelere karşı kurulmuş askeri birbloktu. Amerika'nın Sovyet Rusya ile girişcceği savaşta Türkiye ilk hedef olacak, Türk halkı tehlikeye atılacaktı, bu- na ise hiç kimsenin hakkı yoktu. Hangi birini sayayım? 1950 yılından günümüze dek Türki- ye'de, yönetimin her kademesinde oluşan yol- suzluklar ayyuka çıktı; girişimci marya (!?) eko- nominin ve siyasetin içine çöreklendi; böylece, yasadışı örgütlerle iktıdarlar arasında birlikte ya- şamayı sağîayan bir "yaşam biçinıi" (modus vi- vendi) oluştu; Türkiye, kara para aklandıran ül- keler arasına girdi. Gümrük Birliği Yasası'yla yabancılar tüm ıvır zıvırlannı ülkemize soktu, yerli üretimimiz vurgun yedi; yabancı şirketlerle ilgüi davalarda, Türk malıkemelcnnin karar ver- me yetkisi, Tahkim Yasası'yla yok cdildi; Türkiye toprakJan yabancılara kayıtsız şartsız satıldı; Türkiyc'de yabancılar koloniler kurmaya başladı. Oluınlu değer yargılan vc toplumsal ku- rallar ortadan kaldınldı, yapısallaştınlmamış alan hazırlandı. Türkiye'yi dinsel kurallarla yönetilen, dışa bağımlı bir "Ahmakislan Cumhuriyeti"ne dönüştütmeye yönelik girişimler yapıldı, ya- pılıyor. 1927 yılında bağımsız ve saygın Tür- kiye Cumhuriyeti'nin var olduğu dönemdc doğdum. Ama öyle görünüyor ki, Uluslarara- sı Sömürge Türkiye'sinde öleceğim. Ne var ki, bir umudum var cfcndim. O da geleceğin be- lirsiz olması. Bugün için olabilir olmasa bile, gelecekte her şeyin olabilirliği. Dünyanın siyasal dengesinin değişebileceği ve Türkiye üzerindeki emperyalist baskıların kalkabileceği. lşte o zaman, yaklaşık iki bin yıllık geçmişi olan ve Atatürk'ün önderliğinde bağımsızhk savaşımızı veren Türk halkı; ya aklını başına toplar, içsel çekişmelerine son verir, devrim yapar, sömür- menleri ülkesinden kovar. Ya da hangi top- lumsal katmandan olurlaısa olsun, bir insanın içine düşcbilcceği durumların en aşağılığı ve onur kıncısı olan köleliği tcrcih eder, sömür- menlerin kölesi ohnaya, hakaret edilmeye ve aşağılanmaya razı olur. lşte, bütün bu belirle- meler dolayısıyla 1930'lu yılları özlüyorum. Keşke, H.G. VVells'in kurgusalbilim romanı Za- man Makinesi'nde (The Time Machine, 1895) yazdıkları gerçek olsa, gelecekte dcğil de geç- miş zamanda, 1930'ların Türkiye'sinde yaşa- saydım, diyorum kendi kendime. Hazin ama böyle düşünüyorum. Inebolu 2008 Oktay SO1NMEZ Denizci-Yazar Yayına hazırlanan yeni kita- bımla ilgili bir çalışma kap- samında çocukluğumun o güzel unutulmaz dünyası Karadenız kıyılanndayız. Kıyı boyunca dizili balıkçı köyleri, kasabalar, neredey- se üç-beş hanelik ama isimsiz koy- lann arasına sıkışmış birbirinden güzel yerleşim yerlerinden geçiyoruz ve bir akşamüzeri tnebolu'dayız. Karayolu ile buraya ilk gelişim, top- rağına ilk kez ayak basıyorum. Çağ- nşımlar zınciri içinde kıyı boyunca yorgun argın yüriirkcn limana doğ- ıu eski yıllanma uzanıyorum. En az elli yıl öııcelere... Karadeniz'e her şe- yin ulaşınıı denizden. Askere, üni- versiteye gidecek delikaıılı, nıağa- zasına mal alacak ticaret adamı, de- vası aranan hastalığı için Istan- bul'daki böyyuk doktorlara götürü- len hasta, PTT kolileri ve posta, ga- zete, dergi dahil tuz, şeker, un, ma- kanıa, pirinçten kunıaşa kadar her şe- yin ulaşımı denizden. Karayolu yok, otobüs, otomobil yok. Koskoca Gi- resun'da döıt tane vardı sadece. Va- linin arabası, o koyu mavi Opel -elimizle farlanna usulca dokun- nıaktan hoşlanırdık- sonra jandarma komutanınm arabası, iki tane de iki ünlü zengine ait bilmem kaç model ford. Her türlü yolculuk ve ulaşım, insan, büyük küçük baş hayvan da- hil her türlü yük, birlikte Karadeniz Postalan ile taşınırdı. Üç posta vardı. "Sürat Postası" (Ordu, Giresun, Trabzon), on beş günde bir uğrayan normal "Kara- deniz Postası" (Ege, lzmir, Aksu, Güneysu, daha sonra Kadeş, Turlıan falan) ve bir de, evet bir de kıyı hal- kııım ismini öyle yakıştırdığı "Di- lcnci Postası". Onlar ufak, eski, yorgun vc yalnız gemilerdi. Ama özellikle Sinop-lstanbul arasındaki, o zaman daha da küçük, daha da yal- nız ve unutulmuşluk çağrıştıran ge- milerdi (Çanakkale, Konya, Erzurum gibi). Neredeyse her taşııı dibine uğrarlardı. Deniz hayatıma tam yol olarak başlamadan, tatillerde doğduğum yer olan Fatsa'ya onlarla gider ge- lirdinı. Inebolu denilcn yerde hava- ya göre 1.5/2 mil açıkta demirler, beklerdik. Kıyıdan yolcu getiren ya da genıide bir şeylcr satmaya kurekle gelenlerin kayıkları bir-iki saat son- ra güvertede olurdu. Gemiden bakarak gündüzleri Ine- bolu'da en çok kırk kadar ev, gece uğradığımız zaman ise en çok yedi- sekiz ışık saydığıını biliyorum. Evet, o yıllarda Karadeniz kıyılarındaki halka ulaşmak için uçak yoktu, özel arabalar yoktu, karayollannda birbiri ile yanşan yüzlerce otobüs işletme- si yoktu. Ama her koşulda Karade- niz kıyılan halkına posta gemilcri ile hizmet götüren bir devlet vardı. Ama şınıdi ben lnebolu'da kıyı bo- yunca uzayıp giden o asfalt yolda bir akşam vakti limana doğnı yürürken -abaıtısız söylüyoııım- Nice, Cannes, Monte Carlo benzeri C'ote D'azur kentlerinden birindeymiş gibiyim. Her şeyi ile ışıl ışıl bir Karadeniz Ri- vierası. Oteller, tatîl konukevleri, lo- kantalar, her şey en az oralardaki ka- dar temiz ve düzenli. Evet, ışte yinc o caddede bir de ta- bela okuyorum: "Gözüm Sakar- ya'da, kulağım tnebolu'da... M. Kenıal Atatürk". Nasıl olmasın ki! Kıutuluş Savaşı dediğinıiz o muci- ze için gerekli her türlü silah, cep- hanenin kavgaya girişmiş orduya, cephelere ulaşuııı, Inebolu deniz ka- pısmdan yapılıyor. lncbolu'ya her türlü tekne ile Gazi'ye yardım sözü vermiş ülkenin lımanlaruıdan geliyor cephanc. Sonrası... Sonrası; o zanıanki ka- rayolundan dağları taşları aşarak kağnı ile katır, at üstünde, insan sır- tında gerçekleşiyor bu garip ula- şım. inebolu, Kurtuluş Savaşı lojis- tiğinin en önemli noktası. Tekrar tek- rar okuyorum lcvhadaki yazıyı: "Gö- züm Sakarya'da, kulağım İnebo- lu'da" ve Karadeniz'in sulan laci- verdc keserken ağlamaklı oluyo- rum. O günler geride kaldı. Hatta ne- redeyse ve ne yazık ki unutuldu gi- bi. 83 yıl sonra yine bir akşamüzeri televizyon kanalında tesadüfen bir söyleşi izliyorum: Başı sımsıkı "sıkmabaş" bir genç kız, söyleşinin bir yerinde bir soru- yu olanca pervasızlığı ile adeta için- de biriktirilmiş, Cumhuriyete ve onun kurucusu Atatürk'e düşmanlı- ğını ve nefretini kusarak aklımda kal- dığı kadarıyla şöyle cevaplıyor: "...Atatürk'ü scvmiyorum ben, Humeyni'yi seviyorum. Kurtuluş Savaşı mı?! Atatürk'le ilgisi yok. O savaşı Sütçü lmam başlattı." Söyleşinin yöneticisi deneyimli gazeteci ile birlikte durumu izleyen milyonlar dehşet içinde kalıyor. Bu- nu izleyen birkaç gün sonra TBMM'deyiz. Bir milletvekili, Ata- tüıic'ün o Meclis'i kuran Kuıiuluş Sa- vaşı Başkumandanfnın 2. İnönü Zafen ile ilgili olarak "...Siz orada yalnız düşmanı değil, bu milletin nıakûs (ters) talihini de yendiniz" diyerek kutladığı İsmet Paşa'ya "Millet düşmanı" diyor ve Meclis Başkanı'nın bu nedenle özüıdilemesi davetine aldınş bile etmiyor. Yazıklar olsun, yazıklar olsun. Ne günlere gcl- dik. Ama lnebolu'da 2008'de o Ka- radeniz kıyısı boyunca uzayıp gıden caddedeki tabloda gene onun sözle- ri "Gözüm Sakarya'da, kulağım İnebolu'da"... Atatürk'ü değil Hu- meyni'yi sevenler, Kurtuluş Savaşı'm ımama sahiplendircnler, içlerindeki düşmanlık, nefret ve cehalctleri ile yaşayadursunlar... Cumhuriyct ve onu kuraıılan hiç unutmayacak ve sahiplenecek mil- yonlar var bu ülkede. Biz bu Cum- huriyeti sokakta bulmadık... PENCERE Ya Aklamrlarsa?.. 1950'li yıllann ortasında (Demokrat Parti ül- keye egemenken) 'Dolmuş' adında bir mizah dergisi çıkarıyorduk. Zamanın Basın Savcısı Hicabi Dinç'ti, yet- kisi vardı, dergiyi üst üste toplatmaya başladı. Olayı daha önce de yazmıştım, Basın Savcılığı o zaman Sirkeci'deki Büyük Postahane bina- sındaydı. Kalktım, gittim, Hicabi Bey beni gü- ler yüzle karşıladı... Dedim ki: - Yeni sayılan da toplatacaksanız, dergiyi hiç çıkarmayalım... Güldü, kahve ikram etti ve dedi ki: - Sen akıllı bir gence benziyorsun, dergiyi çı- kar, ama Beyefendi'nin (Başbakan Adnan Mendereş) kahkatürünü kapağa koyma!.. •k O gün bu gündür savcılıkla, mahkemeyle ha- şır neşirim... Sayısını unuttuğum davaların hepsinden be- raat ettim... Sabıkam yoktur... Sicilim temizdir... Geldik mi 2008'e. Bunca deneyimden sonra bugün Ergenekon soruşturmasına bakıyorum; olacak iş değil... FETO-RTE medyası her gün bindirdikçe bindiriyor; zaten işin başından beri sakatlık or- tada, soruşturma açılalı bir yılı geçmiş, daha or- tada iddianame yok... Peki, iddianame yarın öbür gün açıklanırsa içe- riğinde ne olacak?.. • İşin başından beri (benim de dahil olduğum) Ergenekon soruşturmasında FETO-RTE med- yası ne derse o oldu; bunlar gözaltına alına- cakları bile önceden haber verdiler... Şu günlerde de işleri güçleri tutuklanan emekli generalleri karalamak... Neler yazıyorlar? Neler yazmıyorlar ki... Bir FETO-RTE gazetesinin dünkü manşet ha- berinden birkaç satır: "Birzanlının bilgisayarındaki şifreli klasöre ula- şıldı. Dosyadan Taksim Meydanı'nda yapılacak bombalı eylem krokileri çıktı. Kaos fitili ateşle- necek, çok önemli bir başsavcı öldürülecekti." • "Sarı Kız darbe planı.." "Ayışığı darbe planı.." "Eldiven darbe planı.." "Kaos planı.." Ancak bütün bu kıyamet içinde bilgisayar- lardan çıktığı söylenen darbe planları medya- da tezgâhlanırken bir şey unutuluyor... Nediro?.. Hukuk dünyamızın pirlerinden eski Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk, Vatan gaze- tesinde dün yayımlanan röportajında diyor ki: "- Bu kadar ciddi bir iddia (Ergenekon iddia- sı) 13 ay açıkta bırakılamazdı. O nedenle de 50 yılı aşkın bir tecrübeyle şunu söylüyorum; din- leme ve bilgasayar kayıtlarının hukuki delil de- ğeri yoktur. Böyle bir hadisede de maddi vakaya ihtiyaç vardır. Maddi vaka yoksa ötekiler geve- zelik ve dedikodudan ibaret kalır." (Vatan, Mi- ne Şenocaklı röportajı 7.7.2008) • Hüsamettin Cindoruk "50 yılı aşkın bir tec- rübeyle konuşuyorum" diyor; eh, bizim de tecrübemiz yarım yüzyıllık... Ben de şunu söylüyorum: - Bu işler sarpa sarıyor... FETO-RTE medyası çıldırmış gibi... Iddianamesiz suçlamaların bini bir para... Peki, bugün gözaltına alınıp sorguya çeki- lenler yarın mahkeme önünde aklamrlarsa ne olacak?.. TURKIYE'DE NELER OLDYOR?it Fikir sahibi olmak için, bilgi sahibi olmak gerekir. Uğur Ivlumcu SERVER TANlLLl DtNVE POLfTtKA Laik Barış'ın Doslları ve »üşmaniarı 1-,,*• . . ' . * ! -"• HİRMET CETİNKAYA ANERİKAN NIZIKACIIARI AIEV COŞKUN YENf NANDACILAR ORHAN ERİNÇ SIKMABAŞIN BAŞ AĞR1S1 MUSTAFA BALBAY DEVLET VEİSLAN TINCAY MOLLAVEfSOĞLD Ü c < ' - NERİÇ VELİDEDEOĞLU BERABER I DENOKRASlDEN YİTRUDİÎK r ? * t İ v TEOKRASlYEMl? BİZBl T^JPJZ YOLLARDA I V * * f . 1 C, BMİT ZfLELl l$mrlfkçller 3 KARANLIĞA KARŞI YAZILAR is v AYKIIT KDÇOKKAYA ŞEF Vimııaş'la Kurulan Para DikiatoriOâtt İLHAN TAŞCI BABAN SAĞ OLSUN \ <x' AiKİA Yıyn-Dafıtın FHuıruımu I2122K454İ Cumhuriyet Kitaplan Merker: Prof. Nurellin Mazlıar Öklel SokakNo: 2ŞİŞİİ Tel: 0 212 343 72 74 Ankara Şııbe: Ahmel RasimSokak No.14 Çankaya Fel: 0 312 442 30 50 Izmlr Şubc: H Ziya Bulvarı 1352, Sokak No: 2/3 Pasaport Tel: 0 232 441 12 20 www.cumhunyetkitaplari.com -
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear