01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 3 NİSAN 2008 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Gözaltılar Avrupa’ya Turnusol Yüksel PAZARKAYA Medya Senin Olmuş! Zaman, Sabah, Bugün, Star, Yeni Şafak, Vakit... Bunlar iktidardaki AKP’yi, Tayyip Bey’i ve takımını sürekli öven, alkışlayan, destekleyen gazeteler... Onlar kadar olmasa da, yeni AKP yanlısı birkaç gazete daha!.. Bu gazetelerde sürekli köşe yazan, AKP iktidarını, Başbakan Tayyip Bey’i durmaksızın övgülerle, alkışlarla yere göğe koymayan, ün yapmış yazarlar... Ahmet Altan ve Mehmet Altan, biri Star’da, biri Taraf’ta!.. Engin Ardıç, Nazlı Ilıcak, Mehmet Barlas, Emre Aköz, Ergun Babahan Sabah’ta!.. Fehmi Koru, Ali Bayramoğlu, Taha Kıvanç, Fikri Akyüz Yeni Şafak’ta. Gülay Göktürk, Ali Atıf Bir, Ömer Lütfi Mete Bugün’de. Mümtaz’er Türköne, Mustafa Ünal, Ahmet Selim Zaman’da.. Cevdet Kara, Attila Özden, Abdurrahman Dilipak, Hasan Karakaya Vakit’te.. Taha Akyol, Hasan Cemal Milliyet’te vb. vb... Adlarını sayamayacağım kadar çok TV’ler, radyolar!.. Türk basınının, Başbakan’ın deyişiyle Türk medyasının dörtte üçü, AKP’lilerin, AKP’yi içtenlikle, ya da türlü hesapla destekleyenlerin elinde... Geriye ne kaldı? ??? Bir de, Sayın Başbakan orda burda nutuk atıyor. Sesinin olanca gücüyle bağırıyor! Medya da medya, basın da basın, yazarlar da yazarlar!.. Önden, arkadan, yandan, baştan, ayaktan saldırıya uğramış bir adam, bir politikacı, bir Başbakan!. Gelin de acımayın... ??? Oysa hesap ortada... Bugüne dek gelmiş geçmiş hiçbir Başbakan, ne Menderes, ne Özal, ne Ecevit ne de asker liderler böylesine basın desteği görmemiştir! Türk basınını, medyasını sımsıkı biçimde kendine bağlayan bir tek başbakan var, o da AKP lideri, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’dır... ??? Bilmem daha ne istiyorsun? Tek parti, tek lider, tek D iyalektik ilkedir, her yaramazlığın bir yararı vardır. Bu yarar, içte zaten bilineni bir kez daha gözler önüne sermiştir. Bunu İlhan Selçuk ağabeyin, “bizim İslamcı ve liboş ham ervah” deyişi bir çırpıda saptadı. Ama aynı ham ervahlığı Avrupa cephesinde de ortaya çıkardı son gözaltılar. Zaten bilip epeydir dile getirenler vardı, ama kuşku duyanlar da çoktu. Şimdi “bizim İslamcı ve liboş ham ervah” ile AB ileri gelenleri aynı borazanı üflüyorlar. İçerde, yalnız kendi çıkarları ve hedefleri için demokrasi, özgürlük ve insan hakkı diye çığrışan ham ervah ile AB sözcülerinin de yalnız o kesimden, yani “İslamcı ve liboş ham ervah”tan birilerinin başına bir iş gelince, bağrış çağrış ayağa kalkması, yaşadığımız süreçte bir çıkar örtüşmesini belirliyor. Bu çıkar örtüşmesi, yine diyalektiğe uygun olarak, bir paranın birbirine ters iki yüzünü oluştursa da. Bir taraf, ham ervahlığını, demokrasi ve özgürlüklerden yararlanarak, demokrasiyi, aydınlanmayı ortadan kaldırma çabasıyla ortaya koyuyor. Öbür tarafta, bütün çelişkileriyle birlikte bugünkü Avrupa’nın ardında bir Rönesans, Reformasyon ve Aydınlanma tarihi var. Ancak, bir başka gerçek de, aynı Avrupa, çıkarları gerektirdiği zaman, kendi tarihinden gelen değerlerle örtüşmeyen hedefleri de vargücüy le desteklemekten çekinmiyor. Onların çıkarları, içerde aydınlanmayı karartma hedefi için, dış desteğe harcanan ulusal çıkarlardan başka bir şey değildir. AB, bu ödünleri Türkiye’de ve Kıbrıs’ta sonuna dek alacak ve kullanacaktır. Bu tavır bir kez daha Atatürk’ün tarihsel uyarısını çağrıştırıyor. Batı, dünyanın başka hiçbir yerine bağımsızlık, özgürlük, aydınlık ve demokrasi götürmemiştir. Bunu beklemek, kendi istencinden ve varlığından vazgeçmekle birdir. Ancak, yine Atatürk’ün yaptığı gibi, Batı’nın tarihsel deneyimlerinden yararlanarak, kendi bağımsızlık ve aydınlanma sürecini gerçekleştirmek ve süreğen geliştirmek çağdaşlığın yoludur. Avrupa, basın yayını ve kamuoyuyla olduğu kadar resmi sözcüleriyle de Türkiye’de yaşanan süreç karşısında zaman zaman us almaz biçimde ve sanki cumhuriyet ve demokrasi ilkelerini bilmezmiş gibi taraf oluyor. Kendi tarihinden çok iyi bilmesi gereken bir gerçeği, laik ya da seküler bir toplum ve devlet düzeni olmadan, özgürlüklerin ve demokrasinin olmayacağı gerçeğini, Türkiye söz konusu olunca, sıklıkla göz ardı ediyor. Avrupa’nın bu yaklaşımı, hem Türkiye içinde hem de Avrupa’da yaşayan Türk toplumu içinde Avrupa’ya güveni arttırmıyor. Avrupa imgesi durmadan zedeleniyor. Türkiye’de AB’nin en ateşli taraftarlarının bugün ayrılıkçılar, dinciler ve cumhuriyet karşıtları olduğu bir gerçek ve bu gerçek her şeyi açıklıyor. Birçok başka ül kede muhalefeti baş muhatap kabul edip destekleyen Batı, Türkiye’de sanki muhalefet yokmuş ya da muhalefet en geri kesimmiş gibi bir tavır içinde. Burada Batılı partiler arasında görüş birliği olması hem şaşırtıcı hem de uyarıcıdır. Bunun Avrupa’ya bir yararının olmadığı er geç anlaşılacaktır. Türkiye, dar geçit sürecini öyle ya da böyle aşacaktır. Tarihin çarkı durdurulur, hatta zaman zaman biraz geriye döndürülür gibi görünse de, yüzüncü yılına doğru ilerleyen cumhuriyet dar geçidi tarihsel diyalektik süreç doğrultusunda aşacaktır. En ateşli AB taraftarları diye saydığımız kesimlerde bir şey yaşanınca, büyük bir patırtıyla ve tehditle ayağa kalkan, insan hakları, özgürlük ve demokrasi nutukları atanların, İlhan Selçuk gibi Türkiye Cumhuriyeti’nin gözbebeği bir yazarın ve diğer arkadaşların gece yarısı yataklarından alınıp götürülmeleri karşısında süt dökmüş kedi misali sus pus olmaları manidardır. Gazeteciyse, yalnız duayen değil, Türk basınının en saygın yazarlarından, edebiyatsa, gençliğimde okuduğum “Yüzbaşı Selahattin’in Romanı” çağdaş Türk yazınında beni en fazla etkilemiş yapıtlardan biri. Sözün ve düşüncenin özgürlüğü demek için daha neyi beklediler acaba? Roth, Lagendijk ve şürekâsının takkeyi önlerine koymalarının vakti geçmiyor mu? Avrupa’ya iyilik etmiyorlar. Avrupa’yı Avrupa yapan Rönesans ve Aydınlanma değerlerini mirasyedi tavrıyla harcıyorlar. Sonra da küresellikten söz ediyorlar. ulus, hepsine sahip olan ‘derin devleti’ de mi? ttihat ve Terakki’nin Kâtibi Umumisi Mithat Şükrü Bey’e eşi Hatice Hanım şöyle der: “Beni Sultanahmet Meydanı’na götür. Orada sana göstermek ve söylemek istediklerim var.” Paşa şaşkındır, hiç böylesi kararlı görmemiştir kırk yıllık eşi İ ‘Acaba’ Diye Sormaz mısınız? Neşe DOSTER ni. Birlikte meydana doğru yola çıkarlar. Hatice Hanım, paşanın şaşkın bakışlarına rağmen konuşmaya başlar: “Peçeli olan Türk kadını çıplak gözle bu meydana bakamıyor, bu cennet Boğaz’ı seyredemiyor, eşsiz İstanbul şehrini göremiyor, peçesini açsa kıyametler kopuyor, yarı kör gibi dolaşıyor, (*) Turgut Özakman’ın “Diriliş” adlı kitabından. C MY B C MY B saçlarını o güzelim rüzgâra karşı savuramıyor. Allah’ın emri bu mu? Bunları sana söylemek için arkadaşlarıma söz vermiştim, sözümü tuttum, artık dönebiliriz.” Mithat Şükrü Bey donup kalmıştır. O güne kadar eşinin ve diğer kadınların bu güzellikleri göremediğini hiç düşünmemiştir ki... Ayrıca bundan hiç utanmamış ve bu zulmü bitirmek için hiçbir şey yapmamıştır, eşinin yüzüne bakmadan ve başı önünde kendisini bekleyen arabaya doğru yürür. Paşa üzülmüştür… (*) 19. yüzyılda başlayan, Atatürk Cumhuriyeti’yle zafere ulaşan, son yıllarda ise gelişim süreci kesintiye uğratılan Türk kadın hareketinin geldiği bu kırılma noktasında aklıma Hatice Hanım’ın paşa eşine söyledikleri geldi. Hem çevreleriyle, hem sorunlarıyla boğuşan, el üstünden ve el altından tezgâhlanan oyunlarla 2008 yılında evine kapatılan kadınlara dayatılanları görünce aklıma başka örnek gelmedi. Sırtlarında evlerini, dertlerini, ailelerini, çocuklarını, aşsız mutfaklarını, işsiz kocalarını taşıyan kadınlarımızı görünce aklıma bu örnek geldi. Cinsiyet ayrımcılığını lise ders kitaplarına dek yerleştiren, okuma parçalarını 440 erkek yazara karşılık 9 kadın yazarla sınırlayan eğitim sistemimizi görünce, kadına karşı ayrımcılığın ulaştığı korkunç boyut aklıma bu tarihi örneği getirdi. “Kocası iyi kazanan kadın evde otursun” diyen bakanlarla, “Çalışan kadın aldatır” diyen din adamlarıyla, “Kadınların ev dışında çalışmaları caiz değildir” diyen fetvalarla, “En az üç çocuk doğurun” diye yol gösteren devlet büyükleriyle, devlet dairelerine alınacak personelde erkek olma koşulu arayan ilanlarla başka hangi örnek gelebilirdi ki! Biz kadınlar farklı dönemlerden, farklı duyarlılıklardan, farklı birikimlerden gelsek de ortak noktamız birdir ve bellidir. Sesimizi, soluğumuzu, nabzımızı donduranlara geçmişi anımsatmak, derinde, diplerde duran olaylara dikkat çekmek, ödenmiş bedellerden, kazanılmış deneyimlerden, hüzün dolu yaşanmışlıklardan öğrendiğimiz dersleri paylaşmak; niteliği, içeriği, boyutları, sınırları çok derinlerde olan sorunları gündemde tutmaya çalışmak. Bir işe yarar mı? Bekleyip göreceğiz…
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear