25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 19 MART 2008 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL 5 Kasım Sürecinin Amacı... 5 Kasım BushErdoğan mutabakatıyla Türkiye, uluslararası hukuktan doğan meşru savunma ve müdahale hakkından feragat etmiş ve bu hakkını ABD’nin iznine ve takdirine tabi kılmıştır. Böyle bir ilişki, ancak emperyalist bir devletle sömürgesi arasında mevcut olabilir. PENCERE İktidar Karşı İhtilali Gerçekleştiriyor... Devrim ya da karşıdevrim ille de iktidara karşı yapılmaz... İktidardayken de gerçekleştirilebilir... AKP, iktidardayken bir İslamcı karşıdevrimi gerçekleştiriyor... Nasıl?.. ? AKP diyor ki: Ben hukuku, anayasayı, yargıyı tanımıyorum... Nedir bunun adı?.. Karşıdevrim darbesi... Bir demokraside üç erk olduğu söylenir: Yasama.. Yürütme.. Yargı.. İlk ikisini ele geçiren AKP iktidarı üçüncüyü tanımıyor... ? Kimse kimseyi aldatmasın... Karşıdevrimdir bunun adı... Karşı ihtilaldir... Kurulu hukuk düzenini değiştirmektir... AKP iktidarı devlet hukukunu tanımıyor... AKP iktidarı anayasayı tanımıyor... AKP iktidarı kanun tanımıyor... AKP iktidarı yargıyı tanımıyor... AKP iktidarı başsavcıyı tanımıyor... Diyor ki: Ben milli iradeyim, başka hiçbir kuvveti tanımıyorum... ? Türkiye Cumhuriyeti kurulurken temel özdeyiş neydi: “ Hâkimiyet (egemenlik) bilâ kaydü şart (kayıtsız şartsız) milletindir (ulusundur)...” Hâkimiyet (egemenlik) nedir?.. ‘Milli irade’ midir?.. Değildir... Ulusal egemenlik, devlet erkinin dinden ya da yabancı bir güçten değil, milletten kaynaklandığını ve bağımsızlığını belirtir... Milletle hükümet, hâkimiyetle milli irade, daha başka deyişle siyasal iktidar arasında eşitlik yoktur... Üst alt ilişkisi vardır... ? Bir siyasal iktidar kendisini ‘milli hâkimiyet’ (egemenlik) ile özdeş görmeye başladı mı ‘dikta rejimi tohumlanıyor’ demektir... Bir siyasal iktidar kendisini milli iradeyle eşdeğerli sayıyorsa ve hele ‘yasama yürütme yargı’ erklerinin kendi partisinde bütünleştiğini sanıyorsa, devlette demokrasinin kökü kazınıyor demektir... ? Ne var ki ülkemizde sözün ve diyaloğun çok partili rejim kapsamında ortadan kalktığı gözlemleniyor... AKP yüzde 46.5 oyla iktidara geçtikten sonra muhalefetle bütün köprüleri atarak ‘İslamcı karşı ihtilalin’ yatırımlarına yönelmiştir. Şimdi yargı erki harekete geçip de başsavcı yasalara göre iddianamesini mi hazırladı?.. Artık hukuka paydos... Yargıya dur.. Başsavcıya ölüm... ? Düş değil bu... Eski Meclis Başkanı Arınç ne dedi: “ Başsavcıya ölüm!..” İktidardaki AKP Atatürk’ün laik Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı ihtilali gündemine oturttu.. Gerçek budur!.. Belirgin ve Yakın BAŞSAVCI’NIN iddianamesindeki şu tümce, suçlanışın telaşı içindekilerin sorularına verilebilecek en sağlam yanıtı oluşturuyor: “Davalı siyasal partinin izlediği politikanın ortaya çıkardığı tehlike belirgin ve yakındır.” Tepkilerini hakarete ve hatta tehdide vardıranların sorduklarına bakın: Parti kapatmak demokrasiye yakışır mı? Halktan yüzde 46 oy almış bir iktidar partisine karşı kapatma davası açılır mı? Demokratik süreç böyle kesilir mi? Bunları söyleyenler, çullandıkları hukukçunun aslında çok önemli bir kavramı kullandığını fark etmiyorlar. Sayın Cumhuriyet Başsavcısı, Amerikan Yüce Mahkemesi başta olmak üzere çeşitli ülkelerdeki yargı organlarının sık sık kullanmaya başladığı çağdaş bir kavrama dayanıyor: Belirgin ve yakın tehlike. Bırakın siyasal partilerin tutumlarını ve siyasal liderlerin sözlerini, sıradan bireylerin düşünce açıklamaları bile eğer belirgin ve yakın bir tehlike taşıyorsa, yani çok yakın gelecekte somut bir tehlike doğurabilecek nitelikte ise, ortada mutlaka önlenmesi gereken bir durum var demektir. O noktada, düşünce açıklama özgürlüğü gibi normal koşullarda, cezalandırılmak şöyle dursun, sınırlandırılması bile düşünülmeyecek bir özgürlük pekâlâ sınırlanabileceği gibi, o özgürlük çerçevesinde açıklanan tehlikeli düşünce de cezalandırılır. Çünkü, bu yapılmazsa belirgin ve yakın tehlike, gerçekleşen bir eyleme ve işlenen bir suça dönüşecektir. umhuriyeti tehdit eden tehlikeleri önlemekle ve faillerin ceza görmesini sağlamakla görevli bir savcı, aynı görevi siyasal partiler konusunda yerine getirme açısından tek yetkili Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı gibi bir hukuk adamı, hem Cumhuriyetin vatandaşlarınca ödenmiş vergilerle oluşan Cumhuriyet Hazinesi’nden maaş alacak, hem de Cumhuriyetin başka bir şeye dönüştürülmesi için yapılanları sessiz sedasız seyredecek, öyle mi? Nerede, hangi devlette, hangi demokratik düzende görülmüş bu durum? İktidar çevrelerinin hakaretlere varan şimdiki ölçüsüzlüğü ve taşkınlığı bile, tek başına belirgin ve yakın tehlikenin varlığının göstergesi değil de, nedir? Yaşanan, özellikle son seçim sonuçlarıyla birlikte belirgin bir aceleciliğin, beş yıllık geçmişi olan bir süreci hemen birkaç ay içinde sonuçlandırmanın telaşıdır. Devletin başına “dindar” birini getirmek, anayasayı bütünüyle değiştirivermek, türban sorununu simgenin anlamına uygun biçimde çözmek, hele şimdi yargının elinden kurtulmak için Anayasa Mahkemesi’nin yapısını değiştirmeye kalkmak, bütün bunlar “belirgin” tehlikenin çok “yakın” olduğunu göstermiyor mu? Başsavcı’nın Anayasa Mahkemesi’nce yargılanmasını istediği kuruluş, küçük, sıradan, güçsüz bir parti değil, devletin büyükçe bir bölümünü çoktan ele geçirip kadrolarıyla doldurmuş, her şeyi yapabilecek duruma gelmiş koskoca bir parti. Onun bu tehlikeli gidişi hukuk yoluyla durdurulmayacak da, başka türlü mü durdurulacak? Cumhuriyeti tehlikenin elinden kurtarmaya başkaları mı soyunsun? Şükrü M. ELEKDAĞ CHP İstanbul Milletvekili KP’nin kapatılması davası Türkiye gündeminde baş sırayı almadan önceki iki hafta süresince kara harekâtına aniden son verilmesine ilişkin tartışma girdabına kendini kaptıran Türk kamuoyu, bu tartışmanın esasında 5 Kasım BushErdoğan mutabakatından kaynaklandığını algılayamadı. Bu nedenle de Türkiye’nin üniter yapısını ve bütünlüğünü tehdit eden büyük kurguyu, senaryoyu kavraması mümkün olmadı. Sayın Başbakan, Beyaz Saray’da yaptıkları görüşmeden sonra düzenlenen basın toplantısında Başkan Bush’un PKK’yi ortak düşman ilan etmesinin ve Türkiye’ye “gerçek zamanlı istihbarat” sağlanarak Kuzey Irak’taki terör unsurlarıyla mücadelesinde destek verileceğini açıklamasının ardından, “Hamdolsun istediğimizi elde ettik” diyerek başarılı sonuçlar elde ettiği izlenimini yaratmaya çalışmıştı. Oysa, gerçeklerin hiç de öyle olmadığı bilahara ortaya çıktı. Zira, Washington’da sağlanan mutabakat, PPK’nin Kuzey Irak’taki varlığının tümüyle tasfiye edilmesini öngörmediği gibi, Türkiye’nin bu bölgedeki PKK unsurlarına karşı şartsız ve askeri ihtiyaçlara göre operasyon yapmasına da imkân vermiyor. Her operasyonun zamanlaması, hedefleri ve vüsati Amerika’nın onayıyla ve dayattığı belirli sınırlamalara ve şartlara uyularak yapılabiliyor. Nitekim, hava operasyonları ve bunların ardından uygulamaya konulan Güneş harekâtı Türk hükümetinin bağımsız iradesiyle değil, ABD’nin ön izniyle gerçekleştirilebildi... Güneş harekâtının askeri açıdan başarılı olmasına rağmen siyasi bir skandala dönüşen geri çekilme aşaması, TSK’nin operasyonun ayrıntılarına ilişkin bilgileri ABD’li yetkililere gecikerek vermesinden (ABD’nin Irak Hükümeti ve Kürt liderlerle paylaşacağı bu bilgilerin PKK’ye sızacağı endişesiyle) ve AKP hükümetinin sergilediği iletişim ve diplomasi zafiyetinden kaynaklanmıştır. Mutabakatın Türkiye açısından diğer sakıncalı ve tehlikeli yönleri, son günlerde Amerikalı komutanların yaptıkları açıklamalarla birden su yüzüne çıktı. Bu açıklamalar, Washington’un “Kürt/PKK sorununun” çözümüne yönelik politikasının, terör örgütünü silahlı mücadele boyutundan “siyasal zemine” çekerek Türkiye ile PKK arasında müzakere yoluyla bir uzlaşıya varılmasını öngördüğünü ve halen Amerikalı yetkililerin bu yaklaşımı iki tarafa da kabul ettirmek için girişimlerde bulunduğunu ortaya koyuyor. A ması anlamına gelir. Bu tür bir ilişki ancak, emperyalist bir devletle sömürgesi arasında olabilir. İkincisi, bu mutabakatla AKP hükümeti, “Güneydoğu sorunu” ile “PKK sorunu”na bulunacak çözümlerin, Washington’un Ortadoğu stratejisi çerçevesinde saptanması ve evrilmesi sürecini kabul etmiş olmaktadır. Bu durumun Türkiye’nin üniter yapısı ve ulusal birliği için ciddi bir tehdit oluşturduğu açıktır. Zira, Irak’tan çekilme sürecinde ABD’nin bu sorunlara ilişkin çözümleri kendi ulusal çıkarları doğrultusunda şekillendirmeyeceğinin hiçbir garantisi yoktur. Başbakan’ın şeref sözü Sayın Erdoğan’la Sayın Abdullah Gül’ün Washington’a peş peşe yaptıkları ziyaretlerin ardından, ABD basın organlarında çıkan haber ve yorumlarla Beyaz Saray sözcüleri tarafından yapılan açıklamalar, Ankara ile Washington arasında “Kürt ve PKK sorunlarına bulunacak politik çözüm konusunda kapsamlı bir anlaşma” yapıldığı noktasında odaklaşmıştı. Bu yoldaki iddiaların Türkiye’ye “Sınır ötesi operasyon karşılığında ABD’ye ne verildi” şeklinde yansıması üzerine Başbakan Erdoğan şöyle bir açıklama yapmıştı: “Bu değerlendirmeler hiç şık değil, çok çirkin, çok alçakça. Türkiye Başbakanı böyle bir işbirliğine gidecek kadar şerefsiz değildir. ABD’ye karşı Türkiye’nin bu noktada en ufak bir borcu yok ki…” Ne var ki, Amerikalı üst düzey askeri yetkililerin yaptıkları resmi açıklamalar Başbakan’ın ifadelerinin sorgulanmasına yol açtı. Bunlardan en çarpıcı olanı, Irak’taki ABD kuvvetlerinin bağlı bulunduğu Merkezi Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) Komutanı Oramiral Fallen tarafından 5 Mart’ta Temsilciler Meclisi Silahlı Kuvvetler Komitesi’nde yapılandır. Oramiral Fallen, TSK tarafından PKK’ye karşı yapılan “kara harekâtına istihbarat bilgileriyle destek sağlamak suretiyle harekâtın taktik başarı kazanmasına yardım ettiklerini” belirttikten sonra, PKK sorununun sadece askeri yöntemle tasfiye edilemeyeceğini, çözüm için siyasi uzlaşma yolunun benimsenmesi gerektiğini söylemiş ve Türkiye ile PKK’yi siyasi “uzlaşma yolunu kabul etmeye kuvvetle teşvik ettiklerini” vurgulamıştır. Oramiral bu beyanından beş gün sonra istifa etmişse de, ABD basını bu istifayı Fallen’in Bush yönetiminin İran’a karşı izlediği politikaya ısrarla karşı çıkmasına bağlamıştır. Esasında Oramiral Fallen’in açıklamalarının tümü okununca bu söylediklerinin bir dil sürçmesi veya çizmeyi aşan bir davranış olmayıp, Amerika’nın gerçek politikasını yansıttığı anlaşılıyor. C ni’nin Ankara ziyaretine ve bunu takiben Barzani ile temaslar için uygun siyasi zemini yaratmak amacıyla düzenlenmesinin uygun görüldüğüdür. İkincisi, bu açıklama ABD’nin siyasi çözüm girişimini teyit etmektedir. Üçüncüsü ise General’in açıklamasından, ABD’nin, Kuzey Irak’taki PKK varlığının tümüyle tasfiye edilmesi gibi bir niyeti olmadığı ve bunun bir sonucu olarak da Türkiye’ye, PKK’nin bu bölgedeki mevcudiyetine son verecek kapsamda ve yoğunlukta kara harekâtları yapma iznini vermeyeceği ortaya çıkmaktadır. Bundan sonra ABD nasıl bir tutum izleyecektir? ABD büyük bir olasılıkla, Türkiye’ye istihbarat verilerini ve yeni, ama küçük, sınırlı ve sınıra yakın kara operasyonu izinlerini, ceste ceste ve Ankara, “Kürt sorunun halli” ve PKK ile müzakereye giden süreçte Washington’da üstlendiği taahhütleri yerine getirdikçe verebilir. Diğer taraftan, bu satırlar kaleme alınırken Ortadoğu turuna başlamış olan ABD Başkan Yardımcısı Cheney, Ankara’ya çantasında Türkiye’den Afganistan’a Taliban’la savaşmak için muharip asker göndermesini, topraklarımızda İran’a karşı füzesavar sistemleri konuşlandırılmasını ve Bush yönetiminin İran’a yönelik politikasına destek verilmesini talep eden dosyalarla geliyor. AKP hükümetinin bu talepleri ne ölçüde karşılayabileceği de, ABD’nin PKK ile mücadelede yukarıda belirttiğimiz sınırlamalar içinde Türkiye’ye vereceği desteğin ölçüsünü etkileyecektir. Yer darlığı nedeniyle ayrıntılarını ele alamadığımız bu taleplerin kabulünün, Türkiye’nin ulusal çıkarlarıyla bağdaşmadığının altını çizmekle yetineceğiz. Başbakan’ın yanıtlaması gereken sorular Başbakan Erdoğan’ın, “ABD’ye ne verildi” sorusuna zehir zemberek yanıtını yukarda belirttik. Ancak bu durumda bizim de, şerefiyle verdiği sözü hatırlatarak Başbakan’dan şu sorulara yanıt vermesini beklemek hakkımızdır: Washington’da varılan mutabakatın tam içeriği nedir? Bu mutabakat, TSK’nin, PKK’ye karşı askeri ihtiyaçların gerektirdiği hava ve kara operasyonları yapmasına imkân veriyor mu? Varsa sınırlamalar nelerdir? Mutabakat bağlamında hangi yükümlülükleri üstlendiniz? Oramiral Fallen’in ve General Odierno’nun açıklamaları, iddialarınız hilafına, siyasi çözüm konusunun Başkan Bush’la görüşmenizde pazarlık konusu olduğunu ortaya koyuyor. Bu bakımdan Başkan Bush’a, Türkiye ile PKK’yi müzakere masasında buluşturma girişimine yanıtınız ne oldu? Bu bağlamda, ABD, PKK konusunda Türkiye’den ne içerikte bir siyasi paketin uygulanmasını istiyor? ABD’li komutanların açıklamaları, Başkan Bush’un, PKK’nin Kuzey Irak’taki varlığına son verme gibi bir söz vermediğini ortaya koyuyor. Türkiye için yaşamsal önemdeki bu hususu neden sağlayamadınız? ABD’nin, NATO müttefiki Türkiye’ye karşı karanlık amaçlarla PKK’ye kol kanat germesinin Türk halkı gözünde ittifak ilişkilerini sıfırlayacağını ve bunun tarihi sorumluluğunun Amerika’ya ait olacağını muhatabınıza belirttiniz mi? Bir taraftan Amerika’nın PKK’yi silahlı ve canlı tutma politikası, diğer yandan Türkiye’deki terörün PKK’nin Kuzey Irak’taki mevcudiyeti tasfiye edilmeden bitmeyeceği gerçeği karşısında, PKK ile mücadelede nasıl bir strateji öngörüyorsunuz? mumtazsoysal@gmail.com Süreç Türkiye’nin üniter yapısını tehdit ediyor Buraya kadar söylediklerimizden şu iki sonuç çıkıyor: Birincisi, Washington mutabakatı ile AKP hükümeti, Türkiye’nin uluslararası hukuktan doğan meşru savunma ve müdahale hakkını, ülkemizin ulusal çıkarları gereğince kendi siyasi iradesiyle serbestçe kullanmaktan vazgeçmiştir. Hükümet, bu hakkını, ABD’nin dayattığı sınırlar ve kısıtlamalar çerçevesinde kullanmayı kabul etmiştir. Bu durum, en yaşamsal bir konudaki Türkiye milli güvenlik siyasetinin ABD’nin iznine ve takdirine tabi kılın Kara harekâtı büyük senaryonun bir parçası Kısa süre önceye kadar Irak’ta komutanlık yapmış olan Korgeneral Odierno da, Pentagon’daki basın toplantısında, Güneş harekâtının yapılmasına izin verilmesinin gerekçesi olarak, PKK’yi baskı altında tutmak suretiyle müzakereye zorlamak olduğunu belirtmiştir. Bu açıklama şu üç noktaya ışık tutuyor: Birincisi, Washington pazarlığı kapsamında öngörülmeyen kara harekâtının, bilahara, Talaba C MY B C MY B
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear