01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 21 ŞUBAT 2008 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Ümmetçiler ve Milliyetçiler!.. “Milliyetçiler”; “Türk İslam Sentezi”nin kendilerini yok edecek bir tuzak olduğunu yıllar yılı fark edemediler!.. “Ümmetçiler”in Arap milliyetçiliğine hizmet eden İslam şeriatçıları olduklarını göremediler!.. Ulusal kimliği (Türk kimliğini) kabullenmeyen ümmetçilerin karşısında direnç gösteremediler!.. Ve ümmetçiler, milliyetçilerin sırtında yol katederek bugünlere geldiler!.. PENCERE ‘Albayrak’ın Hızına Kimse Yetişemiyor...’ Basın yaşamından biraz haberli olan kişi ‘Yeni Şafak’ gazetesini bilir... Bu gazete tam bir AKP ceridesidir... Fazla söze gerek yok... Haberleri.. Yorumları.. Köşe yazıları.. Ve her şeyiyle Yeni Şafak gazetesinin AKP’ciliğini bilmeyen yoktur... Elbette kişiliğinden ve tutumundan gazetenin patronları sorumludurlar; hariçten gazel okumaya gerek yok... Doğrusunu isterseniz bu yazıyı bilinen seçimi ve kimliği yüzünden gazeteyi eleştirmek için kaleme almadım... ? 20 Şubat günlü Yeni Şafak gazetesinin ekonomi sayfasında manşet: “Albayrak’ın hızına kimse yetişemiyor...” Siyah kocaman hurufatla dizilmiş başlıkta ‘Albayrak’ adı özellikle kırmızı rengiyle göze çarpıyor. Capital dergisinden alınan haberi okuyalım: “... Son dönemde bazı gruplar ‘hızlı büyüme’ tempolarıyla dikkat çekiyor. ... Bu işadamları arasında en fazla performansı gösteren ise Albayrak Grubu İcra Kurulu Başkanı Mustafa Albayrak... ... Albayrak Grubu yeni dönemde yakaladığı fırsatlarla sıklet değiştirip holdingleşti... 2001 yılında 150 milyon olan cirosunu kat be kat arttırarak 2007 yılında 750 milyon dolar ciroya ulaştı... Bugün gayrimenkul yatırım ortaklığını halka arzetmeye hazırlanan Albayrak Grubu’nun inşaattan traktör sanayiine, tekstilden filo kiralamaya kadar 20’den fazla şirketi bulunuyor.” Peki, siz şimdi bu haberde ne var diye merak edebilirsiniz... Hiiiç, ne olacak ki... Yapılacak iş, hızlı işadamı Mustafa Albayrak’ı tebrik etmek değil mi... Ne var ki 17’nci sayfasında gazetenin künyesi bulunuyor... Okuyorsunuz: Yeni Şafak İmtiyaz Sahibi: Ahmet Albayrak İcra Kurulu Başkanı: Mustafa Albayrak İyi mi?.. ? Demek ki AKP’nin hızlı gazetesinin sahipleri Albayraklar, AKP’nin iktidara geçtiği 2002 yılından bu yana “yeni dönemde yakaladıkları fırsatlarla sıklet değiştirmişler”... Manşet bu gerçeği vurguluyor: “Albayrak’ın hızına kimse yetişemiyor...” Nasıl yetişsin ki?.. AKP’nin iktidara geçtiği 2002 yılında ciro 150 milyon dolarken 5 yılda 5 katına çıkarak 750 milyon dolara erişiyor... Sevinelim, alkışlayalım... Yaşasın AKP iktidarı... Zaten Yeni Şafak da bu gerçeği her gün başlıklarında, haberlerinde, köşelerinde vurguluyor... Ama medya, basın, gazetecilik mesleği ne oluyor?.. Boş verin canım... Olacak o kadar... Kitaplarla Bir Yolculuk! Bir yayın bolluğu var. Özellikle güncel sorunlar, olaylar yakın tarihimizle ilgili yapıtlar birbiri ardınca okurlara sunuluyor... Bilmem bu tür kitapların çok okuru var mı? Bir toplumun değeri, o toplumdaki insanların değeriyle orantılıdır. Bir ülkede gazete satışları milyonları aşmıyorsa, kitap basımları genellikle iki üç binleri geçmiyorsa, önemli yapıtlar yeni baskılar yapmıyorsa, o toplumun olgunlaşmada, kişileşmede zenginlik kazandığı söylenebilir mi? Yazarlar, hele belli gazetelerin köşe yazarları, her gün sayısı artan yeni kitapların baskısı altındadır. Hepsini gereği gibi okumak, incelemek, değerlendirmek kolay iş midir? Hep yazmışımdır, basın dünyamızda, yeterli eleştirmenlerimiz yok. Bırakın eleştirmeyi, bir kitabı kısa bir yazıyla okurlara tanıtabilenler de o kadar az ki!.. ??? Ben her kitabı okumak isteyenlerdenim. Konusu bana ters düşeni de, aykırı mı aykırı olanı da... “Cumhuriyet Yayınları”nda çıkan yeni kitaplardan söz etmek istiyorum: Doğu Silâhçıoğlu’nun “Düşlerdeki Toprak”, Deniz Som’un “Hey Anadolu”, Mehmet Faraç’ın “Söyleyin Anama Ağlamasın” adlı yapıtlarından... Bu arada güncellikleri ağır basan iki önemli kitabı da önermek istiyorum: Sevgi Kocaçimen’in “Demokrat Parti Döneminde Laiklik Tartışmaları”, Doç. Dr. Şahin Filiz’in “Başörtüsü Söyleminin Dinsel Temelsizliği”, Doç. Dr. Hüner Tuncer’in “Atatürkçü Dış Politika”, Hadiye Yılmaz’ın “Kurtuluş Savaşımız ve Asya Afrika’nın Uyanışı”. Şimdinin gençleri anlamda önemsiz konularla oyalanmaya itiliyor. TV’ler, bilgisayarlarla yetinsinler... Oysa bilginin daha doğrusu bilimin tek kaynağı vardır, o da kitaptır... Daha çok kitap var. Hangi birini saymalı? Burada Sevil Okay’ın “Düşten Gerçeğe Bir Yol Eğitim”, Ufuk Somer’in “Gitme Zamanı” ve Gıyasettin Altınışık’ın “Söz Bilimin Olsun” adlı ilginç çalışmalarını da söz konusu etmeliyim. ??? Son olarak edebiyat, yaşam boyu iç içe yaşadığım bir dünya. Şiir, roman, öykü, deneme, anı, eleştirme... İşte sağlam bir eleştiri örneği Semih Gümüş’ün “Eleştirinin Sis Çanı”.. Gümüş, bakın nasıl tanımlamış eleştiriyi: “Eleştiri bir elindeki feneri tuttuğu yazarla iç içe yaşarken, yaşadığı zamanı yaşamak isteyenleri bir de başkasının gözüyle bakmaya çağırır...” Bir de şiir kitabı “Yürekler Kör”... Pek çok belgesel yapıtlarıyla tanınan Mustafa Yıldırım’ın şiirleri... “Karanlığa kattım sesimi/ Kapıların altından sızsın evlere/ uyandırsın gecikmiş sevdaları/ isyanı tutuştursun tanyeri ağarırken/ anlatsın tek kişilik mutluluk olmadığını”. ??? Ben okumaktan yorulmadım. Siz de yorulmayın! O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU ürkiye’de “milliyetçilik”; sonunda Türk ulusunu kendi yurdunda dinsel bir topluluğa dönüştürme amacı güden “ümmetçilik” tuzağına düştü!.. Milliyetçi olduklarını söyleyenler öngörüsüz değerlendirmelerle son dönemde Türkiye’yi üç kez zora soktular!.. 57’nci hükümeti sonlandıran ve Türkiye’yi “siyasal İslam” iktidarına mahkum eden bu dar görüşlülük; 2007 Cumhurbaşkanlığı seçiminde de egemen oldu!.. Son adımda ise Türk ulusunu ortaçağ karanlığına götüren toplumsal bir ayrışmanın zeminini oluşturdu!.. Tarihin gerçekleri unutuldu!.. “Milliyetçiler”, “Türk İslam Sentezi”nin kendilerini yok edecek bir tuzak olduğunu yıllar yılı fark edemediler!.. “Ümmetçiler”in Arap milliyetçiliğine hizmet eden, İslam şeriatçıları olduklarını göremediler!.. Ulusal kimliği (Türk kimliğini) kabullenmeyen ümmetçilerin karşısında direnç gösteremediler!.. Ve ümmetçiler, milliyetçilerin sırtında yol katederek bugünlere geldiler!.. T manlı idi ama, Osmanlı Türk değildi!..” ABD dayatması Sovyetler sonrasında (1991) dünya egemenliği amaçlayan ABD, Ortadoğu ülkelerinde “ulusal kimlik bilinci”ni yok etmeye yöneldi!.. Yeni bir proje üretti!.. “Büyük Ortadoğu” adı verilen geniş bir coğrafyada yeni bir İslam anlayışı “ılımlı İslam” geliştirdi!.. Model olarak da Türkiye’yi seçti!.. Sonuçta Türkiye’de “ulusal kimlik bilinci”nden arındırılmış yeni nesillerin yetiştirilmesi için yeni olanaklar yaratıldı!.. Dinsel kuralların geçerli olduğu bir yaşam tarzı topluma dayatıldı. Bu yolda ümmetçilere en büyük desteği de milliyetçiler sağladı!.. Aslında iki grup arasında derin bir anlayış farkı vardı. Bu fark “Türk milliyetçisi” Nihal Atsız’la, “şeriat ümmetçisi” Mehmet Akif’in düşünce yapısındaki fark kadardı!.. Bugün coşku içinde okuduğumuz “İstiklal Marşı”mızın, 10 kıtalık tüm metnine “Hakk”, “ezan”, “cennet”, “iman” gibi sözcükleri ustalıkla yerleştirmiş, ama bir tek “Türk” sözcüğü için yer bulamamış ümmetçi Mehmet Akif’in yeni ardılları, onun; “Türk Arapsız yaşayamaz. Kim ki ‘yaşar’ der delidir!.. Arabın Türk ise, hem sağ gözü hem sağ elidir!..” dizelerinde belirttiği yoldan giderlerken, beraberlerindeki “milliyetçiler” gerçekleri göremediler!.. Vasiyetinde (4 Mayıs 1941) Arapları “yeni düşman”, Amerikalıları “yarınki düşman” olarak niteleyen Türk milliyetçisi Nihal Atsız’ın yolunu terk ettiler!.. “Ulusçuluk güden, ulusu için savaşan ve ölen bizden değildir” diyen ümmetçilerin peşine düştüler!.. Ulus milliyetçiliği “Türkiye Cumhuriyeti” kurulduğunda Atatürk, yeni devleti kuran halkı “Türk ulusu” olarak tanımladı!.. Ona bir ulusal kimlik kazandırdı. “Yurtseverlik” temelinde “ulus bilinci” geliştirmek için, eylem ve söylemlerinde Türk ulusunu yüceltti!.. Atatürk bugün kimilerinin “ecdat” olarak gördüğü ve “laf söyletmem” dediği Osmanoğulları’nın Türklükle ilişkisini şöyle açıklıyordu: “AnadoluRumeli insanı, elbette bizim insanımızdır. Bizler o insanların devamıyız. Ama bizim atamız Osmanlı Hanedanı değil!.. Biz hanedan soylu değiliz!.. ” “Osmanoğulları 600 yıldan beri zorla Türk ulusunun egemenlik ve saltanatına el koymuşlardır. Şimdi de Türk ulusu, bu saldırılara artık yeter diyerek, ayaklanarak egemenlik ve saltanatını doğrudan kendi eline almış bulunuyor!.. ” Çarpıtılmış tarih Türkler Arapların putlara taptığı dönemde Orta Asya’da, Tanrı bilincinde Şaman inancında yaşamaktaydılar!.. İslamiyetin yayılma süreci başında (MS. 632) Arap ordularının saldırısıyla karşı karşıya kaldılar. Yüz yılı aşkın bir mücadele sonunda bölge tümüyle Arapların istilasına uğradı!.. Türkler teslim oldular (MS. 751)!.. Arap tarihçi İbni Dahak vahşeti şöyle anlatıyordu: “Katledilmeyen çocuk, ırzına geçilmeyen kadın kalmamıştı!.. Türkler diri diri yakılmıştı!.. ” Ne acıdır ki, tarihin bu en büyük “Türk soykırımı” sistemli çabalarla unutturuldu!.. Kılıçla katledilen Türklerin İslamı gönüllü olarak kabul ettikleri yalanı uyduruldu!.. Sonradan bu gerçeği ifade eden “milliyetçiler” de “ümmetçiler” tarafından susturuldu!.. Soy milliyetçiliği II. Dünya Savaşı yıllarında (19391945) Türkiye’de, “ulus milliyetçiliği” dışında, yeni bir milliyetçilik anlayışı gelişti. Bu anlayış 1900’lü yılların başlarında ortaya çıkan, Orta Asya kaynaklı “TürkçüTurancı” milliyetçilik anlayışıydı!.. Başka ulusların, özellikle de Çinliler ve Rusların egemenliği altında yaşayan Türklerin özgürlüğünü ve birlikteliğini savunuyordu. Savaştan Almanların galip çıkması halinde Sovyet yönetimindeki bütün Türklerin özgürlüğe kavuşacağını öngörüyordu!.. Ama umulan olmadı!.. Savaş sonrasında Türkiye demokrasiye geçti!.. Yeni dönemde güç kazanan karşıdevrim; ideolojik zemin arayışına girişti!.. Altyapı oluşturmak üzere dine yöneldi!.. Türkiye Sovyet tehdidine karşı NATO’ya ve Müslüman ülkelerin oluşturduğu “yeşil kuşak” içine sokuldu!.. Yok edilen kimlik Türkler çokuluslu Osmanlı İmparatorluğu döneminde yönetim kademelerinden uzaklaştırıldı!.. “Türk kimliği” yıkıma uğratıldı!.. Tüm coğrafyada Türkler; “etrakı bi idrak” yani “aptal Türk” olarak anılmaya başlandı!.. İmparatorluk topraklarında diğer uluslar, kimliklerini koruyarak yaşarlarken Türkler, İslamiyetin ulusçuluğu reddeden, ümmetçiliği esas alan anlayışı içinde kimliklerinden arındırıldılar!.. “Türk’üm” diyemedikleri için, yalnızca “Müslümanım” demek zorunda kaldılar!.. I. Dünya Savaşı’nda Filistin cephesinde, ihtiyat zabiti olarak görev yapan Falih Rıfkı Atay, “Zeytin Dağı” adlı eserinde şöyle diyordu: “Suriye, Filistin ve Hicaz’da, ‘Türk müsünüz’ sorusunun birçok defalar cevabı ‘estağfurullah’dı!.. ” Zaten Osmanlı hanedan mensupları da kendilerini “Türk” görmüyorlardı!.. Prof. Dr. Bozkurt Güvenç’in belirlemesiyle; “Türk Os Gelinen nokta Ümmetçilerin Türklere bakış açısını ortaya koyan İslam önderlerinin bir söylemi çok anlamlıdır: “O insanlar ki tepsi gibi düz yüzlü, elmacık kemikleri çıkık, burunları basık, gözleri çekiktirler (Türkler); onlar yeryüzünden yok edilmedikçe İslam sâlâh bulmayacaktır!.. ” Bugünün dünyasında bunun bir yolu kalmıştır. O da Türklerin Araplaştırılmasıdır!.. Türkİslam sentezi milliyetçileri; bugün “Ya Allah bismillah Allahü’ekber” diye peşlerinden koştukları ümmetçilerin, gün gelecek kendilerine “Ben Türk’üm” dedirtmeyeceklerini anladıkları an, iş işten çoktan geçmiş olacaktır!.. Unutulmamalıdır ki, ümmetçiler için yalnızca bir değer vardır; o da “İslam”dır!.. Bunu “milliyetçiler” akıllarından hiç çıkarmamalıdır!.. Türkİslam sentezi milliyetçiliği “Komünizm” karşıtlığı,Türkiye’de önce “milliyetçimukaddesatçı” ideolojiyi; sonra da “Türkİslam Sentezi”ni doğurdu!.. Bu sentez doğası gereği birlikteliği mümkün olmayan iki öğretinin alaşımıydı!.. Ulus kimliğini reddeden “ümmetçilik”le bu kimliği savunan “milliyetçilik” yapay bir beraberlik içine sokuldu!.. Aslında yapılan, iki öğretinin birbirinden ayrılmaz olduğunu beyinlere çivileme amacını güdüyordu!.. Ardında ise “ulusal kimlik bilinci”ni yok etmeye kararlı güçler duruyordu!.. Küresel Medya Olgusu Yrd. Doç. Dr. Ceyda ILGAZ BÜYÜKBAYKAL İÜ İletişim FakültesiGazetecilik Bölümü K üreselleşme süreci ile birlikte kitle iletişim araçlarının yaşamımızdaki rolü ve önemi daha da artmıştır. İletişim teknolojisindeki gelişmeler ülkeleri ekonomiden siyasete birçok alanda birbirine yakınlaştırmaktadır. Noam Chomsky küreselleşmeyi, mükemmel bir biçimde dizayn edilmiş, sürekli bir biçimde yoğunlaşmakta olan özel güçlerin çıkarlarını kollayan bir yol. Birbirlerine sıkı sıkıya bağlı birkaç güçlü devlet ile mega şirketin maddi çıkarlarını yeniden ürettikleri bir süreç olarak tanımlamaktadır. Küreselleşmenin temel unsurlarından biri olan küresel medyanın tüm dünyaya pazar ekonomisi mantığıyla yayın yaptığı ve yaptığı yayınlarla toplumları etkisi altına aldığı yadsınamaz bir gerçektir. Küresel medyanın en önemli özelliklerinden birisi ticari olmasıdır. Kâr ve rekabet anlayışıyla hareket eden medya kuruluşlarının en önemli amacı mümkün olan en geniş tüketici kitlesine ulaşabilmektir. Küresel medya sektörleri tüketici davranışlarını da etkileyerek dünya çapında kültürel bir örnekliğin önünü açmaktadırlar. Giderek genişleyen uluslararası medya kuruluşları birçok ülkede yatırımlar yaparak ya da birbirleriyle birleşerek, bir diğerini satın alarak yeniden yapılanmakta ve böylece küresel medya ortamının bir parçasını oluşturmaktadır. Medyanın kontrolünü elinde bulunduran gelişmiş ülkeler, bir yandan enformasyonun küresel ölçekte özgür biçimde dolaşımını savunurken bir yandan da dünya üzerinde tek yönlü işleyen enformasyon akımı ile kendi çıkarlarına hizmet eden siyasal, ekonomik, toplumsal ve kül türel bir yapılanmayı devam ettirmektedirler. Uluslararası sermaye ve bu sermayeyi denetiminde tutan çokuluslu şirketler medya tekelini biçimlendirmekte, medya tekelleri de uluslararası şartlarda örgütlenmektedir. Bu durum da, tüm medyanın dünya ölçeğinde birkaç elde toplanmasına neden olmaktadır. Ayrıca medya patronlarının medya sektörü dışında başta finans olmak üzere birçok alanda yatırım yaptıkları da bilinmektedir. Bu durum medyanın çok önemli bir güç haline geldiği dikkate alındığında, birçok sakıncayı da beraberinde getirmektedir. Medya dışı alanlarda yatırım yapan medya patronlarının siyasal iktidar ile aralarında iş ilişkisi bulunduğu bir gerçektir. Bu bağlamda medya patronları ellerinde bulundurdukları gücü kullanarak çıkar sağlama yoluna gidebilmekte ya da siyasal iktidarlar medyayı kontrol altında tutabilmek amacıyla medya patronları lehine hukuka uygun olmayan birtakım işlemler yapabilmektedirler. Ülkemizde de medya gücünün demokratik toplumlarda olması gerekenden çok daha fazla bir gücü elinde bulundurduğu, hem siyaset hem de ekonomi alanlarında çok etkin olduğu bir gerçektir. Günümüzde medya, her ne kadar küresel birlikteliklerden uzak kalamasa da yayınların hazırlanmasında ve sunumunda toplumsal sorumluluk ilkesi ile hareket etmelidir. Medya kuruluşları kamu yararını geri plana atarak, sadece tüketicilerin isteklerine yanıt verecek biçimde programlar üretmemeli ve yayımlamamalıdır. Kültürel ve toplumsal yapının sağlıklı biçimde sürdürülmesi açısından üzerine düşen görevleri yerine getirmelidir. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear