25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 21 KASIM 2008 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Haydutlar ve Devletler MEDYA, gazeteleri ve televizyonlarıyla, hâlâ “korsanlar” diyedursun, Deniz Kuvvetleri Komu- tanı “haydut” sözünü kullandı da, hiç değilse bir- kaç yerde “deniz haydutları”ndan söz edenler çık- maya başladı. Doğru olan bu. Şu sütunda önce de belirtildiği gibi, “korsan”lar, geçmiş yüzyılla- rın Akdeniz’inde olduğu gibi, arkalarında bir devlet otoritesi bulunan soygunculardı. Yani, soydukları, kendi devletlerinin soyulmasına göz yumduğu ülkelerin gemileriydi. Dolayısıyla, Afrika’nın “boynuz”unda, Hint Ok- yanusu’nun Kızıldeniz’e yakın sularında kaçırılıp fidyeye bağlanan gemilerin soyulmasından ora- ların kara devleti sayılabilecek olan Somali sorumlu tutulamıyor. Öyle bir devletin adı var, kendisi yok; müthiş bir anarşi yaşanıyor orada. Kaldı ki, doğ- ru dürüst bir devlet olsa bile haydutluk onun ka- rasuları dışında yapılmakta. Ne var ki, ödenecek fidye paralarının sahte olup olmadığını saptayabilecek kadar ileri tekno- lojiyle donatılmış oldukları anlaşılan haydutlar, ka- çırdıkları gemileri Somali kıyılarına demirletmek- teler ve etkinliklerinin öbür aşamalarını da büyük olasılıkla onun topraklarında sürdürmekteler. Gelgelelim, ortalıkta öyle bir devlet olmadığı için, kimse yasal yoldan bir şey yapamıyor. Sadece, geçenlerde bir Hint savaş gemisi, haydutların ana ikmal teknesi sayılan bir gemiyi batırabildi; Rus donanmasından bir gemi de Suudi Arabistan ban- dıralı bir şilebi haydutlardan kurtardı. NATO’nun görevlendirdiği gemiler açıklarda do- laşıp duruyor. Oysa, kaçırılanlar arasında iki de Türk gemisi var. Biri, sahipleri Türk olmakla birlikte, “ko- laylık” kimliği olarak Marshall Adaları Cumhuri- yeti’nin bayrağıyla çalışmaktaymış; öbürü ise dü- pedüz Türk bandıralı. Amerika, henüz kendi gemisi kaçırılmadığı için, şimdilik olayın dışında. Ayrıca, Somali’de ya- şanan 1993 kargaşasına müdahale edince 18 as- kerini yitirdiği için şimdilik o ülkeden uzak duru- yor. Gemisi kaçırılsa böyle durur muydu? Güvenlik Konseyi’ni ayağa kaldırır, başka devletlere çağ- rıda bulunup ortak askeri operasyonla Somali’nin tepesine binerdi. İsrail de aynı şeyi yapmaz mıydı? Bu ikisi, devlet olduklarını ispatlamak için hiç fırsat kaçırmıyor. Ya Türkiye? Bölgeye yollanan NATO gücünde bir Türk firkateyni de görevli; Türkiye’nin asker- leri sayesinde sözünü dinletebildiği tek uluslar- arası kuruluş da NATO. Üstelik, vaktiyle karga- şalı Somali’yi düzene soksun diye Orgeneral Çe- vik Bir’i oralara yollamış olan da Türkiye. AKP ik- tidarı, bu cumhuriyeti böyle bir durumda da yi- ne seyirci mi bırakacak? mumtazsoysal@gmail.com PENCERE Karikatür, Aydınlanma ve Yalakalık... Resim sanatı çok eskidir.. Yazıdan önce resim vardı.. Resim mağara duvarlarına çizilirdi.. Ya karikatür?.. Karikatürün tarihiyle ‘Aydınlanma’ özdeş... İkisi de neredeyse iki yüzyıllık... Neden?.. Çünkü karikatür akıl işi... İnanç işi değil... Karikatürde ‘biat’ göreneği yoktur, eleştirel ak- lın çizgiyle mizahı vardır... Karikatürün ilk çarpıcı örneklerini Fransız dev- riminin laiklik ve demokrasiye doğru yol alan ba- sınında görebiliyoruz... 20’nci yüzyıl karikatür çağıydı.. Peki, Amerika’nın Türkiye’deki dinci tezgâhı ‘Ilımlı İslam Devleti’ modeliyle karikatür ve kari- katürist ne kadar bağdaşabilir?.. Akıl ile inancın doğal çelişkisinde, çizgiyle mi- zahın dışavurumu, ille de zekâdan fışkıran mu- halefete dönüşecektir. Gerisi boş laf... Türkiye’de “gırgır mizahı” denen bir dönem baş- lamıştı... Siyasetten, tarihten, toplumdan soyutlanmış bir espri anlayışı insanı temel gerçeklerden soyut- layan kişisel özlemlerin fantezisinde ya da kısır- döngüsünde kafakola alıyordu... Bu yolda çok mizah dergisi çıktı, battı... Ancak izlediğim kadarıyla bu dönem artık ka- panıyor; karikatür, tarihsel içeriğinin kendisine yük- lediği işlevi mizah dergilerinde yerli yerine oturt- maya yöneldi... Bu dönüşümde Başbakan RTE’nin hizmeti bü- yük... RTE gerçek karikatüristlerin paha biçilmez konusu... Gül de bu yolda liderinin ardından yürüyor... RTE ile karikatüristler arasındaki davalar ise ya- şadığımız dönemin ilginç göstergeleri... Takıyyeci AKP’yi sürekli eleştiriyoruz... RTE de bu kapsamda... Ya Gül?.. Al birini, vur ötekine... Peki, bunların ülkeye hiç mi hizmeti yok?.. Olmaz olur mu?.. Kim ne derse desin, en başta RTE olmak üze- re, AKP ve Gül Türk karikatürüne hizmet edi- yorlar... Karikatürün dincisi olmaz... Ama, dinciliğin karikatürü ne kadar çizilse Ay- dınlanma o kadar bereketlenir... Karikatürist ile yalaka kimliği bağdaşabilir mi?.. Yalakalık yapan karikatürist, ‘çizgiyle mizah sa- natı’na istifa dilekçesini yazmış demektir... Bu durumdaki karikatüristin kendisi bizzat ka- rikatüre dönüşür. Ü lkemizde son günlerde hukuku yakõndan ilgilendiren, daha doğ- ru bir söyleyişle görünürde “hu- kuki” olan; ancak gerçekte hu- kuku ayaklar altõna alan, hukuki kurum ve kavramlarõ “rencide” eden uy- gulamalara tanõk olmaktayõz. Ülkemiz yakõn tarihi incelendiğinde benzer durumlarõn da- ha önce de birçok kez tekrarlandõğõ görül- mektedir. Özellikle 12 Eylül Askeri Yöne- timi döneminde hukukun bariz bir şekilde ayaklar altõna alõnarak yok sayõldõğõ taraflõ- tarafsõz kamuoyunu oluşturan herkesin ma- lumudur. Anõlan dönemde yaşananlarõn ma- zur görülmesi hiçbir zaman, hiçbir şekilde mümkün değildir. İstanbul Barosu’nun o dö- nemki başkanõ Av. Orhan Adli APAY- DIN’õn da aralarõnda bulunduğu birçok ay- dõn, yazar ve sanatçõ da bu dönemde gözal- tõna alõnmõş, tutuklanmõş ve dahasõ işkence- ye maruz kalmõşlardõr. Bu hukuk tanõmaz ha- reketlerin uygulayõcõlarõ, yaptõklarõnõn bi- lincinde olmalõlar ki, kendilerinin yaptõkla- rõ işlemlerden dolayõ yargõlanamayacaklarõ ibaresini geçici ek maddeyle hazõrladõklarõ anayasaya koymuşlardõr. Her ne kadar 12 Ey- lül darbecilerini mahkeme önünde yargõla- mak son AİHM kararõyla olasõ hale gelmiş- se de, hepimizce malum olan husus söz ko- nusu dönemde baskõcõ ve hukuk dõşõ uygu- lamalara imza atan kişilerin, bu karardan çok daha önce hukukun “tarihi bilinci” ile yar- gõlanarak vicdanlarda en ağõr cezaya mahkûm olduklarõdõr. İşte son günlerde yaşanan ve hepimizin ta- nõk olduğu hukuka aykõrõlõklar, bu askeri re- jim dönemlerini bile aratõr niteliktedir. Ge- leceğimizin teminatõ olan gençlerin sokak or- tasõnda polis kurşunlarõyla yaralanmasõ ve- ya ölmesi, can güvenliği devlet korumasõn- da olmasõ gereken tutuklu ve hükümlülerin infaz memurlarõnõn işkenceleri sonucu ölmesi, karakollarda yeniden işkence ve ölüm va- kalarõnõn yaşanmasõ gibi hususlar bütün bu hukuk tanõmaz uygulamalardan yalnõzca birkaçõ, ancak en vahimleridir. Bir gazetecinin sokak ortasõnda vurularak öldürülmesi ola- yõnda ihmalleri olan emniyet müdürlerinin ha- len görevde olmalarõ veya terfi ettirilmeleri de bu vahim uygulamalarõn bir başka boyu- tunu teşkil etmektedir. Gece yarısı evden almalar Bir hukuk devletinde, ülkenin önde gelen bilim adamlarõ ve gazeteciler gece yarõsõ ev- lerinden polis marifetiyle alõnmamalõ, in- sanlarõn özel görüşmeleri devletin tutanak- larõnda yer almamalõ, o ülkenin özgür in- sanlarõ her an dinlenme ya da gözaltõna alõnma korkusuyla yaşamamalõ ve salt tele- fon konuşmalarõndan oluşan bir iddianame- ye dayanõlarak insanlarõn özgürlüğü kõsõt- lanmamalõdõr. Yine bir hukuk devletinde; tutuklu-tutuk- suz sanõk ayrõmõna gidilmemeli, yargõlama -henüz sadece sanõk sõfatõnõ taşõyan kişilere baskõ uygulayacak şekilde- cezaevi içinde ku- rulan duruşma salonunda sürdürülmemelidir. Bilindiği üzere bir hukuk devletinde, tutuk- lama kurumu, ceza muhakemesinin gerçek- leştirilebilmesi ya da olasõ bir mahkûmiye- tin ileride yerine getirilebilmesi amacõyla uy- gulanan ve suçlu olduğu konusunda henüz kesin hüküm bulunmayan; ancak suç işlediği şüphesi kuvvetli olan kişinin özgürlüğünün hâkim kararõyla geçici olarak kaldõrõlmasõ- nõ öngören ceza muhakemesine dair ihtiya- ri bir koruma tedbiridir. Tutuklamanõn uy- gulanabilmesi için olguya dayanan kuvvet- li bir suç şüphesinin bulunmasõ ve yasada gös- terilen tutuklama nedenlerinden birinin (sa- nõğõn kaçma şüphesi gibi) gerçekleşmesi ol- mak üzere iki maddi koşulun varlõğõ gerekir. Ülkemizde ise tutuklama kurumu bir ön- lem olmaktan çok bir ceza niteliğinde, bir in- faz hüviyetindedir. Mahkemeler, çok uzun sü- redir tutuklu bulunan ve haklarõnda halen hü- küm verilmemiş olan sanõklarõn dosyalarõ ile dolup taşmaktadõr ki bu durum İnsan Hak- larõ Sözleşmesi ve Evrensel Beyannamesi gi- bi uluslararasõ belgelerle koruma altõna alõ- nan özgürlük gibi temel haklara ve başta adil yargõlanma olmak üzere diğer yargõlanma il- kelerine aykõrõdõr. Hükümete muhalif olanlar Ceza Usul Hukuku normlarõ gereğince so- ruşturma evresi sonunda soruşturmayõ yü- rüten cumhuriyet savcõsõ ya toplanan delil- lerin suçun işlendiği hususunda yeterli şüp- he oluşturduğuna kanaat getirerek bir id- dianame düzenlemeli ya da kamu davasõnõn açõlmasõ için yeterli şüphe oluşturacak delil elde edilemediğine kanaat getirerek ve/veya kovuşturma olanağõnõn bulunmadõğõ haller- de bunu belirterek kovuşturmaya yer olma- dõğõna karar vermelidir. Yoksa soruşturma- nõn ucunu açõk bõrakarak, “dalga dalga” in- sanlarõn -ne hikmetse hep de hükümete mu- halif olan kişilerin- gözaltõna alõnmasõna olanak sağlayacak hukukla bağdaşmayacak bir uygulamanõn varlõğõna göz yummamalõ veya imkân tanõmamalõdõr. Zira hukuk dev- letinin sade bir vatandaşõ olarak ve belirtmek gerekir ki haklõ olarak, her kişi, diğer kişi ve kurumlara karşõ hukukun koruyuculuğundan yararlanmak ve kendisini hukuk şemsiyesi al- tõnda görmek ister. Rousseau ve çağdaşõ olan pek çok düşünürün dediği gibi modern hu- kuk devletinin varlõk temeli olan “toplum- sal sözleşme” de bunu haklõ kõlan en önem- li husustur. Bütün bunlara karşõn, hukuku uy- gulayan kişi ve kurumlarõn, iş ve eylemle- rinden dolayõ mağdur olmalarõ -içinde bu- lunduğumuz durumda ise mağdur edilmele- ri- durumunda, hukuk devletinden haklõ beklenti içinde olan bireylerin sõğõnabile- cekleri son kalenin de ortadan kalkacağõ açõk- tõr. Toplumda infial yaratan bir taciz olayõnda Adli Tõp Kurumu’nun ilgili ihtisas kurulun- ca mahkeme heyetine sunulan raporun pe- dagog olmadan hazõrlanmasõ ve eleştiriler üzerine bu tür olaylardaki raporlarõn hazõr- lanmasõnõn kurumca durdurulmasõna karar verilmesi, önceki raporlarõn tümünü “tar- tışmalı” hale getirmiştir. Bu halde meydana gelebilecek hukuki sonuçlar herkesçe malumdur. Bu noktada doğru olan, ilgili raporun her türlü önyargõ- dan uzak ve bilimsel olarak irdelenmesi, ku- rumsal yõpratmadan kaçõnarak böyle bir ra- porun düzenlenmesinde sõradõşõlõk varsa so- rumlularõ hakkõnda soruşturma açõlmasõ, kurumun yara almasõnõn önüne geçilmesi ve tabii ki ilgili ihtisas kuruluna bir an önce pe- dagog atamasõnõn yapõlmasõdõr. Demokrasiyi tehdit Anayasa uyarõnca: “Türkiye Cumhuriyeti laik, demokratik, sosyal bir hukuk dev- letidir.” Hukuk devleti, her tür idari ve si- yasi etkinliğin hukuk normlarõna uygun ol- duğu ve hukukun uygulamasõnõn doğrudan hukukçular eliyle yürütüldüğü ve modern öğ- reti gereğince yasama, yürütme ve yargõ erk- lerinin ayrõlõğõnõn esas alõndõğõ bir örgütlenme biçimidir. Hal böyleyken, yürütmenin başõ konumunda bulunan kişinin bir dava için “Ben bu davanın savcısıyım” şeklinde bir beyanat vermesi, o hukuk devleti için salt ya- ralayõcõ bir söylem olmakla kalmaz, aynõ za- manda erkler ayrõlõğõna da son verdiği için demokrasiyi de tehdit eder ve yõpratõr.Yine bir hukuk devletinde, Anayasa Mahkemesi gibi yüksek mahkemelerin üyeleri, doğrudan ve yürütmeden bağõmsõz kurum ve kişiler ara- cõlõğõyla göreve gelirler. Bu mahkeme üye- lerinden biri, anayasa normlarõ ile korunan ve kollanan o ülke ve devletin temel değer- lerinin tartõşmaya açõlabileceğini kamuo- yuna deklare edemez. Varlõğõnõn amacõ anayasayõ korumak olan bir mahkeme başkanõ, bindiği dalõ keser gi- bi, anayasanõn değiştirilemez, değiştirilme- si teklif dahi edilemez maddelerinin aslõnda değiştirilebileceğini ima edemez; ima etse da- hi anayasa hukukunun anayasa yapõmõ ko- nusunda belirgin bir şekilde ayrõmlarõnõ yaptõğõ asli kurucu, tali kurucu ve türev ku- rucu iktidar gibi temel kavramlarõnõ ve hat- ta bu kavramlarõn da üstünde olan ve yurt- taşlarõn refahõ, toplumun özgürlüğü, devle- tin ise kuruluşu ve bekasõ açõsõndan ulvi olan bazõ değerleri çiğneyerek söylediklerini hu- kuk devleti ilkelerine dayandõramaz. Hele ki bu üye, adõ geçen temel değerleri korumak ve kollamakla görevli ve yükümlü olan yüksek mahkemenin “hukukçu” olmayan başkanõysa bu açõklamalar olsa olsa hukuk yerine yürütmeden güç alan temelsiz “he- zeyanlardan” başka bir şey olarak yorum- lanamaz. Bizler, hukukçular olarak, hukuk devleti il- kesini yalnõzca anayasa ve yasa metinlerin- de yer alan bir öğreti, bir doktriner değer ola- rak görmemeli; hukuk devleti olmanõn yo- lunun insanlõğõn varoluşundan bugüne gelen değerlerin korunmasõ ve anayasal ilkelerin uygulamaya yansõmasõndan geçtiğinin bi- lincinde olarak hareket etmeliyiz. Yoksa, bugüne kadar yapõldõğõ gibi bun- dan sonra da “hukuk devletiymiş gibi” ha- reket ederek gerçek anlamda “insan hakla- rına saygılı, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti”ne kavuşmak mümkün ola- maz. Aksi bir durumda ise hukukun gücü, ye- rini gücün hukukuna bõrakõr ki bu da de- mokrasiden çok dikta rejimlerine has ve hu- kuk devletine yakõşmayan bir uygulamadõr. Bu nedenle de herkes, gerçekte geçici olarak bulunduğu yer ve makamõn sorumluluklarõ- na uygun davranmaya özen göstermelidir. Bir Hukuk Devletinde... Av. Muammer AYDIN İstanbul Barosu Başkanõ Yarin Yanağõndan Gayrõ... H ayatõn en belirgin, her an karşõmõza çõkardõğõ özel- liği nedir sizce? Benim yanõtõm, adaletsizliği. Metroda mõzõka çalan çocuk; yaşõtlarõnõn okul bahçesinde ders zilinin se- sini duyduğu vakitte, kendi sesini duyurmaya çalõşõyordu. Çõkõşa yaklaşõrken yağmurun yağmaya başladõğõnõ gördüm ve “Hayat bayram olsa” şarkõsõ çalõndõ kulağõma. Devamõnda, kendisi de duru- munun “Pollyanna”lõk olduğu- nu anlamõş olacak ki Kazım Koyuncu’nun “Didou Na- na”sõnõ çalmaya başladõ. Ben õs- lanmaya başladõğõmda ise o han- gi şarkõya geçmişti bilmiyorum. Benim aklõmdaysa Cahit Aral vardõ. Mahkeme kararõ ve Da- nõştay onayõ olmasõna rağmen bakanlõk kararõyla kapatõlmasõ durdurulan “Yatağan Termik Santralı”na kayõp gitti aklõm ar- dõndan. Türkiye “iç hukuk açı- sından kabul edilemez ve ya- sadışı” kararõyla 10 bin Avro tazminat ödemişti AİHM’ye. Santralõn kaynağõ kömür, “Stratonikeia Antik Kenti”ni mahvetmiş, santral her gün çõ- kardõğõ 400 bin ton kül ile çev- reye ciddi zararlar vermiş, sav- rulan küllerin ulaştõğõ alanlara radyasyon yayõlmõş ve beldede özürlü doğan çocuklar meydana gelmiş, meydana gelen külden satõş elde edildiği için ve baca ga- zõ arõtma filtresi, kül miktarõnõ düşürmesi nedeniyle kârõ azalt- masõndan dolayõ kullanõlmamõş, bilim adamlarõnõn uyarõlarõna rağmen baraj yapõmõnda kül kul- lanõlmaya devam edilmiştir. Ter- mal tesislerin en büyük zararla- rõndan biri de “asit yağmurla- rı”na sebep olmasõdõr. Asit yağmurlarõna aynõ za- manda; endüstriyel faaliyetler, konutlarda õsõnmak için yakõlan fosil yakõtlar, dünya genelinde 500 milyon olan taşõtlarõn at- mosfere bõraktõğõ egzoz gazõ ve deodorantlarõmõz neden olmak- tadõr. Başta kükürt dioksit ile bir- leşen oksitler, havadaki su mo- lekülleriyle tepkimeye girerler ve yeryüzüne yağmur, kar, bazen de sis ile ulaşarak asidi bize taşõrlar. Asit yağmurlarõ bu şekilde oluşur ve “Sanayi Devrimi”nin başlangõcõyla 6 olan pH ilerleyen vakitlerde 4’e kadar gerilemiş hatta hava kirliliğinin arttõğõ böl- gelerde 2.5 dolaylarõnda öl- çülmüştür. 200 bin yõllõk insan- lõk tarihinde doğaya verilen za- rar kapitalizm ile artmõş ve son yüzyõlda ivme kazanmõştõr. Hepimiz olanlardan sorum- luyuz; santrallarõn bacalarõ tü- terken ben ne yapabilirim ki de- meyin sakõn! Güzel kokmak uğ- runa sürdüğümüz parfümlerden vazgeçebiliriz örneğin. Eğer hâ- lâ Şeyh Bedrettin’in “Yarin yanağından gayrı, her şey top- lumun ortak malıdır” tümce- sine itibarõmõz kaldõysa! Eda KILINÇARSLAN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear