25 Kasım 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
A nõmsayalõm: 2008–2009 eği- tim-öğretim yõ- lõ sessizce açõldõ. İçin- den on beş milyon öğ- renci, altõ yüz elli bin öğretmen, on altõ mil- yon veli çõktõ. Doğrusu, bugüne dek hõzla artan nüfus ve uygulanan ek- sik eğitim politikalarõ nedeniyle eğitim ve öğ- retimin sorunlarõ yõllar genelinde büyüdü, iv- mesi de düşüş gösterdi. Üstelik bütün iyi niyet- lere ve çabalara karşõn hâlâ yedi milyon insa- nõmõz okuma yazma- dan yoksun. Bunlar önemli bir anayasal hak olan okuma yazma hak- kõnõ kullanmamakta... Ayrõca bu süreçte so- kak çocuklarõ, madde bağõmlõlarõ, pornocular, kapkaççõlar, şiddet ey- lemcileri, çocuk çetele- ri her gün palazlandõlar. Bizce bu bozulmanõn ve soysuzlaşmanõn önemli nedenlerinden birisi de küreselleşme ve yeni dünya düzeni- nin değişik bir şekilde Türk Milli Eğitimi’ne yansõmasõydõ. Bu yan- sõma ulusal kültürü, ulu- sal dili, ulusal duyguyu zamanla etkiledi. Oysa eğitim ve öğre- tim, yapõsõ ve işlevi ne- deniyle ulusal olmalõy- dõ. Çünkü eğitim her ulusun sosyal ve top- lumsal tarihinin bir par- çasõ olarak geliştiği gi- bi ulus yaşamõnda da kesintisiz devam eden bir süreçtir de. Önemli olan bu sü- reçte eğitim hizmetini sadece varlõklõlarõn ve seçkinlerin yararlana- bileceği hak olmaktan çõkarmaktõ. Zaten 1739 Sayõlõ Temel Öğretim Yasasõ bireylerde Cum- huriyeti, bağõmsõzlõğõ, ulusal birliği, özgür- lükçü ve çoğulcu de- mokrasi kavramlarõnõ geliştirmeyi ve benim- setmeyi istemekteydi… Bütün bu anlatõlanla- ra karşõn, bugüne dek eğitim ve öğretim prog- ramlarõ bölgesel özel- likler dikkate alõnarak, yaparak ve yaşayarak öğrenme ilkeleri ve yöntemleri içinde ye- terince sağlanamadõ. Bazõ umut verici ça- balar olduysa da bir tür- lü ezberci öğretimden uzaklaşõlamadõ. Bunun sonucunda da 2007 ÖSYM sõnavlarõnda yir- mi yedi bin öğrencinin sõfõr aldõğõ açõklandõ. Dilimizde Arapça, Farsça ve Batõ dillerinin etkileri sürdü. Özellik- le Türkçemizin özgün, güçlü, arõ, duru, yalõn yapõsõ her derecedeki okul kitaplarõna aktarõ- lamadõ. Bir de konuşma dilimize Batõ dillerinin kaba sözcükleri girdi. Okul kitaplarõnda ya- zõm ve anlam yanlõşlõk- larõ yanõnda bazõ söy- lencelere ve safsatalara yer verildiği görüldü. MEB’nin hazõrlattõğõ ‘Yüz Temel Eser’ ile ilgili yoğun eleştiriler geldi. Bazõ tarih kitap- larõnda da oynamalarõn yapõldõğõ sezildi. Hatta Ağrõ Dağõ’nõn adõ 11. sõnõf coğrafya kitabõnõn 133. sayfasõnda Ararat olarak yazõlmõştõ ki, bu durum da düpedüz tarih bilmezlikti. Okul öncesi eğitime kavuşmamõş çağ nüfu- sumuzun hõzla yükseli- şi önemli bir amaç iken ancak (% 25) belli bir sayõda çocuk velisinin izniyle ve ücretini öde- yerek bu olanaktan ya- rarlanõyordu. Bu alanda da kalkõnma planõ he- deflerine ulaşõlamamõş- tõ. Elli yõldõr bölgeler arasõ dengesizlikler gi- derilememiş, fõrsat eşit- liği sağlanamamõş ve öğretmen açõğõ bir tür- lü doldurulamamõştõ. Son beş yõlda biyoloji öğretmenliğine 993, fi- zik öğretmenliğine 230, kimya öğretmenliğine 231, din bilgisi öğret- menliğine 7758 atama yapõlmõştõ ama açõk de- vam ediyordu. Eğitimin önemli ba- samağõ olan Temel Eği- timde öğrencileri geli- şim düzeylerine göre arkadaşlarõyla birlikte çalõşmada, iletişim kur- mada, öğrenmede, çev- reye duyarlõ olmada ba- şarõlõ olamadõklarõ kuş- kusu vardõ. Ne üzücü- dür ki bütün söylemle- re karşõn zorunlu öğre- tim on iki yõla çõkarõla- mamõştõ. Üstelik yurt genelin- de de yetmiş bin derslik açõğõ vardõ, ikili öğretim ise devam ediyordu. Ortaöğretimde, öğ- renciler bilgi ve yete- neklerine göre sosyal, teknik ve mesleki alan- larda yetiştirilirken zor- lanõlmakta idi. Mesleki Teknik alanõnda isteni- len düzeyde öğrenci is- tek ve akõmõ sağlana- mamõştõ. Ara eleman yetiştiren bu okullar ile meslek yüksekokulla- rõnõn önemi yeterince algõlanamamõştõ. İllerde ve ilçelerde bulunan Rehberlik ve Araştõrma Merkezleri bedensel ve zihinsel en- gelliler için yeterli ve verimli konuma getiri- lememiş, birer başvuru bürosu olarak kalmõş- lardõ. Din eğitimi veren okullarõn, bireyin inanç düzeyini geliştiren, mo- ral değerlerini arttõran insan, ulus ve doğa sev- gisini aşõlayan konum- da olmasõ gerekirken, laik cumhuriyete ve Atatürk’e tepkiler za- man zaman bunlardan gelmekte idi. Din eğiti- mi görenler ise MEB, SB ve devletin diğer kadrolarõna akõyorlar- dõ. Özellikle Türk Milli Eğitimi’nin en büyük lokomotifi olan öğret- menler onur ve saygõn- lõk kaybõna uğramõş, yakõn geçmişte bir okul müdürünün politikacõ- nõn önünde diz çöküp oturmasõ öğretmenlik mesleği adõna çok inci- tici olmuştur. Bugüne değin de üniversiteleri- miz yeni bir öğretmen yetiştirme seçeneği or- taya koyamamõşlardõr. Ülkemizin sosyal, kültürel ve tarihsel ya- põsõna uygun öğretmen yetiştirme programlarõ hazõrlayamamõş, uygu- layamamõşlardõr. Eğitim bilimcilerinin bilgileri yazdõklarõ ki- taplarõn beyaz sayfala- rõnda kalmõştõ. Sonuç olarak eğitim- de, Gazi Mustafa Ke- mal Atatürk’ün çizdiği yoldan kimse bizi dön- düremeyecek, Türk ulu- su güneşin, aydõnlõğõn ve çağdaşlõğõn aktõğõ yöne doğru akmaya de- vam edecektir. 2008– 2009 eğitim-öğretim yõ- lõnõn ulusumuz için, ço- cuklarõmõz için sağlõklõ, başarõlõ ve mutlu geç- mesi en büyük dileği- mizdir. CMYB C M Y B SAYFA CUMHURİYET 11 EKİM 2008 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL ‘Abes’ler TERİM baştan aşağı Arapçadır, ama özellikle İn- giliz ve Amerikalı hukukçuların dillerine doladıkları Latince sözcükler gibi, artık yadırganmaz ol- muştur. Yadırganmak ne demek, herkesin dilinden düşmezleşmiştir. Çünkü, ulus olarak vaktimizin çoğu “abesle iş- tigal” ederek, yani boş, saçma sapan, olmaz iş- lerle uğraşarak ziyan olduğundan hep o sözü kul- lanırız. Örnekler saymakla bitecek gibi değil. Ö rneğin, Kıbrıs’ta geçerli ve kalıcı tek çözüm ba- ğımsız iki devletin birbirini tanıyıp barış içinde yan yana yaşaması olduğu halde, şu ya da bu Rum liderle masaya oturarak başka tür bir çözüm ara- mak abesle iştigalin dik âlâsıdır. Çünkü, dört yüz yıl Osmanlı yönetiminde kalmış ve yüz binlerce Türk’ün vatanı olmuş bir adayı hâlâ ezeli “Elen” adası saymak ve önce asker, sonra sivil bütün Türkleri kapı dışarı etmek ada Rumları ile Yuna- nistan’ın vazgeçilmez davasıdır. Örneğin, AB’nin iki büyük kodamanı, yani Fran- sa ile Almanya “asla olmaz” dedikleri, öbürleri de “ancak şu koşullarla olur” diyerek bin bir bahane buldukları halde, Türkiye’yi AB’ye tam üye yapmak için çırpınmak abesle iştigal etmekten farksızdır. Çünkü, niyetler bozuk, en azından yarı-bozuk ol- duğu için, Ankara’dan istenenlerin sonu gelme- yecektir ya da gelse bile, o aşamada artık süngüsü düşmüş, dişleri dökülmüş, yalvar yakar olmaktan mecalsiz kalmış bir Türkiye, AB’nin ortak sömür- gesi durumuna çoktan dönüşmüş olacaktır. Irak sınırı kuş uçmaz kervan geçmez koca dağ- lar ortasında kaldıkça, sınırın güney yanındaki aşi- ret reisleri İngiliz ve Amerikalı petrol açıkgözleri- nin gölgesinde Büyük Kürdistan kurma hayali bes- lemeye devam ettikçe, kuzeyini yöneten iktidar, “demokratik, laik, sosyal bir hukuk devleti”ni ya- şatma azmi taşımadıkça, dağların şurasına bura- sına karakol dikmek ve üstünden uçaklar uçur- mak, abesle iştigal olmasa bile, olmayacak dua- ya amin demek değil midir? Çok daha köklü işler yapması gereken koca bir devletin, parasını yarım yamalak işler için heder et- mek ve taze canları bu tür çıkmazlar uğruna har- camak istenmiyorsa, konuyu bir bütün olarak ele almak gerekmez mi? Aşiret reislerine söz geçir- meye yanaşmayan Amerika’yla ilişkileri yeni bir ze- mine oturtarak sınır değişikliğini sağlamak ve sı- nırın berisini yönetenleri de güneydoğu için ciddi kapsamlı bir kalkınma planına zorlamak herhalde abesle iştigal olmayacaktır. Ne var ki, böylesine kritik sorunlar ortasındaki bir ülkeyi yönetenleri şaibelerden arındırarak inandırıcı kılmak, ancak dokunulmazlık konusunu da ciddi bir çözüme bağlamakla başarılabilir. İç ve dış yolsuzluklar ortamında yüzmeye başlamış bir sistemi ayakta tutup, sorun çözdürtmeye ça- lışmak da belki abesle iştigalin bir başka çeşidi- dir ama, kirlilik yanı da bulunduğu için bir an ön- ce eleştiri alanından çıkarılıp ceza hukukuna so- kulması daha doğru olur. mumtazsoysal@gmail.com A vrupalõlarõn Türki- ye’yi bölme ve pay- laşma hayalleri, Os- manlõ Devleti’ni yok sayan, onu başka devletlerin yönetimine bõrakan ve Osmanlõ topraklarõnõ aralarõnda paylaşmayõ öngören 10 Ağustos 1920 Sevr Antlaşmasõ’ndan bu yana süre- gelmiştir. Ancak, milli mücadele- yi kazanan Türk milleti, Ata- türk’ün 29 Ekim 1920’de Türki- ye Cumhuriyeti’ni kurmasõndan ve TBMM’nin 24 Temmuz 1923’te Lozan Barõş Antlaşmasõ’nõ imza- lamasõndan sonra Türkiye’nin ba- ğõmsõz ve eşit bir devlet olarak uluslararasõ topluma kabul edil- mesi ve Türkiye’nin, o günden bu yana Atatürk ilke ve devrimlerine bağlõ olarak verdiği bağõmsõzlõk mücadelesi sonucu bu emellerine bugüne dek ulaşamamõşlardõr. Çünkü, Türkiye’de bugüne dek iş- başõna gelen hükümetler, her şeye rağmen, ulusal çõkarlarõmõzõ daima siyasi çõkarlarõnõn üzerinde ve önünde tutmuşlardõr. Ancak 2002 yõlõnda AKP’nin, dõş güçlerin de desteği ile yüzde 34 oy alarak, tek başõna iktidar ol- masõndan sonra Avrupa Birliği, hiçbir zaman elinden bõrakmadõğõ Sevr oltasõnõn ucuna Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üye olma iste- ğini yem olarak takõp Türkiye de- nizine sallamõş; siyasi ve kişisel çõ- karlarõnõ ülke çõkarlarõnõn önünde ve üzerinde tutan kimi siyasiler sa- yesinde Türkiye bu oltaya takõl- mõştõr. AB, oltasõna takõlan bu balõğõ su içinde tutup yaşatmaya devam etmek istemektedir. Çünkü Türkiye üzerindeki emellerine an- cak bu balõk sayesinde ulaşabile- ceğinin bilincindedir. Hemen her istediğini koşulsuz yerine getiren bu balõğõ elinden kaçõrmak iste- memektedir. Kapatılma davası Avrupa Birliği Parlamento- su’nun AKP’nin kapatõlmasõ da- vasõ ile bu kadar yakõndan ilgi- lenmesinin ve Türkiye üzerinde tehdide varan baskõlar kurmaya ça- lõşmasõnõn temelinde yatan gerçek neden de budur. Yoksa Türkiye’de hangi parti ka- patõlmõş hangi parti kurulmuş bun- lar tamamen Türkiye’nin iç hukuki meseleleri olup AB’yi doğrudan il- gilendiren bir yanõ yoktur. Öte yan- dan, her vesile ile Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğine karşõ ol- duklarõnõ ifade eden kimi Avrupa ülkelerinin, “AKP kapatılırsa Türkiye’nin AB’ye üyeliğini as- kıya alırız” tehdidi ise AB adõna bir başka çelişkidir. Bugün Cumhuriyetimizi yõkma, birlik ve bütünlüğümüzü bozma ve Türkiye’yi bölme planlarõnõ uy- gulamaya koyan AB ülkeleri, iç- teki işbirlikçileri ile birlikte, Cum- huriyetimizin temel kaleleri olan kurumlarõmõzõ, enerji kaynaklarõ- mõzõ ve bankalarõmõzõ teker teker ele geçirmeye başlamõşlardõr. Dõş güçlerin, Türkiye’yi bölüp parçalama emellerini kolaylaştõr- mak amacõyla, çõkarõlmasõnõ iste- dikleri ve Türkiye’ye dikte ettir- dikleri bazõ yasalar, iç güçler ta- rafõndan, demokratikleşme aldat- macasõyla, halkõmõza benimsetti- rilmeye çalõşõlmaktadõr. Türk dõş politikasõ, Cumhuriyet tarihimizin hiçbir döneminde, bu- günkü kadar ulusal çõkarlarõmõzdan uzak ve dõşa bağõmlõ olmamõştõr. Dõş ve iç güçlerin bu sõkõ işbirli- ğinde her bir tarafõn amacõ farklõ- dõr. Dõş güçler Türkiye’yi bölme- yi amaçlarken, iç güçlerin amacõ ise, Cumhuriyet rejimini yõkõp ye- rine dine dayalõ bir tek parti dik- tatörlüğünü kurmaktõr. Bu amaç- larõnõ gerçekleştirebilmek için ele geçirmeleri gereken üç temel he- defleri vardõr: Yasama, yürütme ve yargõ. Son dönemde çõkarõlan AB güdümlü yasalarla, bugün, bu üç erk de AKP hükümetinin ege- menliğine girmiş durumdadõr. Ya- sama, yürütme ve yargõdan sonra dördüncü kuvvet olan medyanõn da büyük bir bölümünü zaten ele ge- çirmiş olan AKP hükümetinin bundan sonraki hedefi ise Silahlõ Kuvvetlerimizdir. Atatürkçü düşünce Bugün Silahlõ Kuvvetlerimizi ayakta tutan en önemli güç ise ‘Atatürkçü Düşünce’dir. O ne- denle bir taraftan dõş güçler bir ta- raftan iç güçler, önce toplumda Atatürkçü düşünceyi ve Atatürk- çülüğü zayõflatmak ve yok etmek çabasõ içerisindedirler. AB’nin resmi kurumlarõmõzdan Atatürk resimlerinin kaldõrõlmasõ- nõ istemesi; Milli Eğitim Bakanlõ- ğõ’nõn öğrencilerin karnelerindeki ve ders kitaplarõndaki Atatürk re- simlerini kaldõrma girişimleri ve en son olarak da, bazõ okullarõmõzdaki yabancõ öğrencileri bahane ederek, çocuklarõmõzõn her sabah derse başlarken söyledikleri “Türküm, doğruyum, çalışkanım...” andõ- nõ yasaklama girişimleri bu çaba- nõn ilk somut adõmlarõdõr. Devletin kamusal alanõna türbanõ bayrak; ve Çankaya resepsiyon- larõnda da harem-selamlõk yapõl- maktadõr. Cumhuriyet mitingine katõldõ ve öğrencilerine Atatürk fotoğraflõ tişört giydirdi diye öğretmenleri- miz cezalandõrõlmaktadõr. Devle- tin önemli makamlarõna atanma- larda “eşi türbanlı olma” koşulun getirilmektedir. Laikliğin yerini, adõm adõm, dine dayalõ bir yaşam biçimi almaktadõr. Yabancõ ülke si- yasetçilerinin ve bir kõsõm med- yanõn adõnõ “Ilımlı İslam” diye koyduğu yeni bir rejim Türki- ye’de egemen kõlõnmaya çalõşõl- maktadõr. Sonuç olarak, Atatürk Cumhu- riyetinin bütün kazanõmlarõ, bütün değerleri bugün teker teker yok edilmeye ve Türkiye ortaçağõn karanlõk dönemine geri götürül- meye çalõşõlmaktadõr. Tüm bu olumsuz gelişmeler karşõsõnda tek çaremiz, Türkiye’yi AB oltasõndan kurtarmaktõr. Ancak ne yazõk ki, toplumumu- zun, ulusal çõkarlarõmõzõ bireysel çõkarlarõnõn önünde gözeterek bu- nu başarabilecek olan aydõn kesi- mi de, Atatürk’ün söylediği gibi, büyük bir aymazlõk ve sapkõnlõk içindedir. AB Oltasõna Takõlan Türkiye Balõğõ Prof. Dr. K. Erçin KASAPOĞLU Hacettepe Üniversitesi Jeoloji Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Tek çaremiz, Türkiye’yi AB oltasõndan kurtarmaktõr. Ancak ne yazõk ki, toplumumuzun, ulusal çõkarlarõmõzõ bireysel çõkarlarõnõn önünde gözeterek bunu başarabilecek olan aydõn kesimi de, Atatürk’ün söylediği gibi, büyük bir aymazlõk ve sapkõnlõk içindedirler. Küreselleşmenin Türk Milli Eğitimi’ne Etkileri Kemal OCAK Eski MEB Müfettişi Eğitimde, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün çizdiği yoldan kimse bizi döndüremeyecek, Türk ulusu güneşin, aydõnlõğõn ve çağdaşlõğõn aktõğõ yöne doğru akmaya devam edecektir. 2008–2009 eğitim-öğretim yõlõnõn ulusumuz için, çocuklarõmõz için sağlõklõ, başarõlõ ve mutlu geçmesi en büyük dileğimizdir. K iminin oğlu, kõzõ; kiminin annesi, babasõ, kardeşi vb sağlõğõna kavuşmak için organ bağõşõ bekliyor. Bunun ne demek olduğunu bekleyenler bilir. Bugün sizin organ bağõşõna ihtiyacõnõz olmayabilir ama yarõn olmayacağõnõ kim söyleyebilir? Organ bağõşõ önündeki en büyük engelin yanlõş dinsel inançlar olduğunu söylemek mümkündür. Ruh ile beden ilişkisinin insan düşününde açõklõğa kavuşturulmasõ gerekir. Fiziksel ölümle birlikte kemikler dõşõndaki organlarõmõzõn havanõn oksijeni ve böceklerce toprakaltõ mikroorganizmalar marifetiyle kimyasal değişime uğratõlarak başka formlara (gaz, sõvõ veya katõ) dönüştükleri ve bunlarõn bizim irademiz dõşõnda canlõ varlõklarca tüketildikleri de bilinmektedir. Aynõ sonbaharda düşen yapraklarõn toprağa karõşarak yeniden bitkilerin besin kaynaklarõndan biri olduklarõ gibi... Diğer dinlerin çoğunda, ister inançtan ister zorunluluktan (yer darlõğõndan, Hindistan’da olduğu gibi) kaynaklansõn, ölen şahsõn yakõldõğõ da biliniyor. Ama “Ruhları da kayboluyor mu” diye sorulursa herhalde az çok okumuş bir kişi Nehru’nun, Gandi’nin “anılarının” ölmediğini açõklõkla ifade ederler. Şayet muhtaç insanlara yardõm; dinimizce bir sevap işleme unsuru olarak görülüyorsa toprak altõnda yaşamdaki formu kaybolacak olan bir organõmõz neden ihtiyacõ olan bir insan için yaşam kaynağõ olmasõn? Ki işlenecek sevabõn değeri, herhalde, başka ‘iyilik’ unsurlarõyla karşõlaştõrõlamayacak kadar büyük olacaktõr. Batõl inançlara bağlõlõğõ süregelen halkõmõzõn aydõnlatõlmasõ için ilahiyat fakültelerinin öğretim üyelerinin konuyu önce kendi aralarõnda tartõşarak halkõmõza sunumuyla ilgili tam bir anlaşma sağlamalarõ; sonra da TV ekranlarõnda halkõmõzõ aydõnlatmalarõnõn toplumumuzu derinden etkileyen sorunlardan birinin çözülmesine yardõmcõ olacağõ şüphesizdir. Organ Bağõşõ ve Din Adamlarõmõz Dr. İlhan AZKAN
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear