23 Aralık 2024 Pazartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 OCAK 2008 PERŞEMBE 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Gidenlerin Ardından… Cumhuriyet için bedel ödeyen aydınlarımız ve Sevgili Uğur Mumcu’nun kurduğu Türkiye hayalini paylaşıyor ve Sevgili Uğur Mumcu’yla birlikte kaybettiğimiz bütün değerleri özlemle anıyoruz. Bütün aydınlarımıza onur borcumuzu unutmadan, Cumhuriyete ve onun bütün kazanımlarına sahip çıkmak asli sorumluluğumuzdur. PENCERE Feto ile Apo Arasında... Cumhuriyet dün yine dolu doluydu, özgün ve özel haberlerden, yazılardan geçilmiyordu; hangi birini seçip de üstünde kalem oynatacaksın?.. ? Deneyimli gazeteciyazar Çetin Yiğenoğlu neden Gerger’e gitmişti?.. Adıyaman’ın Gerger ilçesinde Fırat gazetesi çıkıyordu... Gazetenin yazarı Hacı Boğatekin bir köşe yazısı yazmıştı... Yazının başlığı neydi: “Feto ile Apo...” Savcı duruma el koymuştu... Savcının görevidir, duruma el koyar... Biz de yazarız... ? Apo içerde... (Hapishanede...) Apo’yu bilmeyen yok.. Feto dışarda.. (Amerika’da...) Feto’yu da bilmeyen yok... Bir gazeteciyazar ikisi üzerine kafiyeli mizah yaptı diye ortalığı velveleye vermek doğru mu?.. Hacı Boğatekin mahkemeye sunduğu itirazında diyor ki: “ Küçücük bir ilçede, küçücük bir gazetede, küçücük bir gazetecinin yazdığı ‘Feto ile Apo’ başlıklı köşe yazısı bir anda Türkiye’de gündemi oluşturuyorsa...” Evet, Türkiye garip bir ülke oldu... ? Çetin Yiğenoğlu’nun haberi dün Cumhuriyet’in 9’uncu sayfasında çıktı; birinci sayfamızdaysa okurlar şu başlığı görüyorlardı: “Davos’ta Fethullah Gülen’e övgü...” Ne oluyordu?.. Davos Ekonomik Forumu’nda tartışılacak “İslam ve Batı: Diyaloğun Durumu” adlı raporda “Gülen hareketi”nden övgüyle söz açılıyormuş... Feto “MüslümanKatolik diyaloğunu desteklemekte” imiş... Aferin!.. Fethullah Gülen’in özellikle ve öncelikle Roma’ya varıp Papa Hazretlerini ziyaret ettiği belleklerdedir... Hazretin Amerikancı siyaseti de Türkiye’de bedava dağıtılan gazetelerindeki yayın siyasetinin belkemiğini oluşturuyor... ? Feto hem Amerika’da.. Hem Davos’ta.. Hem Gerger’de.. Cumhuriyet gazetesi bu dinci Süpermen’in ilginç haberlerini dün gözler önüne bir güzel sermişti... Ya şu sıralarda Apo ne yapıyor?.. Apo da dincibölücü siyasetlerin folluğu Türkiye’de çamaşır yıkayıp bez dokuyor, içerden de olsa şarkı da okuyor... Feto ile Apo... Al birini.. Vur ötekine.. ? Eğer varsa, bizim sözde demokrasimiz, dincilikle bölücülük çatışmasına oturdu... İşçi nerede?.. Köylü nerede?.. Küçük burjuva, büyük burjuva, memur, esnaf nerede?.. Bu sözcükler, Batı demokrasilerindeki özgürlük ve paylaşım edebiyatının nüfus kâğıdında yazılıdır... Türkiye’nin demokrasisini Feto dinciliğiyle Apo bölücülüğü arasında paylaştırıp Anadolu’yu bu yolda tohumladık mı, emperyalizmin keyfine payan olmayacaktır... Bir Savaş mı Başlıyor? “Bu savaşı kazanalım!..” Kime karşı? Sana, bana, ona!.. Herkese!.. Tüm millete!.. “Ahlakdışı” imiş gerçekleri yazmak, söylemek konuşmak, tartışmak... 2001 yılında bin bir düzenlemeyle, desteklerle en başta CHP’nin, Baykal Bey’in korumasıyla, önce Siirt’ten milletvekili, ardından da Başbakan olabilen Bay Tayyip Erdoğan’ın işi savaş koşullarına götürmek mi? “Sen kimsin, haddini bil, kendi işine bak!” Bu Kasımpaşa ağzı suçlama, bir bilim adamına, bir profesöre, bir rektöre yapılmıştır... Artık Kasımpaşa’larda bile külhan ağzıyla konuşan kalmadı, ama Başbakan yıllardır, ilerisini gerisini düşünmeden atıp tutmak babayiğitliğinden vazgeçmiyor! Şehitleri “kelle” diye anan kişiden, insana hele aydına, bilgiye, bilgine saygı beklemek boştur. Ahlak, edep derler ama en başta bu tür sözleri kullananlar kendileridir. ??? Bir meydan okumadır gidiyor. Nice başbakanlar geldi geçti, bir teki bile ağzını böyle çirkin sözcüklerle bozmadı. Her şeyden önce şu ya da bu yoldan oturtulduğu koltuğun sorumluluğunu, önemini bildi. Ağzına geleni açık açık, hem de kürsülerden, meydanlardan bağırarak duyurmak AKP iktidarıyla günün gerçeği olmuştur. Bayar’dan, Menderes’ten, İnönü’den, Demirel’den, Ecevit’ten, Yılmaz’dan, Akbulut’tan, Çiller’den ya da Erbakan’dan böylesine bir konuşma duyulmamıştır. ??? Başbakan’ın yanında bir dostu, bir arkadaşı, bir seveni yok mu? Danışmanları, yok mu? Basın sözcüleri, yardımcıları, bakanları, parti çevresinde az çok okumuş yazmışları; ama biri bile en küçük bir uyarma, bir hatırlatma yapmaya cesaret edemiyor... İsa’dan altı yüzyıl önce Çinli Lao Tzseu ülke yönetimine gelmiş bir politikacıya şu öğüdü vermiş. “... İnsanların kafalarını boşaltmak, karınlarını doyurmak, iş yapma güçlerini yumuşatmak, kemiklerini sertleştirmek, halkı bilgisiz ve uyuşukluk içinde bırakmak..” Yine Lao Tzseu: “Yalnız ahlakta çamurdan ve politikada beladan korkmayan, memleketin başı ve devletin yönetisi olabilir. Birçoklarının ne denli gücüne giderse gitsin doğru bir sözdür bu..” ??? Gelmiş gitmiş politikacılarımız bu tür öğütlere az çok uymuşlardı, ama bu alanda birinciliği günümüz egemenleri almış gibiler. Sadaka gibi yiyecek, kömür dağıtıp, peynir ekmekle insanları doyurma yöntemiyle ülkeyi yönetmeyi yeterli görmek, ne yapıp edip insanları bilgisiz, bilinçsiz kullar biçimine sokmak... Tzseu’nun dediğini anımsatalım: “Bir halkın yönetilmesi güçleşti mi o halk çok şey öğrenmiş demektir. Eğitimi yaymakla bir memleketi rahata kavuşturacağını sanan kimse, yanılmakta ve memleketini yıkıma sürüklemektedir. Bir memleketin rahatını sağlamak istiyorsan halkı bilgisiz bırak.” ??? Ağzını bozmadan, ona buna sataşmadan, kendini çılgınca öfkelere kaptırmadan Lao Tzseu’nun 600 yıl önceki alaycı öğütlerine uymayı sürdür, yeter... Ama, öyle korkutucu ‘savaş’ mavaş gibi sözler etmeden!.. Prof. Dr. Muzaffer ERYILMAZ Çankaya Belediye Başkanı İç Anadolu Belediyeler Birliği Başkanı nsan yitirdiklerinin acısını en çok ne zaman duyumsar? Ya da en çok ne zaman keşke yaşasaydı deriz onlar için? Kuşkusuz yaşamın çok farklı anlarında kaybettiğimiz sevdiklerimizi ararız ve büyük bir hasret ve özlemle kavruluruz. Ama tek tek bireyler olarak değil, bir toplum olarak birilerini ısrarla ve inatla arıyorsak işte bu, acının hâlâ ne kadar büyük ve taze olduğunu ortaya koyar. Türkiye çok büyük değerlerini yitirdi. Gözbebeğimiz olan aydınlarımız, şairlerimiz, sanatçılarımız ve yazarlarımız kalemin ve gerçeğin hükmüne ve gücüne karşı gelemeyenlerin alçak saldırıları sonucu katledildiler. Oysa o güzel insanlar bu toplum için birer vahaydı. Toplumun vicdanının ve onurunun timsaliydiler. Ama bu kadar güzelliği ve aydınlığı, karanlığın dehlizlerinde yaşayanlar kaldıramaz. O yüzden her şeyden önce ruhumuzu kurutmak için ülkenin aydınlarını katlettiler. İnsanlarını ve ülkesini, köylerini ve kasabalarını, ırmaklarını ve denizlerini, doğusunu ve batısını, dağlarını ve ovalarını ne çok sevdiler ve bitmeyen güzellikleri ne çok anlattılar bize. Biz de sevdik. Ve bu ülkenin gerçekte en çok kimlerin olduğunu ve en çok kimlere yakıştığını ve en çok kimlerin bu ülkede yaşamayı hak ettiğini onlardan öğrendik. İnsanlarını, ülkelerini ve onurlarını kirletmeden çekip gittiler. Şimdi bize düşen, sadece onları unutturmamak değil, onların doğruları için savaşmaktır. Bu yüzden Uğur Mumcu her zaman büyük bir ışıktır; çünkü kimlerle ve niçin savaşacağımızı bize gösteren aydınlarımızdandır. Türkiye’nin hangi odakların tehdidinde olduğunu, dünya egemenlerini ve bu egemenlerin yerli işbirlikçilerini, bu ülkenin çocuklarını birbirine kır İ dırtanların gerçek niyetlerini anlatıp durdu sevgili Uğur Mumcu. Sadece yaşadığı gün olanları yazmadı. Geçmişi, geleceği, yani bugünü ve yarını yazdı. Israrla uyarıda bulundu, “Cumhuriyeti dört bir yandan talan ediyorlar” diye, “Devleti ele geçiriyorlar”, “Kirleniyoruz” ve “Kirletiliyoruz” diye… Belki birçokları abartıldığını düşündü, belki bu kadarı da olmaz dedi; ama yazılanlar, bugüne ışık tutan o belgeler ortaya çıktı. Korkunç bir karanlıkla… Şimdi ülke ve toplum olarak bir cenderenin içindeyiz. Bir bir düşen kurumlar, kaybedilen özgürlükler, kapatılan kadınlar, gericilik sarmalındaki okul, üniversite ve medya… Bütün kurumların bir dönüşüme tabi tutulacağını ve bunun kimler tarafından finanse edildiğini söylemişti Uğur Mumcu…Tarikatların hangi alanlara yatırım yapacağını belgelemişti. Oysa şimdi o tarikatlar birer “saygın holding” oldular. Ve şimdi onlar artık karanlıklarda zikir yapmıyor, milyar dolarlık yatırımlarla ülkenin “yeni burjuva sınıfı” oluyorlar. Artık kimlerin ne olduğunu, ne yaptığını biliyoruz. Bunun için başta Uğur Mumcu olmak üzere tüm aydınlarımıza şükran ve minnet borçluyuz. Sevgili Uğur Mumcu sadece araştırmacı bir gazeteci değil, aynı zamanda bir aydınlık savaşçısıydı. Bağımsız ve özgür bir Cumhuriyetin arzulayıcısıydı. Aydınlık güçlerin parçalanmışlığının bedelinin bu ülke insanı için, Cumhuriyet için ne kadar büyük olacağını ortaya koyuyordu. Kısacası, aynı zamanda bir yol göstericiydi. Şimdi artık demokrat ve devrimci olmanın tek ve biricik koşuluna sıra geldi. Yani aynı safta tek yürek, tek bilek ve tek güç olarak savaşmaya... Bütün meydan okumalara karşı meydanın boş olmadığını göstermeye ve de hesap sormaya… Aydın olmak, sadece olay ve olguları ve bunlar arasındaki ilişkiyi göstermek değildir. Bunu en güzel kanıtlayanlardan biriydi Uğur Mumcu... Her türlü hak aramanın yanında adaletsizliğin karşısında oldu. Aramızda olsaydı yine en önde olurdu. Gidenlerin ardından ne söylense az, ne kadar söylense eksik kalır. Nereden ve nasıl bakarsanız bakın, kocaman bir boşluk var orta yerde. Bu boşluğu ne doldurur, bilir misiniz? Bu boşluğu koşulsuz ve şartsız yeni bir Cumhuriyet savaşı doldurur. Bu boşluğu karanlığı yok edecek aydınlık doldurur. Bu boşluğu yeni bir Anadolu Aydınlanması doldurur. Kısacası, boşluğu ortadan kaldırmak için yeni bir başlangıç gerekmektedir. Hiç kimsenin önünde durmaya cesaret edemediği bir kararlılıkla yeniden başlayacağız. Koşulsuz ve tereddütsüz, tavizsiz ve kararlı, onurlu ve erdemli bir duruş sergileyeceğiz. Çocuklarımızın, kadınlarımızın, gençlerimizin ve birbirimizin elinden tutup aydınlığa uzanacağız. En vazgeçilmez değerlerimiz olan özgürlüğü, bağımsızlığı ve eşitliği Cumhuriyetle kazanan bizler, çok iyi biliyoruz ki her bir taviz yeni birini üretecektir. Karanlığa verilen her taviz, aydınlığı biraz daha karartacaktır. Türkiye’nin artık verecek tavizi kalmamıştır. Cumhuriyet küçük ayak oyunlarıyla ve içi boş meydan okumalarla ortadan kalkacak bir rejim değildir. Eğer birlikte yaşanacaksa bu ancak Cumhuriyetin değerleri ve felsefesi içinde olacaktır. Çünkü insana en çok yakışan da budur. Cumhuriyet için bedel ödeyen aydınlarımız ve Sevgili Uğur Mumcu’nun kurduğu Türkiye hayalini paylaşıyor ve Sevgili Uğur Mumcu’yla birlikte kaybettiğimiz bütün değerleri özlemle anıyoruz. Bütün aydınlarımıza onur borcumuzu unutmadan, Cumhuriyete ve onun bütün kazanımlarına sahip çıkmak asli sorumluluğumuzdur. Bu nedenle karamsarlığa kapılmaktansa yeniden Cumhuriyet ruhuyla hareket etmek bize aydınlık yarınların kapısını aralayacaktır. Yalnızlaşmak... Yalnızlaştıkça, 15 yıl önce Uğur Mumcu’nun ardından çoğalan kalabalığa dönüyoruz yüzümüzü ve onun anlattıklarına; gerçeklere, bugünlere, yarınlara... Verilen sözler, edilen yeminler omuzlarımıza biniyor. Ali BULUNMAZ ğur Mumcu 9 Aralık 1974’te, Yeni Ortam’daki “Sorumlu Olmak” başlıklı yazısında, sorumluluk bilinci zayıf toplumlarda “Suskunluk kural, konuşmak ve eleştirmek de kural dışı olur” diyordu. Yazısının son cümlesi ise “Önemli olan, insanın böyle bir toplumda bir ‘mezar taşı’ gibi suskunluk simgesi olmamasıdır” idi. Şimdilerde sorumluluk bilincinden uzak suskunlar karşısında yalnızlaşıyoruz sanki. Kendinden ıraktakiler, susmanın adını bazen “özgürlük” bazen de “mutluluk” koyuyor. Cemaatleşerek ve birey olmaktan uzaklaşıp ümmete evrilerek, “huzur” ve “istikrarı” yakalayanların yanında, seslerini duyurmaya çabalayanların önüne engeller dikiliyor. Durmadan dönüp değişmek; ne oldum deliliğinin boyunduruğu altında günden güne kişiliksizleşip silikleşmek yaşamak mıdır? Olup bitene ses çıkar(a)maz hale gelenler, alışmaya başlamadı mı buna? Alışkanlıklar, sorup sorgulamaya karşı bir duvar örmüyor mu? “Boş ver gitsin” denmiyor mu sonra? Sıtkı sıyrılanlar unutmaya yeltenip, en sonunda bilinçli bir terk edişe yönelmiyor mu? Gözlerin içine bakılarak söylenen yalanları, “gerçek” diye adlandırma kolaycılığı değil mi kimilerine “mutluluk” veren? Kılını kıpırdatmayan o kitlenin U dilinden, “hamdolsun” ve “çok şükür” nidaları dökülmüyor mu? Ağızlardan bunlar çıkıyor, kalemler bunu yazıyor çoğunlukla. Ama var olan soruşturulup tüm çıplaklığıyla ortada duran eleştirildiğinde, aforoz ediciler görevini kuşanıyor hemen. Suçlamalar ve “Her şey yolunda doludizgin gidiyor” telkiniyle kovuşturmalar başlıyor. Kervan yürüyor, yolsuzluk yol oluyor; vurgunun adı “istikrar”, cemaatleşmeninki ise “demokrasi”. Yalnızlaştığımızı hissettikçe “renksiz” ve “ak” olanlara inat, onurlu kalemleri özlüyoruz. Hemen yanı başımızda bir dost ses, Behçet Aysan’ın sesi, yaşananların farkında olmayanları uyarıyor: “Sevmeyi unutmuşsunuz kardeşler / yalan her şey gibi aşklarınız da / yaşamı ölüm diye anlatıyorlar size / yalanı gerçek diye.” Yalnızlaştıkça, 15 yıl önce Uğur Mumcu’nun ardından çoğalan kalabalığa dönüyoruz yüzümüzü ve onun anlattıklarına; gerçeklere, bugünlere, yarınlara... Verilen sözler, edilen yeminler omuzlarımıza biniyor. Bugün yemin eden ve söz verenler karşımızda bitiyor: Yalanı “gerçek” diye anlatan, kalemini yalanla “gerçek” kılanlar. Umutsuz muyuz? Yılgın mıyız? Olmamalıyız. Ama yalanların peşinden gidip, olanı biteni görmek istemeyenler karşısında yalnızlaşıyoruz. Şimdilik hepsi bu... CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear