Catalog
Publication
- Anneler Günü
- Atatürk Kitapları
- Babalar Günü
- Bilgisayar
- Bilim Teknik
- Cumhuriyet
- Cumhuriyet 19 Mayıs
- Cumhuriyet 23 Nisan
- Cumhuriyet Akademi
- Cumhuriyet Akdeniz
- Cumhuriyet Alışveriş
- Cumhuriyet Almanya
- Cumhuriyet Anadolu
- Cumhuriyet Ankara
- Cumhuriyet Büyük Taaruz
- Cumhuriyet Cumartesi
- Cumhuriyet Çevre
- Cumhuriyet Ege
- Cumhuriyet Eğitim
- Cumhuriyet Emlak
- Cumhuriyet Enerji
- Cumhuriyet Festival
- Cumhuriyet Gezi
- Cumhuriyet Gurme
- Cumhuriyet Haftasonu
- Cumhuriyet İzmir
- Cumhuriyet Le Monde Diplomatique
- Cumhuriyet Marmara
- Cumhuriyet Okulöncesi alışveriş
- Cumhuriyet Oto
- Cumhuriyet Özel Ekler
- Cumhuriyet Pazar
- Cumhuriyet Sağlıklı Beslenme
- Cumhuriyet Sokak
- Cumhuriyet Spor
- Cumhuriyet Strateji
- Cumhuriyet Tarım
- Cumhuriyet Yılbaşı
- Çerçeve Eki
- Çocuk Kitap
- Dergi Eki
- Ekonomi Eki
- Eskişehir
- Evleniyoruz
- Güney Dogu
- Kitap Eki
- Özel Ekler
- Özel Okullar
- Sevgililer Günü
- Siyaset Eki
- Sürdürülebilir yaşam
- Turizm Eki
- Yerel Yönetimler
Years
- 2024
- 2023
- 2022
- 2021
- 2020
- 2019
- 2018
- 2017
- 2016
- 2015
- 2014
- 2013
- 2012
- 2011
- 2010
- 2009
- 2008
- 2007
- 2006
- 2005
- 2004
- 2003
- 2002
- 2001
- 2000
- 1999
- 1998
- 1997
- 1996
- 1995
- 1994
- 1993
- 1992
- 1991
- 1990
- 1989
- 1988
- 1987
- 1986
- 1985
- 1984
- 1983
- 1982
- 1981
- 1980
- 1979
- 1978
- 1977
- 1976
- 1975
- 1974
- 1973
- 1972
- 1971
- 1970
- 1969
- 1968
- 1967
- 1966
- 1965
- 1964
- 1963
- 1962
- 1961
- 1960
- 1959
- 1958
- 1957
- 1956
- 1955
- 1954
- 1953
- 1952
- 1951
- 1950
- 1949
- 1948
- 1947
- 1946
- 1945
- 1944
- 1943
- 1942
- 1941
- 1940
- 1939
- 1938
- 1937
- 1936
- 1935
- 1934
- 1933
- 1932
- 1931
- 1930
Our Subscribers Can Login And Read Original Page
I Want To Register And Read The Whole Archive
I Want To Buy The Page
SAYFA CUMHURİYET 31 AĞUSTOS 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Ulucanlar Cezaevi... TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, cezaevinin kapatılmasından sonra o mekânın nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili bir proje yarışması açtı. Yarışmaya katılan 79 proje arasından, cezaevinin çok amaçlı bir kültür merkezine dönüştürülmesinin önerildiği proje birinci seçildi. PENCERE kânın nasıl kullanılması gerektiği ile ilgili bir proje yarışması açtı. Yarışmaya katılan 79 proje arasından, cezaevinin çok amaçlı bir kültür merkezine dönüştürülmesinin önerildiği proje birinci seçildi. Ankara Baro Başkanlığı ve TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanlığı’nın isteği üzerine 28 Haziran 2007 gününde benden Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının infaz gecesini de içeren bir konuşma yapmam istendi. O gün Mimarlar Odası’nın görevlendirdiği bir mühendis arkadaş ile cezaevine gitmek üzere yola çıktık. Yolda araştırmacı, gazeteci ve yazar dostumuz Can Dündar telefon ederek cezaevinin kapısında buluşmamızı ve içeri beraberce girmemizi önerdi. Bu güzel öneri üzerine cezaevinin kapı altında buluştuk ve coşkulu bir dinleyici topluluğunun alkışları arasında birlikte içeriye girdik. Benim isteğim üzerine infazların yapıldığı ön avlu konuşma yeri olarak düzenlenmişti. Mimarlar Odası Başkanı Nimet Özgönül bir açış konuşması yaptı, ben de sehpanın bulunduğu yerler ile Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan’ın kaldıkları odaları göstererek ayrıntılı bir konuşma yaptım. Karikatür LE MONDE’un adı boşuna konmuş değildir. “Dünya” demek, bütün dünyada olup biteni dünyanın ne olduğunu, nereye gittiğini, nereye götürülmek istendiğini bilerek yansıtmak demektir. Fransız kültürünün akılcılığı yansır sütunlarına. Amerikan medyasının dar açısıyla taşra kokusunu ve yüzeyselliğini, İngiliz basınının burnu havada ve sömürgecilikten tam arınmamış havasını bulamazsınız o sayfalarda. Dünkü Cumhuriyet’in Le Monde’dan alarak yayımladığı Pancho karikatürü kadar anlatımı derin çiziş kolay bulunmaz; üstelik Dünya Atletizm Şampiyonası’na rastlayan günlerde: Kemalizm’in “yüksek atlama”yla aşılamayacak yüksek engelini “sırıkla” atlayarak aşan bıyıklı bir aday. Bir Amerikan karikatüristi, kendi mizah geleneğine uygun olarak sırığın üstüne o uzunluğu oluşturan parçaları yazmaya kalksaydı neler yazardı acaba? Tarikatlar diye başlayıp yeşil sermayeden geçerek küresel sermayeyi, bizim “piyasalar”ı, ABD ve AB’yi, sevgili Ege ve Akdeniz komşularımızı ve daha neler de neler. kadar uzun sırıkla da olsa Mustafa Kemal’i aşmaya cüret etmek pek tekin bir girişim sayılmaz. Çünkü, aşılması gereken, sadece bir resim, uçlarını iki asker bozuntusunun tuttuğu bir perde, bir isim, bir etiket de değildir. Yalnız seksen küsur yıllık bir devrim tarihinden ibaret olmayan, neredeyse iki yüzyıllık bir çağdaşlaşma geçmişi var arkasında. Nice padişah koltuğunu sallamış ve sonuçta müstevlilerle işbirliği etmeye yeltenen son haini de Anadolu İhtilali sonrası İngiliz zırhlısına binip kaçmaya mecbur etmiş bir yenilenme şahlanışı. Şimdiki olayı da bir kişiyi ve bir ili kastederek yabancı medyanın diliyle “Anadolu İhtilali” diye nitelemek kadar büyük yanlış olamaz. Elde edilen sonucu yalnız Anadolu insanlarının oylarıyla oluşmuş basit bir ulusal seçime bağlamak, olayın gerisine saklanan dünya çapındaki bir büyük oyunu örtbas etmek demektir. Büyük oyun, İslam dünyasının mazlum milletlerini yine İslamın çekiciliğinden yararlanarak dünya egemenlerinin hizmetine alma ve dünya nimetlerini böylece bambaşka inançtaki Batılı büyük devletlerin emrine sokma oyunudur. ötümserliğe hiç yer yok. Tam tersine, Türkiye bu büyük oyunun diyalektiğini yaşayan bölgelerden birinin en donanımlı insanlarını yetiştirmiş bir ülke olarak, Latin Amerika’daki dönüşümü burada da başarmak ve içlidışlı şer güçlerinin zorladığı bu çatışmadan yüz akıyla çıkmak kudretine sahip. Ordu, Kemalist eğitimiyle, şer güçlerin karşısındaki kalelerden yalnızca biri. Başka kaleler mi yok? İşçi dünyası Petrolİş, Havaİş, Limanİş gibi sendikaların sergilemeye başladığı tutumu örnek alıp “üretimden gelen gücünü” hiç mi kullanmayacak? Medyada çaresiz ecir sanıp seslerini henüz çıkaramayanlar hep mi sessiz kalacak? Üniversitelerin hepsi mi koflaşıp yabancı etkilerin tutsağı oldu? Yargı öldü mü? Bütün bu güçler akıllıca toparlanıp iyi ilişkilendirilirse, oluşacak cumhuriyetçi kaleyi dıştan uzatılan en uzun sırık bile aşamaz. mumtazsoysal@gmail.com Asker Gül’e Niçin Selam Versin ki?.. Asker törende Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e selam vermemiş.. ‘Cumhurbaşkanım’ dememiş.. Neden?.. ? Bizim evlere şenlik medyamız kendine göre ıvır zıvırla sayfalarını, sütunlarını dolduruyor; ama geçen gün Cumhuriyet’in başyazısında dökümü yapılan, Cumhuriyet’in köşelerini ve sayfalarını dolduran şu gerekçeyi gizliyor; örtbas etmeye çabalıyor... 1) Gül ve eşi tesettürü kamu alanlarında meşrulaştırmak için AİHM’ye (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) başvurdular; kaybedeceklerini anlayınca davadan vazgeçtiler... AİHM ve Türkiye Cumhuriyeti Anayasa Mahkemesi tesettürü kamu alanlarında yasaklamışlardı... 2) Cumhurbaşkanı Abdullah Gül dosyalıdır!.. Bir bakıma sanıktır.. Daha başka deyişle zanlıdır.. A) Erbakan’ı mahkum eden “Kayıp Trilyon Davası”nın öncelikli sanıkları arasındadır... Aklanmamıştır... B) Gül’ün ikinci dosyası Türkiye Cumhuriyeti’nin laikliğine karşı saldırılarının ve tasarımlarının belgelerini içeriyor... Gül İslamcı devlet kuracağını üstü örtülü de değil apaçık dile getirmekten dosyalıdır... Aklanmamıştır... Zanlıdır... 3) Kadını erkekten aşağı ve farklı görerek eşini tesettüre mahkum eden Gül bu kafayla Cumhurbaşkanı olduğu için, sakıncalı, kusurlu, laik Atatürk Cumhuriyeti’ne ters düşen kimliktedir... Bizim bağımlı medyamız bunları ayan beyan yazamaz... Bu gerçekleri Türkiye insanı yalnız Cumhuriyet gazetesinde tüm boyutlarıyla okuyabilir. ? Demek ki: Kadınerkek eşitliğine karşıt.. İnsan Hakları Bildirisi’ne ters düşen.. Kadının saçının telinin bile görünmesini günah sayan.. Akçalı “Kayıp Trilyon’’ davası sanığı.. Laik Cumhuriyete karşıt.. İslamcıdinci düzenden yana.. Dosyalı.. Zanlı.. Bir Cumhurbaşkanı ile karşı karşıyayız.. Atatürk’ün askeri bu kişiye neden selam versin ki?.. ? Bugünkü Türkiye Cumhurbaşkanı’nın iki kimliği var... Kendisi de bu gerçeği kabul ettiği için ne dedi: “ Rol yapmıyorum!..” Ne malum?.. Eğer rol yapmıyorsa, geçmişte söylediklerini ele alarak bir özeleştiri yapmak, fikirlerini değiştirdiğini açık seçik ortaya koymak zorundadır... Yoksa iki kimliğin şeriatta meşru olduğunu vurgulayan ve gerekirse kullanılmasını caiz sayan ‘takıyye’ kuşkusu sürecektir... Soru: Takıyye Çankaya’da bugün egemen midir?.. Atatürk Türkiye’sinin en güncel ve temel sorunu ve sorusu bu!.. Halit ÇELENK Hukukçu “Dünyada memleketinden, insandan umudun kesik değil diye, ipe çekilmeyip de, atılırsan içeriye, Yatarsın on yıl, beş yıl, Daha da yatacağından başka, Sallansaydım ipin ucunda, bir bayrak gibi keşke demeyeceksin, Yaşamakta ayak direyeceksin.. ” (Nâzım Hikmet) (*) lucanlar Cezaevi (Ankara Merkez Cezaevi) geçen yıl kapatıldı. 1923 yılında askeri depo olarak inşa edilen bu bina 1925 yılından beri cezaevi olarak kullanılmıştır. 81 yıllık geçmişi olan bu cezaevi, insan hakları, infaz ve yargılama hukuku ve ceza adaleti açılarından çok önemli ve tarihsel bir mekândır. Geçmişi sadece kilometre taşları ile ele alıp bakarak özetlediğimizde şunları söylemek mümkündür. Duvarları adeta bir seyir defterini anımsatan bu cezaevinde çok sayıda bilim insanı, sanatçı, edebiyatçı, şairler, siyasetçiler ve değişik dünya görüşlerine sahip insanlar kalmıştır. Örneğin, bir başbakan Bülent Ecevit, isteği üzerine kendisiyle görüştüğüm ve bu cezaevinde tanıklık ettiği olayları Duvar adlı filminde işleyen aktör ve yönetmen Yılmaz Güney, şair müvekkillerim Arif Damar, Metin Demirtaş, Hasan Hüseyin Korkmazgil, tiyatro sanatçısı müvekkilim Ayberk Çölok, Türkiye İşçi Partisi’nden arkadaşımız yazar Yaşar Kemal, Kemal Tahir, araştırmacı, bilim insanı ve yayıncı yazar müvekkilim Muzaffer İlhan Erdost ve yayımladığı kitaplardan dolayı 30 yıl hapis cezası alan yayıncı ve yazar Süleyman Ege, araştırmacı yazar Vahap Erdoğdu, araştırmacı yazar ve yayıncı Remzi İnanç, Metin Toker, Cüneyt Arcayürek, emekli yarbay Korkut Eken, araştırmacı yazar Yalçın Küçük, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Bekir Yıldız, Taner Akçam, Akın Birdal, Leyla Zana, Hatip Dicle, Sırrı Sakık, ODTÜ’de Vietnam kasabı olarak ün salmış Commer’in arabasını yakma suçundan sanıklar Tuncay Çelen, Halil Çelimli, Yusuf Aslan, Taylan Özgür ve arkadaşları, DevGenç başkanlarından Atilla Sarp. Türkiye Birleşik Komünist Partisi Başkanı Nihat Sargın ve genel sekreteri Nabi Yağcı (Haydar Kutlu). Bugünlerde bu ünlü cezaevinde sanıklara yapılan baskılar ve işkenceler, kanlı müdahalelerle bastırılan isyanlar basında yer almaktadır. İdamlar Avukat Mükerrem Erdoğan’la birlikte infazlarında bulunduğumuz müvekkillerimiz Deniz Gezmiş, Hüseyin İnan ve Yusuf Aslan hukuka aykırı, keyfi bir kararla bu cezaevinin ön avlusunda kurulan sehpada idam edilmişlerdir. Ve yine 17 yaşında, yasalara aykırı olarak hakkında idam kararı verilen Erdal Eren’in infazı da aynı cezaevinde ve aynı avluda yapılmıştır. Özetin özeti olan yukarıdaki gelişmeler, uygulamalar, kişiler ve yapılan infazlar, boşaltılan bu cezaevi üzerinde düşünceler ve öneriler üretilmesine neden olmuştur. Ve boşaltıldığı günden başlayarak bu cezaevi, kamuoyunun, basının, sivil toplum kuruluşlarının gündemine oturmuştur. Bu mekân bundan sonra nasıl kullanılmalıdır? Bu soruyla ilgili olarak Ankara Baro Başkanlığı ile TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi Başkanlığı ve yöneticileri, ortaklaşa konuya eğilmişler, bu mekânın, Ankara’nın merkezi bir yeri olduğunu da göz önüne alarak, çok yönlü bir kültür merkezi ve hukuk müzesi olmasını sağlamak amacıyla Adalet Bakanlığı’nın da onayını alarak “Ulucanlar Cezaevi Halka Açılıyor. Cezaevinde Şenlik Var” adıyla bir etkinlik düzenlemişlerdir. 1830 Haziran 2007 günlerinde yapılan bu şenlikte 15 bin kişi cezaevini gezmiştir. Cezaevini gezenler arasında, incelemeler yaparak bu konuda yazan Işık Kansu da yer almıştır. Bu süre içinde cezaevinde paneller ve konuşmalar, film gösterimleri ve sanat etkinlikleri yapılmıştır. Feride Çiçekoğlu’nun senaryosunu yazdığı ve Tunç Başaran’ın yönettiği “Uçurtmayı Vurmasınlar” filmi de bu etkinlikler çerçevesinde gösterilmiştir. Basın, etkinliklere büyük ilgi göstermiş, fotoğraflı geniş haberler yayımlanmıştır. TMMOB Mimarlar Odası Ankara Şubesi, cezaevinin kapatılmasından sonra o me O U Sonuç Ben konuşmamı yaparken Deniz Gezmiş’in sehpa altında infazı kendisi yapmak için tabureyi tekmelediğini anlatırken sehpanın hemen yanı başındaki, yarım yüzyıla yakın bir zamandan beri tanıştığımız, sık sık görüştüğümüz, 1972 Mayıs ayının sabahında avukat Mükerrem Erdoğan’la birlikte o uzun geceyi beraber yaşadığımız kavak ağacı sanki bana seslenerek: Burada bir tarih yatıyor. Bir sosyal bilim tarihi, bir sanat tarihi, bir edebiyat tarihi yatıyor. Sizinle ben kapı altı, koğuşlar, görüşme salonları, tecrit ve işkence odaları ve volta yolları bu tarihin tanıklarıyız. Bu tarih yok edilmemeli, bir alışveriş ve pazaryerine feda edilmemeli, tarihin ve gelecek kuşakların yargısına sunulmalıdır. Bu mekân çok yönlü bir kültür evi ve bir hukuk müzesine dönüştürülerek korunmalıdır. Ben daha da yaşamak ve bunları görmek istiyorum, diyordu. Gerçekten de mekânlar tarihin tanıkları ve koruyucularıdır. Onları yok etmek tarihi yok etmektir. Kara kavağa hak vermemek mümkün mü? (*) Nâzım Hikmet’in bu şiiri Ulucanlar’da yatan bir tutuklu tarafından koğuş duvarına yazılmıştır. K TÜRK KALP VAKFI Ü Türkiye’nin Geleceği Çalınıyor! Prof. Dr. Türkkaya ATAÖV ‘Yaşamınızı Şansa Bırakmayın Kalbinizi Koruyun’ 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: 0212.212 07 07 Pbx http://www.tkv.org.tr C olburn, Dumanovski ve Myers’in şu başlıkta yeni kitapları var: “İnsanlığın Geleceği Çalınıyor”. Bu genel hırsızlık çerçevesinin içine Türkiye’yi de yerleştirmek gerek. Hem de yalnız geleceğini değil, bugününü de. Dünya ve ülkemiz, çok yakın tehlikeler olarak, küresel ısınmanın ölümcül sonuçlarıy la tehdit edilmektedir. Başsorumlusu, küre nüfusunun yüzde 4’ünü oluşturup kirlenmenin üçte birini gerçekleştiren ABD’dir. Onu Batı Avrupa izliyor. Türkiye’deki iktidar da bu merkezlere bağımlı. Başkentte musluklardaki susuzluk ve yönetimdeki sululuk dünya basınının birinci sayfalarına taşındı. Desteğini halkı yanıltmakla alan iktidarın kimi sözcüleri yağmur duası öneriyor. Bu kandırmaca biraz daha sürer, ama çok kısa bir süre. Sıradan yurttaşın bıçak kemiğe dayanınca da uyanmayacağını sanmak, öteki canlılardan akılcılığıyla ayrılan insanı çok hafife almaktır. Yiyecek fiyatları görülmemiş doruklara fırlayıp aç kaldıkça, kabını yıkayacak (ya da aptes alacak) su bulamayınca, ırmaklarımız kuruyup topraklarımız çölleşince, hele suyla bağlantılı olarak saldırılar, savaşlar, işgaller ve kitlesel kan dökümleri, dönüşü olmayan olaylar dizisinde yerlerini alınca, halkın istenci, bakarsınız, bu kez kendini başka türlü gösterir. Seçmenin oy hakkı yalnız akşama doğru bir halay çekme vesilesi değildir. “Bu yoksulluk, düşkünlük, açlık, susuzluk ve yokluğun içte ve dışta sorumlusu kim” diye hiç sormayacak mı? O zaman da “Allah isterse verir” anlatımı inandırıcı gözükecek mi? Küreselleşmenin “çağdaş emperyalizm” olduğunu söylemiştik. Ama bu da yeterli değil. Emperyalizm çok güçlü ve geniş kapsamlı yeni bir aşamaya girdi. Belirli bir merkezde çok ufak bir azınlığın yararı için tüm kürenin ekonomisi ve siyasal yapısı yeniden örgütleniyor, karşı çıkanlara “kabadayı” adı veriliyor, ülkeler “demokrasi” ve “özgürlük” adına işgal ediliyor. ABD ve Avrupa, Güney’in kaynaklarını ve emeğini öylesine sömürüyor ki İkiz Kuleler’in çökmesi ummanda bir damladır. Bu örgütlenmede küre nüfusunun 1.3 milyarı günde 1 dolarla ya da daha azıyla geçinmeye çalışıyor. İklimin hızla bozulması bu düzenin ancak bir yanı, ama çok önemli bir yanıdır. Birçok bitki ve hayvan türüyle insan da kitlesel olarak yer yer yok olabilir. Bunun işaretleri yeterince var. Ürünleri kâr amacıyla ve genetik buluşlarla artırmak, daha şimdiden sakat doğumlar ve kanseri de birlikte getiriyor. Yeraltı fosillerine dayalı enerjinin yakılması, geri dönüşü olmayan iklim bunalımını evlerimizin içine sokmakla kalmıyor, çeşitli hastalıkların yayılması koşullarını da hazırlıyor. ABD’nin, tekelci sermayenin çok aşırı kârlarını azaltmamak için imzalamadığı Kyoto Protokolü bile artık çok etkisiz olarak geride kaldı. Yenisinin adamakıllı radikal olması, yaşam için artık kaçınılmaz. ABD, Batı Avrupa ve onların yerli yandaşlarının dar çıkarları sayesinde Kuzey Kutbu yok olacak, deniz yüzeyi yükselecek, kimi devlet toprakları su altında kalacak, eski dört mevsimlik yerler çölleşecek, yeni toprak ve su savaşları dönemi açılacak, ırmaklar ve göller kuruyacak, yiyecek ve içecek güvenliği yok olacak, bir testi su ile bir varil petrol fiyatı yarışa girecek, çevre kirlenmesinden her yıl milyonlarca insan ölecek, yer yer çorba gibi ısınacak denizlerde yalnız ölü balıklar görülecek, açlık ve bulaşıcı hastalıklarla birlikte ölüm kol gezecek, yosun gibi deniz ürünleriyle ormanlar da yoklara katılacak, kürenin tüm kaynakları hızla tükenecek, işsizlik hiç görülmemiş boyutlara varacak, sokaklarda şiddet kol gezecek… ve bunlara, alışılmamış yeni sorunlar eşlik edecek. ABD, Güney ülkelerine “dış yardım” yaptığı aldatmacasını yayıyor. Yaptığı, onları yoksulluğa, açlığa, susuzluğa ve ölüme götürmektir. Bu devletin simgelediği ufak sözde “mutlu azınlık” ile küredeki genel çöküntü ve Türkiye’de de gitgide ciddileşecek olan açmazlar arasında temel bağlantı var. Bu durum, yabancının parasıyla ve askeriyle yayılmasının doğal sonucudur. Özeti hammadde kaynaklarına egemen olmaktan işgale değin bir dizi zincirleme kısırdöngüdür. “Ticaret özgürlüğü” diye yerli işbirlikçilerle birlikte yutturulan tekelci sermaye takıyyesinin sonu, işte böyle bir kara yıkımdır. Sanki “tek yol” budur; sanki hem doğaldır, hem doğrudur! İktisadi devlet kurumları, bankalar, limanlar ve iletişim kanallarının yabancılara devrinden sonra, sıra hava, su, gıda ve yaşanabilir iklim koşullarının ortadan kalkmasına geldi dayandı. Gittikçe zorlaşan yaşam koşulları, giderek ölümkalım seçeneği karşısında halkımızın hiçbir tepki göstermeyeceğini sanmak, akılcılığa ve siyaset bilimine ters düşer. CUMHURİYET 02 CMYK