14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 29 AĞUSTOS 2007 ÇARŞAMBA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Nasıl Bir Cumhurbaşkanı?.. Cumhurbaşkanı Sayın Gül artık sırça köşktedir. Sayın Gül tarafsız olabilecek midir? AKP’nin kurucusu olarak AKP’li mi olacaktır, yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin yanında mı yer alacaktır? PENCERE Yaşanan Olayın Tarihsel Anlamı... Ülkemizde yüzeysel ve yanlı politika medyada egemenleştiğinden bir kafa karmaşası sürüp gidiyor... Yaşadığımız gerici siyasette olan bitenin anlamı, ancak olayları tarihsel ve toplumbilimsel çerçevesine oturtabildiğimiz oranda saydamlaşabilir. ? Batı’da laiklik ve demokrasi ‘Aydınlanma Tarihi’yle özdeştir; kimi ülke bu sürecin başını çekti... Avrupa kapsamında bu olaylar, Fransa’da daha sert, çelişkili, çatışmalı geçti; devrim ve karşıdevrim ikilemi, kimi zaman savaşlarla gündeme girdi... 1789 yılı ‘İnsan Hakları Bildirisi’nin yayımlandığı tarihtir.. O günden sonra bir yanda kral kilise, öte yanda cumhuriyet laiklik yandaşları yüz yıl süresince hesaplaştılar; cumhuriyet krallık imparatorluk gelgitleriyle çalkalandı Fransa... Ancak bu Aydınlanma (laiklik demokrasi) hesaplaşması yalnız iç politika boyutunda kalamazdı ve kalmadı; bütün Avrupa işin içine girdi; kilise gücüne dayanan ve dinciliği savunan krallıklar kimi zaman elbirliğiyle devrimi durdurmak amacıyla Fransa’yı kuşattılar... Napolyon olgusu bu çatışmanın ilginç türetiminde ortaya çıktı... Ancak 100 yıl sonra Avrupa’nın yüzü kendi içinde laikliğe ve demokrasiye doğru çevrilebildi... Ne var ki Batı, dünyaya hâlâ sömürgeci ve emperyalist yüzüyle bakıyordu... ? 1.5 milyar nüfuslu İslam dünyasında yer alan 52 devletten bir tek Türkiye’nin laik ve demokratik cumhuriyet olduğunu herkes biliyor... Türkiye bu aşamaya ‘Milli Kurtuluş Savaşı’ ve ‘Aydınlanma Devrimi’ ile adım atabildi... Ne var ki tıpkı Batı’daki gibi devrimle karşıdevrim çatışması noktalanmış ve durulmuş değil... Üstelik bu çatışma yalnız Türkiye’nin iç siyaseti de değil... Avrupa’daki gibi, ülkemizde Aydınlanma’nın (daha başka deyişle laiklik ve demokrasinin) itici gücünü oluşturacak bağımsız bir sanayi burjuvazisi de yok... Sivil asker bürokrasi, çatışmanın ister istemez içindedir. ? Başta ABD olmak üzere, dış güçler, Türkiye’de dinciliği “Ilımlı İslam Devleti Modeli” tanımıyla boşuna desteklemiyorlar; Kemalizme karşıt tutumlarının emperyalist içeriği açık seçik sergileniyor... Son 22 Temmuz seçiminde dış güçlerin desteklediği AKP’nin oy sandığında yükselişi şaşırtıcı mıydı? Amerika, Avrupa, Yunanistan, Rum ve Ermeni diyasporaları, PKK, Barzani, Talabani, dinci Arap ülkeleri ve sermayeleri 22 Temmuz seçimlerinde AKP’yi destekliyorlardı... Elbirliğiyle başarıya ulaştılar. ? Türkiye’de (tıpkı vaktiyle en çarpıcı örneği Fransa’da görüldüğü gibi) Devrim Karşıdevrim ikilemi dış güçlerin de katıldığı bir hesaplaşmayla yaşanıyor... Olayları anlayabilmek için kullanılacak tarihsel ve bilimsel anahtar budur!.. Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı, bu kapsamda, karşıdevrimin büyük başarısıdır... ? Peki, her şey sonuçlanmış mıdır?.. Batı’da “Laik azınlık yenildi” yorumları da yapılsa, Türkiye çağdaşlığını savunabilecek gizilgücünü tam ortaya koyamadı... Avrupa uygarlığı kendi dışında Aydınlanma’yı bir başka ülkeye yakıştıramıyor; Amerika ise emperyalist yaklaşımıyla Türkiye’ye Ilımlı İslam Devleti modelini biçmeye çalışıyor... Abdullah Gül’ün Cumhurbaşkanlığı, Mütareke medyasında alkışlanıyor... ? Tarihsel ve bilimsel açıdan yaşadığımız olayın anlamı bu!.. Ne var ki tarihsel devinim durmaz... Ve durmayacak... Tarihsel ‘gelgit’lerin en olumsuz ‘gel’ini yaşıyoruz.. Ve ‘git’ini yaşamak zorundayız... Sezer’siz Türkiye TÜRKİYE, bu sabah “Sezer’siz”liğe gözlerini açıyor. Dün, “Sezer’li”liğin son günüydü. Yani, Cumhuriyetin başında geçmiş tutumu tartışmasız, devrim ilkelerine yürekten bağlı bir kişinin bulunduğu bir gün. Sezer’in dış dünyayla az ilgilenmesini, ülkeyi çok dolaşıp halkla içli dışlı olmaya zaman ayırmayışını eleştirenler oldu ama, ne onlar kendisine olan saygılarını yitirdiler, ne de hukukçu titizliği dolayısıyla ona kızanlar. Dürüstlüğü, devletinin onurunu koruyuşu ve halkının malına sahip çıkışı açısından hiç şaibesi olmayan bir insanın Cumhuriyeti temsil etmesi, her inanç ve eğilimden vatandaşa gönül rahatlığı vermekteydi. “Gül’lülük”, böyle bir havada başlamıyor. Cumhuriyetin en temel niteliklerinden birini, laikliği tartışma konusu etmekle siyasal yaşamına başlamış bir politikacının, o yaklaşımını sürdürerek devletin zirvesine çıkabilmiş olması çok kişiye kolay tanımlanmaz bir ürperti vermekte. Sanki Cumhuriyetin yıkılmazlığına ve sarsılmazlığına hep birlikte güven duyularak yaşanmış bir dönemin ardından endişe verici bir döneme giriliyormuş gibi yaygın bir güvensizlik duygusu dolaşmaya başladı zihinlerde. Sayın Gül ne kadar çaba gösterirse göstersin, hangi sözleri verip hangi yeminleri ederse etsin, bir bakıma somut ve kişileşmiş bir timsali durumuna geldiği bu duyguyu değiştirmekte güçlük çekecek. ezer’li dönemde devletin bağımsızlığı, dış saygınlığı, egemenliği gibi konularda cumhurbaşkanına yönelik en küçük kuşku ya da tereddüt gölgesi düşmezdi düşüncelere. Oysa, yeni dönemde Sayın Gül’ün en önemli talihsizliği, tam da bu kavramların sık sık gündeme geldiği, tartışıldığı, çoğu zaman onlar açısından kötü durumların yaşandığı bir alanın, dış politikanın sorumluluğunu çok uzun bir süre yüklenmiş olmasıdır. Bir bakıma, Sezer’in dış politika alanına ancak çok gerekli görülen ve tezkere olayında yaşandığı gibi olumlu sonuç vermiş durumlarda girmiş olması genelde bu alandaki olumsuzluklardan onu esirgediği halde, Gül’ün pek parlak olmayan sonuçlarla dolu bir dış arenada uzun süre kalmış olması, sanılanın aksine, kendi açısından belki de onun en büyük handikapını oluşturmakta. Kıbrıs, Avrupa Birliği, Irak gibi dış politika konularında başarısızlık, bir devlet başkanı açısından kolay unutturulamayacak bir sicil sayılır. Hele ülke çıkarları için hayırlı olmayan biçimde, yalnız yabancılarca beğenilmiş ve olumlu bulunmuş ise. ış politikada olduğu gibi laiklik konusundaki geçmişi de Sayın Gül’ün büyük güçlüğünü oluşturuyor. O konuda kendi inancıyla çelişmeden ve laik ilkelerde asla ödün vermeyeceğini son bir kez daha belirtmiş olan Silahlı Kuvvetler’e ters düşmeden rahat bir rota tutturması çok zor olacak. Bu zorluğun günlük davranışlarına yansıması ve devletin başında çok kararlı konuşamayan, çekingenlikten çekingenliğe sürüklenen bir insan izlenimi vermesi belki de hem kendisini, hem de vatandaşlarını en çok üzecek bir zayıflık görüntüsü yaratabilir. mumtazsoysal@gmail.com Alev COŞKUN KP, Meclis’teki çoğunluğuna dayanarak, Sayın Abdullah Gül’ün Cumhuriyetimizin 11. Cumhurbaşkanı olarak seçilmesini sağladı. Üçüncü turda gerçekleşen bu seçimle, 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, aldığı 339 oyla, sadece AKP grubunun oylarıyla seçilmiş bir cumhurbaşkanı olmaktadır. Sayın Gül, anayasada belirtilen yeminini de yapmıştır, şimdi kendisinin birçok kez belirttiği gibi, tüm Türkiye’yi kucaklamalıdır. Sayın Gül, Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde yaptığı ziyaretlerde “Rol yapmıyorum, ben şeffaf biriyim” biçiminde açıklamalar yaptı. Bu söylem, gazetelerde “toplumda kendisiyle ilgili olarak duyulan rahatsızlığın farkında olduğu ve verdiği güvencelerle bu tereddütleri dağıtmaya çalıştığı” biçiminde yorumlandı. Oysa “Geçmişte şunları şunları söyledimse de şimdi bu sözlerimde yanılmış olduğuma inanıyorum” diyebilseydi, bir özeleştiri yapabilseydi, içtenlikli olurdu... Herkes, AKP’nin uzun bir süredir devletin bütün kadrolarını kendi düşünce sistemine göre değiştirdiğini biliyor... Cumhurbaşkanı Sayın Sezer, bu konuda duyarlı olarak direniyordu. Şimdi Sayın Gül, bu uygulamalara ne yapacaktır. Bütün devlet kadrolarının baştan aşağıya değişimine izin verecek midir? 11. Cumhurbaşkanı Sayın Gül’ün tutum, davranış ve uygulamaları titizlikle izlenecektir. Çünkü Sayın Gül’ün laik Cumhuriyet konusunda söylediği sözler var; şöyle ki: 1992’de yaptığı konuşmada “Atatürk ilkelerini dayatma olarak kabul etmiştir”. 1993’te Ankara’da düzenlenen Türkiye Gönüllü Kültür Teşekkülleri 3. İstişare Toplantısı’nda: “Ne mutlu Türküm diyene lafını, tutup her yere yaza yaza.. Türkiye aslında ilkel bir hale dönüşmüştür.” “... Bugün Türkiye’de bir sistem bunalımı var. Halkına zıt, halkı ile barışık olmayan bir düşman sistem bu...” “Türkiye’nin bütünlüğünü tehdit eden, tahribat vermiş olan sistemin ilkelerinin birisi de laiklik ilkesidir.” Sayın Gül 1992’de Refah Partisi milletvekili olarak yaptığı konuşmada TSK’ye yüklenerek “Dindar olan bir subaya siz eğer kendi ordunuzda hayat hakkı vermiyorsanız, sanki ajan yakalamış gibi onları eğer ayıklıyorsanız, siz o zaman bütünlüğünüzü nasıl temin edersiniz?” diyor. Sayın Gül, 10 Aralık 1995’te Milliyet gazetesinde Nilgün Cerrahoğlu’yla yaptığı söyleşide, “Düzen, Türkiye’de İslamı caminin içine hapsetti. Biz İslamı hayat tarzı olarak görmek istiyoruz” diyor. Sayın Gül, Erbakan’ın genel başkanlığını yaptığı Fazilet Partisi’nin genel başkan yardımcısı olarak 2 Mayıs 1999’da A S D TÜRK KALP VAKFI ‘Tatilinizi zehir etmeyin, gitmeden önce kalbinizi kontrol ettirin’ TÜRK KALP VAKFI 19 Mayıs Cad. No:8 Şişli / İSTANBUL Tel: 0212.212 07 07 Pbx http://www.tkv.org.tr Kanal 7’de yayımlanan konuşmasında: “... Başörtülü birisi Meclis’te anayasayı ihlal ediyorsa Meclis’in dışında da ihlal ediyor demektir. O zaman dışarıdaki bütün başörtülüleri topla... Eğer bu, anayasayı ihlal suçu ise özel hayatınızda anayasayı ihlal edersiniz, milletvekili olunca laikliği ihlal edemezsiniz. Bu çok yanlış bir mantık.” Bilinmelidir ki, bu konuşma kaseti, Fazilet Partisi’nin kapatılması davasında, dosyadaki en önemli delil olarak kabul edilmiştir. Sayın Gül, 15 Aralık 2005’te de İngiliz The Guardian gazetesine “Türkiye’de laik sistemin sonu geldi. Kesinlikle laik sistemi değiştirmek istiyoruz” dedi. Yeni Cumhurbaşkanı Sayın Gül, bu konuşmalardaki mantık çizgisini sürdürecek midir? Anayasa Mahkemesi’nin kararlarında belirttiği “dünya işlerinin laik hukukla, din işlerinin de kendi kurallarıyla” yürütülmesini kabul etmiyor demektir. Her ikisinin de laiklik dışı, din kurallarına tabi olmasını istiyor demektir. Eğer böyle ise Çankaya’da bu düşünce sistemi, hiç kuşku yok, sorun yaratacaktır. 20022007 yıllarını kapsayan ilk AKP iktidarı, özellikle YÖK, üniversiteler, yargı ve TSK ile çatışma politikasını açıkça sürdürmüştür. Artık tüm makamlar AKP’nin elindedir. Sayın Gül, anayasanın değişmez maddelerinin uygulanmasında temel rolü oynayacaktır, bundan kaçış yoktur. Şimdi bütün Türkiye ve bütün dünya, Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı’na projektörlerini çevirmiştir. Özellikle aşağıdaki konularda dikkatle izlenecektir: 1) 11. Cumhurbaşkanı Sayın Gül laiklikle ilgili konularda nasıl davranacaktır? Türkiye’de Cumhuriyetin ve demokrasinin laik temellere oturmasını isteyen kesim de, bu temellerden ayrılmasını isteyen İslamcılık akımı mensupları da bu uygulamaya dikkatle bakacaklardır. Burada kaçış yoktur, AKP’nin biz yapmak istiyoruz, ama Cumhurbaşkanı Sezer elimizi kolumuzu bağlıyor, diye bir gerekçesi vardı, şimdi bu gerekçe ortadan kalkmıştır. 2) Türkiye’de bütün yüksek yargı organları, Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa Birliği’ne girmek istediğimize göre AİHM (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi) türbanı dinsel bir simge olarak kabul etmektedirler. Şimdi 11. Cumhurbaşkanı, yargının türban konusunda verdiği kararları savunacak mı, yoksa karşı mı çıkacaktır? Bundan da kaçış yoktur. 3) Eğer Sayın Cumhurbaşkanı bu konuda ya da başka konularda yargı kararlarına saygı göstermezse, Başbakan, bakanlar, milletvekilleri, bürokratlar da bu yolu izler. O zaman hukuk devletinden söz edilebilir mi? 4) Sayın Cumhurbaşkanı, anayasamızın 125/2. maddesinde belirtilen ve yargı denetimi dışında tutulan Yüksek Askeri Şura (YAŞ) kararlarına karşı nasıl bir tepki verecektir? 5) Sayın Cumhurbaşkanı rektör atamalarında tarikat mensuplarını mı yoksa laik Cumhuriyet ilkelerini benimseyenleri mi yeğleyecektir? 6) Genelkurmay başkanları ve kuvvet komutanlarının yükselmeleri ve atamaları konusunda silahlı kuvvetlerin kendi piramit sistemi içinde sağlıklı bir biçimde işleyen işlemlere karışacak mıdır? Yoksa bu sisteme dışarıdan müdahale edip askerler arasındaki hiyerarşik düzenin bozulmasına yönelik bir tavır mı sergileyecektir? Bütün bunlar merakla bekleniyor ve kuşkusuz bütün dünyada titizlikle izlenecektir. Sırça köşkte Cumhurbaşkanı Sayın Gül artık sırça köşktedir. Sayın Gül tarafsız olabilecek midir? AKP’nin kurucusu olarak AKP’li mi olacaktır, yoksa Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş ilkelerinin yanında mı yer alacaktır? Sayın Gül anayasamızda belirtilen yemini tüm ulusun önünde yaptı. “Devletin varlığını ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız şartsız egemenliğini korumak için” yemin etti. “Hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarına ve laik Cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına” yemin etti. “Milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağına” ve “Türkiye Cumhuriyeti’nin şan ve şerefini korumak, yüceltmek” ve “tarafsızlıktan” ayrılmayacağına namusu ve şerefi üzerine yemin etti... Şimdi bütün dünya, Türkiye’nin 11. Cumhurbaşkanı’na bakıyor... Din devleti, 400 yıl süren kanlı bir mücadele sonunda, tüm Avrupa’da yıkıldı. Bugün demokratik Batı dünyası laiklik ilkesine dayalı ve bağlı demokrasiyi kabul etmiştir. Özgeçmişi ve özellikle Dışişleri Bakanlığı’ndaki deneyimleri Sayın Gül’ün, bu konuyu derinlemesine özümsemesine olanak tanımıştır. Sayın Cumhurbaşkanı, içinden çıktığı Milli Görüş çizgisinin ve AKP’nin radikal tabanının isteklerini uygulama alanına koyacak mıdır? Din devleti yörüngesindeki kararlar bütün dünyada kuşku ile izlenecektir. Ülkemizde, demokratik sistemin işleyişini hoşgörü ve kıvançla izleyen milyonlar, öylesi bir uygulama karşısında tekrar meydanları doldurmaktan ve laiklik ilkesinin korunması için özveride bulunmaktan çekinmezler... Güneşi batıdan doğduramazsınız... Akan bir ırmağı tersine çeviremezsiniz... Toplumun yarısını oluşturan kadınlarımızı, köhne bir yaşama döndürmek ve 150 yıldır çağdaşlaşma uğruna savaş veren Türk ulusunu geriye çevirmek olanaksızdır... Sosyal Demokrasi... İsmail ÇETİNKAYA S ermaye sınıfı, sömürgeci karakterinden yararlanarak başka ülkelerden getirdiği artı değerlerin küçük bir kısmını, kendi ülkesinin işçilerine vererek, onların ağızlarına bir parmak bal çalmıştır. Bunun sonucu olarak da işçileri kendi değerlerinden, zaman içerisinde uzaklaştırmıştır. 12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe, ülkenin demokrasisine büyük zarar vermiştir. Sol partilerin, sendikaların, derneklerin, sivil toplum örgütlerinin kollarını yok etmiştir. Tüm bu olumsuzluklara rağmen sosyal demokrasi, çalışanların mücadelesi doğrultusunda varlığını devam ettirme mücadelesini sürdürmüştür. Sosyal demokrasiden yana olan üreticiler, işçiler, emekliler, dar gelirli vatandaşlar, kendi partilerini tek başına iktidara getirememenin sıkıntısını yaşamaktadırlar… Şimdi yapılması gerekenler üzerine şunlar söylenebilir: Beklentilerin hayata geçirilebilmesi için, topluma güven veren bir siyasi yapı zorunludur. Bin bir parçaya bölünmüş siyasi partilerle bir yere varılamayacağı artık anlaşılmıştır… Güçlenmek için bir araya gelmek zorunluluk haline gelmiştir… Bir örgüt içinde özgürce tartışarak, ortak noktalarda anlaşıp ayrılıkları bir kenara koyarak birlikte olmak zor değildir. Yeter ki fedakârlık yapmayı bilelim… Gelecek adına hareket edelim. Günümüzde, işgücü denince sadece yoğun kol emeği anlaşılmıyor. Yani artık üretici olarak mavi önlüklüler yetmiyor, beyaz yakalı denilen beyin gücünü de işçi sınıfına dahil ederek, tüm çalışanları sosyal demokrasinin unsuru olarak görmek zorundayız… Bugüne kadar ülkemizde “küçük olsun, benim olsun” anlayışı solu paramparça etmiştir… Artık “benim olsun” yerine “bizim olsun” diyerek, birlik için adım atılmalıdır… Bu adımda, iktidara giden yolun yapımı için, toplumda tüm çalışanların hak ve hukukunu gözeten sendikalar, sivil toplum örgütleri, dernekler, demokratik kitle örgütleriyle birlikte hareket edilmelidir… Aydınlık bir ülke geleceği için bu birliktelik geç olmadan sağlanmalıdır... İngilizceyi İngilizce kaynaklardan öğrenin... Westminster University ve Premier College sertifikalarına sahip, London School of Busness Administration’da master yapmış ÖĞRETMENDEN, BRITISH ENGLISH Gramer, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık İş İngilizcesi (Business English) ve İngilizce iş görüşmelerine (Interview hazırlık. Acıbadem / İstanbul 0 536 225 07 80 CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear