28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 29 HAZİRAN 2007 CUMA 4 ALİ SİRMEN HABERLER DÜNYADA BUGÜN Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Kanadoğlu, Anayasa Mahkemesi’ne yönelik eleştirilere tepki gösterdi ‘Derin Devlet’ Deyip Devletle Kavga Etmek Anayasa Mahkemesi’nin gerekçeli kararını açıklaması üzerine, AKP’nin, hem de hukukçu kanadından gelen tepkiler, Türkiye’yi demokratik, laik, hukuk devletinden, şeriatçı İslamcı bir rejime dönüştürme yolundaki sivil darbesini gerçekleştirmekten bir an bile geri durmayacağını bir kez daha kanıtlamış olan bu partinin, devlet ile kavgasını 22 Temmuz seçimlerinden sonra da bütün şiddetiyle sürdüreceğini ortaya koymuş bulunuyor. Anayasa’nın omurgası kırılmıştır. Hukuk patlatılmıştır, demokrasi çatlatılmıştır. Bu karar çok ağır bir karardır. İnandırıcı ve tatminkâr değil.. Yukarıdaki sözler, herhangi bir kimseye değil, Anayasa Hukuku Profesörü, TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı AKP milletvekili Burhan Kuzu’ya aittir. Görüleceği gibi, hukuki eleştirinin sınırlarını aşan, yargıyı hasım gören ifadelerdir bunlar. Cumhurbaşkanlığı seçiminde uzlaşma aramak, neden demokrasinin omurgasını çatlatmak olsun? Seçmenin üçte bir oyuna sahip olduğu halde, her konuda yalnızca kendisini söz sahibi kabul edip, hiçbir konuda uzlaşmayı aramamak, demokrasiyi çatlatmak değil de, nitelikli çoğunluğu aramak mı, demokrasiyi çatlatmaktır? ??? AKP ve lideri Tayyip Erdoğan seçim taktiklerini, mağduru oynayıp devlet ile kavga üzerine kurmuş bulunuyorlar. Bu taktiğin sözü, “derin devlet” sözü ise devletle kavga etmektir. Kurguladıkları senaryo, halkın yararına olan politikalarının derin devlet tarafından baltalanmasıdır. Bu senaryoya göre, derin devlet bıraksa daha neler yapacaklardır, ama derin devlet izin vermemektedir. Onun için, kendilerine derin devleti de alt edebilecek oranda oy verilmelidir ki, Türkiye selamete çıkabilsin. Onların istedikleri, başta anayasa olmak üzere, hiçbir yasanın kendi politikalarına karışmamasıdır. Bu ortamda, çıkıp da kendilerine, demokrasinin, hakların güvence altına alındığı, hem azınlık hem de çoğunluk diktasının demokratik kurumlar tarafından engellendiği, politikanın bu hukuki çerçeve içinde yapıldığı rejim olduğunu anlatmaya kalkmanın bir anlamı yoktur. Demokrasinin ne olduğunun anlaşılması işlerine gelmez. Onlar herkesle kavga etmekte, üstelik de herkesle kavga ederken kendilerinden başka herkesi, kavgacı olmakla suçlamaktadırlar. Tayyip Erdoğan’ın tavrı, insanın aklına Temel’in öyküsünü getiriyor. Temel bir gün Almanya’da otoyola ters yönden girmiş, biraz ilerledikten sonra, radyoda bir anons duymuş: Dikkat bir araba otoyolda ters yönden gitmektedir. Temel kafasını sallayarak söylenmiş: Ne biru be, hepisu hepisu.... ??? Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı ile kavgalı, Cumhurbaşkanı derin devlet mi? Tayyip Erdoğan Anayasa Mahkemesi ile kavgalı, Anayasa Mahkemesi derin devlet mi? Tayyip Erdoğan yargının tümü ile kavgalı, yargı derin devlet mi? Tayyip Erdoğan üniversite ile kavgalı, üniversite derin devlet mi? Tayyip Erdoğan YÖK ile kavgalı, yargı derin devlet mi? Aslında daha da uzatabileceğiniz bu soruya böyle bir yanıt aramayın, çünkü Tayyip Erdoğan’ın kavgalı olduğu derin devlet değil, devletin ta kendisi. Normal demokrasilerde, iktidarların devletle kavgalı olmaları alışılmış bir durum değil. Ama AKP için bu durumun yadırganacak bir yönü yok. Çünkü AKP zaten, bu devleti yıkıp yerine bir başkasını getirmenin peşinde. Onun için de, sözünde derin devlet, özünde ise devlet ile kavgalı halde... Bu arada Milliyet gazetesi, Anayasa Mahmekemesi’nin kararını Bülent Arınç’ın sağladığını ileri sürüyordu. Bundan kısa bir süre önce, Anayasa Mahkemesi’nin hâlâ gerekçeli kararını açıklamamış olmasını mizahi bir dille eleştiren Arınç, bu haberi okuyunca ne düşünmüştür acaba? Arınç ve mizah deyince aklıma bir husus takıldı. Gerçekten de Bülent Arınç, milletvekili seçilince anayasanın 81. maddesi gereğince, “...hukukun üstünlüğüne, demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı kalacağı”na namusu ve şerefi üzerine yemin etmişti değil mi? ‘367’nin öcünü alma çabası’ İLHAN TAŞCI ANKARA Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, Anayasa Mahkemesi’nin 367 kararına tepki gösteren iktidarın, yargı kararlarını “işine geldiği” gibi yorumladığına dikkat çekti. Sabih Kanadoğlu, Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde uzlaşma şartına ilişkin gerekçeli kararını ve buna yönelik iktidarın tepkisini değerlendirdi. Kanadoğlu, iktidarın karara tepkisini, “Ciddi bir yaklaşım olarak görmüyorum. Zaten hukuksal dayanağı da yok” sözleriyle anlattı. İktidarın mahkeme kararına karşı açıklamalarıyla yargının bağımsızlığına hangi gözle baktığını da ortaya koyduğunu kaydeden Kanadoğlu, “Bir karar kendi lehineyse ‘gayet hukuksal, olumlu bir karar’, değilse ‘hukuksal dayanağı yok’ Ama o dayanağın ne olduğunu açıklamak da yok” diye konuştu. Kanadoğlu, ? Anayasa Mahkemesi’nin Cumhurbaşkanlığı seçiminde uzlaşma şartına ilişkin gerekçeli kararını ve buna yönelik iktidarın tepkisini değerlendiren Kanadoğlu, eleştrilerin hukuksal bir dayanağının olmadığını belirtti. AKP’nin ‘mağduriyet’ söyleminin altında yatanın ‘Dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler’ düşüncesi olduğunu belirten Kanadoğlu, Yüksek Mahkeme’yi, uzlaşmaya yaptığı vurgulama nedeniyle kutlamak gerektiğini söyledi. yüksek mahkeme kararını eleştirirken hangi yönden hukuka aykırı olduğunun da kanıtlanması, ya da o konudaki düşüncelerin ortaya konulması gerektiğini vurgulayarak “Koymazsan hukuksal bir eleştiri olmaz. Eleştiriyi her zaman yaparsınız ama hukuksal olmaz” dedi. yasa Makemesi’nin bu kararına karşı bir öç alma kampanyası yürütüyorlar. Bu planın bir parçası da anayasa değişiklik paketiydi. Bu öç alma duygusuyla hareketten başka birşey değil” diye konuştu. Kanadoğlu, AKP’nin Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin “mağdur olduk” söylemini de şöyle değerlendirdi: “Beceriksizliğin adı ne zamandan beri mağduriyet oldu? Aslında söylenenlerin altında yatan dindar cumhurbaşkanı olayı var; ‘Dindar cumhurbaşkanı seçtirmediler.’ Sizin 353 milletvikiliniz olacak, uzlaşmaya gitmeyeceksiniz, eşinize bile söylemediğinizi övünçle anlatacaksınız, ondan sonra ben seçtim diyeceksiniz, bu atamanın adı demokrasi olacak; buna karşı çıkanlar da dayatmacı olacak. Andersen’in bile Ezop’un bile aklına gelmez öyle bir masal. Yoksa uzlaşmaya yanaşsalardı bu iş yüz defa halledilirdi. Yüksek Mahkemeyi bu yönüyle de kutlamak lazım. Anayasayı, amaçsal bir yorumla uzlaşma isteyen amacını vurgulayarak bu karara vardı.” Anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanı seçiminde uzlaşmanın şart olduğu ve 367’nin aranması gerektiği kararında üye Osman Feyyaz Paksüt’ün “başkomutanlık” değerlendirmesi dikkat çekti. Paksüt ek gerekçesinde “TSK’nin seçimde taraf ‘Anayasa uzlaşma istiyor’ 367 konusunda iktidarın görüşlerini daha önce açıkladığını anımsatan Kanadoğlu, “Biz başından beri aynı şeyi söylüyoruz; anayasa uzlaşma istiyor. Lafzı ile beraber ruhuna bakmak lazım yorum yaparken. Amaçsal yoruma gittiğiniz zaman varılacak sonuç zaten 367’dir. Ana olmasına yönelik eleştirilere” üstü örtülü yanıt verirken anayasaya göre, “Başkomutanlığın Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunacağına” işaret etti. Üye Serruh Kaleli de ek gerekçesinde, 1961 Anayasası’nın getirdiği toplantı yetersayısının yüksekliğinden yararlananların toplantıları engellemelerinin önüne geçmek amacı ile 1982 Anayasası’nın Meclis’in toplanmasını kolaylaştırıcı bir genel kural getirmek istediğini belirtti. Kaleli, “Ancak bu genel kuralın, siyasal iktidarı elinde tutan güçlerin çalışmalarında siyasal sistem bütünlüğünün korunmasını göz ardı ederek, anayasal formdan, onun getirdiği sınır kurallardan uzaklaşmak anlamına gelmediği de bir gerçektir. Anayasa, cumhurbaşkanının konumuna özel önem vermiş, herhangi bir parti ideolojisinden uzak kalmasını ve Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türk milletinin birliğini temsil etmesini istemiştir” dedi. ‘EN ÇOK BEN GEZDİM’ GÜL YALNIZ KALDI Erdoğan’dan milliyetçilik kriterleri YOZGAT (Cumhuriyet) Başbakan Tayyip Erdoğan, Yozgat’ta milliyetçilik vurgusu yaptı ve MHP’ye yüklendi. Erdoğan, “Başbakan yardımcılığı yapan Bahçeli, Türkiye’nin tamamını 3.5 yılda dolaşamamışken nasıl olacak da bu ülkenin sorunlarına çözüm üretecek’’ dedi. Erdoğan, Yozgat’ta ilk olarak Yerköy ilçesinde Kale Grubu tarafından yaptırılan Kaleseramik ve Kalekim fabrikalarının açılış törenine katıldı. Erdoğan, tören alanına girmeden önce böbrek hastası olduğunu söyleyen ve yardım isteyen bir vatandaş, emniyet güçleri müdahalesiyle dışarı çıkarıldı. Erdoğan, daha sonra Cumhuriyet Meydanı’nda partisince düzenlenen mitingde halka seslendi. Başbakan olarak Yozgat’ı üçüncü kez ziyaret ettiğini anımsatan Erdoğan, şöyle konuştu: “Bakın liderlere. Doğu’ya, Güneydoğu’ya bunların içinde kaç tanesi kaç kere gitmiş bir bakın. Allah aşkına bunu bir araştırın. İnanın göreceksiniz ki içlerinde ne Sayın Baykal’ı, ne sayın Bahçeli’si, ne diğerleri Doğu’yu, Güneydoğu’yu tanımazlar. Şimdi soruyorum sizlere: Nasıl olacak da bunlar Türkiye’nin sorunlarını çözecekler. Bu ülkede başbakan yardımcılığı yapan Sayın Bahçeli, Türkiye’nin tamamını 3.5 yılda dolaşamamışken nasıl olacak da bu ülkenin sorunlarına çözüm üretecek. Böyle lafla milliyetçilik olur mu?’’ Göreve geldiklerinde Türkiye’nin milli gelirinin 181 milyar dolar olduğunu, iktidarları döneminde bunu 400 milyar dolara çıkardıklarını savunan Erdoğan, şöyle devam etti: “İşte vatanseverlik, milliyetçilik bu. Bunlar paramızı delikli bir kuruşa döndürmediler mi? Bizden önce bu ülkede hangi koalisyon vardı? MHPDSPANAP, bunlar vardı. Başımızı iki elimizin arasına alıp iyi düşünelim, uyanık bir insan bir sokulduğu yerden bir daha sokulmaz. Bu koalisyon döneminde bankalar hortumlanarak TMSF’ye devredildi. 40 milyar dolar faturayı kim ödedi? Millete ödetmediler mi?” AKP’de ‘aday’ sıkıntısı ? Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, ısrarla cumhurbaşkanı adaylığının devam ettiğini söylerken Erdoğan ve Arınç farklı açıklamalarda bulunuyor. ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) AKP’de, seçimden sonra partinin cumhurbaşkanı adayının kim olacağı konusunda kriz yaşanıyor. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, her fırsatta adaylığının sürdüğünü vurgularken Başbakan Tayyip Erdoğan ve TBMM Başkanı Bülent Arınç’ın bu konudaki tavrında değişiklik gözleniyor. AKP’de 22 Temmuz seçimleri sonrasında Cumhurbaşkanlığı seçiminde partinin adayının kim olacağı konusunda şimdiden kriz patlak verdi. Erdoğan, konuyla ilgili yaptığı son açıklamada, “Cumhurbaşkanı seçimini seçim sonrası konuşmak lazım, çünkü aritmetiği bilmiyoruz. Burada, daha önce de söyledim. Abdullah Gül kardeşimin iradesi çok önemli, hatta belirleyici olacak” dedi. Erdoğan’ın, bu açıklamayla Gül’e “Adaylıkta ısrar etme, yeniden bir değerlendirme yaparız” mesajı verdiği dile getiriliyor. TBMM Başkanı Bülent Arınç’tan da Erdoğan’ın açıklamalarına benzer görüşler geldi. Arınç, “Seçim sonrasında Gül’ün Cumhurbaşkanlığı adaylığı devam etmeli mi” sorusu üzerine, “Hayatın olağan akışı içinde bugünden bu adaylığı 3 ay sonrasına, 6 ay sonrasına taşımak siyaseten doğru değil. Ve bunu bugünden belki ilan etmek lazım” dedi. Dışişleri Bakanı Gül ise bugüne kadar yaptığı açıklamalarda adaylık konusunda geri adım atmadı. Adaylığının devam ettiğini kaydeden Gül, Financial Times gazetesine verdiği demeçte iddialı konuşarak cumhurbaşkanının halk tarafından seçilmesi durumunda ilk turda çoğunluğu alacağını ileri sürdü. Ufuk Uras, seçim bürosunu açtı İstanbul 1. Bölge Bağımsız milletvekili adayı Ufuk Uras, önceki gün Kadıköy Balık Çarşısı’ndaki seçim bürosunun açılışını yaptı, daha sonra seçim çalışmaları kapsamında esnafla ve yurttaşlarla sohbet etti. Seçim bürosunun açılışında konuşan Ufuk Uras, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın bağımsız adaylara oy verilmesini istememesinin hayra alamet olmadığını belirterek “İktidar ve ana muhalefet partileri Meclis’e girecek gerçek muhalefet karşısında paniğe kapılıyor” değerlendirmesini yaptı. İstanbul 1. Bölge CHP milletvekili adayı İlhan Kesici’nin artık sol seçmeni kesmediğini, gerçek solun kendileri olduğunu belirten Uras, konuşmasının ardından açılışa katılan yurttaşlarla birlikte çarşı içinde gezerek kendisini destekleyen yurttaşlarla sohbet etti. “Bizim oyumuz Uras’a” diyen yurttaşlar, Ufuk Uras’ı Meclis’e göndereceklerini söylediler. Jandarma: Uzlaşma yok TOKİ Başkanı Bayraktar’ın danışmanının, teğmeni yumruklaması olayında şikâyetin geri alınmasının söz konusu olmadığı açıklandı ANKARA (Cumhuriyet Bürosu) Jandarma Genel Komutanlığı, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanı Erdoğan Bayraktar’ın danışmanının, Jandarma Teğmen Türker Doğru’yu yumrukladığı olayda “tarafların şikâyetlerinden vazgeçmeleri suretiyle uzlaşılmasının” söz konusu olmadığını bildirdi. Jandarma Genel Komutanlığı Genel Sekreterliği’nden yapılan açıklamada, olayın basın yayın organlarında da ayrıntılı olarak yer aldığı ifade edilirken söz konusu kolluk kuvvetlerinin, güvenliği sağlamak amacıyla bölgede görevlerini yaptıkları vurgulandı. Açıklamada, şöyle denildi: “26 Haziran 2007 tarihinde, Niğde ili Bor ilçesinde, Toplu Konut İdaresi (TOKİ) Başkanlığı’nca düzenlenen tören öncesinde, kolluk kuvvetleri ile TOKİ’de görevli şahıslar arasında cereyan eden olay, basın ve yayın organlarında geniş şekilde yer almıştır. Anılan olayda görevli kolluk kuvvetleri, bölgede emniyetin tam olarak sağlanabilmesi amacıyla yasaların yüklediği sorumluluk ve verdiği yetkiler çerçevesinde görevini yapmıştır. Yargıya intikal etmiş olan üzücü olayda, ilgili yasalar gereğince, tarafların şikâyetlerinden vazgeçmeleri suretiyle uzlaşılması söz konusu değildir.” asirmen?cumhuriyet.com.tr YİNE JANDARMA KURTARDI Fındık üreticisi AKP’li Fatsa’ya rahat vermiyor ORDU (Cumhuriyet) AKP Grup Başkan Vekili Eyüp Fatsa, Ordu’nun Gürgentepe ilçesinin Direkli beldesinde geçen eylül ayında fındık üreticileri tarafından protesto edilmesinin ardından bu kez de dün seçim çalışmaları için gittiği Çamaş’ta vatandaşların sert tepkisiyle karşılaştı. Olayları yine jandarma önledi. AKP Grup Başkan Vekili Fatsa, 19 Eylül 2006’da Bal Festivali’ne katılmak için gittiği Direkli’de fındık üreticilerinin sert tepkisiyle karşılaşarak ayakkabı ve taşlarla saldırıya uğramıştı. Fatsa bu kez de seçim çalışmaları için gittiği Çamaş’ta benzer bir tepkiyle karşılaştı. Fatsa, AKP’nin seçim bürosunda halka hitap ederken bir üreticinin “3.5 milyona mal ettiğim fındığı 2.5 milyona sattırdınız. Ne konuşuyorsun hâlâ?” sözleriyle ortam birden gerildi. Üreticiye alaycı bir şekilde yaklaşan Fatsa yuhlandı. Öfkeli vatandaşların sayısının artması üzerine olay yerine gelen jandarma güvenlik önlemi aldı. Seçim bürosundan çıkan Fatsa, esnaf gezisi programını iptal ederek ilçeden ayrıldı. Sina Koloğlu, atv’de ilgiyle izlenen “Hatırla Sevgili” dizisiyle ilgili ilginç bir haberden söz etmiş. O dönemin ilk faili meçhul cinayeti olarak bilinen Taylan Özgür’ün dizide yer alması bir şekilde sansüre uğramış. Kim uğratmış, nasıl uğratmış bilmiyorum. Bu haberi okuyunca canım sıkıldı. İpek’in (Çalışlar) dikkatle izlediği “Hatırla Sevgili” dizisine ben de yakın geçmişimizi konu aldığı için bazen takılıyorum. Özellikle 1968 olaylarına ilişkin bölümler ilgimi çekiyor. Tabii dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve arkadaşlarının 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesiyle tutuklanmaları, yargılanmaları, idam edilmeleri de yakın tarihimizin önemli olaylarındandı. Ayrıntılarının fazla bilinmediği bu olayların da dizi yoluyla ekrana gelmesi, geçmişimize ilişkin ilgiyi de artırdı. 1960’lı yılların gençlik olayları, Deniz Gezmiş’in eylemleri, Taylan Özgür’ün öldürülmesi bir bakıma bizim tarihimiz, 68 kuşağının tarihi. Tay ‘Hatırla Sevgili’ ve Taylan Özgür lan da, Deniz de arkadaşımdı. Taylan, Deniz’le birlikte İstanbul’a gitmiş ve orada ismi cismi belli bir polis tarafından öldürülmüştü. “’68 Anılarım” (Gendaş Kültür) kitabımda Taylan’ın öldürülüşü dönemini anlatmıştım. ‘Taylan’ın Ölümü’ başlıklı bölümden bir bölümü o günleri anımsamak amacıyla aktarıyorum: 1969 Haziran ayı içinde İstanbul’da işgal ve boykotlarla birlikte büyük öğrenci gösterileri yapıldı... Deniz Gezmiş yine bu gösterilerin en önemli ismi olarak gazetelerin birinci sayfasındaydı. Hakkında yakalama kararı çıkartılmıştı... Sanki hayal görüyordum. Eli yüzü kömürle siyaha boyanmış, upuzun boyuyla ve güleç yüzüyle Deniz karşıma dikilmişti. ...Herkes onu İstanbul’da ararken bizimki gece karanlığında bir kömür kamyonunun arkasına atlamış ve küfenin içinde Ankara’ya gelmişti... Deniz bu kaçaklığı döneminde uzunca bir süre Ankara’da kaldı. 1969 Eylül’ünde İstanbul Üniversitesi Talebe Birliği Kongresi vardı. Birlik yönetimi bir süreden beri sağcıların yönetimindeydi... 1969 yılı içinde bütün öğrenci derneği kongrelerini sosyalistler kazanmışlardı. Yani delegelikler bizim elimize geçmişti... Ancak böyle önemli ve kritik bir örgütü ele geçirmek yalnızca delege çoğunluğunu elde tutmakla gerçekleşmiyordu. Aynı zamanda saldırılara göğüs gerecek ve kongreyi sonuna kadar götürebilecek militan bir kuvvet de gerekiyordu. Ufuk Şehri’ye karşı, devrimcilerin adayı Bozkurt Nuhoğlu’ydu... Ankara’dan bir grup arkadaş İstanbul’daki seçime destek olmak üzere harekete geçtiler. Bir gece ODTÜ öğrencisi Taylan Özgür, bizler öğrenci derneğinde (SBF) otururken geldi ve Deniz’le birlikte İstanbul’a gitmek istediğini söyledi. Ben Deniz’in İstanbul’a gitmesinin sorun yaratacağını düşünüyor ve istemiyordum. Taylan’a biraz söylendim ve dikkatli olmasını tembih ettim. Taylan atak ve gözü pek bir arkadaşımızdı. ODTÜ’lü devrimciler içinde tanınan ve sevilen birisiydi. Bunlar Deniz’le birlikte ertesi gün İstanbul Üniversitesi’ne gidiyorlar. Deniz o zaman aranıyordu. Deniz, Dekan Tarık Zafer Tunaya’nın odasına gidiyor ve tabii polisler de onu yakalayıp götürüyorlar. Onun götürülmesi sırasında devrimciler arasında birisi havaya ateş ediyor. Polis, Taylan’ın da içinde bulunduğu grubu kovalamaya ve ateş edeni yakalamaya çalışıyor. Bu şekilde Beyazıt’ın önündeki ana caddeye geliyorlar. Sivil polisin birisi Taylan’ın peşine düşüyor ve ara sokağın birisinde kıstırıp beynine ateş ediyor. Polisin kimliği kısa sürede anlaşıl dı. Taylan’ı bilinçli şekilde ve önceden gözüne kestirerek öldürdüğü, cinayetin gerçekleştirilme biçiminden belli oluyordu... Cinayeti işleyen sivil polis, bir görevle yurtdışına gönderildi...” Evet, Taylan’ı bir devlet görevlisi öldürdü. Bu bizim kuşak açısından ilk resmi cinayetti. Onu diğerleri izledi. Türkiye bunların hiçbirisiyle hesaplaşamadı. Katillerden yaptıklarının hesabı sorulmadı. Askeri darbeler ise daha da katmerli üzerimize geldi. Aradan 37 yıl geçtiği halde bazı güçler bu olayların dizilerde canlandırılmasına bile karşı çıkabiliyorlarsa, durumun ne olduğu da anlaşılıyor demektir. Türkiye geçmişiyle yüzleşemedikçe, yarınını da özgür, demokratik ve bağımsız bir şekilde kuramaz. Cinayetlerin hesabının sorulmasından vazgeçtik, bunların hiç olmazsa tarihe kaydını düşebilelim... Çok şey mi istiyoruz?.. CUMHURİYET 04 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear