26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 22 HAZİRAN 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL PENCERE Merkez Bankası’nı Satalım... Osmanlı Devleti son yıllarında kendi kendisine öylesine yabancılaşmıştı ki merkez bankası işlevini Osmanlı Bankası görüyordu... Adına bakıp da aldanmayın!.. Osmanlı Bankası Fransız İngiliz ortaklığıydı... ? Demek ki Abdülhamit, Sultan Reşat ya da Vahdettin, ta o zaman, ileriyi görmüşler, neoliberalizmi keşfetmişler, Avrupa sayesinde uyguluyorlardı... Sermayenin, şirketin, bankanın millisi yabancısı mı olur canım!.. Yok Türkmüş.. Yok yabancıymış.. Örnek işte Osmanlı Devleti!.. Merkez bankası bile yabancılara ait bir devletin ekonomisinde piyasa öylesine serbest, öylesine liberaldi ki bizim bugünkü ‘neoliberalistler’ solda sıfır kalırlar... ? Osmanlı Devleti battı... Ekonomisi baştan sona yabancıların elindeydi; Türkler işleyip yetiştirdikleri tütünlerine bile sahip değildiler... İngilizi, Fransızı, vesairesi ‘Osmanlı’nın gözünün yaşına bakmadılar, ‘Devleti’nin icabına baktılar... Sevr haritasını çizdiler... Ama ‘Çılgın Türkler’ başkaldırdılar, Sevr’i yırttılar, yabancılara Lozan’ı dayattılar; bağımsız bir Cumhuriyet kurdular... Ne var ki bağımsız Cumhuriyetin başlangıçta para basacak merkez bankası bile yoktu... ? Cumhuriyet Merkez Bankası kuruldu... Türkler başka bankalar da kurdular.. Bankacılığı öğrendiler... Ya da biz öyle sanıyorduk... Meğer öğrenememişler... ? Yalnız bankacılık mı, sigortacılık mı; ekonomide hiçbir şey öğrenememişiz ki kuruluşlarımızı kendimiz yönetemiyoruz, elimizde ne varsa yabancılara satıyoruz... Osmanlı’nın son döneminden daha neoliberal olduk... Bizim gazetede dün yazıyordu: Cumhuriyet döneminde kurduğumuz bankaların çoğunu batırıp yarısına yakınını son üç beş yılda yabancılara satmışız... ? Öyle anlaşılıyor ki Türkler Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmakla hata etmişler... Kusur işlemişler... Meğer Osmanlı’nın son dönemindeki neoliberal halimiz daha çağdaşmış.. Ekonomide her şey yabancıların elindeymiş... ? Sevr mi?.. Sevr haritası da Lozan’dan daha çağdaşmış... Daha liberalmiş... Tüm azınlıklara ve etnisitelere özgürlük ve demokrasi sağlıyormuş... Tevekkeli Batılı dostlarımız Sevr haritasını yeniden yayımlamaya başlamadılar... Bizi çok seviyorlar... ? Elimizdeki bankalar elimizden çıkıyormuş... Yarısına yakınını son birkaç yılda yabancılara satmışız... Son olarak Oyakbank’ı da Hollanda’ya pazarlayınca bizim medya bir sevindi ki sormayın... Çağdaşlaşıyoruz... Osmanlı’nın son dönemindeki gibi neoliberal ekonomide üstümüze yok... Peki, şimdi sıra kimde?.. Cumhuriyet Merkez Bankası’nda... Cumhuriyet Merkez Bankası’nı hemen yabancılara satalım.. İngiliz mi olur, Fransız mı, Amerikan mı, kim olursa olsun... Neoliberal ekonomide tam Osmanlı’nın son dönemine döneriz... Ondan sonra ne olur?.. Ondan sonra Allah kerim... Şu ‘Çılgın Türkler’in ne yapacakları hiç belli olmaz... Geceyarısı Marşandizi BİLLY HAYES hazretleri, otuz yıl aradan sonra, Türkiye’ye döndü ve itiraf etti ki, “Geceyarısı Ekspresi” adlı filmdeki öyküsünün çoğu uydurmadır. Kitabı zaten çok satmıştı; Oscar ödüllü Oliver Stone gibi bir senaristle Alan Parker gibi usta bir yapımcının elinden çıkan filmi de gişe rekorları kırdı. Belki, dünyanın birkaç köşesinde hâlâ gösterilmektedir. Türk düşmanlığını körükleye körükleye. Seyretmiş olanlar bilir, o filmde “Türk” olan ne varsa, istisnasız, hep kötü, çirkin, igrenç, zalim ve vahşidir. İtiraf etmek gerekir ki Türk imgesi ve Türkiye turizmi bu filmden çektiği kadar başka hiçbir sinema, tiyatro ya da başka herhangi bir sanat yapıtından çekmemiştir. Esrar yüzünden Türk hapisanesine düşen bir yabancının başına gelenler bu denli ilginç olmayabilirdi; eğer yazarın eklediği fantezilerin ilginçliği ve senaristle ve rejisörün başarısı olmasaydı. Bir de tarihten kalma hınçların etkisiyle Türkler konusunda kötü, çirkin ve zalim ne söylenirse tartışmasız kabul etmeye hazır olanların önyargısı. Yoksa, birazcık sağduyusu olan herkes, “Canım, Türk olan her şey bu kadar da kötü olamaz ki” diyebilirdi. Diyelim ki İmralı ya da başka bütün hapisanelerdeki koşullar, işkenceler, polisler, gardiyanlar hep kötü, hatta filmdeki müdür de öyle; peki onun iki çocuğu da mı çirkin olmak zorundaydı? ıl, 1978. Filmin Londra “gala”sı yapılmış ve o gecenin binlerce sterlinlik geliri “düşünce suçları”ndan hapse atılanların kurtarılması için kurulan “Amnesty International” adlı örgütün İngiltere şubesine bağışlanmış. O sıralar, bu çok yaygın, “ciddi, tarafsız, ideolojiler üstü” kuruluşun merkez yönetim kurulundaki tek başkan yardımcısı da bir Türk. Londra’da olup biteni duyunca tepesi atmış, kurulu olağanüstü toplantıya çağırarak, galadan alınan bağışın iadesini istemiş. Çünkü, film ırkçıdır; konunun düşünce suçuyla ilgisi yoktur ve önyargılı oluşu kuruluşun ününü zedeleyecektir. Bu itiraz üzerine bir bilirkişi kurulu oluşturulur; bir Amerikalı profesör, Hamburglu bir Alman işadamı ve Sri Lankalı hukukçudan oluşan heyet gidip filmi seyreder. Sonuç: Film ırkçı ve önyargılıdır, bağış iade edilmelidir. Edilmiştir de. ün Reha Erus’un Roma’dan bildirdiğine göre, İtalya’nın en büyük gazetelerinden Corriere della Sera önceki gün yayımladığı bir haberde, kalpleri kırık Türklerce tam bir olgunlukla kendisine İstanbul’da konuşma hakkı bahşedilen Billy Hayes’in şimdi özür dilediğini ve “yeni bir senaryoyla Türklerin iyi taraflarını anlatma” sözü verdiğini yazmış. O “ekspres”in olağanüstü ağır bir marşandiz treni gibi ancak otuz yılda hidayete ermiş olması sevindirici de, ister istemez, “İyi tarafımız hiç mi yok ya da yapımcılarımız o kadar mı duygusuz ve beceriksiz ki onlardan beklenen Alan Parkervari bir film niçin hâlâ tünelden çıkmadı” diye sormaz mısınız? D Y mumtazsoysal@gmail.com İsmail Hakkı Tonguç’u Yaşatmak Zamanıdır! Doç. Dr. Güler YALÇIN Köy Enstitülerini Araş. ve Eğ. Geliş. Der. Başk. smail Hakkı Tonguç 23 Haziran 1960ta aramızdan ayrılmadı, yaptıkları öylesine kalıcı idi ki, kuşaktan kuşağa aktarılarak günümüze daha canlı bir biçimde ulaşıyor. Çünkü o, on binlerce unutulmuş genç insanı yaşadıkları köşelerden çıkarıp can veren, bilgiye nasıl ulaşılacağının ve bilginin hayatı nasıl kolaylaştıracağının anahtarını da veren bir eğitim sistemi ile Türkiye’de sosyal ve ekonomik bir devrimi sessizce başlatmak isteyen büyük bir insandı. Onun kitaplarından, sosyal devrimle ve ekonomik devrimin ayrılmaz bir bütün olduğu düşüncesinde olduğunu anlıyoruz. Nitekim, kurduğu sistem genel kültür dersleri, teknik dersler ve tarım dersleri, çeşitli üretim alanları, kooperatifleri, döner sermayesi ile kusursuz bir bileşimden oluşmaktaydı. CHP iktidarı Köy Enstitüleri ile eşzamanlı olarak “Çiftçiyi Topraklandırma Yasası”nı hayata geçirmeyi planlamıştı. Bizzat İsmet İnönü’nün ve CHP’nin kararıyla, Anadolu’da eğitim sistemi bütünüyle Köy Enstitülerinin inisiyafitine devredilmişti. Bazı şehirlerde valiler, Köy Enstitüsü müdürlerine, “Devlet içinde devlet mi oldunuz?” sorusuyla bu durumu çok veciz bir şekilde anlatmışlardır. Tarım Bakanlığı, İçişleri Bakanlığı ve Sağlık Bakanlığı ile işbirliği içinde yürütülecekti bu değişim. Ne yazık ki bu bakanlıklar da, zamanın “güzel gözlü” üretken Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in becerisine ulaşamadılar ve projeyi İ yeterince desteklemediler. Devrim süreci uzun sürmedi. İsmail Hakkı Tonguç’un bu köklü değişim planının başından beri farkında olan toprak ağaları, 1946 yılında (ilk olarak 1942 yılında mezun olan Köy Enstitülülerin, tüm ülkede etkin olmaya başladıklarının fark edildiği yıllar) CHP içinde ağırlıklarını koydular. Onlar için en acil iş bu yeni tehlikenin önüne geçmekti. Önce Köy Enstitülerinin programlarını değiştirdiler. Islahat dönemi başladı. Eğitim felsefesini değiştirerek milliyetçi kadroları enstitülere yerleştirdiler ve bu devrimin önünü kestiler. 1954 yılında isimleri değiştirilerek tamamen kapatıldı. Köy Enstitüleri sistemi ile eğitim ve kalkınma birlikte ele alınmış, tüm ulusal değerlere sahip çıkılmıştır; eğitim felsefesi günümüz için de yeniliğini korumakta ve evrensel bir nitelik taşımaktadır. Şimdi, bu seçim öncesi ve sonrasında CHP’nin, diğer sol partilerin ve aydınların önünde önemli bir görev vardır. 19361946 yılları arasında Atatürk’ün inisiyatifi ile başlayan, fakat ölümünden sonra yarım bıraktırılmış olan bu köklü değişim projesinin günümüz koşullarına uyumlanarak, hayatın her alanında uygulanmasının yollarını açmak için kolları sıvamak. Çünkü ülkemiz genç nüfusu, coğrafyası ve tarihi birikimiyle, ne Avrupa Birliği’ne, ne de kapitalist dünyanın diğer ekonomik ve sosyal örgütlerine gereksinim duymadan, kendi öz gücünü kullanarak böyle bir köklü dönüşümü yeniden başaracak güçtedir. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear