26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 NİSAN 2007 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Hızlı tören Kafasına taktığı hareket memuru şapkası ile yol verdiği hızlandırılmış tren 40 yurttaşın ölümüne gitmişti... Yerine konulacak hızlı trenin 5 Aralık 2005’te hizmete konulacağı duyurulmuştu. Daha sonra bu tarih 29 Ekim 2006’ya ertelendi. Yine tutturulamadı. Bu kez, 23 Nisan 2007’de hattın tamamının değil de AnkaraEskişehir bölümünün “deneme” seferleriyle hizmete gireceği açıklandı. Temsili çocuk makinist bulunamadığından olacak, bu tarihte de hızlı treni görebilme şerefine erişemedik. İş şaka konusu olmaya başlamıştı ki, 26 Nisan günü Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım çarçabuk bir tören düzenleyip EsenkentHasanbey arasında deneme seferlerini başlattı. Ama, nasıl? Törenin tümüyle yaklaşan seçimler nedeniyle kamuoyunu yanıltmaya yönelik olduğunu dile getiren Birleşik Taşımacılık Çalışanları Sendikası Genel Başkanı Yunus Akıl’a göre şöyle: “EsenkentHasanbey hattı olmasına rağmen sadece tek hatta deneme sürüşlerinin yapılması söz konusudur. Deneme seferi yapılan hat kesiminde gerek sinyalizasyon, gerekse elektrifikasyon sistemleri noksandır. Hattın diğer yolunda ise bu sistemler henüz yapılmamıştır. Deneme seferinde kullanılan hızlı tren seti bu hat için imal edilen değil, açılışa yetiştirilmek üzere İtalya’dan yüksek meblağlar ödenerek kiralanan bir settir. Araçlar bu hat üzerinde bu haliyle en fazla 100 km/s hız yapabilecektir. Ayrıca hatta kullanılacak tren setlerinin İspanya’ya sipariş edilmişken sadece 4 aylığına İtalya’ya deneme seferleri için 3.2 milyon Avro ödenmesi, ülke kaynaklarının heba edilmesidir. Tren setini kullanan personel TCDD personeli olmayıp, hızlı tren setiyle birlikte kiralanan İtalyan personeldir. Sürücü 16 TCDD personeline sadece 2 haftalık eğitim verilmiştir. Eskişehir’de hattın nereden, nasıl geçeceği halen tartışma konusudur. Bu konuda fiziki bir çalışma yapılmamıştır. Yine hattın Ankara Esenkent kesimi içinde fiziki çalışmalar yapılmamış, İstanbul’da ise MARMARAY bağlantısı netleşmemiştir.” AKP’nin hızlı trenine, ancak böyle bir hızlı açılış yakışırdı doğrusu... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Artistik hizmetler Azınlık oyuyla çoğunluk diktasına koşan kendisi. Kimseyi dinlemeden kararlar alan kendisi. Muhalefeti dışlayıp fırsat bu fırsat devletin tepesine yol arkadaşını atamak isteyen de kendisi. Poz, “en demokrat” pozu... Resmi evrakta sahtecilik hükümlüsünü müşavir yapıyor. Açsan dosyalarını, suç fışkırıyor. Poz, “en dürüst” pozu.... Ülkenin etrafı ateş çemberi, seyrediyor. İçeride aslan parçası, dışarıda süt dökmüş kedi. Felaket desen, iktidarıyla anılır oldu. Gel gör ki, felaketlere yol açan fırsatçılara fırsat tanımayacağını söyleyen de o. Poz, “en devlet adamı” pozu... Bürokrat açıklama yapıyor, sivil miting yapıyor, asker uyarıyor... Poz, “en mağdur halk kahramanı” pozu... Poz kasılması denen bir şey gelirse başına, çevresindekiler deneyimli, balyozla açarlar artık... Lastik Geçmişte TSK’nin üst düzey kadrolarında görev yapmışlarla konuştuk. Muhtırayı değil de, muhtıranın olası sonuçlarını çok somut bir dille değerlendirdiler: “Aynı kafada ısrar ederlerse çok daha kötü duruma düşerler. Akıllarını başlarına toplamaları ve anlamaları lazım. Dönüşü yok bunun.” Bilirsiniz, lastikle oynayan çocukları şöyle uyarırlar: “Germe çocuğum, kopar, elin uf olur sonra!” Çağlayan’ın Mesajı “Türkiye’de konuşulan dil bir demokrasi dili değil, güç dili...” demiştim son yazımda. Yazıyı geçtim. Akşamına “muhtıra” geldi! Cumartesi, gün boyu TV karşısında oturdum. Saatler süren canlı yayınlar, yorumlar, “derin analizlerde”... muhtıra ve hükümetin yanıt niteliğindeki açıklaması tartışıldı. Muhtıra ve darbelerin türlü çeşidini görmüş geçirmiş gazeteciler, “resmi geçit” halinde 17 saat arayla gelen iki açıklamanın “satır aralarını”, “noktalarını”, “virgüllerini”, “ünlemlerini”, “söylenenleri”, “söylenmeyenleri”... masaya yatırdı. Geçmişteki örnekler, “emuhtıra” ile karşılaştırıldı. “Benzerlikler”, “farklılıklar”... “Bu kez ne dendi?” “Ne denmek istendi?” “Kime, ne mesaj verildi?” “Sis perdesi” ardında, “gizli şifreler” bulunup çözülmeye çalışılıyor... Tuhaf olan şu: Sırf “atanmışların” değil, “seçilmişlerin” “şifrelerini” okumak da saatler alıyor! Yorgunluktan bitap düştüğümüz anda, “gerilimin düştüğüne” hükmediliyor! Tribünler önünde “kuyruğu dik tutan” hükümetin başı, meğerse kapalı kapılar ardında Genelkurmay’la “verimli” (yani “alttan alan”) bir telefon konuşması yapmış! Şimdi ne olacak? Cumhurbaşkanlığı? Erken seçim? Kimse bilmiyor! Bilmiyor ama ezber bozulmuyor: “Demokratik sürece müdahale edilmiştir!” Gerçekleri saptıran kitap Tarih öğretmeni, yazar Abdulkadir Paksoy, önemli bir görev yapmış, liselerde okutulan “İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” kitabında gericilik ve tarikatlarla ilgili kimi bölümlerin, sözcük ve yorumların cımbızlandığını, tarihsel olayların saptırıldığını ortaya çıkarmıştı. CHP’li Mustafa Gazalcı da konuyu Milli Eğitim Bakanı’na yönelttiği bir soru önergesi ile TBMM’ye taşımıştı. Bakan Hüseyin Çelik, geçen hafta sorulara yanıt verir gibi yaptı. Ya da Mustafa Gazalcı’nın deyişiyle yanıt vereceğine, kitaptaki çarpıtmaları savundu: “Atatürk’ün ulus ve ulusçuluk ilkesi niçin yalnızca lise 3. sınıflarda okutuluyor, zorunlu öğretimdeki sınıflarda okutulmuyor sorumuza Bakan, ‘Atatürkçülüğün temel ilke ve esasları, tek bir dersin konusu olarak görülmemekte, bütün derslerde işlenmektedir’ demiş. Yine niçin tarikatlar, Tekke ve Zaviyeler, II. Abdülhamit ve Vahdettin, 31 Mart olayı, Mustafa Kemal’in Samsun’a çıkışı, laiklik gibi konular eskiden okutulan devrim tarihinden farklı ele alınmıştır sorumuza, ‘…bu konular adı geçen diğer ders kitaplarındaki anlatımla bire bir aynı olmasa da dersin içeriğine uygun bir yaklaşımla yazılmıştır’ demiş. Şeyh Sait, Derviş Mehmet eski kitapta olduğu gibi niçin bir tarikat mensubu olarak yazılmamıştır sorumuza, ‘dini etkinliği olan’ kişi olarak yazılmıştır denerek tarikattan söz etmemiş. Kısacası, kitaptaki saptırmaları savunmuş. Gerçi ulusallığı kabul etmeyen bir Ulusal Eğitim Bakanı’ndan, ‘Yanlışlık düzeltilecek, devrim tarihini saptıranlardan hesap sorulacak’ demesini beklemiyorduk. Kendisine yakışanı yapmış.” Gazalcı, çarpıklığın giderilmesi için velileri dava açmaya, üniversitelerin tarih bölümlerini ve Türk Tarih Kurumu’nu da kamuoyunu aydınlatmaya çağırıyor... Bir önemli gelişmeyi de aktarmakta yarar var: Konuyla yakından ilgilenen Eğitimİş Sendikası ve duyarlı hukukçular dava açmak için hazırlıklara başladılar bile. Demokrasiye ‘rüşveti kelam’ Hayatımda “demokrasi” sözcüğünün bu kadar sık ve böylesine rasgele kullanıldığı bir ortam hatırlamıyorum. Hangi demokratik süreç? “Şeffaflık” demek olan “demokrasi” bunun neresinde? Demokrasi ile “muhtıra”nın yan yana gelemeyeceği açık. Ama AKP’nin Cumhurbaşkanlığı sürecinde çıkardığı performansın “demokrasi”nin neresine oturduğunu, birilerinin çıkıp anlatması lazım! İzaha muhtaç olan nokta bu. “Muhtıra”, bu “açıktan” doğuyor! Varsa yoksa “şifre çözmek”! Ardından “demokrasi” adına ağız dolusu “rüşveti kelam” etmek... Ne rahat iş! Tak kaseti teybe, konuş konuşabildiğin kadar... Var ya. “Ağzı olan konuşuyor”! O hesap. Demokrasi denilen rejim eşit, özgür, egemen, ülke sorunlarına ilişkin kararlarda söz sahibi insanların rejimidir. Demokrasi, idare edilen insanlara “söz hakkı” demektir. Demokrasilerde idare edilen kişiler, yönetimi etkiler ve de denetler. Var mı böyle bir durum? Cumhurbaşkanlığı gibi, devletin en kilit makamına çıkacak isim, son ana dek bir adamın iki dudağı arasında “kozmik sır” olarak saklanıyor; Meclis koridorlarında bir “İslamcı pazar” kuruluyor ve “367 borsasına”, “15 milyon Euro” tahsis ediliyor (“Corriere della Sera” 29 Nisan)... Bunun adı “demokrasi” oluyor! Yok ya! Bunun “demokrasi” ile ne ilgisi var? ÇALIŞANLARIN SORULARI/SORUNLARI YILMAZ ŞİPAL KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Yurtdışında Çalışan Emekli SORU: Ben Türkiye’de ve Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan, 25 yıllık sigortalı ve 5.000 günden fazla prim ödeyerek 20 yıl önce emekli oldum ve bana emekli aylığı da bağlandı. İş yerim emekli olduktan kısa bir süre sonra beni Almanya’daki şubesine atadı. Benim bu yurtdışında geçen çalışmalarım nedeniyle Alman sosyal sigortasından da emekli olmaya hak kazandım. Bana Almanya sigortası emekli aylığı bağlayacak. Sorum ve sorunum şöyle: Almanya’daki Türk arkadaşlarım Alman sigortasından emekli aylığı almamla birlikte, Türkiye’den ve SSK’den aldığım emekli aylığımın kesileceğini söylediler. Bu söylenti doğru mudur? (E.T.) YANIT: Sorunuzun yanıtı Yargıtay kararlarında verilmiştir. (1) “ÖZETİ: Sosyal Sigortalar Kurumu’ndan yaşlılık aylığı almakta olan sigortalının yurtdışında çalışmaya başlaması halinde yaşlılık aylığı kesilmez. (…) Davacıya Türkiye’deki çalışmaları göz önünde tutularak ....tarihinden itibaren aylık bağlandığı uyuşmazlık konusu değildir. Uyuşmazlık, yurtdışındaki çalışmalar değerlendirmeye alınmaksızın salt Türkiye’deki çalışmalar göz önünde tutularak 506 sayılı Yasanın 60 ve ardından gelen maddeleri gereğince sigortalıya maaş bağlandıktan sonra sigortalının yurtdışında çalışmaya başlaması durumunda yaşlılık aylığının kesilip kesilmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Davacının 506 sayılı Yasaya tabi olarak çalıştığı prim ödeme gün sayısının 7800 gün, sigortalılık başlangıcının da .... tarihi olduğu göz önünde tutularak SSK’nin 60/Ac maddesi gereğince yaşlılık aylığı bağlandığı dosyadaki bilgi ve belgelerden açıkça anlaşılmaktadır. Öte yandan, Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 63A maddesine göre, bu kanuna göre yaşlılık aylığı almakta iken, sigortalı olarak çalışmaya başlayanların yaşlılık aylıkları çalışmaya başladıkları tarihte kesilir. Madde ile; Türkiye’de 506 sayılı Yasaya tabi sigortalı olarak çalışanların amaçlandığı açıktır. Başka bir anlatımla, yurtdışındaki çalışmaların, 506 sayılı Yasaya tabi sigortalı olarak değerlendirilmesine olanak olmadığı ortadadır. Nitekim bu yön aynı maddenin (B) bendinde, sigortalı olarak bir işte çalışmaya başlayanların yazılı talepte bulunmaları halinde yaşlılık aylıklarının ödenmesine devam olunacağı, ancak bunlardan … oranında sosyal güvenlik destek priminin kesileceği, bu primin 1/4’ü sigortalı hissesi, 3/4 işveren hissesi olduğu açıkça vurgulanmıştır. Kuşkusuz sosyal güvenlik destek primi kesecek işverenin Türk işveren olduğu açık seçiktir. Bundan başka, Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan sosyal güvenlik anlaşmasında da, yaşlılık aylığının kesileceğine ilişkin bir düzenlemenin de mevcut olmadığı da söz götürmez.(…)’’ ( Yargıtay 21. Hukuk Dairesi, 28.6.1999 Tarih, 1999/969 Esas ve 1999/4934 Karar) (2) “ÖZETİ: Yurtdışındaki çalışmalarını borçlanmak suretiyle yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalının yurtdışındaki çalışmasını devam ettirmesi halinde yaşlılık aylığı kesilmez. (…) Uyuşmazlık, davacıya, yaşlılık aylığı bağlanması için, yurtdışında çalıştığı işten ayrılması gerekip gerekmeyeceği noktasında toplanmaktadır. Bu yönüyle, davanın yasal dayanağı belirgin olarak, 506 Sayılı Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 60/H ve 62. maddeleridir. Anılan 60/H bendinde yaşlılık aylığından yararlanmak için sigortalının çalıştığı işten ayrılması ve yazılı istekte bulunması hükmü öngörülmüştür. Maddede, sözü geçen “sigortalı olarak çalıştığı işten ayrılacak” sigortalının, 506 Sayılı Yasaya tabi sigortalı olarak çalışanların amaçlandığı, giderek yurtdışında yabancı işverene tabi olarak çalışan sigortalıların amaçlanmadığı açık seçiktir. Başka bir anlatımla, yurtdışında çalışanların, 506 Sayılı Yasaya tabi sigortalı olarak değerlendirilmesine olanak olmadığı ortadadır. Hal böyle olunca, Sosyal Sigortalar Kanunu’nun 60/H ve 62. maddeleri yalnız Türkiye’de çalışmak suretiyle yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalılara uygulanacağı, yurtdışındaki çalışmalarını borçlanmak suretiyle yaşlılık aylığına hak kazanan sigortalılar için uygulanmayacağı tartışmasızdır. Öte yandan, Türkiye ile Federal Almanya arasında imzalanan Sosyal Güvenlik Anlaşması’nda da, yaşlılık aylığı bağlanması için sigortalının işinden ayrılacağına ilişkin bir düzenlemenin mevcut olmadığı da söz götürmez. Bundan başka, bir an için davacıya yaşlılık aylığı bağlanması için işinden ayrıldığı kabul edilse de, tekrar çalışmaya başlaması durumunda, hakkında 506 Sayılı Yasanın 63. maddesinin uygulanacağı söylenemez. (…)” (Yargıtay Hukuk Genel Kurulu 13.2.2002 Tarih, 2002/2193 Esas ve 2002/173 Karar) Kaynak : (1) Lebib Yalkın Yayınları, Yüksek Mahkeme Kararları, Sıra No : 577 (2) Lebib Yalkın Yayınları, Yüksek Mahkeme Kararları, Sıra No : 632 ‘Kaç kişiyiz saysana!’ İslamcı iktidar, düşünülebilecek en dayatmacı yöntemlerle “son kaleyi” de ele geçirmeye kalkışmış ve “karşıt güçlerin” yanıtıyla karşılaşmıştır. “Güç diliyle” konuşmuş, “güç diliyle” yanıt almıştır. Olay bu. Bir demokratik Türkiye yok mu? Var. Ama o şimdilik bu denklemin dışında, meydanlarda konuşuyor. Tandoğan’dan, Çağlayan’dan sesini yükseltmeye çalışıyor. Bir yandan “Şeriata hayır!” derken, bir yandan da “Darbeye hayır!” diyor. Merkez sağ ve merkez sola “Birleşin!” mesajı veriyor. Ve en önemlisi “söz hakkı” istiyor: “Tayyip baksana! Kaç kişiyiz saysana!” Dün, Çağlayan’a akan yüz binlerin arasında ben de vardım. En sık yinelenen slogan buydu. Türk halkı artık yalnız ”gücü” her eline geçirenin kendinden yana saydığı toptancı “millet” olarak değil, perakende ve tekil “yurttaş” olarak da “sayılmak” istiyor! Farklı siyasi taleplerin tanınmasını, kayda geçilmesini istiyor. Vargücüyle, “Sözüm şimdi sola. Aklını başına topla!” diye haykırıyor. “Demokrasiden” bahsedeceksiniz, saatlerle nokta virgül Ankara açıklamalarına gömülen esrarlı şifreleri değil, “meydanlardaki şifreleri” çözeceksiniz. Meydanların “şifresi” yalnız AKP’ye mesaj vermiyor. “Vatandaş” bu ülkede artık sayılmak istiyor ve bu “güç diline son!” diyor. HARBİ SEMİH POROY nilgun?cumhuriyet.com.tr HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 30 Nisan www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Güneş’in 1 görünürdeki bir yıllık ha 2 reketini yap 3 tığı çember. 2/ 4 Tekerleğin ortasında, ağaç 5 parmaklıkla 6 rın sokulduğu 7 çevresi delik8 li ağırşak... Şarkının sert 9 bir biçimde vurgu1 2 3 4 5 6 7 8 9 landığı disko müzik 1 İ S K O R Ç İ L A üslubu. 3/ Halojen2 F A İ K E B A T ler grubunun dördün3 A R K U L AMA cü ametali olan ya4 D O S T E R lın cisim... Erkek geN E Ş E yik. 4/ Bir ay adı. 5/ 5 E S K İ İ R O K İ L Bir gıda maddesi... 6 7 A P R O N İ R İ Albeni. 6/ Eldiven 8 L A İ K A Y A Z yapımında kullanılan işlenmiş domuz 9 İ S K O R Ç İ N A derisi... Romanya’nın plaka imi. 7/ Asya’da bir ülke. 8/ Eski dilde yardım... Yaklaşık 30 gram ağırlığında bir tartı birimi. 9/ Unvan... Keman yayı. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Tıp dilinde sara hastalığına verilen ad. 2/ Küçük körfez... Bir yapının damında çevresi ve üstü açık yer. 3/ Fransa’da bir kent... PapuaYeni Gine’nin para birimi. 4/ Doğaçtan, hazırlıksız, içten geldiği gibi. 5/ Panama’nın plaka imi... Büyük delikli kalbur. 6/ “Gül , sümbül perişen, bağzârın şevki yok” (R. Mahmut Ekrem). 7/ Düşünülenin tersini söyleyerek yapılan ince alay... İyice yanarak ateş durumuna gelmiş kömür ya da odun parçası. 8/ Yaşamsal sıvı... Dal, kol. 9/ Tahitili kadınlardan esinlenerek yapılmış bir plaj giysisi... Tavlada “üç” sayısı. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear