26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
17 NİSAN 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA KÖY ENSTİTÜLERİ 7 KÖY ENSTİTÜLERİNİN BAŞARDIKLARI Aydınlanma ışığı 67 yaşında öylerde yaşayan ve nüfusun yüzde 80’ini oluşturan halkın bilinçlenerek üretime katılmasını ve köylerin kalkınmasını sağlamak amacıyla 17 Nisan 1940 tarihinde 3083 sayılı yasayla, Milli Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in ve fikir babası İsmail Hakkı Tonguç’un önderliğinde kurulan ‘Köy Enstitüleri’ bugün 67. kuruluş yıldönümünü kutluyor. Köy Enstitüleri, nüfusunun yüzde 80’inden fazlası köylü olan 1930’lar Türkiye’sini kalkındırmak amacıyla kurulan, üretime dönük öğrenimi öngören eğitim kurumlarıdır. Anadolu’nun aydınlanması için köy çocuklarının alındığı bu okullarda öğrenciler, amaca uygun olarak eğitildikten sonra geldikleri köylere tarım, iş, sanat, sağlık alanlarında donanımlı öğretmenler olarak geri gönderiliyorlardı. 1940 yılından baş DÜZ YAZI ORHAN BİRGİT K layarak tarım işlerine elverişli geniş arazisi bulunan köylerde açılan okullar, Anadolu’nun okulsuz ve öğretmensiz olduğu gerçeği göz önünde bulndurularak dönemin Başbakanı İsmet İnönü’nün himayesinde ve Milli Eğitim Bakanı Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç’un çabalarıyla öğrenim hayatını devam ettirdi. Ancak köylülerin aydınlanmasından rahatsız olan toprak ağaları, Cumhuriyet karşıtları ve din istismarcılarının çıkarlarının tehlikeye girmesi nedeniyle Köy Enstitüleri 1950 yılında kapatılma sürecine girdi ve 1954 yılında kapatıldı. Fakir Baykurt, Talip Apaydın, Mahmut Makal, Mehmet Başaran ve Dursun Akçam gibi önde gelen yazarlar ve düşünürler bu okullarda yetişmişlerdir. Laik, bilimsel eğitim başladı Yüzyıllardır biriken feodal toplumun üretim ve yaşam biçimini ortadan kaldırmaya başlamıştır. Bilimsel ve felsefi anlamda laik eğitim başlamıştır. Feodal toprak rejiminin değişimi, toprak ağalarının kendilerinin ortadan kaldırılma tehdidini hissetmelerine neden olmuştur. Sanayi için eğitilmiş, nitelikli iş gücü oluşmaya başlamıştır. Sanat, edebiyat, bilim ve teknolojide olumlu beklentiler oluşmuştur. Atatürk’ün özlediği demokratik toplum ve kültür için kurumsal altyapı oluşmaya başlamıştır. Ataerkil toplumdan çekirdek aile toplumuna dönüş belirtilerini vermeye başlamıştır. Ezberci değil, analitik düşünensorgulayan birey yetiştiren demokratik ve üretici eğitim başlamıştır. 14 Nisan Sonrasını Düşünmek Cumhuriyet Mitingi’ni değerlendirenlerin ortak buluşma noktaları arasında 14 Nisan’dan sonra, yeni bir dönemin başlama beklentisi öne çıkıyor. O beklentiyi, iki taraflı olarak ele almak gerektiğine inanıyorum. Birincisi, cumartesi günü yüz binleri başkent alanlarında ve Anıtkabir’de buluşturan nedendir. Birçoğumuz haklı olarak bu nedeni on birinci cumhurbaşkanının seçimi ile bağlayarak, aylarca önce “Tehlikenin farkında mısınız” sorusunu yöneltti. 14 Nisan’da başkentte toplananların bu soruya verdikleri mesaj, “Evet farkındayız ve öyle olduğu için de buradayız” idi. Yarın akşam, yani 18 Nisan gecesi saatlerin gece yarısını gösterdiği anda, Başbakan’ın, on birinci cumhurbaşkanlığı için, parlamentodaki çoğunluğuna dayanarak, o çoğunluğun imzaları ile adaylığını koyması benim için şaşırtıcı olmayacaktır. Erdoğan’ın, seçim takvimine göre, büyük olasılıkla 26 Nisan günü yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turuna yönelik, başta düne kadar kan düşmanı saydığı Erkan Mumcu’nun desteğini almak için bugün parlamentoda temsil edilen CHP dışındaki partilerden oy isteme turlarına başlayacağı da biliniyor. Başbakan’ın aradığı destek, kendisine oy verilmesi değil; ondan çok daha önem taşıdığı nihayet fark edilen şeydir. Yani, milletvekillerinin birinci gününden başlayarak Cumhurbaşkanlığı seçimi için parlamentoda 367 üye olarak hazır bulunmalarını sağlamaktır. Diyelim ki, Erdoğan bu girişiminde başarılı oldu ve birinci birleşimde 367’lik katılımı da sağlatarak dördüncü tur sonunda muradına kavuştu. KÖY ENSTİTÜLERİNİN KURULDUĞU YERLER Mezunlar, “Köy Enstitüleri kapanmamış olsaydı bugün hocayla, muskayla, ulemayla kimse uğraşmayacaktı” dedi Asıl görev... 14 Nisan’da öncülerini başkentte bir araya getiren cumhuriyetçilerin asıl görevi, bence ondan sonra başlayacaktır. O görev, temmuz ayı ortasında yapılacağı artık sık sık yinelenen erken genel seçimler için, geçen hafta sonunda Tandoğan’da toplanmış olanların da Deniz Baykal ve Zeki Sezer’e verdikleri sözlü muhtıranın bir an önce yaşama geçirilmesidir. Yani seçimlere öncelikle CHP ve DSP’nin birlikte katılmasının önünü açmaktır. O buluşmanın çatısı altına, öteki başka partileri de dahil etmektir. 14 Nisan günü başkent alanlarında ve sokaklarında görünen manzara, şayet öyle bir birliktelik gerçekleşecek olursa, temmuz seçimlerinde AKP’nin defterinin dürüleceğinin kanıtıydı. CHP Genel Başkanı’nın, miting alanında kendisine bu konuda soru yönelten gazetecilere verilmek istenilen mesajı aldığını söylediğini okuduğum zaman, gözlerime inanamadığımı söylemeliyim. Bu tereddüdüm, Baykal’ın dünkü Milliyet’te Fikret Bila ile yaptığı söyleşiyi okuyunca, ne yazık ki daha da güçlendi. Çünkü ana muhalefet partisinin sayın genel başkanı, geçen hafta bugünlerde, Tandoğan toplantısı için ısrarla izlediği uzaktan gözlemci olma stratejisini unutmakla kalmamıştı. Cumhuriyet Mitingi’ne yoğun katılım için “...iki yıla yakın süredir verdiğimiz mesajların algılandığının kanıtlandığı”nı da söylemişti. Bu kadarla da yetinmiyor Baykal, bundan sonraki görevinin bu mesajlarının ulaşmadığı halk kesimlerine de bunu iletmek, “onların da gerçeği görmelerini sağlamak” olacağını da söyleyebiliyor! 2005 Temmuz’unda halkı göreve çağırıyorum diye yaptığı basın toplantısının 14 Nisan’da Tandoğan Meydanı’nda sonuç verdiğini mutlulukla gördüğünü, bu mitingden iki gün sonra iddia ederek, o yüz binleri kendi çağrısına yanıt veren kişiler olarak gösteren bir siyasetçi, toparlanma, bir araya gelme doğrultusunda kendisine yönelik beklentilere somut ve gerçekçi yanıtlar verebilir mi? Bila’ya söylediklerinin tümünü okuyanlar, bu konuda derin bir düş kırıklığı içinde kalacaklardır. ‘Her şey daha farklı olabilirdi’ NEZİR ŞENER MEHLİKA AKGÜN K öy Enstitüsü mezunları, Türkiye’nin en ücra köşelerinde kurulmuş okulların üretime yönelik bir sistem olduğunu belirterek öğretim metodunun ‘yaparak, işleyerek, yaşayarak’ hayata geçirmek olduğunu anlattılar. Mezunlar, Enstitülerde demircilik, marangozluk, inşaat, resim, müzik, tiyatro atölyelerinin olduğunu, boş zamanlarda ise öğrencilerin halk oyunları oynamaya, kitap okumaya yönlendirildiklerini belirterek “Tarımcılıkla ilgilenen öğrencilerin dinlenme saatlerinde bile ellerinden mandolin, akordeon ya da bir Batı klasiği eksik olmazdı” diye konuştular. Enstitülerin kapatılmasında, politik baskıların yanı sıra tarım politikalarının ve din istismarının da etkili olduğunu belirten Enstitülüler, “Eğer Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı her şey farklı olacaktı. İdealimiz Atatürk’ün izinden gitmekti. Bugün hocayla, muskayla, ulemayla kimse uğraşmayacaktı” diye konuştular. ‘Din eğitimi isteyenler REFET ÖZKAN V an Erciş Köy Enstitüsü’nden 1954 yılında mezun olan Nezir Şener, Köy Enstitülerinin ülkenin en ücra yerlerini aydınlatmak üzerine kurulmuş, üretime yönelik bir sistem olduğunu söyledi. Şener, öğretim metodunun ‘yaparak, işleyerek, yaşayarak’ olduğunu dile getirdi. Enstitülerin kapatılmasında politik baskıların yanı sıra tarım politikalarının ve din istismarının da etkili olduğunu belirten Şener, “Tarım politikalarını kendi çıkarları doğrultusunda yürütmek isteyen insanlar, parlamentoya girdi. Ülkenin kalkınmasını din eğitimine endekslemeye kafasını koyanlar bir yerde imam hatip okullarının zeminini hazırladılar” diye konuştu. Son senelerde Köy Enstitülerine atanan öğretmenlerin her şeyi komünizmle ilişkilendirip, okunan kitapları incelediklerini anlatan Şener, “Oynadığımız halk oyunlarını bile komünist kamplarında yapılan etkinlikler diye küçümseyenler vardı. Son yıllarında baskılar nedeniyle uygulamalı çalışmalar azaldı, ezberci eğitim sistemine geçildi” dedi. Bugün artık öğretmen okulu diye bir şeyin kalmadığını belirten Şener, “Şimdiki öğretmenler rastlantısaldır. Bugün göstermelik bir formasyonla öğretmen olunabiliyor” eleştirisini yaptı. ‘Tüm dersler uygulamalıydı’ sparta Gönen Köy Enstitüsü’nden 1948 yılında mezun olan Refet Özkan, Köy Enstitülerinde tüm derslerin uygulamalı olduğunu dile getirerek “İş içinde, yaparak öğrenme gerçekleşiyordu” dedi. Eğitimin, 3 bölümden oluştuğunu dile getiren Özkan şu bilgileri verdi: “Derslerin yüzde 50’si edebiyat, coğrafya, tarih, sosyoloji gibi dersleri kapsayan kültür derslerinden; yüzde 25’i duvarcılık, demircilik, terzilik gibi teknik derslerden; geri kalan yüzde 25 ise tarım derslerinden oluşuyordu.” Köy Enstitülerinin, ürettikleri ürünlerden elde ettikleri paralarla kendilerini idare ettiklerini belirten Özkan, “Bakanlığın kendilerine ödenek göndermesini beklemeden kendi yağlarıyla kavruluyorlardı” diye konuştu. Özkan, Köy Enstitülerindeki eğitimin “Kızerkek karma eğitim verilmesi; eğitimin demokratik olması; yaparak, işleyerek eğitimin gerçekleşmesi” gibi 3 temel özelliğinin olduğunu da vurguladı. I SABRİYE İŞLER T HÜSEYİN YALÇIN NI OLMAKTAN ÇIKMALI, HAYATA GEÇİRİLMELİ’ Köy Enstitüsü Araştırma ve Eğitimi Geliştirme Derneği Başkanı Doç. Dr. Güler Yalçın, Köy Enstitülerinin bir tarih bilgisi ya da anı olmaktan çıkarılması gerektiğini belirterek “Bugünkü fiziksel koşulları göz önünde bulundurularak Köy Enstitülerinin eğitim felsefesinin ve öğretim yöntemlerinin geliştirilmesi ve eğitimin yeniden yapılması gerekiyor” dedi. Köy Enstitülerinin köye sadece öğretmen yetiştirmek için değil, meslek edindirme amacıyla kurulduğunu dile getiren Yalçın, “Enstitülerde yetişen öğrenciler ‘Kendin için değil, toplum için yararlı iş yapacaksın’ anlayışı ile eğitim görüyordu. Köy Enstitülerinde halkın ve köylünün eğitimi yapılıyordu. Bugün hiçbir eğitim kurumunda bu yok” diye konuştu. Eğitim sisteminin planlı olarak yeniden yapılandırılDoç. Dr. Yalçın masının bir devlet politikası olduğunu kaydeden Yalçın, sözlerini şöyle sürdürdü: “Ancak bu, hükümetler değişsin, iktidardakiler Köy Enstitüleri sistemini benimsesin, hayata soksun diye bekleyeceğiz anlamına gelmiyor. Buradan çağrıda bulunuyorum, eğitim bilimciler, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, eğitimle ilgilenen tüm kamu kuruluşları, eğitimin yeniden yapılanması konusuna sahip çıksınlar.” ‘A Güç birliğini de yine halk sağlamalıdır... Ama, bence hayır. Şayet cumhuriyetin kazanımlarını korumayı kendi yurttaşlık görevlerinin olmazsa olmaz koşulu sayıyorlarsa, cumartesi günü başkent alanlarını ve sokaklarını dolduran o yüz binler ile onların sözcüleri olarak 14 Nisan buluşması için Ankara’ya göndermiş olan düşünce paydaşları, tıpkı Erdoğan’a yaptıkları gibi, genel seçimlere güç birliği yaparak girme yolunu kapatmaya yöneleceklere de, seslerini yükseltmelidirler. Diyelim ki, Erdoğan ya da işaret edeceği kişi on birinci cumhurbaşkanı oldu. Erkene alınmış genel seçimlerde, azınlıkta bırakılacak bir AKP’li parlamentonun oluşacağı Türkiye’de, o cumhurbaşkanı, kime dayanacaktır? O yapı içindeki Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne mi? Ya da cumhuriyetin kazanımlarını kendisi gibi görmeyen anayasal kurumlara mı? 14 Nisan’ı gerçekleştirenler, 15 Temmuz için sizi bekleyen tehlikenin bugünden farkına vararak, engelleri aşacak güç birliğini de sizler sağlayabilirsiniz... Köy Enstitülerinde okuyan öğrenciler, boş zamanlarında kitap okuyor, örgü örüyor, mendolin çalıyor. ‘Hem inşa ettik hem okuduk’ rabzon Beşikdüzü Köy Enstitüsü’nden 1946 yılında mezun olan Sabriye İşler, Köy Enstitülerinin çok özel, değişik bir sistemi olduğunu söyledi. “Öğretim, uygulayarak yapılıyordu. Enstitüde derslikler, yatakhaneler, öğretmen lojmanları her şey öğrencilerce yapılıyordu. Öğrenci bir şey öğrenecekse onu tatbik ederek öğreniyordu” diyen İşler sözlerine şöyle devam etti: “Türkiye’nin her yerinde 21 enstitü yapılmış, her bölgeye bir okul inşa edilmişti. Arı kovanı gibi hem inşa ettik hem de okuduk. Okulun ileri düzeyde kültür dersleri vardı. Her öğrenci mutlaka keman, mandolin ya da başka bir enstrüman çalıyordu. Her yöreye özgü halk oyunları oynanıyordu. İstiklal Marşı’nı 4 sesli olarak okuyorduk” İşler, mezun olduktan sonra ne kadar para kazanacaklarını değil, köyleri nasıl aydınlatacaklarını düşündüklerini kaydederek şunları söyledi: “Köye gittiğimizde sadece okuma yazmada değil, köylüye her konuda yardımcı olacak şekilde yetiştirilmiştik. Eğer Köy Enstitüleri kapatılmamış olsaydı her şey farklı olacaktı. İdealimiz Atatürk’ün izinden gitmekti. Bugün hocayla, muskayla, ulemayla kimse uğraşmayacaktı.” ‘Köyler imamlara teslim edildi’ Faks: 0 212 677 08 21 obirgit?ekolay.net İZMİR’DE ETKİNLİKLER K K Köy Enstitülerini anı olmaktan çıkarıp, ÖY ENSTİTÜSÜ MÜZESİ bu bilgileri genç kuşaklara aktarmanın asli görev olduğunu anlatan Yalçın, ikinci görevlerinin ise yeni projeler üretmek olduğunu söyleyerek “Bugün hangi kuruluşun bir okul açma projesi varsa, okulu açmadan Köy Enstitülerinin eğitim sistemini, eğitim felsefesini ve öğretim yöntemlerini incelemesi gerekiyor” görüşünü dile getirdi. Yalçın, açacakları “Köy Enstitüsü Müzesi” için her türlü materyale ihtiyaçları olduğunu belirterek kendisine 0216 346 77 17 numaralı telefondan ya da guyalcin@yahoo.com adlı mail adresinden ulaşılabileceğini söyledi. ırklareli Kepirtepe Köy Enstitüsü’nden 1945 yılında mezun olan Hüseyin Yalçın, Köy Enstitülerinde yetişen öğretmenlerin amacının, köylüyü bilinçlendirmek ve köyü kalkındırmak olduğunu belirterek “Köylü uyanmaya başlayınca ağa, bey, toprak sahipleri tedirgin olmaya başladı. Köylünün uyanmasını ve köylünün kalkınmasını hazmedemeyen bir zihniyet bizi baskı altına almaya başladı. Enstitü mezunu öğretmenlere komünist suçlaması yapılıyordu’’ dedi. Bugün köylerde öğretmen kalmadığını söyleyen Yalçın, “Öğrenciler okumak için taşımalı eğitimle, yatılı bölge okullarına gidiyor. Şimdi köyleri tekrar imamlara teslim ettik. Her köyde bir imam var ama her köyde bir öğretmen yok” dedi. “Köy Enstitüleri zamanında biz sadece okulun öğretmeni değil köylünün de öğretmeniydik” diyen Yalçın, “Din ağırlıklı bir partiyi iktidara getiren oylar yurttaşın bugün de bilinçlenmediğini gösterir. Köy Enstitüleri devam ettirilseydi, köylü hakkına sahip çıkardı, bu dünyanın yaşamaya değer olduğunu bilerek yaşayan, çalışan ve üreten bir toplum olurduk” görüşünü savundu. ‘Günümüzde düşünen birey yetiştirilmiyor’ İZMİR (Cumhuriyet Ege Bürosu) Yeni Kuşak Köy Enstitüleri Derneği (YKKED) Başkanı Prof. Dr. Kemal Kocabaş, kuruluşunun 67. yıldönümünde hâlâ enstitüleri konuşuyor olmanın, ülkede acil eğitim reformuna gereksinimden kaynaklandığını söyledi. Kocabaş, “Günümüzdeki eğitim sistemi, düşünen, sanatla barışık, özgüveni olan bireyler yetiştirmiyor” dedi. YKKED’nin etkinlikleri bugün saat 09.30’da Cumhuriyet Alanı’ndaki Atatürk Anıtı’na çelenk konulmasıyla başlayacak. Konak Belediyesi Dr. Selahattin Akçiçek Kültür Merkezi’nde saat 10.30’da başlayacak müzik dinletisinin yapılacağı ve şiirlerin seslendirileceği kutlamada Dr. Engin Tonguç da bir konferans sunacak. Kutmalar kapsamında ADD Dikili Şubesi de bir etkinlik düzenledi. Dikili Belediye Salonu’nda Dr. Alpaslan Berktay’ın konuşmacı olacağı etkinlik, bugün saat 17.00’da başlayacak. CUMHURİYET 07 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear