26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 16 NİSAN 2007 PAZARTESİ DIŞ BASIN 12 ABD ve İngiltere, Irak halkının birbirinden değil işgalden nefret ettiğini kabul etmeli DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Direnişin hedefi işgali bitirmek HAYFE ZANGANA (*) Fransa ve Avrupa Yol Ayrımında Fransız Cumhurbaşkanlığı seçimine bir hafta kala (22 Nisan) ikinci tura katılmaya hak kazanacak iki adayın kim olacağıyla ilgili ‘tahminler’ son güne kadar belirsizliğini korumuş görünmektedir. Birbiri ardına gelen kamuoyu araştırmalarına bakılırsa, ikinci tur için sağ’ın adayı Nicolas Sarkozy ile sosyalistlerin adayı Segolene Royal’e, diğerlerine göre daha fazla şans tanınıyor. Ancak merkez sağa oynayan François Bayrou’nun son kamuoyu yoklamalarına göre yarışı Royal’in hemen arkasında sürdürdüğü anlaşılıyor. Yüzde 15’lerde takılıp kalan aşırı sağın ırkçı lideri Le Pen’e ise 2. tur için şans tanınmıyor. Bayrou’ya, Sosyalist Parti’nin ağır toplarından ve son olarak Benard Kouchner’le üçü bulan ittifak önerilerine ise Segolene pek sıcak bakmıyor. Kamuoyu araştırmalarının sağlıklı eğilim saptamalarını zorlaştıran etkenlerin başında, kuşkusuz, ‘kararsız seçmen’ kitlesi geliyor. 8 Nisan Pazar günü Parisien gazetesinde yayımlanan bir kamuoyu araştırmasına bakılırsa ‘kararsızların’ sayıları pek yabana atılır gibi değil: Kararsızların toplam seçmen sayısının yüzde 42’sine tekabül eden 18 milyona ulaştığı tahmin ediliyor. Biraz da bu yüzden ilk turun anahtarı ‘kararsızların’ ne yönde ‘karar vereceklerine’ bağlı görünüyor! Kararsız kitlenin bu denli yüksek sayıda olmasının nedenleri, kuşkusuz, tek değil. Gerçekten de merkez ve aşırı sağ dahil, sağcı kesimin ve sosyalistlerin seçim kampanyaları sırasında salt kendi ideolojileri sınırları içinde kalmakla yetinmeden karşıtlarının ideolojilerini simgeleyen alanlara da girmelerinin, seçmenlerin kararsızlığında etkili olduklarını söylemek mümkün. Partilerin ‘fazladan’ oy sağlamak ya da asıl kimliklerini seçmenin gözünden saklamak için ideolojik karşıtlarının alanlarına girmelerinin ise her zaman bekleneni vermediği, tam tersine, çoğu zaman kendi seçmen kitlesinde düş kırıklığı yaratarak oy kaybına yol açtığı kimsenin saklısı değildir. Nitekim sağın ve aşırı sağın iki adayı Sarkozy ve Le Pen, en kararlı sağ seçmen avında birbirleriyle kıyasıya yarışmaktadır. Irkçı faşist lider Le Pen, Sarkozy’i, dahası Segolene’yi kendi alanına girmekle suçlamakta, herkesin peşinden koştuğunu ileri sürmektedir. Bundan sağın lideri ve 2. tur için en şanslı görünen adayı Sarkozy de nasibini almış ve Le Pen, tüm uygulamalarıyla birinci sınıf göçmen düşmanı olduğu bilinen Macar göçmeni Sarkozy’yi ‘göçmenlerin’ adayı olmakla suçlamaktan geri durmamıştır. Oysa seçmenin partilerden beklediği, sosyal yaraları iyileştirecek somut önlemlerdir. ??? Sarkozy’nin rakipleriyle ilgili olarak yaptığı tanımlamalar daha çok, şecaat arz ederken sirkatin söylemektir: Segolene Royal, sosyalistlerin 2002 seçimlerinde 2. tura ulaşamayan sosyalist lider ve Başbakan Jospin’den daha sağdadır. Ben ise Chirac’tan daha sağdayım, Bayrou (iktidar partisine iliştirilmiş) partisinin eski başkanı Lecanuet’ye göre daha sağda, Le Pen ise eskiye oranla ‘daha az’ sağdadır! Merkez sağda 2. tura kalma umuduna kapılan Bayrou’nun ‘köpeksiliği(cynisme)’ aşan ve gerçek yüzünü ve oportinizmini sergileyen şu sözleri ise ibret vericidir: Royal’e karşı çıktığımda sağın oylarını, Sarkozy’ye karşı çıktığımda ise ‘solun oylarını’ toplarım! (Le Monde, 12 Nisan 07) Sarkozy ise Bayrou’yu bir yandan solun adayı olmakla suçlarken, bir yandan da, ‘sağda mı, yoksa solda mı olduğuna karar ver. Ama sakın yakın gelecekte yasama seçimlerinin olacağını da unutma’ diyerek ‘aba altından sopa’ göstermektedir. ??? Kararsızları etkilemeye yönelik toz dumanın ardında, ciddi Le Monde’un başyazısında değindiği gibi ‘sosyal sorunlar’ var. (30.03.07) Başyazıya göre 2007 seçimleri, geçmiş başkanlık seçimlerine hiç mi hiç benzemiyor. Chirac’ın başkan, Jospin’in de sosyalistlerin adayı olduğu 2002 seçimlerinde grevler adeta tatilie çıkmıştı. Oysa bugün sosyal sorunlar, düzinelerle grev ve gösterilerle varlığını güçlü bir biçimde ortaya koymaktadır. Chirac’ın on iki yıl önce dile getirdiği ‘sosyal kırılma’ geriletilmiş olmaktan uzaktır. Toplum dışına itilmişler ve işsizlik, krizi körüklemeye devam etmektedir. Sendika liderlerinin ve kamuoyu araştırmalarının ortaya koyduğu gibi işsizlik, alım gücündeki gerileme, seçmenlerin kararını etkileyecek temel sorunlar arasında. Chirac ve partisinin on iki yılda sosyal yaraların sarılması yönünde dişe dokunur hiçbir şey yapmadığı, tam tersine, emekçilerin ve halkın sosyal kazanımlarının birer ikişer ellerinden kayıp gitmesine seyirci kaldığı, işçilerin, emekçilerin yerinde sayan ücretlerine karşılık büyük finans gruplarının zaman zaman yüzde üçyüzleri aşan kârlarına karşın devletin tüm olanaklarını seferber ederek onların daha da semirmesi için yoğun çaba içinde olduğunu bilmeyen yoktur. “Çalışanlarla üst düzey yöneticileri arasındaki ücret farkı, tek kelimeyle utanç vericidir. Bu fark zaman zaman 60, 100, bazen de 400 katı gibi ürkünç oranlarda daha fazladır! (L’Humanite, 30 Mart 07, Başyazı). ??? Chirac ve partisinin geçen 12 yılda üstesinden gelmek söyle dursun daha da beter hale getirdiği sosyal sorunlara, bugün ondan daha hırslı, büyük sermaye ve Amerika’ya hayranlığını saklamaya gerek duymayan Sarkozy ve partisinin herhangi bir çözüm getireceğini düşünmek, genellikle ‘abesle iştigal’ olarak görülmektedir. Bu açıdan yaklaşıldığında muhtemel bir Sarkozy yönetimi salt Fransa’nın değil Avrupa Birliği’nin geleceğini de olumsuz yönde etkileyecektir. Sarkozy’nin bu konularda Merkel’e yakınlığı ise bu yöndeki endişeleri artırmaktadır. Avrupa Birliği yönetiminin Birleşik Amerika ile Avrupa arasında bir serbest ticaret bölgesinin oluşturulmasıyla ilgili girişimleri ve Fransız halkının 2005 yılının Mayısı sonunda birliği liberalizme kenetlemeyi amaçlayan ‘anayasa’ taslağını reddetmesine karşın AB yönetiminin Madrid’de toplanarak yeni dönemde aşılabileceği umuduyla söz konusu anayasayı yeniden gündeme getirmekte kararlı olması bu konudaki endişeleri artırmaktadır. Bu konuda sağlanacak bir başarı, kolaylıkla tahmin edileceği gibi ‘Avrupa Birliği’nin kuruluş felsefesinin özündeki’ sosyal Avrupa’nın sonu anlamına gelecektir. 2005’te Avrupa Birliği’ni küresel sermayeye ve Amerika’ya rampa edilmesine yönelik ‘anayasa’ tuzağına ‘hayır’ diyen Fransız seçmeni, pek gizlisi saklısı olmayan Sarkozy tuzağını bilinçle kavradığında, Rosa Luxembourg’un deyişiyle ‘bunların işini 24 saatte bitirebilir.’ Pazar günü yapılacak seçimler Fransa’nın, giderek Avrupa Birliği’nin, geleceğini de etkileyecektir. Sarkozy kazanırsa Fransa’nın, tıpkı bir zamanlar olduğu gibi sosyal sorunlar, grevler, öğrenci gösterileri dönemine, Avrupa Birliği’nin ise ekonomik ve politik alanlarda Birleşik Devletler’in dümen suyuna girmesi, dahası uydusu haline gelmesi kaçınılmaz görünmektedir. Umarız tersi olur. B ağdat’ın kuzeyindeki Muktadiye’de çarşaflı bir kadın, geçen hafta Iraklı polis adaylarının ortasında kendini havaya uçurdu. Bu, ABD’nin 2003 yılında başlattığı işgalin ardından bir kadın tarafından gerçekleştirilen yedinci intihar saldırısıydı. Iraklı kadınlar, yaşadıkları acılar sonucu çaresizlik içinde intiharı seçiyorlar. İşgalin beşinci yılında; siyasetçiler, partiler ve militanlar arasındaki mezhep ve etnik temelli bölünmeler, Yeşil Bölge’deki mimarları da hedef alarak ve sivil halkı da kapsayarak devasa boyutlara ulaştı. Bunun sonuçlarından biri, kadınların toplum hayatındaki rolünün büyük oranda değişmesi oldu. Bağdat: Kimsesi kalmamış kadınların şehri İşgalin ilk üç yılında kadınlar, genelde erkek akrabalarının koruması altında evlerinde oturuyorlardı. Fakat son dönemdeki acımasız koşullar, kadınları ev işlerini idare etmeye ve dışarı çıkarak hayatlarını tehlikeye atmaya zorluyor. ABD askerlerinin, milislerin ve ölüm mangalarının asıl hedefi erkekler olduğundan, kayıp ya da tutuklu erkek akrabalarını arayan siyah çarşaflı kadınlara hapishanelerin, hükümet binalarının ve morgların önündeki kuyruklarda rastlamak mümkün. Bağdat, kimsesi kalmamış kadınların şehri haline gelmiş durumda. Fakat işgal güçleri ile kukla rejiminin hayatını kaybetti. Olayın ardından, iddialarının aksine Bağdat, her ay binlerce cinayetlerden her zaman olduğu gibi Iraklının ülkelerinden kaçmasına neden direnişçiler sorumlu tutuldu. Yapılan askeri olan şiddetin kol gezdiği tek şehir değil. açıklamada, ABD ve Irak güçlerinin Musul’dan Kerkük’e ve Basra’ya kadar koalisyon askerlerini hedef alan direnişçileri ülkenin her yerinde cesetler bulunuyor. bularak öldüreceği bildirildi. Direniş Elleri kelepçelenmiş, gözleri bağlanmış ve yalnızca ideolojik ve dini temellere ya da silahla vurulmuş bu kişilerin cesetlerinde yurtseverliğe dayanmıyor. Asıl olarak işgal işkence izleri görülebiliyor. Yol kenarına güçleriyle yönetimin canice eylemlerine bırakılmış halde ya da Dicle ve Fırat’ın karşı duyulan tepkiyle şekilleniyor. sularında sürüklenirken bulunuyorlar. Bu tepki rastgele yapılan baskınlar, küçük Kardeşinin cesedini bir hastanenin düşürücü aramalar, tutuklamalar ve morgunda bulan bir arkadaşım, cesedi işkenceler sonucunda kontrol edip nasıl ortaya çıkıyor. rahatladığını şöyle Kızıl Haç’a göre 2006 anlatmıştı: “İşkence aatte yedi ya da sekiz başından beri çokuluslu görmemiş, sadece saldırının yaşandığı güçler tarafından başından vurulmuş.’’ tutuklanan ve gözaltına İşgal, barışçıl bir Irak’ta halkın desteği alınan kişilerin sayısı muhalefet ya da sivil olmadan bu düzeyde bir yüzde 40 arttı. Irak toplum için boş alan direnişin gerçekleşmesi yetkilileri tarafından bırakmıyor. Devletin alıkonulan kişi sayısı da yokluğunda temel mümkün değil. önemli oranda artmış hizmetleri camiler durumda. Güvenlik yerine getiriyor, hastane gerekçesiyle tutuklanan kişilerin çoğu, ve okulları idare ediyor. Camilerin kötü davranışa ve tecavüze maruz kalan hoparlörlerinden saldırılar konusunda kadınlar. Bu kadınlar, erkek akrabalarını uyarılar yapılıyor, halk kan bağışına işlemedikleri suçları itiraf etmeye zorlamak çağrılıyor. Ancak topluluk ruhu yaratmaya amacıyla göz altına alınıyorlar. Iraklı yönelik bu girişimler, sistematik olarak milletvekili Muhammed el Dainey, resmi bastırılıyor. ABD helikopterleri tarafından kayıtlara göre 2006’da işgal güçlerinin desteklenen Irak güçleri, geçen salı günü gözaltı merkezlerinde tecavüze uğrayan Bağdat’ın merkezindeki bir camiye 65 kadın olduğunu söylüyor. 19652004 baskın düzenledi. Caminin müezzini yılları arasında kadınların idam edilmesinin Ebu Saif ile bir sivil, halkın gözü önünde yasak olduğu Irak’ta bugün dört kadın, öldürüldü. Öfkeyle dolan yerel halk, güvenlik güçlerini öldürmek suçundan akerlere saldırdı. Gün sonunda aralarında idamla karşı karşıya. Kadınlar suçlamaları kadın ve çocukların da bulunduğu 34 kişi reddederken, Uluslararası Af Örgütü de idamlara karşı çıkıyor. Saldırıların yüzde 75’i işgal güçlerine karşı yapılıyor Yaşanan bu feleketin tek çözümü, ABD ve İngilizlerin, Irak direnişinin tek amacının işgali sona erdirmek olduğunu kabul etmesi ve direnişçilerin sadece El Kaide’den, Sünni ya da Şiilerden ve Tony Blair’in adlandırdığı gibi İran ve diğer komşu ülkelerin etkisi altındaki teröristlerden değil, sıradan insanlardan oluştuğunu anlaması. Iraklıların onurlu ve barışsever insanlar olduğunu ve birbirlerinden değil işgalden nefret ettiklerini kabul etmek, direnişin asıl hedefinin Iraklı siviller olmadığını anlamak gerekiyor. ABD araştırma enstitüsü Brookings’e göre kaydedilmiş saldırıların yüzde 75’i işgal güçlerini, yüzde 17’den fazlası ise Irak hükümeti güçlerini hedef alıyor. Saldırıların sayısı, geçen sene iki kat artarak günde 185’e ulaştı. Bu sayı haftada 1.300, ayda 5 bin saldırı anlamına geliyor. Yani her gün saatte yedi ya da sekiz saldırı gerçekleşiyor. Irak halkının doğrudan ya da dolaylı desteği olmadan bu düzeyde bir direnişin gerçekleşmesi mümkün değil. (*) ‘BağdatLondra hattı: Kadın yolcular’ kitabının yazarı, Iraklı sürgün Hayfe Zangana’nın yazısı. İngilizceden çeviren: Merve Arkan (The Guardian, İngiltere, 12 Nisan) S İ KTİDARA MEYDAN OKUYOR Cezayir’de El Kaide E l Kaide Mağrip ülkelerinde intihar saldırılarıyla ağını örmeye başladı. 11 Nisan’da Cezayir’de gerçekleşen kanlı saldırılar Vaaz ve Savaş için Selefi Grubu’nun en azından bir kesiminin Mağrip’te El Kaide’ye dönüştüğünü teyit eder nitelikteydi. Grubun saldırıları üstlenmesinin yanı sıra bir dizi ipucu bu eğilime işaret ediyor. Bugüne kadar bir örnek dışında, hiçbir Cezayirli silahlı İslamcı grup kamikaze saldırıları gerçekleştirmedi. Oysa bu, Usame Bin Ladin’in alışılagelmiş eylem biçimi. Başkentin göbeğinde, yoğun güvenlik önlemlerinin alındığı bir semtteki hükümet sarayının patlayıcı dolu bir araçla hedef alınması, eski Selefi Grubu’nunkinden daha gelişmiş bir lojistik kapasiteyi ve kararlılığı ortaya koyuyor. Seçilen tarihin 11 Nisan olması ise, Amerika’daki 11 Eylül 2001 saldırılarının, 11 Mart 2004’te İspanya’da gerçekleşen patlamaların ve 11 Ağustos 2006’da bir transatlantik uçak seferini hedef alması planlanan ancak engellenen saldırıların ardından yine aynı yönü gösterir nitelikte. Bu saldırıların iki anlamı var. Birincisi, herhangi önemli siyasi bir değişiklik getirmesi beklenmeyen, 17 Mayıs’taki Cezayir seçimlerinden bir ay önce bu saldırılar ya bir şeyi gizlemek ya da Cezayir’deki iktidara meydan okumak amacı taşıyor. Bu saldırılar, 1990’lı ve 2000’li yılların başındaki iç savaşın üzerine bir perde çekmek amacıyla 2005’te yapılan referandumların ardından “ulusal uzlaşı’’ politikasının kurgusal başarısını yerle bir ediyor. Saldırı Avrupa’ya bir uyarı Cezayir’de kök salan ‘Mağrib’te El Kaide’ örgütünün hayali, Filistin’den Güney İspanya’ya kadar uzanan bir İslam imparatorluğu kurmak REINER WANDLER Etkisini İslam dünyasında sürdürmeyi planlıyor Öte yandan El Kaide Cezayir’de, Fas’ta daha önce kullanılan bir taktiği uyguluyor; varolan silahlı güçler yoluyla bir anlamda “şube açarak’’ Mağrip ülkelerinde siyasi bir aktör olabilme hedefiyle hükümetlere baskı yapmak. Böylelikle El Kaide medyatikleşerek etkisini İslam dünyasının bir bölümünde sürdürmeyi planlıyor. Sonuçta Cezayir’deki saldırılar Avrupa’ya özellikle de Selefi Grubu’nun saldırılarına maruz kalmış olan Fransa’ya dolaylı olarak El Kaide tehdidinin ne kadar yakın olduğunu gösteriyor. Bin Ladin’in Mağrip’e yerleşmeye başlaması Avrupa’ya çok yakın aktif terörist üslerine destek verme amacı güdüyor. Cezayir hükümeti ve Cumhurbaşkanı Abdülaziz Buteflika’nın herhangi bir Arap ülkesinin demokratikleşmesi ve modernleşmesine karşı çıkan El Kaide’nin ülkede hareketlenmesinden sorumlu olmadıkları çok açık. Ancak toplumsal sorunlara karşı duyarsızlık, gençliğin bir bölümünde yaşanan ümitsizlik ve yüzeysel kalan demokrasi, tüm Arap dünyasında olduğu gibi Cezayir’de de İslamcı şiddete gerekçe oluşturuyor. Fransızcadan çeviren: Elçin Poyrazlar (Le Monde, Fransa, Başyazı, 13 Nisan) C ezayir’de başbakanın konutuna ve bir karakola yapılan bombalı intihar saldırılarından sonra, Devlet Başkanı Abdülaziz ezayirli mücahitler Buteflika’nın barışma siyasetinin eğitiyor başarısızlığa uğradığından çok sık söz edilir oldu. Artık, İslamcılara el Ancak Cezayir üzerinde uzatılacağına, duruma sert bir yoğunlaşmalarının muhtemelen biçimde müdahale etmek için taktik nedenleri var. Bu grup, zamanın geldiği ileri sürülüyor. Cezayir’de, 90’lı yılların kanlı iç Birçok Cezayirli için kesinlikle savaşından beri geniş bir dayanılmaz olan bir şey var, o da sempatizan ağına sahip. binlerce İslamcının sivil topluma Bosna ve Afganistan’dan Irak’a geri dönmesini görmek. kadar büyük Kesin olan bir başka şey de İslami bir alanda, hep Cezayirli mücahitler muhafazakârlığa yaklaşan Buteflika de vardı. Bugün bunlar eğitimci ile Başbakanı Abdülaziz rolünü üstlenmiş durumda. Belhadem’in izlediği siyasetin, laik Dağlarda ve Sahra’da geniş bir yaşamlarından kanlı terör yıllarında altyapıya sahipler ve o altyapı bile vazgeçmemiş olanlar için kabul Cezayir’de saldırı için seçilen tarihin 11 Nisan olması üzerinde hiç rahatsız edilmeden edilemez olduğudur. Ama yine de kanlı bilgilerini yayabiliyorlar. Bu dikkat çekiyor. (Fotoğraf: AP) Cezayir’deki bombaların suçunu bilginin nerede uygulamaya barışma siyasetinin üzerine atmak sokulacağına ise siyasal konjonktür olundu. Bu çatışma da Buteflika’nın dar görüşlülük olur. karar veriyor. barışma politikasıyla sona erdi. Cezayir’deki bombalar şunu gösteriyor: Şimdilerde Cezayir’i karıştıran Cezayirli bombacılar için önemli olan Avrupa’nın kapıları önünde uluslararası şiddetin, ülkenin 1992 yılından sonra uluslararası cihattır. bir terör şebekesinin tehlikeli bir kolu içinden geçtiği korkunç iç savaşla pek Bunun böyle olduğunu, gerek intihar oluşmaktadır. az ilgisi var. O zamanlar İslamcı saldırısı yöntemi, gerekse de grubun hareket için önemli olan iktidarı ele kendisine “Mağrib’te El Kaide” adını Almanca’dan çeviren: Osman Çutsay geçirmekti. uygun görmesi, zaten göstermektedir. (Tageszeitung, Almanya, 13 Nisan) Bu girişime askeri darbeyle engel Bunların kafasında Filistin’den Güney İspanya’ya kadar uzanan bir İslam imparatorluğu hayali dolanıyor. Bu savaşçılar için Filistin, Irak veya Afganistan, Cezayir iç politikasından daha önemlidir. C CUMHURİYET 12 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear