18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 30 MART 2007 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL ABD’nin Gücünün Sınırları Dr. Vakur KAYADOR as’ın batısından Hindistan’a kadar eski dünyada yirmi beş kadar ülke ABD’nin hedef tahtasında. Bu ülkelerin büyük bölümü ılımlı İslami yönetimlere teslim edilmeye ve parçalanmaya çalışılıyor. Daha önce Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan yazılarımda ABD’nin Arap Yarımadası’ndan Hint Okyanusu’na uzanan coğrafyada birçok ülkeyi denetimi altına almayı amaçladığını belirtmiştim. ABD süper gücünü hiper güce dönüştüremezse, dünyanın doğal enerji kaynaklarının en fazla bölümünü barındıran bu bölgeyi nüfuzu altına alamazsa dünyanın en büyük gücü olarak kalamayacağının farkında. Ayrıca kendisinin çok aşırı arz fazlası, küresel talebinin azalması, büyük sermaye yatırımlarının çevre ülkelere yönelmesi nedeniyle ve dünyayı kuşatan dolarlarının bir gün ülkeye dönerek yaratacağı büyük enflasyon ve kriz tehlikesi yüzünden çöküş ve parçalanma kâbusları içinde yaşıyor. Artık bu gerçekler ve geleceğe yönelik olasılıklar; sosyal bilimcilerin, ekonomistlerin, araştırmacıların, gazetecilerin entelektüel bilgileri olmanın ötesinde sokaktaki insanın da öğrenmeye başladığı harcıâlem bilgiye dönüşüyor. Durumu gizleme çabalarının sonuç vermeyeceği günlere ilerliyoruz, artık mızrak çuvala sığmıyor. ABD’nin siyasal gücünün nereden nereye geldiğini anlamak için yarım yüzyıllık gelişmeleri en genel çizgileriyle anımsamakta yarar var. Günaydın AVRUPA Birliği rüyasından yeni uyananlara, günaydın. Başlangıçta o rüyayı hep birlikte görmüştük. Çağdaşlık hedeflerine yönelik olarak akılcılık üzerine kurulu Kemalist Cumhuriyet, elbet Avrupalı olmak isteyecekti. Zaten Tanzimat’tan beri Tatlısu Frenklerinin yaşamına imrenen, alafrangalığa özenen Türklerin yüzleri hep Batı’ya dönük olmuştu. Avrupa Konseyi’nin neredeyse kurucularından biri sayılabilecek olan Türkiye, İnsan Hakları ve Temel Özgürlükler Sözleşmesi’ne imza atmakla Avrupa’nın değerlerini benimsemiş değil miydi? Ayrıca, bütün bunların başlangıcında Soğuk Savaş yılları vardı. Sovyetler’e karşı Avrupa’ya kalkanlık edenlerin en önemlilerinden biri de Türkiye’ydi. Sağlam ve özverili ordusuyla. Şimdiki Avrupa Birliği’nin pek istemediği, ağırlığından rahatsız olduğu ve bu ağırlığın tam üyelik önünde, tıpkı Kemalizm gibi, en önemli engellerden biri olduğunu ileri sürdüğü. Sanki tam üye yapmak istermiş gibi. ep birlikte yanıldığımız nokta buydu. 1963 Ankara Antlaşması imzalanırken ortaklığın tam üyelikle sonuçlanacağını sanmıştık. Amaçlarının kendi lehlerine bir Gümrük Birliği’ne varmak olduğunu sezemeyerek. O gaflettir ki, Türkiye’yi AB’ye üyelik sürecinden gelip geçmiş bütün devletler arasında tam üyeliği kesinleşmeden Gümrük Birliği’ni tamamlayan tek devlet durumuna düşürmüştür. Bu tamamlayışın tam üyelik yolunu hemen açacağını söyleyen, bu aldanışla Güney Kıbrıs’ın tam üyelik sürecinin başlatılmasına göz kırpan, “Bir yıla varmaz tam üyeyiz!” diye halka bayram ettiren sözde devlet adamları hâlâ aramızdadır. Tam üyelik ne demek; iki yıl sonrasında 1997 Lüksemburg Doruk Toplantısı’nda “Siz aday bile değilsiniz!” demişlerdi. Niyetin bozuk olduğunu hiç değilse o aşamada anlamak gerekmez miydi? zamandan beri imalar, ertelemeler, hatta doğrudan doğruya “ucu açık görüşme” ve “ayrıcalıklı ortaklık” gibi çok âşikâr sözler hiç eksik olmadı ve AB Türkler için tam üyeliğin hayal olduğunu belli etmek için her şeyi yaptı. Süreci kesinkes kesmek dışında. Çünkü, sürecin sürmesi, AKP iktidarı gibi, Brüksel’deki yöneticilerin de işine gelmekteydi. İki taraf da, karşılıklı olarak gerçekleştirmek istedikleri amaçlar için bu süreçten yararlanmaktaydı. Nihayet, ellinci yıl törenlerine bile çağrılmayan Sayın Başbakan, geçen gün patladı ve grup toplantısında “Almayacaksanız açık söyleyin de bilelim” gibi bir şeyler söyledi. Ama onlar yine de “günaydın” demeyeceklerdir. Akşam olup hava kararıncaya kadar. [email protected] F H Soğuk Savaş dönemi II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından Sovyetler Birliği’nin askeri müdahalesiyle Doğu Avrupa ülkelerinden Romanya, Bulgaristan, Polonya, Çekoslovakya, Macaristan ve Doğu Almanya’da sosyalist yönetimler işbaşına gelmişti. Litvanya, Letonya ve Estonya bütün karşı çıkmalarına karşın Sovyetler Birliği’ne bırakılmıştı. Yugoslavya ve Yunanistan ise sosyalist bilinci çok yüksek halklara sahip olmalarına karşın Doğu Bloku içinde yer almamışlardı. Berlin, Postdam ve Yalta’da, 1945’te kurulmaya başlaya dünyada Sovyetler Birliği’ne Akdeniz’e uzanma şansı verilmemişti. DoğuBatı blokları arasındaki güç dengesine dayalı bu Soğuk Savaş döneminin iki başaktörü, ABD ile Sovyetler Birliği’ydi. Aslında bu tarihten günümüze kadar uzanan ABDSovyetler Birliği/Rusya Federasyonu çatışmasının boyutları ABD’nin gücünü belirlemek açısından önemli bir kıstas olacaktır. Bu dönemin en büyük ekonomik, siyasal ve askeri gücü ABD’dir, ancak 1980’e kadar uzanan zaman diliminde hep konum kazanan taraf, Doğu Bloku ve Sovyetler Birliği olmuştur. II. Dünya Savaşı’nın hemen ardından kıta büyüklüğünde bir coğrafyaya sahip olan en kalabalık nüfuslu ülke Çin, sosyalist devrimini yaparak bütün dünya dengelerini altüst etmişti. Ardından Kore, ABD ve Batılı müttefiklerinin askeri müdahalesine karşın ikiye bölünmüş, Kuzey Kore de sosyalizmi benimsemişti. 1975’ten sonra Wietnam, Kamboçya, Laos ABD’nin bütün çırpınışlarına karşın sosyalist dünya içinde yerlerini almışlardı… Uzakdoğu’da durum böyleyken Kara Af O rika, yüzyılın ortalarından sonra bir bir bağımsızlığını kazanan ülkeler coğrafyası haline gelmişti. Ancak her ülke ekonomik açıdan Batı’ya bağımlı durumdaydı, değişen pek bir şey yoktu. Portekiz sömürgesi Angola ise bu çarkı kırarak sosyalizmi kurabilmişti… Ortadoğu I. Dünya Savaşı sonrasında İngilizler ve Fransızlar tarafından kaos ortamlarına ve şeriatçı krallıklara teslim edilmişti. II. Dünya Savaşı’nın ardından petrol jandarmalıklarını yapacak İsrail’in kurulmasıyla Batı burada tam bir tahakküm sağlayabilmişti. Ancak 1950’lerin sonunda Sovyetler Birliği’ne yakın Baas yönetimlerinin Irak ve Suriye’de başa gelmesiyle bölgede ABD ve Batı adına ciddi bir çatlak oluşmuştu… Latin Amerika bu dönemde tam anlamıyla ABD’nin arka bahçesiydi. Burada yalnızca bir Orta Amerika ülkesi olan Küba’da Castro önderliğinde sosyalistler işbaşına gelmiş, ABD’nin 1959’daki Domuzlar Körfezi Çıkarması’nı püskürtebilmişti. Ancak Küba devrimiyle, Türkiye’ye konuşlandırılan uzun menzilli nükleer Polaris füzelerinin sökülmesi arasında bir ABDSovyetler Birliği pazarlığının yapılıp yapılmadığı soru işareti olarak akıllarda kalmıştır. 1970’te seçimle iktidara gelen Şili Devlet Başkanı Allende ise 1973’te elinde silahıyla, ABD patentli bir karşıdevrimle katledilmişti. 1980’li yılların başı, XX. yüzyılın en önemli kırılma noktalarından biridir. Sovyetler Birliği’nin çok çeşitli nedenlerden dolayı çökme noktasına gelmesi, ABD’ye kısa süreli bir altın çağ yaşatmıştır. Aslında 1980’lerin başında ABD’de Reagan’ın devlet başkanı, Thatcher’ın İngiltere başbakanı olmasıyla deregülasyon süreci başlamış, ABD ve Batı dünyası içeride kendi işçi sınıfına, dışarıda Doğu Bloku ve III. Dünya’ya atak, hatta saldırgan politikalar uygulamaya başlamışlardı. 1991’de Berlin Duvarı yıkılıp Sovyetler Birliği’nin tarih sahnesinden çekilmesi tescil edilirken ABD’nin tek süper güç olduğu yeni bir dönem başlamıştı. Rusya Federasyonu, Sovyetler Birliği yıllarından kalan pek çok özerk cumhuriyetini yitirmişti. Çeçenistan dışında bütün Türk ve Müslüman kökenli devletler; güneyde Gürcistan ve Ermenistan; Baltık kıyılarında Litvanya, Letonya, Estonya; güneybatıda Ukrayna, Belarus ve Moldovya, Rusya Federasyonu’nun dışında kalmışlardı… Bu arada emperyalizmin kirli oyunlarıyla paramparça edilen Yugoslavya iç savaşına da ABD, askeri bir müdahaleyle ve Dayton Antlaşması’yla el koymuş, bu savaştan da en kazançlı çıkan ülke olmuştu… 2000’li yılların başında eski Doğu Bloku ülkeleri Avrupa’ya yanaşıp çoğu Avrupa Birliği’nde yer alırken bu işten en fazla yarar sağlayan ülke yine ABD’ydi. Çünkü bu ülkeler İngiltere ile birlikte AB içinde ABD’nin Truva Atı konumunu benimsemişti. ABD, daha 1996 yılında Rusya Federasyonu, Çin Halk Cumhuriyeti, Kırgızistan, Kazakistan ve Tacikistan iktisadi dayanışma amacıyla bir araya gelip Şanghay Beşlisi ülkelerini oluşturduklarında, bunun aslında çift kutuplu dünyaya gidecek yolun ilk adımları olduğunun farkındaydı. Daha sonra bu ülkelere Türkmenistan katılmış, Kuzey Kore yakınlığını belirtmiş, 2005 yazında İran, Hindistan ve Pakistan gözlemci sıfatıyla dahil olmuşlardı. Ancak bu arada ABD’nin süreğenleşen ekonomik bunalımı bu ülkeyi iyice saldırgan ve tehlikeli politikalara zorlamaktaydı. 11 Eylül 2001’deki İkiz Kuleler saldırılarından aldıkları kamuoyu desteğiyle, aynı yılın ekim ayında Afganistan işgal edilmiş; Irak, İran ve Kuzey Kore şer üçgeni olarak tanımlanmıştı. Irak işgal operasyonu 2003’te başlamış, aynı yılın sonunda Soros patentli rengârenk devrimler devreye girmişti; ilk olarak Gürcistan’da “Mor Devrim”, 2004’te Ukrayna’da “Turuncu Devrim”, ardından Kırgızistan’da “Gül Devrimi” senaryoları hayata geçirilmişti. Soros destekli bu sözüm ona devrimler, özellikle ülkemizde liberal basında ve televizyon kanallarında büyük bir coşkuyla, şölen havasında sunulmuşlardı. PENCERE RTE Hitler’den Niçin Söz Açtı?.. RTE durup dururken neden sözüm ona “laik Hitler”den söz açtı?.. Elbette RTE’nin içerdeki ve dışardaki akıl hocaları, bir başka deyişle, stratejleri boşuna çalışmıyorlar; o kesimden açıkgözlerin serkisofları bizim solculara taş çıkartır. Ülkeyi en başta Amerika, sonra Araplar yabancı çıkarlarına bağlayıp kutsal İslamı kullanarak halkı uyutanlar “tehlike”yi hemen gördüler... Nedir o tehlike?.. Milliyetçilik!.. Ya da ulusalcılık!.. Dinciliğe karşı toplumda yaprak kımıldamazken birdenbire bir şeyler mi oldu?.. Ne oldu?.. ? Anadolu’yu, Türkiye’yi, şu kocaman memleketin halkını Amerika “komünizme karşı Türkİslam sentezi” numarasıyla uzun yıllar ketempereye getirmişti... Ancak Sovyetler artık sizlere ömür... “Komünizm tehlikesi” yok... Peki, eloğlunun yeni numarası ne olacaktı?.. “Ilımlı İslam Devleti!..” Yeni numara tezgâhlandı; ama ‘Türkİslam Sentezi’ ne olacaktı?.. ? Soru: Komünizm tehlikesiyle körleştirilen milliyetçiliğin gözleri açılıyor mu?.. Amerika’nın BOP’uyla karışık “Ilımlı İslam Devleti Modeli”ni tezgâhlamak üzere dışardan destekli ve yeniyetme AKP’nin başındaki RTE birdenbire ‘Hitler ve laiklik’ üzerine konuşmaya başladığına göre hazretin akıl hocaları tedirginleşmişler demektir... ? Peki, milliyetçilik gerçekten yükseliyor mu?.. Haydi canım sen de!.. Gün geçmiyor ki Türkiye’nin bölünmesinden söz açılmasın... ABD ve AB’de Ermeni soykırımı savı ısıtılıp ısıtılıp önümüze sürülüyor... Terör örgütünün tuzaklarına düşen şehitlerin cenazelerinden geçilmiyor... Ümmetçilik revaçta!.. Ulusçuluk sizlere ömür... Kıbrıs’ta Rumlar Türkleri silip süpürmek için eylemdeler... Türkiye Batı dünyasında tam bir şamar oğlanına dönüştürüldü... Peki, nerede milliyetçilik?.. ? Yine de milliyetçi ya da ulusalcı kesimde bir yaprak kımıldadı diye RTE’nin telaşlanması hayra alamettir... Çağdışı dinciliğe göre milliyetçilik çağdaş mı, çağdaştır... Rüzgârların tersten esme saati 2007 yılının ilk yarısını yaşadığımız şu günlerde ABD’nin konumunun trajik biçimde değiştiğine tanık oluyoruz. Bir zamanlar dilediği gibi at oynattığı Latin Amerika’da bugün başka rüzgârlar esiyor. Milenyumun başında yalnızca Küba, Venezüella ve Şili’de sol yönetimler varken bugün bunlara Arjantin, Panama, Uruguay, Bolivya, Nikaragua, Kosta Rika ve Ekvador eklendi. 1973’te bir tek Allende’nin Şili’sine tahammül edemeyen ABD bunları sineye çekiyor, arkadan gelenleri de bekliyor… Şu sıralar bütün gücünü Orta AsyaHazar bölgesinde yoğunlaştırdığını, buraları hallettikten sonra yeniden arka bahçesine döneceğini düşünenler, hayal edenler var. Peki Ortadoğu ve Asya’da durum nasıl?.. Afganistan’da duruma egemen olmakta çok zorlanan ABD, Irak’ı paramparça etmeyi başardı, ama gerisini getirmesi olanaksız görünüyor. Kuracağı uydu Kürt devletinin kuzeye genişlemesi, Kafkas ülkelerine ulaşması hayal sınırlarını zorluyor. Yavaş yavaş ayrılma tarihini saptamaya çalıştığı Irak’tan çekildikten sonra dilediği ortamı sağlaması ya da koruması da mümkün görünmüyor. Nükleer çalışmaları nedeniyle hedef tahtasına yerleştirdiği İran ve Kuzey Kore’ye de kapsamlı bir operasyon düzenlemesi hiç kolay değil. Zaten Asya’da atacağı her adımda Rusya Federasyonu ve Çin Halk Cumhuriyeti’ni karşısında bulacağını biliyor. Asya ülkeleri zaman zaman ABD ile flört etseler de bu ülkenin eninde sonunda elin oğlu olduğunun, geleceklerinin kendi coğrafyalarında belirleneceğinin bilincindeler. Bu arada anımsatmakta yarar var. Ukrayna’da Atlantikçilerin Soros destekli devlet başkanı Yuşçenko’nun ciddi biçimde konum kaybettiğini, Rusya’nın da katkısıyla Batı karşıtı Yanukeviç’in başbakanlığa getirildiğini ve dizginleri ele aldığını basınyayın organlarımızda nedense pek göremedik… Aynı biçimde Kırgızistan lideri Kabiyev’in Batı yanlısı politikalardan çark ettiğini ve yeniden Rusya’ya yanaştığını öğrenmek de kolay olmadı. Bir tarihsel kırılma noktasına ilerlerken ABD’nin küresel boyutta güç kaybı gizlenemiyor. Ne yazık ki bu ülkenin gücü ve nüfuzu ülkemizden şu anhiç eksik olmuyor. Ayrılıkçı ve İslami hareketleri desteklemek konusundaki temel politikaları, ülkemizdeki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini etkileme noktasına gelebiliyor. Bu büyük tehlikenin elbette farkındayız. Bunu da dikkatle ve ayrıca değerlendirmek gerekiyor. CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear