24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
30 MART 2007 CUMA CUMHURİYET SAYFA ÇANKAYA’YI TEMİZ TUT, TÜRKİYE’Yİ KİRLETME! 17 Erdoğan, Talabani ile görüşmüş... “Karşılıklı ‘sayın’ demişler!” KARADA, denizde, havada; bu Başbakan’ın yanına ilişmek her gazeteciye nasip olmaz. Bu Başbakan’ın teveccühüne layık olan gazeteciler Başbakanlığın uçağına alınarak bu kez de Riyad’a, Arap Birliği toplantısına götürüldü. Arap Birliği’nde Türkiye Cumhuriyeti! İliştirilmiş gazeteci olmak kolay değil; Arap Birliği, Avrupa Birliği, Amerika Birliği, İslam Birliği; yeter ki bu Başbakan’la birlik içinde olunsun! Ama bu arada bu Başbakan’ın hakkını da yememek lazım. Kendisi konuşmasa da yakınlarını konuşturup, Suudi Arabistan hava sahasına girerken uçağa iliştirilmiş gazetecilerden birinin kulağına fısıldatmış: Bu Başbakan, Çankaya’ya çıkarsa merkezin cumhurbaşkanı olacak ve normalleştirme projesi uygulayacakmış. GÖRÜŞ Prof. Dr. NECLA ARAT * Adalet Ahmet Önen: “Adalet Bakanı Cemil Çiçek, adalet sarayı açmakla övüneceğine önce adaletin yüzündeki tokadın izini silip vücudundaki kurşunu çıkarsın!” Ya ğ m u r E k i m Erdoğan Çankaya’da ne yapar? Bugüne kadar yaptığını! İmamlar Nami Tepe: “İmamlar, öğretmenler gibi uzman imam ve baş imam diye sınıflandırılırken süreç eksik kalmasın; müsteşar imam, bakan imam, başbakan imam, cumhurbaşkanı imam!” Dikkat edin; herkesin cumhurbaşkanı değil, merkezin cumhurbaşkanı! Üstüne bir de normalleştirme projesi uygulayacak! Gerilim noktalarını aşıp Türkiye’nin normalleşmesini sağlayacak. İliştirilmişin kulağına fısıldanmış haliyle bundan böyle aynen şöyle; merkez ve normal. Adama sorarlar; gerilim noktalarını kim yarattı, Türkiye’yi kim anormalleştirdi diye. Ama nerede o yürekte bir gazeteci. Birbirlerine iliştirilmişler, inceden inceye kamuoyunu işliyorlar. Herkes merkeze gelecek, merkezdeki de normalleşecek. Büyük işadamlarının başındaki kadının babasının gazetelerinden birinin yöneticisi de bu merkezde normalleştirme projesine balıklama İliştirilmişler atlamış: Bu Başbakan’a işte böyle bir cumhurbaşkanlığı yakışır ve kendisi de bu işi çok güzel başarır. Şak, şak, şak, şak şak! Tezgâh belli. Çokuluslu sermayenin çoktan beri kucağına oturan, ulus ötesi sermaye ile kol kola giren bizim “büyük” işadamları ve sanayiciler kurulan yağma düzeninden memnun. Rüyalarında bile göremeyecekleri kamu kuruluşlarının sahibi oldular, arsaları ve parsaları kaptılar. Onlar için artık rejim değil kurulu düzen önemli. Cumhuriyetin temel ilkeleri veya Türkiye’nin ulusal çıkarlarının yerini çoktan borsanın endeksi aldı bile. Ha Türkiye Cumhuriyeti, ha Türkiye İslam Cumhuriyeti. Yeter ki Para Cumhuriyeti olsun. Yaşasın iliştirilmiş ve fısıldanmışlar! ‘Dur!’ Demeye Var mısınız? Türkiye Cumhuriyeti, sinsi bir değişimi, gizli bir savaşımı, bir yok ediliş sürecini yaşıyor. Bu ülkenin aydınları, akademisyenleri, gazetecileri, patronları, işçileri, memurları, valileri, kaymakamları, yargıçları, savcıları sanki yasalarımız arasında Devrim Yasaları yokmuş ve bu yasalar, anayasamızın 174. maddesi tarafından korunmuyormuş gibi, görülmemiş bir suskunluk ve devinimsizlik içindeler. Bir zamanlar ünlü bir ozanımız, yine bir bunalım döneminde ülke halkına (bir sözcük değişikliği ile) şöyle seslenmişti: Aydınları konuşmayan bir millet, Sevenleri toprak olmuş öksüz çocuk gibidir. Zaman ona kan damlayan dişlerini gösterir. Ozanımız da dizeleri de, ne yazık ki edebiyat tarihimiz içinde unutuldu. Ama aydınlarımızın, halkımızın suskun devinimsizliği ve geriye çekilmişliği sürüp gitmekte... Oysa, laik devlete karşı gerçekleştirilmeye çalışılan karşıdevrim, yetiştirmiş olduğu İslamcı kadrolarla giderek sesini yükseltip adımlarını hızlandırarak İslamcı bir toplum yaratmaya çalışıyor. İmam valiler, imam kaymakamlar, imam öğretmenler, imam akademisyenler revaçta... ??? Türkiye, laik bir ülke olduğu ve laiklik anayasanın değişmez maddeleri arasında bulunduğu halde, laik sistem yeniden tanımlanmaya çalışılıyor. Böylece toplumumuzun birliğini oluşturan Kemalist ideoloji, yani, tam bağımsızlık, ulusalcılık, laiklik, kısacası Atatürk ilke ve devrimleri aşındırılıyor. Buna ek olarak, Kemalist ideolojinin en güçlü savunucularından biri olan Türk Silahlı Kuvvetleri, içerden ve dışardan yapılan olumsuz propagandalarla yıpratılmak isteniyor. Avrupa Birliği parlamenterleri her fırsatta ordumuza çatıyorlar. AB ve ABD’den yükselen sesler, Cumhuriyetin dayandığı temellerin tartışmaya açılmasını amaçlıyor. Örneğin, anayasamızdaki laiklik ilkesi yerine “dinsel özgürlük” söylemi kullanılarak cemaatlere dayanan bir dinsiyaset süreci, yani din ağırlıklı bir siyasal yapı kurulması düşleniyor. Ayrıca, Lozan’ı aşan bir azınlık yaklaşımı önerilip Güneydoğu sorununun bireysel haklar çerçevesinde değil de azınlık hakları çerçevesinde ele alınıp çözümlenmesi dayatılıyor. Adeta üniter yapıdan vazgeçmemiz isteniyor. Kemalist Cumhuriyet, artık ekonomik anlamda tambağımsız değil. Çünkü Mustafa Kemal’in temellerini attığı kurumların hemen hepsi, küresel sermayenin eline geçmiş durumda. Kişi başına düşen gelir de dünya standardının çok altında. 400 milyar dolara yaklaşan iç ve dış borcun yanı sıra işsizlik ve yoksulluk almış başını gidiyor. ??? Siyasal iktidar, uluslararası ilişkilerde de bağımsız bir duruş sergileyemiyor. Ekonomik destek ve iktidarını sürdürmek uğruna, dış baskılara boyun eğiyor. Kısacası, ülkemiz son derecede ciddi iç ve dış sorunlarla karşı karşıya ve belki de tarihinin en ağır bölücügericiküresel tehdidini yaşıyor. Dışarıdan ulusumuza dayatılan politikalar ve antiemperyalist devrimci bir temel üzerinde kurulmuş bulunan Türkiye’yi parçalamayı hedefleyen ayrılıkçı akımların yanı sıra AB’ye girme aldatmacası nedeniyle verilen ödünler de laik düzenimizi tehdit ediyor. Artık bütün bu olumsuzluklara “dur!” deme zamanı gelmedi mi? İşte 14 Nisan 2007’de, Ankara Tandoğan’da yapılacak halk mitingi, bu “dur!” deme bilincinin ve durdurma iradesinin dışavurumu olacaktır. Kadını, erkeği, genci, yaşlısı ile yurtsever, ulusalcı, laikdemokrat halkımızın ve tüm sivil toplum örgütlerinin yanıltmaca ve bölme çabalarına aldırış etmeksizin ve “Artık Yeter! Biz varız!” demek için; yine bir ozanımızın tanımladığı biçimiyle “dip dalgası”nın görkemli şahlanışını gösterebilmek için, tek bir yürek halinde Tandoğan’da buluşmaları gerekiyor. Var mısınız? Parola: 14 Nisan ANKARATANDOĞAN saat 11.00 SESSİZ SEDASIZ (!) Çapa Tıp Fakültesi satılır mı? İSTANBUL’DA satılmayan bir yer kaldı mı diye “araştırma” yapmıştı Akif Kökçe ve bir liste hazırlayıp Sultanahmet Camisi’nin altıncı minaresinin ikinci şerefesinin, Beylerbeyi Sarayı’nın havuzunun, Galata Kulesi’nin kubbesinin, İstanbul Üniversitesi’nin cümle kapısının da satılabileceğini saptamıştı. Şaka derken gerçek çıktı; İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nin satılması gündeme geldi. Çapa Tıp’tan bir doktor anlattı: Bu Başbakan’ın kefaletinde ve bu Maliye Bakanı’nın himayesinde olduğunu öne süren bir holding, Çapa Tıp Fakültesi’ne İkitelli Atatürk Stadı’nın oralarda “anahtar teslim” bina verme karşılığında Çapa’daki 117 dönümlük araziye talip olmuş. Konu, fakültenin akademik kurulunda ilk kez tartışmaya açılmış. Ve fakat kabul görmemiş. Holdingimiz gönlünü ferah tutsun. Moralini bozmasın. Daha bu ilk adım. Çelme takanlar mutlaka çıkacaktır. Çapa Tıp Fakültesi’nin satışına ilişkin ilk duman tüttüğüne göre aha buraya “Siftah bizden bereket Allah’tan” deyip yazıyorum: İstanbul Üniversitesi Çapa Tıp Fakültesi’nin 117 dönüm arazisini bugün olmazsa yarın, bu holdinge olmazsa öteki holdinge verilmiş bilin. Ninni Hamza Saykan: “Türkiye’nin Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde uyuma ihtiyacı olduğunu söyleyen Deniz Baykal’a: Zaten uyumaktan başka bir şey yaptığımız mı var!” Yardımcı Doçentlerin Sorunlarına Bakış İ. GÜRŞEN KAFKAS 21. yüzyılda dünya devletleri eğitimde yenileşmeyi, gelişmeyi ve bilgi üretmeyi öncelikli kılmaktadırlar. Ülkemizde ise eğitim sorunlar yumağıyla boğuşmaktadır. İlk ve ortaöğretimde; eğitimde nitelik, sistem arayışı, öğretmen eğitimi gibi sorunlar güncelliğini koruyor. Üniversitelerimizde de gençlerimizin eğitiminde birçok sorun çözüm beklentisindedir. Akılcı, özgür, bilim içerikli, laik, demokratik ve çağdaş kültüre ulaşılacak üniversitelerin özlemi var içimizde. YÖK’le hükümet arasında yaşanan düşünce ve yapısal görüş farklılığından kaynaklanan sorunlar toplumsal açmazımızdır. Devletin yapısının; cumhuriyetin, laikliğin ve demokrasinin özünün tartışıldığı konular, güncelleşen toplumsal söylemlerde yer almaktadır. Bütün bu karamsar tabloda öncelik ne yazık ki her düzeydeki eğitimde görülmektedir. Müşahit üye olarak katıldığım 17. Eğitim Şurası’nda akademisyen yardımcı doçentlerin katkılarını, çabalarını ve konuları bilimsellikle ele alışlarını gönençle izledim. Kendi sorunları dahil ülke insanının eğitim sorunlarıyla ilgili bilimsel sunumlarını dinledim. ??? Yanılmıyorsam devlet, vakıf üniversiteleri ve iki yıllık ön lisans eğitimi veren toplam seksene yakın yüksek eğitim kurumumuz var. Ülkemizde öğretim üyesi açığı her geçen gün daha da artmaktadır. Bugün özellikle taşradaki eğitim fakültelerimizde dekan, profesör, diğerleri yardımcı doçent veya öğretim görevlisidir. Üniversitelerimizde eğitim ve öğretim çalışanı olarak on beş bine yakın yardımcı doçent görev yapmaktadır. Bilimsel çalışma ve değerlendirmeleriyle kazandıkları akademik unvanları ve hakları “ÜDS” barajı nedeniyle geciktirildiği temsilcilerince anlatıldı. Tümü doktora veya sanatta yeterlilik edinmiş, tez yazmış, sunmuş, sunumda soruları yanıtlamış, konularında yayımlar yapmış deneyimli akademisyenler. Aralarında ülke genelinde ve ülkeler arası boyutta başarılar kazanmış, sergiler açmış, bilimsel makaleler yayımlamış, ödüller kazanmış, bilimsel kariyer edinmiş, ünlenmiş niceleri var. Yabancı dilin öncelikli görülerek bilimselliğin ikinci plana atılıyor olması anlaşılır değil. Önemli olan yabancı dil eğitimi değil, yabancı dil öğretimi olmalıdır. Türkçenin uluslararası dil olması uğraşımızken bilim insanımızı bilimsel çalışmalarıyla değil de yabancı dil ile baraja tabii tutulmak doğru bir seçenek olarak görülmemelidir. Çünkü Türkçe, hem iyi bir yazım dili ve hem de iyi bir bilim dilidir. Bugün dilimizin içinde olduğu “dil kirliliği” sorunu üzücü ve ürkütücüdür. Akademik yaşamın en zorlu ve önemli basamağının doktora dönemi olduğu bilinmektedir. Doktora ya da sanatta yeterlilik döneminde edilen bilgi, deneyim ve üretilen sunum, makale vb. gibi eserler akademisyenlerin geleceğine yönelik başarılarının değerleridir. Doktora eğitimi, orijinal bilimsel çalışmaların gerçekleştirildiği süreç sonrasında, akademik hak kazanıldığı özellikli bir dönemdir. Bu dönemde yabancı dil öğrenimi de dahil birçok etkinliğin yer aldığı yoğun artı çalışmalar başarıyla gerçekleştirilmektedir. ??? Yabancı dil konusunda zorlamaya gitme yerine fakültelerde hizmet içi eğitim programlarıyla kurlarla yabancı dil öğretimi teşvik edilmelidir. Her fakülte kendi öğretim üyesini yetiştirebilmelidir. Yabancı dilin öğrenilmesi olanağı ve yöntemi, ilgili fakültelerce ve YÖK’ün önerisiyle gerçekleştirilmelidir. Gelişmiş ülkelerde örneği görülmeyen ÜDS sınavı, göreceli bir anlayışın sınavı olmanın özelliğini taşıyor. Akademik yaşamın en zorlu ve önemli basamağı olan “doktora/sanatta yeterlilik” dönemi bilgi ve deneyimin kazanılma sürecidir. Her alanda yeni arayış ve buluşların yapıldığı bilim ve bilgi çağında öncelikli insan kaynağı akademisyenlerdir. Yenileşme ve gelişme içinde olan kurumlardaki Ar/Ge’lerde bilimsel yaşamın gereği olan kaynak çalışmaların temel insan kaynağı onlardır. Okuyan genç nüfusumuzun giderek çoğalması ilk, orta, yükseköğrenim kurumu sayılarının da artmasını gerektiriyor. Üniversitelerde doçent ve profesör eksikliği nedeniyle nitelikli ve bilimsel verilerle donanımlı, deneyimli, kariyer sahibi yardımcı doçentlerin bu görevlere hazırlanması YÖK’ün gündeminde olmalıdır. Onlar yetişmiş akademisyenlerdir. YÖK’ün nitelikli öğretim üyelerine gereksiniminde doktora/sanatta yeterlilik ve bilimsel kariyer edinen yardımcı doçentlere birikim ve deneyimleri nedeniyle şans tanınması bir gelişme olacaktır. Doktoranın öğretim üyesi sınıfına alınması ve yabancı dili her fakültenin kendi bünyesi içinde, hizmet içi eğitimle tamamlaması YÖK’ün çözümleyebileceği bir konudur. Öğrenciler açılan yeni fakültelerin her alanında, derslerinde, laboratuvarlarda doçent veya profesör görmenin sevinci içinde olacaklardır. Bilimde yetişmiş, kariyer edinmiş, ünlenmiş, üretken, yardımcı doçentleri küstürmek yerine, ilerlemelerine, öğrencilerine yararlı olmalarına olanak tanınmalıdır. YÖK, küçük bir değişiklikle bu yabancı dil sorununu çözümleyip yardımcı doçentleri ÜDS engelinden kurtarmalıdır. Yardımcı doçentlerin her biri ulusal eğitimin yoğurduğu eğitim birikimiyle dolu, deneyimli, o noktaya uğraş vererek gelen akademisyenlerdir. Gençlerimizin onlardan alacağı çok şeyler vardır. KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com * Ulusal Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Sözcüsü BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 30 Mart www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Güney Amerika’nın 1 tropikal böl 2 gelerinde ye 3 tişen, armut büyüklüğün 4 de ve lezzetli 5 bir meyve. 2/ 6 Acele, tez... 7 Sıkıntı verme, üzme. 3/ 8 Mısır unuyla 9 yapılan bir 1 2 3 4 5 6 7 8 9 yemek. 4/ Bir meyT ve... Baştan sona 1 M İ R İ V A N bestelenmiş konuş 2 A M A N O S M İ E N EME K malardan oluşan ti 3 L A A B O S A O yatro oyunu. 5/ Bir 4 H L İ kimsenin davranış 5 I L G A Z larına temel olan ah 6 T A R H U T K U A R lak ilkelerinin tü 7 A V A T A R mü... En kısa zaman 8 A I S L AMA süresi. 6/ Bir tür yu 9 A Ş K T A N E N murtalı ve hafif hamur tatlısı... Duman lekesi. 7/ Müzikte zaman öğesi... Bir nota. 8/ Kötü beslenmenin yol açtığı hastalıkları, yiyeceklerin besin değerlerini inceleyen sağlık bilgisi dalı. 9/ Yolcu evi... “Karacaoğlan der ki taptığım / Yıkılmaz Tanrı’nın yaptığı yapı”. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Ege Bölgesi’nde ayçiçeğine verilen ad... Bir nota. 2/ Konut... Merkür gezegenine verilen bir başka ad. 3/ Motorun eskiyen ya da aksayan parçalarını değiştirerek ya da onararak motoru yeni duruma getirme işlemi. 4/ Kaz Dağı’nın antik dönemlerdeki adı... Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya özgü bir tür köfte. 5/ Gemilerde, küçük yaşta tayfa yamağı... Âdem ile Havva’nın üçüncü oğlu. 6/ Konya ilinde bir baraj... Eskişehir’e özgü, çubuk biçiminde bir tür helva. 7/ Bir tür hafif ve kaba ayakkabı... Uzaklık işareti. 8/ Paylama... Kredi kartıyla yapılan alışverişlerde, kullanıcıya verilen fiş. 9/ Bir yerde biriken sıvıları dışarıya akıtmakta kullanılan oluk ya da boru... Işık kaynağının 1 saniyede çevresine yaydığı ışık enerjisi. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear