26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
10 ŞUBAT 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Atatürk’ü tasfiye Yalova’daki Atatürk Tarım İşletmesi’nin “tasfiye”si için Yüksek Planlama Kurulu kararı çıkarmışlardı. Bursa 2. İdare Mahkemesi, kararı iptal etti. Hem de “ders” veren gerekçeyle: “Tasfiyesine karar verilen tarım işletmesinin tarihçesine bakıldığında; Atatürk tarafından 1928 yılında Yalova’ya gelişlerinde Yalova ve çevresinde özellikle hayvancılık ve meyvecilik yönünden bir potansiyel yaratacağı düşüncesi ile araziler satın alınarak 1929 yılında kurulduğu görülmektedir. Anılan amaçlar doğrultusunda kurulan işletmenin 2.6.1937 tarihinde yine önemi Atatürk tarafından vurgulanmak suretiyle diğer çiftliklerle birlikte ‘Hazine’ye hediye edildiği’ anlaşılmıştır. Kuruluş amaçları doğrultusunda çeşitli statü değişikliklerine uğrayarak günümüze kadar gelen işletme, kurucusu olan Atatürk’ün de adını taşımaktadır. Her şeyden önce Atatürk’ün kurarak Hazine’ye ‘hediye’ ettiği dava konusu taşınmazın anılan kimliğinin yaşatılması tarihsel bir sorumluluktur. Bu nedenle uyuşmazlığı herhangi bir iktisadi devlet teşekkülünün kârlılığı ve verimi düştüğü için tasfiye edilmesi olarak ele almak yüzeysel bir yaklaşım olacaktır.” Bavullu aydın SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU ABD Temasları Sanıyorlardı ki, tam teslim olursak, bizim sırtımızı pışpışlarlar. Ekonomiden dış politikaya direksiyonu verdiler yaban ellere. Türkiye giderek kıskaca alındı, giderek darboğaza girdi, giderek yalnızlaştı. ABD’den medet umuyorlar yine. İşin perde önü ile arkasını Washington muhabirimiz Yılmaz Polat’ın izlenimlerinden öğrenelim: “Burayı komşu kapısı yaptılar, ama tam bir davetsiz misafir konumundalar. Ev sahibi mi misafirperver değil, misafir mi misafirliğini bilmiyor, anlayamadım. Dışişleri Bakanı Abdullah Gül Washington’daydı. Ortada devamlı kendisi boy gösterirken Amerikalı yetkililer Gül ile görünmemeye özen gösterdiler. Gül’ün, Başkan Yardımcısı Dick Cheney ve Beyaz Saray Ulusal Güvenlik Danışmanı Stefen Hadley’le yapacağı görüşmeler öncesi basın mensuplarının resim çekmesine izin verilmedi. Beyaz Saray daha önceki uygulamalarında en azından kendi resmi fotoğrafçılarına resim çektirip dağıtıyordu. Anadolu Ajansı, Gül ile Cheney’nin geçen yıl yaptığı görüşmedeki resmi, son yapılmış görüşmenin resmi gibi servise koydu. Türk Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, katılmadığı görüşme konusunda Türk gazetecilere bilgi verirken Beyaz Saray’dan çıt çıkmadı. Amerikan Dışişleri Bakanı Condoleezza Rice da geçen 4 Temmuz’da yapılan görüşmede olduğu gibi Gül ile basına ortak açıklama yapıp soruları yanıtlamaktan kaçındı. Amerikalılar sadece görüşmenin başında kısa süreli görüntü alınmasına izin verdi ve bakanlar birer cümlelik açıklama ile yetindiler. Temsilciler Meclisi Başkanı Nancy Pelosi’nin yanı sıra Savunma Bakanı Robert Gates de porgramlarının dolu olduğu gerekçesiyle Gül’ün randevu isteklerini geri çevirdiler.” 2003’te, Irak tezkeresi öncesinde de dönemin Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile Devlet Bakanı Ali Babacan ABD’yi komşu kapısı yapmışlardı. ABD Başkanı Bush onlara, “Beyler, ABD topraklarında yapacağınız bir şey yok. Ülkenize gidin ve bu tezkereyi Meclisinizden geçirin” deyince de apar topar Ankara’ya dönmüşlerdi. AKP cephesinde değişen bir şey yok. Ay 1980’li yıllarda uzun süre Amerika’da kalmıştı. “Dünyanın dört bir yanından gelen yetenekli ve gelecekte başarı olasılığı yüksek yazarlara Amerikan yaşam tarzını tanıtmak” amacını güden Iowa Üniversitesi’nin ABD Dışişleri Bakanlığı destekli “Uluslararası Yazı Programı”na katılmıştı. Ekim 2005’te Hollanda’da, “Türkiye’de aşırı milliyetçilik, aşırı İslamcılık çoğalırsa veya askeri bir müdahale olursa o zaman İstanbul’dan sonra çok sevdiğim başka bir şehirde yaşamak için yurtdışına kaçarım” demişti. Orhan Pamuk, dediğini yaptı. Türkiye’de yurttaşlar “Adalet ve Demokrasi Haftası”nda aydınlarını anarken bavulunu aldı, gitti. O, şimdi çok sevdiği ABD’de bir şehirde. ‘Lanetliler Bahçesi’ne Dönüş... “301 olmadı, 159 verelim!” Sivil toplum örgütleri, bula bula bu formülü buldu. Neymiş? “Muğlak” kalan “Türklüğü aşağılamak” kavramı yerine, Arapçada gene aynı anlama gelen“tahkir ve tezyif” sözleri kullanılmalıymış... Gel de Çetin Altan’ı anma! Aynı kâbusu tekrar tekrar görmek değilse, nedir bu? On bir yıl sayıyla 11 yıl önce, Çetin Altan’la “sansür” üzerine yaptığımız “Lanetliler Bahçesi” röportajı yüzünden; “tahkir ve tezyiften” şimdi ileriye doğru yapılan bir ‘değişiklik’ gibi takdim edilen “159”dan birlikte yargılanmıştık. Basın tarihine geçen o röportajı, sansürden çok çekmiş bir yazar olan Çetin Altan’ın 70. yaş vesilesiyle yapmıştım. “Vasiyeti” adına Türk basınından bir “Lanetliler Bahçesi” talep eden Altan’a, “Ama bu ancak demokrasiye inanan, demokratik hükümetler işbaşına geldiği zaman yapılabilir” dediğimde kendisinden şu yanıtı almıştım: “Hayır. Basın da yapabilir. Hayatını bu işle özdeşleştirmiş, mesela senin gibi insanlar. Merak eder, bir dosyaya bakar. Kemal Tahir dosyası, on dört yıl o insanı hangi yargıç mahkum etmiş? Bir bahçenin bir köşesine, küçücük bir siyah taş. Üstüne o yazarı mahkum eden hâkimin ismi, savcınınki de yanına. Bunlar lanetli insanlardır. Kendi değerlerini imha etmişlerdir çünkü. On dört senesini almışlardır Kemal Tahir’in...” Çomak nı tas, aynı hamam. Unutulan bir şey var ama: Ulusal onur ne tastır ne de hamam... Tarih öğretmeni, yazar Abdulkadir Paksoy’un, liselerde “Türkiye Cumhuriyeti İnkılap Tarihi ve Atatürkçülük” dersinde okutulan kitaplardan din sömürüsü ve tarikatlar ile ilgili bölümlerin çıkarılması ile ilgili saptamaları geniş yankı yarattı. Çok açık, bilinçli bir cımbızlama ile karşı karşıyaydı “devrim tarihi” dersleri. Eğitimci Dr. Niyazi Altunya Rejim dersi çok önemli bir anımsatmada bulundu: “Hasan Âli Yücel döneminde dersin adı ‘Türkiye Cumhuriyeti Rejimi ve İnkılap Tarihi’ydi.” Cumhuriyetin ilk yıllarında, Recep Peker, Mahmut Esat Bozkurt, Yavuz Abadan, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Enver Ziya Karal, Yusuf Kemal Tengirşenk gibi isimler tarafından üniversitelerde “rejim dersi” olarak verilmişti: “Adı da gösteriyor ki, bu ders rejimin dersi. Türk devriminin dersi. Bu, sadece klasik anlamda tarihçilerin işi değil, aynı zamanda siyasal bilimcilerin de işi. Zaten üniversite de bu dersi ilk okutan genç öğretim elemanlarının formasyonlarına bakıldığında bunun böyle olduğu açıkça görülüyor.” Sonrası bildik. Dr. Altunya’nın yorumundaki gibi: “1950’den beri tırtıklana tırtıklana bugüne geldik. Ders, konuluş amacından saptırıldı, Türk devrimine karşı olan hareketleri meşrulaştırmanın aracı haline dönmeye başladı. İçine gericileşme sindirildi.” Başa geçmeden önce de öyleydi, sonra da. Cumhuriyetle kavgalı, dolayısıyla Cumhuriyet ilkeleri üzerinde temellenen devletle ve onun kurumlarıyla kavgalı. Çomak sokmuş. Nereye? Derine... Derin dediği, kavgalı olduğu laik, demokratik Cumhuriyet aslında. Hedeflediği, her fırsatta zayıflatmakta, kötülemekte, sallamakta, çürütmekte yarar gördüğü Cumhuriyet ve onun kurumları... Ona, ekibine, hedefine, kadrolarına direnen Cumhuriyet ve onun kurumları... Derinle uğraşıyorum derken oluşturmak, kurmak, devreye sokmak istediği kendi derinini örtmek amacında olmasın sakın! Bir mezarlık alegorisi... O unutulmaz röportaj gerçekte, hüzünlü bir “mezarlık alegorisi” üzerineydi. Konuşulması, tartışılması gereken bir konu vardıysa eğer; o da “özgür düşünceyi ezen, yok eden” bu mezarlık alegorisi olmalıydı. Şimdi “Lanetliler Bahçesi”ni, döne döne anmamın nedeni bu: Madem “o değiştirilemez maddelere” hiç ilişemiyoruz; bari söz konusu maddelerin kurbanına dönüşen aydınlar için Çetin Altan’ın önerdiği, şu ünlü “Lanetliler Bahçesi”ni yapalım. Son kurban işte bakın Hrant Dink oldu. Bu bahçeyi ne kadar ertelersek o lanetli “kara taşlar” da o kadar çoğalacak! “Lanetliler Bahçesi”ni sonra, “159”dan “ağır cezalık” yapan; işe bakın ki içerdiği bu çarpıcı “mezarlık sembolizmi” falan olmadı! 1996 Temmuz’unda yayımlanan söyleşiye, tesadüf bu ya! “Susurluk” arifesinde bambaşka nedenlerle dava açıldı. Röportaja içerleyen birileri, “neden sonra düğmeye başmış”; söyleşide geçen aşağıdaki cümleyi içeriğinden cımbızlayarak ikimize de aylar sonra “tahkir ve tezyiften” dava açmıştı. “...Ben istiyorum ki devlet çete olmaktan çıkıp hukuka otursun. Elli senedir yazıyorum. Hiç etkilenmiyor. Ama elli sene daha dursam gene yazarım!” ‘Petrol Tasası’ Prof. Dr. MAHİR AYDIN* Uzun zaman önce, Makedonya’da dinlemiştim: Tanrı her ulusa bir ülke verir. Ama Makedonları unutur. Makedonyalı yukarı çıkar, derdini anlatır. Bunun üzerine Tanrı: “Ohri gölü çevresini kendime ayırmıştım. Sizin olsun” der. Güzel bir öykü. Ama sanırım, Türkiye’yi görmeden söylenmiş. Bu ülke ile tanışıklığımız, bin yıla dayanmak üzere. Bütün cihangirlerin “dünya egemenliği” için vazgeçemediği toprak. Öylesine önemli, o denli varsıl ki, örneği yok. Bugün yurttaşımızın yoksullukaçlık arasında yaşaması, en çok onu üzüyor. Kendisine, gereken değeri vermediğimizi düşünüyor. Haksız da değil. Çünkü sonuç ortada. Ozan Veysel’in yürek gözüyle gördüğünü görmemek, özel çaba ister: “Kazma ile döğmeyince kıt verdi / Benim sadık yârim kara topraktır.” Cumhurbaşkanımız, yeni Petrol Yasası’nın kimi maddelerine çekince koydu. Amaç, ulusal çıkarlar. Kıbrıs Barış Harekâtı sonrasında çekilen sıkıntıyı, dün gibi anımsıyorum. Umutların, Afrika’yı dolaşıp gelecek gemilere bağlanışını. Gün içinde saatler süren elektrik kesintisini. Uzayıp giderken, çabucak tükenip soğuk duş yaşatan, tüpgaz sıralarını. Isınmak için, ara sıra bulabildiğimiz gazyağını. ??? Ülkemizde petrol, ilk kez 1948’in Diyarbakırı’nda bulundu. İkincisi, üç yıl sonra Raman’da. Aradan çok geçmedi. Petrol aramayı yabancılara verdik. Yasa, Menderes döneminin ürünü. Tarih: 7 Mart 1954. Aynı yılın başka örnekleri, dönem mantığını ortaya koyuyor: Yabancı Sermaye Yasası kabul edildi. Cumhurbaşkanı Bayar ABD’de, yardım için teşekkür etti. Buğday köylüden 30 kuruşa alınıp 20’den satıldı. ABD’den 200 bin ton buğday, 300 bin ton yemlik hububat alındı. ABD’den, askeri yardımın artması ve ekonomik yardımın sürmesi istendi. Dünya Bankası Genel Sekreteri Türkiye’ye geldi. Ve: “Türkiye, ekonomik geleceği çok parlak bir ülkedir” dedi. Bugün bizim, bu parlaklıktan gözlerimiz kamaşıyor(!). Gerçekten tabloya bakamıyoruz. Çünkü yüreğimiz elvermiyor. Olanların hangisi, Türk’ün kara kaşı, kara gözü içindi? Ama ortada, bir aldatma yok. Yalnızca aldanış var. Amerikalı bize yalan söylemedi. Gerçekçi olmayan bizdik. Övünürken, övünç kaynağına bakmadık. Yarım yüzyıl önce Menderes: “7 yılda 15 bin cami yaptık” diyordu. Bayar: “30 yıl sonra Türkiye, Küçük Amerika olacak.” Dahası, 1962’de 16 yabancı şirkete de, petrol arama izni verdik. ??? Bugün başımızı ellerimizin arasına aldığımızda, yarım yüzyıllık yanlışlar görüyoruz. Amerika’yı küçültüp Anadolu’ya taşıyamamışız. Ülkemizi de büyütememişiz. Oysa ülkemiz tarihinde, dünya savaşları da var, petrol savaşları da. Berlin’den başlayan Alman demiryolunun Bağdat’a uzanışını hangimiz bilmez? Petrol ülkelerinin sınırlarındaki, “demirci titizliği”ni, kaç diplomatımız görmez? Bizimkilerin iyi niyetinden kuşku yok. Aynı iyi niyeti, yıllar önce de görüyoruz. Kemal Lokman, bir örnek. 40 yıl ötesinden sesleniyor: “Türkiye topraklarının yüzde 40’ında petrol var. Amerika’da bir kuyu günde 1015 varil petrol verir. Türkiye’de 665. Her yıl 200 milyonluk yatırım yapsak 8 yıldan sonraki, 23 yılda geri döner.” Dönem nasıl da uygun! Ne Soğuk Savaş bitmiş, ne küresel yalanlar başlamıştı. Ama o yıllarda, biz çok yoğunduk: Atatürk büstlerine saldırdık. Sayısı artan kargaları, Senato’da konuştuk. ABD ile 55 ayrı anlaşmayı görüştük. “Çılgın Türkler” yazarının, eserini yasakladık. Halifeliği geri getirmek istedik. Ve MGK Genel Sekreteri’ni, sakal konusunda üzdük: “Ülkeyi sakallı keçilerle, keçi sakallılar kemiriyor. Biri ormanları, öbürü toplum bünyesini.” Kısaca uyuduk. Bugün kimimizin, Soğuk Savaş döneminde kalışı gibi. 30 yıl önce Enerji Bakanımız, uluslararası dev petrol şirketlerine çağrı yapar: “Gelin ülkemizde petrol arayın.” Onların yanıtı açık: “Topraklarınızın 5 bin metre altında, zengin petrol yatakları var. Ama size güvenmiyoruz. Ya bir gün İranIrak gibi, çıkan petrolü devletleştirirseniz?” Boşuna tasalanmışlar. Ölenlerin toprağı bol olsun. Bugün özelleştiriyoruz. *İstanbul Üniversitesi KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Ve Allah’ın sopası! “Ağır çekim zamanlamayla” açılan bu tuhaf davanın akabinde; Çetin Altan’ın “Allah’ın Sopası!” dediği şey oldu... Davayı açanların uzak yakın aklında olmayan bir olay; “Susurluk” yaşandı! Susurluk kamyonu hasbelkader bizim röportaja da çarpmış ve... Çetin Altan’ın “Devlet çete olmasın! Hukuka otursun!” söylemi, tüm basına manşet olmuştu... Hakkımızda açılan “dava”, birdenbire bir bütün içinde hep sezinlediğimiz ve fakat bir türlü tüm çıplaklığıyla anlatamadığımız her şeyi simgeleştirmiş, somutlaştırıvermişti... Sorguladığımız sansürün dişlileriyle, yaşadığımız kirli sistemin çarklılarının bire bir iç içe geçtiğini ortaya koymuştu “Lanetliler Bahçesi”. Sansürü yaratan ve üreten çerçeve de bu pislik değil miydi? “Devlet çete olmaktan çıkıp hukuka otursun” sözü, dillere pelesenk olurken; Çetin Altan’la ben... devletin içinden birbiri ardına çıkan “çeteler” karşısında... şaşa kaldık. Bu topluma yıllardır mahkeme salonlarında çok da yalnız bir mücadeleyle gerçekleri anlatmaya çalışan yazar; o zaman işte o hiç unutmadığım “Allah’ın sopası!” lafını kullandı... Sonuçta bizi “hukukun üstünlüğü”nden ziyade görünmez bir el; “ilahi adalet” kurtarmıştı sanki... Düşünün... ne acı bir saptama bu! Öyle olmasa on yıl sonra hiç “AB adaylığı”, “Kopenhag Kriterleri”, “uyum yasaları” ardından bütün bunlar silbaştan yaşanır mı? Şimdi gene hiçbir şey olmamış gibi... gerisin geri çark ediyor ve “tahkir, tezyif”... adı altında “301”e “159” makyajından söz ediyoruz... İnsaf!.. Sahiden artık bir “Lanetliler Bahçesi” kampanyası açalım... Ne dersiniz? ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com 1950 Yeni Dal Grubu ressamlarından değerli insan, demokratik, ilerici, hümanist aydın FATMA IRAZ MARTA TÖZGE çok sevdiği hayat ve mücadele arkadaşı eski TİP’lilerden TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 10 Şubat www.mumtazarikan.com NECAT TÖZGE ile ebediyete kavuşmuştur. Sevenlerine duyurulur. TÖZGE VE ÖZDEMİR AİLESİ Cenaze töreni bugün öğle namazından sonra Güngören Akıncılar Camisi’nde yapılacaktır. SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Bilgisini, başkalarını sı 1 kacak şekilde 2 gösterişle sunan kişiler için 3 kullanılan söz 4 cük. 2/ Bir sanat yapıtının ilk 5 taslağı... Kır ya 6 da köy yaşamı 7 nı anlatan kısa şiir. 3/ Bir Asya 8 ülkesinin baş 9 kenti... Verme, ödeme. 4/ Yabancı... 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Türkiye’nin de üyesi 1 S A Y L A V P A olduğu bir örgüt. 5/ İnek 2 O B A Ş E K E L sütünden yapılan sert 3 MA K A K O R A bir peynir... Güreşte bir A N U T oyun. 6/ İstek, arzu... 4 B L U M Y İnsan bedeni çevresin 5 R O T A T İ F B A D EMA deki manyetik alan. 7/ 6 E N Bir tür iskambil oyu 7 R T İ R A T O nu... Süsü ve gösterişi 8 O S E L O İ L O olmayan. 8/ Muğla’nın 9 İ L E T İ A D bir ilçesi... Doğal ve tarihsel özelliklerinden dolayı koruma altına alınan alan. 9/ Kosova özerk bölgesinin yönetim merkezi olan kent. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Doğu Karadeniz yöresine özgü, üzüm suyu ve mısır unuyla yapılan bir tür pelte. 2/ Mayalı hamurdan yapılan ve sac üzerinde pişirilen bir tür yufka. 3/ Ticaret mallarını saklamak için rıhtımda yapılan büyük depo... Bir organın beslenemeyerek körelmesi. 4/ “Melâli anlamayan nesle değilim” (Ahmet Haşim)... Asya’da bir ırmak. 5/ Sarhoş ya da külhanbeyi bağırması... Yemek. 6/ Boru sesi... Akıl. 7/ Geri zekâlıların egemen olduğu toplum düzeni. 8/ Kısık sesli küçük keman... Kerestesi ve reçinesi çok beğenilen bir orman ağacı. 9/ Ağır hapis mahkumlarının boynuna geçirilen demir halka... Yunan abecesinde bir harf. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear