24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 6 KASIM 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL ‘Tahrik Memuru’ Başbakan!.. O. Doğu SİLÂHÇIOĞLU PENCERE Kör Zaman... O gün telefon çaldı.. Açtım.. Dediler ki: Erdal İnönü’yü kaybettik. Ne zaman?.. diye sormadım. ? Ölüm haberi bana ulaşıncaya dek Erdal Bey benim için yaşıyordu... Oysa hayatta değildi... Aradaki süre ‘kör zaman’ sayılabilir mi?.. Olgu ya da gerçek ile insan bilinci arasındaki iletişim bazen topallayabilir; ölüm haberini çok sonra duyduğum nice dostumu yitirdim son zamanlarda... ? Ölüm ne uzağımızda ne de dışımızdadır.. Ölüm içimizdedir.. Biz doludizgin yaşarken bile Azrail ölümün yumurtasını bedenimizin münasip bir yerindeki kuluçkasına yatırmıştır... ? Gariptir yaşam bilmecesi... Uykuya dalarken hangi rüyayı saat kaçta göreceğin belli mi?.. Uyanır dersin ki: Hayırdır inşallah... Olağanüstü rejimdeydik, hapishane ranzasında yatarken bir gün haber verdiler: Tahliye edildin... Hiç beklemiyordum... Tahliye kararı ile tebligatı arasındaki süre kör zaman değil mi!.. ? Ölümlerde, doğumlarda, aşklarda, politikada, darbelerde, daha nice yaşam olgusunda gerçek ile gerçeğin algılanması arasındaki kör zamanı bilinçsizlikle yaşamak hayatın kaçınılmaz bir cilvesi... Yoğun bir aşk iki arada bir derede noktalanmıştır da haberin yoktur... Kaldırımda yürürken on adım sonra kafana bir testi düşecektir... Oysa sen farkında bile değilsin... ? Kim bilir, belki de iktidar koltuğundan düşmüşsündür.. Oysa sen iktidar sarhoşluğu içindesin.. Ülkeyi avucunun içinde sanıyorsun... Gerçeği öğrenmen için ille de birinin telefon etmesi mi gerekiyor: Zırrrr... ? Ülke yaşamında kör bir zamanı yaşıyoruz... İnsanların körlüğüyle zamanın körlüğü bir araya gelip birbirine dolandığı zaman körlemesine gidişat egemenleşir... Gidişatımız körlemesine... Gerçeği öğrenmek için ne kadar zamana gereksinme var?.. Evet, şimdilik kör mü kör bir zamanı yaşıyoruz!.. Cumhuriyetin 84. Yılında Bir Öneri Benim bir önerim var: AKP iktidarı süresince Cumhuriyet Bayramı kutlamaları yapılmasın!.. Yalnız o değil, 19 Mayıs, 23 Nisan, 30 Ağustos günlerindeki kutlamalara da son verilsin!.. Hiçbirinin anlamı kalmadı ki!.. Boş sözler, yapay duygular, yalancı övgüler, sahte konuşmalar!.. Eski tarih yapraklarında kalsın ulusal bayramlarımız... Bir gün gelir elbet, hepsini yeni bir güçle yeniden canlandırırız. Bu ulus, bu halk, babalarının dedelerinin kanla, savaşla uğraşla, didine didine gerçekleştirdiği o kutsal tarih yapraklarını unutamaz, unutturulamaz. Cumhuriyetin yıldönümlerini coşkularla, fener alaylarıyla, zengin aydınlatmalarla, içtenliksiz söylevlerle, yollarda, alanlarda bayraklı gösterilerle kutlamak geleneği unutulup gitsin! Boşuna para harcanmasın. Cumhuriyetin bu ulusa kazandırdığına, içlerinden öfke duyan ama belli çıkarlar uğruna şimdilik sineye çekenler biraz daha beklesin! Bir gün gelir, daha doğrusu o günü getirirler, ülke de hilafet, ardından padişahlığa benzer bir düzeni gündeme getirirler, olur biter! ??? Çankaya’daki törenlerde başları sımsıkı kapalı Cumhurbaşkanı eşini, onu kutlamaya gelen başları sımsıkı kapalı bakan, genel müdür, gazeteci, sanatçı eşlerini gördükten sona, 84 yıllık Cumhuriyetinin anlamı kalır mı? Kalabilir mi? Boşuna kendimizi aldatmayalım! 27 Mayıs gibi bir olayı da beklemeyelim. İnsanlarımızı Ankara’larda, İstanbul’larda, İzmir’lerde “Cumhuriyet, devrimler, Atatürk” diye alanlara toplamayalım. Onları da yaptık, milyonlarca insanımız çağdaşlık, uygarlık, Atatürk, devrimleri adına buluştu, söyleşti, sonra!.. ??? Sonrası işte ortada! Bir başbakan Türk ordusunun komutanlarına, generallerine, konularında ders vermeye kalkışıyor! Niye? Konuşuyorlarmış, vatan, ulus, Atatürk konularında uyarılar yapıyorlarmış! Herkes, her şey susacak, yalnız onlar konuşacak, onlar halkı türlü sözlerle oyalayacak, halkı kendi kafalarındaki yöne doğru yürütecek... Yüzde kırk altı oyla mı gerçekleştirilecek bütün bunlar? Ya geri kalan yüzde elli ne olacak? Onlar hep susacaklar mı? Atatürk Cumhuriyetinin gide gide bir İslam cumhuriyeti, daha da öteye giderek bir hilafet, bir çeşit padişahlık biçimine, biçimsizliğine getirilmesine, bu halkın en az yarısı suskun mu kalacak? Elindeki güçleri, uygarlık, çağdaşlık, insanlık yolunda kullanmaya kalkışmayacak mı? Evet ülke artık uyanmayacak mı? Bu ters gidişe dur demeyecek mi? Bir uyanış, bir dirilme, bir aklını başına getirme yaşamayacak mıyız? O zaman, varsın gitsin 19 Mayıs’lar, 23 Nisan’lar, 30 Ağustos’lar... Anlamlarından, gerçeklerinden koparılmış, içleri boşaltılmış tarih yaprakları koparılıp atılsın! Resimlere bakıyorum. Bayan Gül’e, karşısındaki o başörtülü hanımlara... Çankaya’nın, Çankaya’dan çıkıp bir Kasımpaşa mahalle kahvesine dönüşmesine!.. Önerimi yenilemek isterim: Bir daha AKP döneminde böyle ulusal bayramlar yaşanmasın, ramazan, kurban bayramları size de, bize de yeter! Y aşama bir başka konumda başlamak üzere yola koyulmuşken, rastlantılar ve biraz da siyasal sorumluluk sahibi kimi kişilerin gafletiyle, başta ABD ve AB olmak üzere Türkiye’yi şekillendirmek isteyen güçlerce Başbakanlık koltuğuna oturtulan bir kişinin sözleri, toplumda her gün yeni gerginliklere, yeni tartışmalara yol açıyor!.. Ülke gerçeklerinden ne derecede haberdar olduğu söylediklerinden belli olan Başbakan’ın saçmalamaları, toplumun her kesiminde tepkilere neden oluyor!.. Başbakan son söyleminde; ülke sorunlarına ilişkin görüşlerini açıklayan muvazzaf ve emekli askerleri “tahrik memuru” olarak nitelendirecek kadar düzeysiz bir üslup kullandı!.. Başbakan’ın her türlü edep ve nezaket sınırlarını aşan bu ifadesini, her zaman olduğu gibi “yanlış anlaşılmıştır” şeklinde düzeltebilecek yetenekte bir “sözcü” bulabilmek herhalde mümkün değildir!.. Zaten kimse böyle bir düzeltme yapılmasını da beklememelidir, çünkü bu saçma ifadenin düzeltilebilecek bir yanı yoktur. Güzel Türkçemizde yer alan ünlü bir deyim vardır!.. Çok anlamlıdır: “Zırva tevil götürmez!..” Tarihten ders almak Başbakan’ın askerler için söylemiş olduğu “Sıfatı ne olursa olsun, ister emekli ister muvazzaf olsun, yaptıkları tek iş var, tahrik etmek” zırvalamasında yer alan “muvazzaf” sözcüğünün Türkçedeki anlamı “vazifeli”, yani “görevli”dir. Bu sözcük Türk Silahlı Kuvvetleri kadrolarında görev yapan ve mesleği askerlik olan personel için kullanılmaktadır. Aynı söylem içinde yer alan “emekli” sözcüğü ise sayıları yüz binleri bulan ve bugün hizmette olmayan eski askerleri kapsamaktadır!.. Başbakan, muvazzaf da olsa, emekli de olsa; askerlerin bir anlamda bugün ülke yönetimine ilişkin değerlendirmede bulunmalarını önlemeye çalışmaktadır!.. Ne var ki bu, askerlerin ilk kez karşılaştığı bir davranış değildir. Bunun benzerleri geçmişte de yaşanmıştır!.. 1. Dünya Savaşı sonrasında, “Mondros Mütarekesi” (30 Ekim 1918) gerekçe gösterilerek işgal edilen Anadolu’yu ve Anadolu toprakları üzerinde yok edilmek istenen Türk ulusunu kurtarmak için mücadeleye koyulan Atatürk başta olmak üzere, muvazzaf ve emekli askerlere İngiliz destekli Osmanlı yönetiminin başbakanı Damat Ferit de benzer bir üslupla saldırıyor, onlar için “asi” ve “eskiya” diyordu!.. (11 Ekim 1919). Ve o kahramanlar için İstanbul’da, Nemrut Mustafa Paşa başkanlığındaki askeri mahkemelerde ölüm kararları veriliyordu!.. Padişah Vahdettin tarafından onaylanan bu kararlar(11 Mayıs 1920), şeriat devleti yapılanması içinde, yönetimde en büyük dinsel makam sahibi olan Şeyhülislam Dürrizade Abdurrahman Efendi tarafından “dinen yerine getirilmesi gerekir” anlamındaki bir “fetva” ile tüm yurda duyuruluyordu!.. Geçen zaman içinde Atatürk ve silah arkadaşlarının, yani muvazzaf ve de emekli askerlerin yaptıkları değerlendirmede ne derece haklı oldukları ortaya çıktı. Damat Ferit, Kurtuluş Savaşı’nda Türk süvarileri İzmir’e girdikten sonra (9 Eylül 1922), vatan haini sıfatıyla yurtdışına kaçtı. Yaşamı bir yıl sonra orada son buldu. Ve sonu çok hazin oldu!.. Askerlere yönelik sözlü saldırıların örneğine Cumhuriyet döneminde de rastlandı!.. İktidar olabilmek için tarikat şeyhlerinin elini öpen; “Atatürk Devrimleri”ni “millete mal olmuş ve millete mal olmamış devrimler” olarak ikiye ayıran; 1932’den beri Türkçe okunan ezanı 1950’de iktidar olur olmaz yeniden Arapçaya çeviren Başbakan Menderes, “Ben orduyu yedek subaylarla da idare ederim. Kravatlı şövalyelerin burunlarını kıracağım” diyerek o güne kadar Cumhuriyet tarihinde askerlere karşı en “tahrik edici” şekilde saldırıda bulundu!.. Menderes’in de 1961’deki sonu çok hazin oldu!.. en büyük engel olarak gördüğünden, saldırılarını askerlere yöneltmektedir!.. “Güya bu alanlarda tecrübe sahibiymiş!.. Çıkıp orada konuşanları görüyoruz” diyerek düşüncesini açıklayanları küçümser bir tavırla eleştiren Başbakan’ın bu davranışları hiçbir ölçüyle bağdaşmaz. Hangi dalda uzman olduğu bilinen Başbakan’ın, uzmanlık dalı olmayan bir konuda değerlendirmede bulunması ve sonuçta böyle bir yargıya varması mantıkla açıklanamaz!.. Ama bilmediği konularda çok biliyormuş gibi konuşan, eski dille “ahkâm kesen” Başbakan’ın sözlerini olağan karşılamak gerekir!.. Çünkü Başbakan bugün ne dediğini kendisi de bilmemektedir!.. Yaşam ve gerçekler Kişilerin siyasete atılıp bir yerlere gelebilmeleri, hatta başbakan olabilmeleri her zaman mümkündür. Ne var ki elde ettikleri bu konum, kendi konusunda uzman olmuş kişilerin değerlendirmelerini algılamak ve onları anlamak için yeterli olamaz. Başbakan da olsa bir kişinin uzmanlık alanı içinde olmayan bir incelemeyi, bir değerlendirmeyi özümseyebilmesi çok zordur. Bu nedenle Başbakan’ın son söylediklerinin hiçbir kıymeti yoktur. Bunlar tümüyle bir kuruma karşı beslenen olumsuz duyguları ifade edebilmek için söylenmiş ve ardına sığınılmış ifadelerdir!.. Kamuoyunu aydınlatma yolunda yapılanları “ülkenin birliğine, beraberliğine saldırmak, kurşun sıkmak” olarak nitelendiren Başbakan, “tahrik memuru” olarak itham ettiği o kişilerin, geçmişte yaşamlarını tehlikeye atarak ülkenin tümlüğü, ulusun bütünlüğü için nasıl mücadele verdiklerini, nasıl kurşunlandıklarını bilmezden gelmektedir!.. Başbakan çağdaş demokrasilerde temel yurttaşlık görevi olan “eleştiri hakkı”nın kullanılmasına kısıtlama getirmek istemektedir!.. Başbakan’ın, “Bunlar sorumluluk almazlar, taşın altına ellerini sokamazlar” diye nitelediği insanların büyük bir kısmı, bugün artık bu sözleri duyabilecek durumda değiller!.. Geçmişte bir taşın altına elini sokarken, ulusu ve ülkesi için bir görev ifa ederken yaşamlarını yitirdiklerinden, şimdi başuçlarında bulunan bir taşın altında yatmaktalar!.. Kemikleri toprak olduğundan, söylenen bu sözleri duymuyorlar!.. Hayatta olanlar ise bu ülkenin geleceğinden kaygılılar!.. Zırvalayanların sonunun hep aynı olmamasını diliyorlar!.. Olağandışı tutum Bir başbakanın kendi ulusunu, kendi ülkesini korumakla görevli olan ordusunun muvazzaf ya da emekli olmuş mensuplarını küçültmeye yönelik saldırılarda bulunması, dünyanın hiçbir yerinde kabul görecek bir davranış değildir. Başka ülkelerde benzer örnekler yaşanmış mıdır bilinmez, ama geçmişte ve bugün Türkiye’de bu yaşananların bir tek nedeni vardır: “Ülke yönetimini eleştirenlerin seslerini kısmak!..” Başbakan bugün Türkiye’yi siyasal açıdan şekillendirmeye çalışırken partisiyle birlikte izlediği “Siyasal İslam” ideolojisi önünde engel oluşturan kişi, kurum ve kuruluşları etkisizleştirmek için çaba sarf etmektedir. Başbakan, Türkiye’nin yönetilmesine ilişkin eleştirileri önlemek için, gerçekleri ortaya koyan kişileri susturmak için caydırıcı bir ortam yaratmak istemektedir. Başbakan “Türk Silahlı Kuvvetleri”ni bu yolda CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear