01 Haziran 2024 Cumartesi Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
14 KASIM 2007 ÇARŞAMBA CUMHURİYET SAYFA 17 Düzen Kaan Bür: “AKP’nin, ikinci cumhuriyetçilerin desteği ile kurmaya çalıştığı düzenin adını koyalım: 3. Meşrutiyet!” Ya ğ m u r E k i m Suudi skandalına kılıf arıyorlarmış... “Minare ellerinde kaldı!” KISACA “Nükleer Yasası” denilen yasa TBMM’de kabul edildi ve Prof. Dr. Aydın Aydın yakın geçmişte yaşananları anımsatma gereği duydu: “Şimdi, ellerinde çantalar dolusu tanıtım broşürleri ile ‘topatan tüccar malı’ olarak ‘elde kalmış’ santralları gelişmemiş ülkelere ‘sokuşturacak bezirgânlar harekete geçmek üzeredir. Bu serüveni 1015 yıl önce de yaşamıştık. O tarihlerde de yasanın çıkmak üzere olduğu haberi çıkınca sözü geçen bezirgân takımı hemen ‘sahaya çıkmışlar’dı. Bunlardan bir takım da bizim avukatlık bürosuna gelmişlerdi. Broşürlerini serip ‘mal’larının ne kadar iyi ve yararlı olduğunu anlatmışlardı.Anlattıklarından pek bir şey anlamadık ama arada ‘sebebi ziyaret’lerini sorduk, Buradaki temas ve hukuksal işleri için kendilerine hizmet verecek bir hukuk PANO DENİZ KAVUKÇUOĞLU Havalar neden soğudu? Küre ısınırken sigortası attı! Madalya M. Alpaslan Yener: “Devletin şerefini de pazarladık. Sırada ne vardı?” bürosu arıyorlarmış. Bizi nereden bulduklarını da ertesi gün öğrendik; Sabah sabah Ankara’dan Başbakanlık’tan bir yetkili telefon etti ve firmanın adını vererek ‘geldiler mi’ diye sordu! Olayı, o günlerde bu gibi konularda ‘kulağı delik’ olan bir müteahhit dostuma anlattım. Hemen yanıtladı: Meğer konu, bu gibi işlerin kurtları arasında biliniyor ve yakından izleniyormuş. Çünkü böyle bir santralın tesisi işinin sadece kuruluş maliyeti 3.5 milyar dolarmış. Bunun asgari komisyonu da yüzde 10, yani 350 milyon dolar olurmuş. Bu yağlı komisyonu kapmak için ortalarda dolaşan epeyce açıkgöz yerli aracı varmış. Dostum, bunlar arasında en çok şanslı olanın, devlet olanakları ile işi yakından izleyen, o zamanın Nükleer iktidarında tepede oturan bir siyasetçinin çokçok yakını bir zat olduğuna ilişkin ilginç ve yayın ‘tevatür’den de bahsettiydi. Şimdi, yine aynı oyun sahneye konulmaktadır. Çıkarılan yasanın geleceğe ait enerji ihtiyacını karşılamak için kabul edildiği, tıpkı evvelce olduğu gibi, tekrartekrar ileri sürülmektedir. Ne ki, konunun ciddi ve bilgili kimi uzmanları, geleceğe ait enerji açığı tahminlerinin hem yanlış olduğunu hem de nükleer santralların neden olacağı olası olaylar ve zorlukları açıklamışlardır, açıklamaktadırlar.” Ama neyse ki, en tepesinden en dibine kadar bugünkü iktidarın yakınları namazında niyazında olduğu ve ticaret işiyle, mal pazarlamayla, devlet ihaleleriyle hiç ama hiç ilgilenmedikleri için nükleer santral işinde bezirgânlık asla söz konusu olmayacaktır! Doğadan Yana Olmak Siyanürlü altın madenciliği doğaya ve insana zarar veriyor. Bu yargıya Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği Jeoloji Mühendisleri Odası Genel Merkezi’nin yayımladığı 21 Temmuz 2005 tarihli ve ‘Her Yer Bergama, Hepimiz Bergamalıyız’ başlıklı bildiri ile Türk Tabipleri Birliği’nin Aralık 2001’de yayımladığı 117 sayfalık ‘Bergama Raporu’nu okuduktan sonra vardım. TMMOB Çevre Mühendisleri Odası’nın web sitesinde okunabilecek bu rapor aynı zamanda TÜBİTAK’ın bu konudaki görüşlerine bir eleştiri niteliği taşıyor. Siyanürlü altın madenciliğinin zararları konusunda daha yüzlerce belge bulmak olası. Amerika Birleşik Devletleri, Kanada, Çek Cumhuriyeti, Yunanistan gibi doğa ve insan sağlığına özen gösteren birçok ülkede siyanürlü altın madenciliği yasaklanmış. Bizde ise devlet bu tür madenciliğin her türlü canlıyı zehirlediğini bilerek yabancı ve onların işbirlikçisi yerli altın avcılarına birbiri ardınca arama ruhsatı veriyor. Dağlarımız acımasızca delil deşik ediliyor, on binlerce ağaç kesiliyor, toprak zehirleniyor, bitki örtüsü yıkıma uğruyor, irili ufaklı her türlü hayvan ölüme mahkum ediliyor, insanlarımız tarlalarından, bostanlarından, ağaçlarından oluyorlar, üretim hakları ellerinden alınıyor. Bundan daha somut insan hakları ihlali olur mu? Fakat ne yazık ki devletin de, o devletin ruhsatıyla doğa cinayeti işleyen altın avcılarının da ‘insan’ umurlarında değil. Şimdi sıra bin pınarlı Kaz Dağları’nda. Yıkım başladı bile. ??? Türkiye, kendi tarihsel gelişimi içinde kapitalizmle çok geç tanışmış bir ülke; fakat buna rağmen bugün ekonomisinin büyüklüğü açısından dünyada 17. sırada. Ne var ki 72 milyonluk nüfusunun içindeki 18 yaş üzeri bölümünün okulluluk ortalaması ise yıl itibarıyla ancak 3.8. Bu açıdan baktığımızda Türkiye kapitalizmine hiç duraksamadan ‘cühela’ (cahiller) kapitalizmi diyebiliyoruz. Eğitimsizliğin diz boyu olduğu bir ülkede de kapitalizm ancak çapaçul, yani her türlü talana, yağmaya açık bir düzenden başka bir şey olamıyor. Türkiye kapitalizminin belirgin özelliklerinden biri de eğitimsizlik sorununa bağlı olarak ortaya çıkan ‘sınıfsal ahlak’ yetersizliği. ‘Cühela’ kapitalizmi bu sorun nedeniyle kendisini taşıyan sermaye sahiplerini burjuvalaştırmayı başaramıyor, böyle olunca da ‘burjuva ahlakı’ denen sınıfsal/ortak etik gelişemiyor. Kapitalizm çapaçul, kapitalist de çapulcu kalıyor. Bunu Türkiye’deki sermaye sahiplerinin davranışlarında bire bir görebiliyoruz. ABD de, Kanada da, Yunanistan da kapitalist ülkeler fakat o ülkelerde sermaye sınıflarının denetimindeki devlet, sermaye sınıflarının çıkarlarına aykırı düşse de toplumun genel çıkarları doğrultusunda kararlar alabiliyor. Örneğin, siyanürlü altın madenciliğini yasaklıyor. Çünkü doğa yıkımına yol açan ekonomik faaliyetler burjuva ahlakıyla da çatışıyor ve sonuçta ahlak baskın çıkıyor. Bizim sınıfsal ahlaktan yoksun çapulcu sermayedarımızın gözü ise paradan başka bir şey görmüyor. O, gününü gün etmeye bakıyor. ??? Oysa bir de yarın, yarından sonra yaşanacak hayatlar var; bizden sonra gelecek kuşakların hayatları var. Doğaya karşı işlenen her cinayet onların hayatlarından bir parçayı yok ediyor. Kentlerimizi ucubelere çevirdik. Kıyılarımızı betonlarla çerçeveledik. Denizlerimizi kirlettik, balıklarımızı öldürdük. Ormanlarımızı yok ettik. Göllerimizi, ırmaklarımızı kuruttuk. Şimdi da dağlarımızı, ovalarımızı, toprağımızı zehirliyoruz. Zehirletmeyelim. Altın avcılarına karşı duralım; sözcülerinin sözlerine kulak asmayalım; direnelim. Doğadan yana olalım. Doğadan yana olmak demek hayattan yana olmak demektir. Asıl olanın hayat olduğunu hiç aklımızdan çıkarmayalım. eposta: dkavukcuoglu?superonline.com Otel Işık İşgüden: “Bu maya tutarsa; Abdullah Gül, Bush’u Washington’un hangi otelinde kabul edecek; merak ediyoruz doğrusu!” SESSİZ SEDASIZ (!) Cumhuriyet’e bağlılık maskeleri düşerken BU “pilav” daha çok su kaldıracağa benziyor. Reşit Çağın, tencereye biraz daha su ekliyor: “RTE ABD’deyken GWB’nin baş başa görüşme davetini kabul ediyor ve içeriye bu devletin Milli Savunma Bakanı ile Genelkurmay İkinci Başkanı alınmıyor. Bu ne demektir? Ya bu kişiler iki devlet arasında sır olarak nitelendirilebilecek konuların görüşülmesini bilmemesi gerekecek kadar ‘güvenilmez’dir ya da RTE, sadece sadakatine güvendiği Dışişleri Bakanı’nın bilebileceği gizlilikte ve ülke çıkarlarına aykırı ödünleri ve kararları içeren bir görüşme yapmıştır. Atatürk’ün Gençliğe Seslenişi’nin ‘gaflet, dalalet ve hatta hıyanet’ bölümünü gelin de hatırlamayın bakalım! Öte yandan gerek Cumhuriyet Bayramı ve gerekse 10 Kasım mesajlarına baktığımızda Cumhurbaşkanı ve Başbakan’ın Atatürk konusunda, Çankaya’ya çıktıktan sonra ‘Nutuk’u okuyan Turgut Özal gibi geç de olsa ‘hidayete erdikleri’ kanısına (daha doğrusu yanılgısına) varabilecekken, Türkiye’yi ziyaretlerinde Anıtkabir’e gitmeyen, düşünce yapısı ve ülkesini idare şekliyle Atatürk’le tamamen zıt olan Suudi Arabistan Kralı’na O’nun ölüm yıldönümünde kurduğu devletin Devlet Şeref Madalyası’nı veriyor; ‘huzur’a çıkıyor. Böylece Atatürk’e ve Cumhuriyet’e bağlılık maskesinin ne kadar çabuk düştüğünün açık belirtilerinden biri daha yaşanmış olmuyor mu?” Andolsun A. Tarık Emre: “Hamdolsun istediğimizi aldık diyenlere karşı bizim de ‘Andolsun emperyalizm ve işbirlikçilerine istediklerini vermeyeceğiz’ deme hakkımız var.” ÇED KÖŞESİ OKTAY EKİNCİ KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr Antakya Adliye Binasını Yıkmayın... İstanbul’daki AKM binasının “yıkılmak istenmesi” ülke gündemindeyken, “aynı tehdit” altındaki “Antakya Adliye Binası”nın feryadını duyan bile olmadı... Oysa tıpkı AKM gibi öncelikle “simge” değeri var ve her yönüyle Cumhuriyetin Antakya’daki “kentsel mirası”... Mimarlar Odası’yla birlikte duyarlı yerel basın ve sivil kuruluşlar, toplumsal belleğin bu “çok özel tanığı”nı yok etmek isteyenlere karşı “mücadele” ediyorlar ama “ulusal destek”ten yoksunlar... Çünkü yıllardır yakınılan, İstanbul merkezli “büyük medya”nın Anadolu’ya ilgisizliği hâlâ sürüyor... Antakyalılar da yerine “çok katlı otopark” yapılması uygun görülüyor!.. ‘Şehircilik uzmanı’ mı? Bütün bunlar için Belediye Başkanı Mehmet Yeloğlu’nun gerekçeleri ise her yönüyle “özrü kabahatinden büyük” cinsinden... “Resmi daireleri şehir dışına taşıyacağız” diyen başkan, aslında hiç de uygun olmayan bu fikrini hangi şehircilik uzmanına danıştı? Örneğin, yıllarını bu kente adayarak en birikimli “Antakya uzmanı” olan Prof. Ataman Demir’in, aynı bina için Mimarlar Odası’nın “kent müzesi ve sergi sarayı” önerisini desteklemesine; hatta “Bütün arşivimi de bağışlarım...” demesine neden aldırmıyor? Dev süpermarketlere mahalle aralarında bile izin verilirken, kent yaşamıyla bütünleşmiş toplumsal hizmetlere ait kamu binalarındaki “devletvatandaş buluşması”nı sanki “sakıncalı”ymış gibi kent dışına göndermek hiçbir man1939’da Antakya... (Necip Köni arşivi) tığa uymuyor... Üstelik “uygulama” soruyor: “Bu emektar kamu bi da öncelikle, bir Cumhuriyet minamızın talihsizliği, İstan rası yok edilerek başlıyor! Başkanın kat otoparkı savunması ise bul’da olmaması mıdır?..” Özellikle Hatay’ın Cumhuri daha bir garip... “Trafiğe kapayet tarihimizdeki çok özel yerin tacağız” dediği Atatürk Caddeden ötürü aynı geçmişi simgele si’ndeki adliyenin yerine herhalyen binalar bu kentte daha bir an de “yayalar” için(!) tasarladığı lam kazanıyor. Mimarlar Odası otomobil binasıyla bakın nasıl Şube Başkanı Abdülgani Maz övünüyor: “Apartman görünümanoğlu diyor ki: “Bu kenti yö münde olacak...” (Atayurt16 netenlerin, sadece Antakyalı Ekim 07) Oysa Antakya, dünyaca ünlü lara değil tüm ulusa ait bir Cumhuriyet değerini yok et “tarihsel kent kimliği”ni işte bu kişiliksiz “apartman sevdameye hakları var mıdır?” Mazmanoğlu’nun “değer” sı”yla yitirdi. Geçmişin karakvurgulaması ne kadar da terli mimarisinden ilham almak yerine, kültür yoksunu tekdüze önemli... Hatay 1939’da Cumhuriyete apartmanlaşmayı sürdürmek, nakatıldığında, Ortadoğu’daki aşi sıl bir “muhafazakâr”lıktır; anret dünyasında kalmak yerine layan beri gelsin... Mimarlar Odası Hatay Şubesi Anadolu’daki “çağdaş hukuk devleti”nin bir “il”i olmayı yeğ İl Sağlık Müdürlüğü, Endüstri ledi. Adalet Binası da işte bu ta Meslek Lisesi, Arkeoloji Müzerihsel kucaklaşmaya “en değer si gibi cumhuriyet mimarlığının diğer örneklerini de “kültür mili armağan”lardan biri... Ne var ki kent yönetimine ege rası” saymalarını Adana Korumen olan “değerbilmez”lik öy ma Kurulu’ndan talep etmiş... Diğer kentlerdeki, aynı dölesi “olağanüstü” boyutlarda ki “tarih”e “arsa” olarak bakan 15 nemlere ait diğer binaların koEkim 2007 tarihli belediye mec runmaları girişimleri ise yurt lisi kararı da “olağanüstü” top düzeyindeki Mimarlar Odası lanılarak alınmış... Bu “olağa birimlerince sürdürülüyor... nüstü acele”ciliğin nedeni, mi Türkiye’nin “onur abideleri” marların Adana Koruma Kuru olan bu değerlere ulusça sahiplu’na “binayı kültür mirası ola lenilmesi için, öncelikle Korak güvenceye alın” diye baş ruma Kurulları’yla birlikte Kültür ve Turizm Bakanlıvurmuş olmaları. İşte bu girişimi de “etkisiz” ğı’nın da aynı çabaya “teşekkılmak için belediye meclisi ade kür” ederek “destek vermeleta “yıkım toplantısı”na çağrılı ri” gerekmiyor mu? yor. Dahası, yeni adliye binasına arsa bile ayrılırken, “eski”sinin ekinci?cumhuriyet.com.tr ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 14 Kasım www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Küçük taneli bir bezel 1 ye türü. 2/ 2 Mersin’in Si 3 lifke ilçesin 4 de antik bir kent... Şiirde 5 bir uyaktan 6 sonra yinele 7 nen aynı an 8 lamdaki söz9 cük ya da eklere verilen ad. 3/ 1 2 3 4 5 6 7 8 9 Kapı, pencere ya da 1 D A L A K O T U kapak kenarlarına 2 E T İ K E T F İ açılan dik açılı girin 3 K A M L O D O S ti... Umman’ın pla 4 O R B E R E O ka imi. 4/ Antik ça 5 L İ D A K İ A T ğın en ünlü kentle 6 T Ö D T A V rinden biri. 5/ “Gü 7 E S K İ Ş E H İ R müş sepet” de deni 8 K Ü R E U Z O len, pembe ya da be 9 S İ M E N A O M yaz çiçekli bir saksı bitkisi... Ender, seyrek. 6/ Neon elementinin simgesi... Geminin sol yanı. 7/ Tarih öncesi çağlarda tanrılara adak olarak sunulan küçük heykelcik... Arka, sırt. 8/ İşaret... Orhan Hançerlioğlu’nun bir romanı. 9/ Trabzon’un bir ilçesi... Ortakulakta bulunan küçük bir kemik. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Osmanlılar döneminde lise dengi okullara verilen ad. 2/ Sınır nişanı... Osmanlı ordusunda, askerlik görevini bitirdikten sonra yedeğe ayrılan er. 3/ Aydınlatma aracı... Kemiklerin yuvarlak ucu. 4/ “ Kulesi”: Kimsenin kimseyi anlamadan konuştuğu bir dil kargaşasını anlatmakta kullanılan deyim. 5/ Tuluat tiyatrolarında, Doğu giysileriyle yapılan dansın adı... Kâfi gelmeyen. 6/ Bir soru sözü... Yapıların dışına kat kat kurulan ve çalışmak için üstüne çıkılan çatı. 7/ Çok sevilen kimse ya da şey... Erzincan’ın Kemaliye ilçesinin eski adı. 8/ Parola... Yüce, yüksek. 9/ Sıkıntı ve bezginlik anlatan bir ünlem... Eyerin iki yanında bulunan ve ayak koymaya yarayan demir halka. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear