28 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 9 OCAK 2007 SALI 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER EVET / HAYIR OKTAY AKBAL Cumhurbaşkanlığı Seçimiyle İlgili Tartışmalar PENCERE Sabih Kanadoğlu’nun 102. maddeye ilişkin yorumu, siyasal iktidara yöneltilmiş ciddi bir uyarıdır. Siyasal iktidar, bu uyarıyı duymazdan gelme riskini üzerine almamalı ve genel seçimlerde geçerli oyların yüzde kırk beşinin parlamento dışında kalmış olmasıyla elde ettiği ezici çoğunluğun ayartıcı etkisinden kurtularak uzlaşma kapısını aralamalıdır. Ülkenin buna büyük gereksinimi vardır. Anayasanın değiştirilmesine ilişkin 175. maddedeyse teklif ve karar yeter sayıları, nitelikli çoğunluk olarak belirlendikten sonra, ikinci fıkrada toplantı yeter sayısı için açıkça 96. maddeye gönderme yapılmaktadır. Oysa 102. maddede toplantı yeter sayısı olarak 96. maddedeki oranın geçerli olacağı belirtilmemiştir. Bu nedenle 102. maddedeki düzenleme 96. maddeye göre özel kural niteliğindedir. Bu gerekçeler, sistematik yorum türünün güzel bir örneğidir. c) Buna karşı yorum olarak AKP’nin Meclis’teki sandalye sayısının Cumhurbaşkanını seçmeye yeterli olduğunu, çünkü anayasanın üçüncü ve dördüncü turda salt çoğunlukla yetindiğini, birinci ve ikinci turlarınsa üye tam sayısının üçte biriyle yapılabileceğini ileri sürmek, 102. maddenin birinci fıkrasındaki ana kuralı anlamsız kılacağı gibi istisna niteliğindeki bir kuralı ana kuralın önüne geçirme sonucunu doğurur. Böyle bir yaklaşımsa Meclis’te sahip olduğu çoğunluğu ulusal iradeyle özdeş sayan 1960 öncesi sakat anlayışın gereksiz bir tekrarı olmaktan başka bir anlam taşıyamaz. Geçerse Geçsin mi? Bir yıl sonrayı düşünüyorum... 1 Ocak 2008’i...Tayyip Bey Çankaya’da, ya da onun güvendiği biri!.. Gül Bey, yine başbakan! Hükümette üç aşağı beş yukarı aynı adamlar!.. Muhalefette Baykal Bey yine atıp tutmakta! “Solda birlik kuralım” diyenler hâlâ birbiriyle uğraşmakta! Basında, medyada ABD’cilik almış yürümüş!.. Paranın gücü her şeyi tümüyle ele geçirmiş!.. Bir yıl sonraki genel görünüm böyle mi olacak? Yoksa büsbütün başka mı? Şimdiden kara kara düşünmektense, aklımızı başımıza toplamak gerekmez mi? ‘Sezgi mi, akıl mı?’ başlıklı bir yazıyı okurken bütün bunları bir daha düşündüm... Eski yıllar gözümün önüne geliyor. Ne ummuşuz, ne bulmuşuz! O olmaz, o bir daha işbaşına gelmez, dikta uygulamaları bir daha yaşanmaz, halkımız geç de olsa akıllanır, oy vermesini bilir umuduyla günleri geçirmişiz... Sonra bir de bakmışız, 2008’in başında bütün beklentiler boşa çıkmış... Geçmiş yaşantılardan bir şeyler öğrenmek nedense bize göre değil... Kim bilir kaç kez yazmışım, “Bu bize ders olsun”, politikacılar olup bitenlerden bir şeyler öğrensin, aynı yanlışlar yapılmasın, kimsenin haksız yere canı yanmasın diye... İnsanın yaşamında öyle unutulmaması gereken anlar var ki?.. Duyarlı, anlayışlı, gören, anlayan biriysen, aynı şeyleri tıpatıp yaşamazsın, yaşamak istemezsin. Birey olarak gücün ne denli yeterse çevreni de deneyimlerden ders almaya çağırırsın... “Asmayalım da besleyelim mi” demişti!.. Yıllardır besliyoruz İmralı Adası’nda öyle birini!.. Binlerce insanın ölümünden sorumlu olan birini!.. Batı uygarlığı, “Sen o adamı asamazsın” demiş, uymuşuz bu uyarıya! Kendiliğimizden olsa çok iyi, ama dış güçler öyle buyurmuş! O adam içerde yine yapmış yapacağını, vermiş buyruklarını, bizlere de kendince dersler vermeye kalkmış... Ama Avrupa bu kez Saddam Hüseyin’in asılmasına seyirci kalmış!.. Hiç sıkılmadan uygarlıklar uzlaşması diye tutturuyorlar, insan hakları diye didiniyorlar.. ama işte Irak’ta dünyanın gözleri önünde boğularak öldürülen Saddam!.. Bir yıl sonra oturup uygar dünyada mıyız, yoksa bizleri bir uygarlık düşünde uyutmak isteyenlerle karşı karşıya mıyız diye düşünecek miyiz? Bütün insan hakları palavraları ne denli boş şeylermiş diye hâlâ avunacak mıyız? Bir yıl sonrası da, yirmi otuz yıl sonrası da, benzer avuntularla geçecek mi? Geçerse geçsin mi? Yolumuz Açık... Birazcık şiir seven ‘Annabell Lee’yi bilmesin, mümkün mü?.. Edgar Allen Poe’nun ünlü dizelerini Melih Cevdet Anday güzelim Türkçenin olağanüstü şiirselliğine sadelikle aşılamış: “Senelerce senelerce evveldi Bir deniz ülkesinde Yaşayan bir kız vardı, bileceksiniz İsmi Annabell Lee Hiçbir şey düşünmezdi sevilmekten Sevmekten başka beni O çocuk ben çocuk, memleketimiz O deniz ülkesiydi, Sevdalı değil karasevdalıydık Ben ve Annabell Lee Göklerde uçan melekler bile Kıskanırdı bizi.” ? Peki, ben bu dizeleri köşeme nereden ve neden aktardım?.. Yazarımız Yılmaz Şipal, “Çalışanların Soruları/Sorunları” köşesine pazartesi günü “Yolun Açık Olsun...” başlığı altında şöyle girmişti: “50 yılını benimle paylaşan sevgili eşim Kumru ŞİPAL sonsuzluğa yolculuğa çıktı. Bu kaçınılmaz yolculukta arkadaşlık etmesi için en sevdiği şiiri ona armağan ediyorum. Güle güle sevgili Kumru. Yolun açık olsun...” Yılmaz’ın köşesinde ‘Annabell Lee’ bu gerekçeyle yayımlandı... ? Denebilir ki: “Çalışanların Soruları/Sorunları” köşesinde Annabell Lee’nin ne işi var?.. İşi olmaz olur mu!.. Aşk, “Çalışanların Soruları/Sorunları”nda başta gelir; emeğin her alın teri damlasında güneşin ışığı kırılır, yedi renge dönüşür, hayalin Newton Çarkı dönmeye başlar, renkler birbirine karışınca beyazlaşır, insan şaşırır, gözleri kamaşır, kamaşınca da: “Ay gelip ışır, hayalin erişir Güzelim Annabell Lee Bu yıldızlar gözlerin gibi parlar Güzelim Annabell Lee” ? Dostum Yılmaz Şipal’le sevgilisi Kumru’nun soylu aşklarının çok uzun yıllardan beri tanığıyım; hayır günlük yaşamda yakından alışverişim yoktu; ama, yaşanan öylesine bir sevdaydı ki uzaktan bile duyumsanmaması olanaksızdı.... Zamanla, mekânla, ülkeyle, tarihle, Türkiye’yle, Atatürk’le, Aydınlanma’yla, Devrim’le, Cumhuriyet’le Romeo Julyet’le, Kerem ile Aslı’yla, dostlukla, kardeşlikle inceden inceye örülmüş duyguların her gün iki insanın sofrasında buluşması inanılır gibi değildi... “Sevdadan yana kim olursa olsun, yaşça başça ileri Geçemezdi onları, Ne yedi kat gökteki melekler Ne deniz dibi cinleri” ? Bizim Cumhuriyet bir fikir gazetesidir... Yapının orta direği fikir, ama, ne fikir!.. Dünyanın son kez altüst oluşunda gazeteye ‘çalışanlar’ sahip çıktılar... Yılmaz Şipal’in köşe başlığındaki gibi onların “Soruları/Sorunları” bitmez tükenmez; ama, parasal egemenlik dünyasında başardılar... Başardık... Gizemi ne bunun?.. İnsan!.. Yılmaz Şipal gazetede en kıdemlilerden... 1950’lerde Cumhuriyet’e girmiş... Benden kıdemli... Bu uzun yolculukta hiç fire vermeden, günden güne daha çok insanlaşarak yürümek, Cumhuriyet’le alışverişin çıkarsızlığında erdemini korurken aşkını da duyumsayarak yaşamak için gerçek adam olmalı... Yılmaz hem insan.. Hem adam.. Son yazısının başlığı: “Yolun Açık Olsun...” Cumhuriyetçiler birbirlerini uğurlayarak sonsuza dek yaşayacaklar... Prof. Dr. Fazıl SAĞLAM Emekli Anayasa Mahkemesi Üyesi 1 Yargıtay Onursal Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili yorumu, anayasa hukuku öğretisi ve yöntemi açısından çok önemli bir konuya belirginlik kazandırmıştır: Hukukçu, bir hukuk kuralının metninde ve onun yaygın algılanış biçiminde donuklaşmış bir anlayış içine sıkışıp kalmamalıdır. Özellikle anayasa kuralının anlamı, düzenlediği alanın nitelik ve özellikleriyle belirlenir. Başka bir deyişle anayasal bir kuralın anlamı, sözel görünümünden çok, düzenlediği yaşam ilişkileri üzerinde somutlaşmakla ortaya çıkar. Çünkü kuralın metni sabit kalırken düzenlediği alan, sürekli değişime uğrar. Bu değişim de doğal olarak kuralın anlamına yansır. Bu nedenle kural metninin, düzenlediği alandan bağımsız, kendine yeterli bir anlamından söz etmek doğru değildir. rı ve Meclis görüşmeleri gibi kuralın oluşum süreciyle ilgili belgelere dayanılarak yapılan “genetik yorum” ise yasama faaliyeti içinde yer alan çeşitli unsurların o andaki sübjektif düşüncelerini yansıttığı için, başlıbaşına bir değere sahip değildir. Bu yorum türü ancak lafzi, sistematik ve amaçsal yorumu desteklediği ölçüde değer kazanır. Kanadoğlu’nun yorumu ciddiye alınmalı Kanadoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı seçimiyle ilgili yaklaşımı, hukuksal açıdan yukarıda özetlenen kuramsal ve yöntemsel çerçeve içinde değerlendirilmelidir. Çünkü –ister beğenilsin, ister beğenilmesin yaptığı açıklamalar böyle bir çerçeveye oturmaktadır. Bunun dışında yapılan siyasal ya da ideolojik çıkışların hukuksal açıdan hiçbir değeri yoktur. 2 Bu genel açıklamalardan sonra Kanadoğlu’nun yaklaşımı ile ilgili olarak söylenmesi gereken şeyler özetle şöyledir: a) Kanadoğlu, yukarıda anılan yorum kurallarının bütünlüğüne uygun ve ciddiye alınması gereken bir yorum ortaya koymuştur. Anayasanın 102. maddesi, daha ilk fıkrasında: “Cumhurbaşkanı Türkiye Büyük Millet Meclisi üye tamsayısının üçte iki çoğunluğuyla ve gizli oyla seçilir” demekle Cumhurbaşkanlığı seçiminin ana kuralını belirlemiştir. Bu ana kuralın amacı, olabildiğince tarafsız bir kişi üzerinde uzlaşmanın sağlanmasıdır. Maddenin ilk fıkrasını izleyen seçim sürecine ilişkin kuralların da bu amaca uygun bir biçimde yorumlanması gerekir. Meclis üye tam sayısının salt çoğunluğu 367 olduğuna göre, bu sayıya ulaşabilmek için en az aynı sayıda üyenin bir araya gelmesi, maddenin konuluş amacının bir gereğidir. b) Ancak Kanadoğlu bununla yetinmemekte, yorumunu anayasanın 96. ve 175. maddeleriyle de bağlantı kurarak geliştirmektedir. Anayasanın 96. maddesinde, “Meclis üye tam sayısının üçte biri” ve “toplantıya katılanların salt çoğunluğu” olarak öngörülen toplantı ve karar yeter sayılarının geçerliliğini, anayasada başkaca hüküm bulunmaması koşuluna bağlı kılınmıştır. Uzlaşma aranmalıdır d) Kanadoğlu’nun yorumuna karşı akla gelebilecek tek itiraz, muhalefetin Cumhurbaşkanlığı seçimine katılmamak suretiyle bu seçimi engellemesi ve bunu genel seçimlerin yenilenmesini sağlama aracı olarak kullanma olasılığıdır. Ancak bunun yorumda dikkate alınacak bir sakınca olarak görülebilmesi için, somut olayda iktidar partisinin uzlaşma girişiminde bulunması ve muhalefetin buna yanaşmaması gerekir. Oysa şimdiki durum bunun tam tersidir. Kaldı ki anılan olasılığın içinde bulunduğumuz koşullardaki hukuki sonucu, halkın altı ay sonra zaten tecelli edecek olan iradesinin erkene alınmasıdır. Alternatifi ise yüzde onluk barajın sonucu olan aldatıcı bir çoğunluğun Meclis iradesiyle özdeş sayılarak, Cumhurbaşkanının uzlaşma aranmaksızın seçilmesidir. Bütün bu olasılıklar Anayasa Mahkemesi’ne açılacak davada değerlendirme konusu olabilecektir. e) Sonuç olarak denilebilir ki Kanadoğlu’nun 102. maddeye ilişkin yorumu, siyasal iktidara yöneltilmiş ciddi bir uyarıdır. Siyasal iktidar, bu uyarıyı duymazdan gelme riskini üzerine almamalı ve genel seçimlerde geçerli oyların yüzde kırk beşinin parlamento dışında kalmış olmasıyla elde ettiği ezici çoğunluğun ayartıcı etkisinden kurtularak uzlaşma kapısını aralamalıdır. Ülkenin buna büyük gereksinimi vardır. Yasanın amacı Ancak bir hukuk devletinde kural metni de norm alanını seçici ve sınırlayıcı bir işleve sahiptir. Bu işlev kuralın yorum ve uygulamasında keyfiliği önleyici bir denetime olanak verir. Bu denetim birbiriyle bağlantılı bir bütünlük içinde uygulanması gereken klasik yorum yöntemleriyle sağlanır. Kısaca sıralamak gerekirse: “Lafzi yorum”, kural metninin sözcüklerin anlamına ve dilbilgisi kurallarına göre belirlenmesidir. Bu yöntem çoğu kez yeterli olmaz. Bu kez “sistematik yorum”a başvurularak yoruma konu olan kuralın anlamı yasanın bütünlüğü, anayasa ve diğer yasalardaki paralel kurallarla olan bağlantısı göz önünde tutularak araştırılır. Bu, bir anlamda kuralın objektif amacının da araştırılmasıdır. Hukuk öğretisi ve pratiğinde genellikle benimsenen “objektif kuram”a göre yasa, yürürlüğe girdikten sonra artık onu çıkaran yasa koyucunun sübjektif düşüncelerinden ayrı ve bağımsız bir varlık kazanır. Bu nedenle yasanın amacı, yasanın yapıldığı koşullara göre değil, yorum sorununun ortaya çıktığı andaki koşullara göre belirlenmelidir. Bu anlamda “amaçsal yorum”un sistematik yorumu aşan bağımsız bir yorum türü olduğu da söylenebilir. Kural metninin gerekçesi, komisyon raporla TEŞEKKÜR Eşim Emekli Korgeneral HAKKI KAYA’nın vefatıyla neticelenen uzun parkinson tedavisinde ve hemen ardından geçirdiğim başarılı ameliyat sürecinde ilgi ve alakalarını esirgemeyen; Sn. E. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Saddam’a Yargısız İnfaz Halit ÇELENK ilindiği gibi ABD, Irak’ı, bu bölgeye yönelik emperyalist politikasının bir parçası olarak işgal etti. Orada bir kukla hükümet kurdurdu. Bu hükümet de sözde yargıçları ABD tarafından onaylanan bir mahkeme kurdu. Irak Devlet Başkanı Saddam Hüseyin işgalci ABD’ye bağımlı böyle bir mahkemede savunma hakları kısıtlanarak sözde yargılandı. Avukatlarından dördü mahkeme devam ederken öldürüldü. Savunma tanıkları tutuklandı. Böyle bir duruşma sonunda Saddam Hüseyin asılarak ölüm cezasına çarptırıldı. Avrupa Konseyi’ne üye tüm devletler, ABD eyaletlerinin dörtte üçü ve Türkiye bile ölüm cezasını yasalarından çıkarmış iken, ölüm cezasının insan haklarına aykırılığı tüm dünyaca kabul edilmiş iken, ABD işgal güçleri ve onların işbirlikçisi Iraklılarca oluşturulan kukla bir mahkeme Saddam’a ölüm cezası veriyordu. Suç ne olursa olsun, suçlu kim olursa olsun, çağımızda kim Hilmi Özkök’e, Sn. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’a, Sn. Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’a, Sn. I. Ordu Komutanı Orgeneral B Fethi Remzi Tuncel’e, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Komutanı Sn. Tümgeneral Tuncay Çakan’a, GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi önceki Komutanı Baştabip Sn. Tuğgeneral Ergün Demiralp’e, Kadın Hastalıkları ve Doğum Uzmanı GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Baştabibi Sn. Prof. Tbp. Tuğgeneral Yusuf Ziya Yergök’e, Parkinson uzmanı Sn. Doçent Tbp. Albay Mehmet Saraçoğlu’na GATA Haydarpaşa Eğitim Hastanesi Nöroloji, Beyin, Kadın Doğum, Kardiyoloji, Acil klinik şefleri başta olmak üzere doktor, hemşire, rütbeli rütbesiz tüm sağlık personeline gayretli yardım ve desteklerinden dolayı şükranlarımı sunarım. EMİNE KAYA seye artık ölüm cezası verilemez. Ama sözde uygar dünya, bir insanlık suçu oluşturan bu ilkel cezaya seyirci kaldı. Olayın ilgi çekici bir başka yanı da kararın Yargıtay tarafından onaylanmasının ertesi günü ABD’nin isteği ile infazın yapılmasıydı. Saddam’a yükletilen suçlardan yalnız birisinin yargılanma konusu yapılarak idam cezasının verilmesi, öteki suçlarının yargı konusu yapılmaması, hükme bağlanmaması, onun, geçmişteki siyasi olaylar ve gelişmeler üzerinde açıklama yapmasının istenmediği ve bunun böylece önlendiği biçiminde yorumlandı. İnfazın ilgi çeken bir yönü de Saddam’ın yüzünde bir yara izinin, boynundaki ilmikte ve yakasında kan izlerinin görülmesiydi. Bunlar infaz öncesinde ona şiddet uygulandığının göstergeleriydi. Ölüm cezasının tüm gelişmiş ülkelerde kaldırılmasının nedeni, bu cezanın insan haklarına aykırı olmasıdır. Ankara Üniversitesi Ceza Hukuku Profesörü rahmetli Faruk Erem, bir müvekkilinin infazı sonunda elini tuttuğunda elin soğumuş olduğunu görmüş ve buna ilişkin duygu ve düşüncelerini yazmıştı. Bu yazısında ölüm cezasını anlatmanın olanak dışı olduğunu ve onu anlayabilmek için görmek gerektiğini belirtmişti. Bir infazı görmek ve seyretmek sonsuz acı vericidir. Özellikle daha önce o kimseyi tanıyor, kendisi ile konuşmuş ve söyleşmiş iseniz. İnfaz esnasında, asılanın yaşamda iken sahip olduğu canlılığın yavaş yavaş tükendiğini, yüz çizgilerinin yavaş yavaş değiştiğini, gözlerinin saniye saniye karararak kapaklarının düştüğünü, dudaklarının aşağıya doğru sarktığını, belden aşağısının bir süre silktiğini görürsünüz. Bir yaşam saniye saniye gözlerinizin önünde canlılığını yitirmekte ve sönmektedir. Bütün bunlar, onun son çırpınışlarını gözlerinizin önüne serer. Bir mahkeme kararı ya da büyük bir gücün emri ile doğanın, varlığın yasaları çiğnenmekte ve siz bunun canlı resmini seyretmektesiniz. Bunları izlerken da yanılması son derece güç bir acı içinizi kaplar. Yazarken bile. Yasalara göre her idam kararı verme durumunda olan yargıca ya da buna emir veren kişiye bir kez böyle bir infazı seyrettirmek acaba bir ders olabilir mi diye düşünüyorum. İnsan hakları dersi veren öğretim üyeleri de bunu düşünmeli ve kendi içinde muhasebesini yapmalıdır. Bu konuda tek çıkış yolu ölüm cezasının tümden kaldırılmasıdır. Evet, Irak’ta bir işgal gücünün kurduğu sözde bir mahkeme, bir yargılama karikatürü sonunda Saddam’a ölüm cezası verdi. Sevgili İlhan Selçuk 2 Ocak 2007 günlü yazısında, infazın filme alındığını ve tüm dünyada gösterildiğini söyledikten sonra şöyle diyor: “Filmin senaristi Bush.. prodüktörü Bush.. rejisörü Bush…” Ziya Paşa yıllar önce yazdığı bir şiirinde şöyle diyordu: “Kadı ola davacı Ve muhbir dahi şahit Ol mahkemenin hükmüne Derler mi Adalet?” Doğru söze ne denir. İSTANBUL CUMOK ÇAĞIRIYOR TÜRKİYE’NİN 2007 BEKLENTİLERİ VE CUMHURBAŞKANLIĞI SEÇİMİ Konuşmacı: ÜMİT ZİLELİ SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ. Tarih Yer İletişim Ederi : : : : 14 Ocak 2007 Pazar Saat: 11.00 Aden Oteli (Kadıköy Rıhtım) 0216 336 94 34 0533 438 50 22 15 YTL www.cumok.org KIRŞEHİR SULH HUKUK HAKİMLİĞİ İZALEİ ŞÜYU SATIŞ MEMURLUĞUNDAN AÇIK ARTIRMA İLANI Aşağıda cinsi, mevkii, miktarı yazılı taşınmazların İİK. hükümleri uyarınca açık artırma sureti ile umum arasında Kırşehir Sulh Hukuk Mahkemesi Kaleminde 18.06.2007 tarihinde belirtilen gün ve saatlerde 1. satışı yapılacaktır. Aynı gün alıcısı çıkmaz veya teklif edilen fiyat muhammen bedelin % 60’ını karşılamaz ise aynı yer ve saatlerde 28.06.2007 tarihinde 2. satışı yapılacaktır. Bu satışta muhammen bedelin % 40’ını karşılamak sureti ile en çok artırana ihale yapılacaktır. Taşınmazın Yeri: Cinsi: AdaParsel: Miktarı: Muhammen Bedeli: Satış Saati: Kırşehir Aşıkpaşa Mah. Arsa 1111/2 580 M2. 120.000,00 YTL 09.3009.40 1 Satış peşin para ile olup talep halinde alıcıya 10 güne kadar yasal süre verilir. 2 Satışa iştirak etmek isteyenlerden % 20 teminat alınacaktır. Paydaşların paylarının bu bedeli karşılamaması halinde onlardan da ilave teminat alınarak % 20’ye ulaştırılacaktır. 3 Taşınmaz imar planı içerisinde blok 5 kata müsaadeli konut alanında kalmakta olup inşaat alanı zeminde %40’tır. 5 İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililer (*) taşınmazlar üzerindeki her türlü hak iddialarını belgeleri ile birlikte 15 gün içerisinde satış memurluğuna bildirmezlerse, hakları tapu siciliyle sabit olmadığı takdirde satış bedelinin paylaştırılmasından hariç kalacaklardır. 6 Şartnamesi ilan tarihinden itibaren açık olup, masrafı verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir, satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve kabul etmiş sayılacakları, daha fazla bilgi almak isteyenlerin memurluğumuzun 2005/9 Satış sayılı dosyasına müracaatları kendilerine tebligat yapılamayan SIDDIK PERÇİNEL, KEZİBAN PERÇİNEL, ANİŞ KOCAMIŞ, HASAN AKAN, ZEYNEP HAYRAN, FATMA DOĞAN, RABİA YILDIZ, KEMAL KÖYLÜ, HATİCE KAYA, AYHAN YILMAZ, GÜLHAN AYDIN, NURHAN ÖZCAN, CEYHAN GÜNEŞ, YAŞAR AKDOĞAN, FATMA AKDOĞAN, MUSA AKDOĞAN, ALİ BAŞDOĞAN, YUSUF ZİYA BAŞDOĞAN, METİN PERÇİNEL, EMİNE BARAN, EROL AYDIN, AYTEN AYDIN, YILDIZ ERGİNEL, YÜKSEL ALTUNKAYA, SEVAL PERÇİNEL, OĞUZ BORA PERÇİNEL, EMİNE PINAR PERÇİNEL, YEŞİM PERÇİNEL, GÖNÜL PERÇİNEL, NERGİS PERÇİNEL, SİBEL ÖZTÜRK, ALPER TOLGA PERÇİNEL, GÖNÜL ALEMDAR PERÇİNEL, FEYZULLAH GEDİZ PERÇİNEL, ALTUĞ AYKENT, HİKMET PERÇİNEL, SAFİYE PERÇİNEL, MELEK YORGANCILAR, HATİCE İZMİRLİ, DİLEK KANDIRMAZ, SEVGİ PERÇİNEL, GÜLSEREN ESENSOY, SAKİR YAFES ŞAKİRAĞAOĞLU, KURTULUŞ ŞAKİRAĞAOĞLU, ZEHRA BODUROĞLU, NECLA KAPLAN, DİLEK BAŞKAYA, ALİ BAŞKAYA, UFUK GÜROL, DÜNDAR YAVUZ PERÇİNEL, BİLLUR PERÇİNEL, EMİNE PERÇİNEL, TUNCER PERÇİNEL, İSMET PERÇİNEL, SOLMAZ PERÇİNEL, YELİZ PERÇİNEL umuma ve sair tüm ilgililere ilanen tebliğ olunur.21.12.2006 Basın: 64977 Hevesli ve istikrarlıysanız garanti benden... Westminister University ve Premier College sertifikalarına sahip, Londra’da master yapmış Öğretmenden, BRITISH ENGLISH Gramer, iş İngilizcesi, derslere yardımcı, sınavlara hazırlık Kadıköy/İstanbul 0536 225 07 80 CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear