18 Haziran 2024 Salı Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
9 OCAK 2007 SALI CUMHURİYET SAYFA ÇANKAYA’YI TEMİZ TUT, TÜRKİYE’Yİ KİRLETME! 17 Irak, petrolünü ABD ve İngiltere’ye bırakıyormuş... “Karşılığında demokrasi alacak!” MİLLİ İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Emre Taner’in, kurumun 80. kuruluş yılı nedeniyle yaptığı ve uyarılarla dolu “basın açıklaması” siyasetten iş dünyasına, demokratik kitle örgütlerinden medyaya kadar Türkiye’de gündem oluşturan çevrelerde hak ettiği yeri bulmadı; bir bakıma güme gitti. Ancak hiç kimsenin kuşkusu olmasın ki 5 Ocak 2007 tarihli açıklama, tarihe düşülen bir not oldu. Ulus devlet yapısına yönelik tehditlere dikkati çeken açıklamanın en can alıcı bölümünü bir kez daha okuyalım: “Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir ekonomi, kusursuz bir dış politika ve caydırıcı bir askeri yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır.” GÖRÜŞ BEDRİ BAYKAM Merhaba Halil Doğu: “Merhaba yerine selamünaleyküm denmesini öneren İstanbul Müftüsü, Süleyman Çelebi’nin Mevlit’ini de yasaklarsa şaşmayın. Çünkü Mevlit’in en güzel bölümü peygamberin doğumunu anlatan Merhaba bölümüdür.” Ya ğ m u r E k i m Saddam’a ilaç içirmişler. Zaten hapı yutmamış mıydı? Türkiye’nin ekonomisi ortada; IMF ve Dünya Bankası’na bağlanmış, borç batağı içinde debelenip duruyor. Ülkenin en stratejik kuruluşları yok pahasına satılıyor, bankalar yabancıların eline geçiyor. Dış politika, ekonomiden daha bağımlı hale gelmiş; ABD ve AB’nin güdümünde oradan oraya sürükleniyor. Ekonomik ve dolayısıyla siyasi bağımsızlığın yitirilmesine karşı çıkanlar “çağdışı” ilan ediliyor; topluma artık dünyada ulus devlet modelinin modasının geçtiği propagandası yapılıyor; Sevr’i anımsatanlara “paranoyak” damgası vuruluyor. Üç ayaktan ikisi yitirilmiş durumda. Geriye “caydırıcı askeri güç” kalıyor ki o da bir yandan bu hükümetin sayesinde başına çuval Muhtıra geçirilmiş durumda, içimizdeki ve yanı başımızdaki ayrılıkçı teröristler karşısında eli kolu bağlanmaya çalışılıyor, öte yandan yabancılar ve işbirlikçileri tarafından topa tutuluyor. Tablo vahim. Ama daha da vahim olanı, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın tarihinde ilk kez bu kapsamda yaptığı bir açıklamanın gerçek muhatabı tarafından algılanamamış olması ve kamuoyunda hak ettiği gündemi oluşturamaması. Bu açıklamanın muhatabı hiç kuşku yok ki, teşkilatın bağlı olduğu kurumdur! İsterseniz bunu “istihbarat muhtırası” olarak da değerlendirebilirsiniz! Açıklamanın kamuoyunda güme gitmesine gelince. Sadettin Tantan’ın İçişleri Bakanlığı döneminde sözünü ettiği “nüfuz casusluğu”nu anımsayın. Milli İstihbarat Teşkilatı daha neyi açıklasın! Saddam İnfazı mı “Zararlı”, Yoksa Göğüsler mi? Herkes, herkesi sevmeye mecbur değil. Ama insan tüm özgürlükler adına mücadele verirken kimi odakların çelme takmaya çalışmaları biraz ağır geliyor. Bunu mesela köktendincilikle faşizmi birleştirmeye çalışanlardan bekliyorsunuz da, mesleğini özgürlük üzerine inşa etmiş olanlardan gelince daha bezdirici oluyor. Birkaç hafta önce “Halka Yol Gösteren Özgürlük” resminin 7. sınıf yurttaşlık bilgisi kitaplarından çıkarılması ile ilgili yaptığım canlı gösteri, İstanbul Çağdaş Sanat Fuarı’nda büyük destek gördü. Medya da ertesi gün bu haberi yoğun olarak yansıttı. Bir tek Erdoğan Aktaş, yönettiği Star TV Haber ve Posta gazetesindeki köşesinde bu gösteriye akıl almaz yorumlarla gölge düşürmek istedi. Aktaş’a göre yaptığım protesto “ilginç ve haklı”ydı. Ama birebir canlandırılan resimde “kadının göğüslerinin açıkta” olması, ona göre büyük bir eleştiri noktasıydı. Haber ve yorum, beni “kaş yapayım derken göz çıkarmış” bir adam rolüne sokuyordu. Aktaş, köşesinde bununla yetinmeyip, beni “eleştiriye tahammülsüz, çevresinde gördüğü üçbeş kişiyi halk zanneden, elitist, canlı yayınlarda insanlara hakaret edip, garip fikirler savunan biri” olarak niteliyor… ??? Aktaş’a (ve genel yayın yönetmenine) yayımlamaları için uzun ve içerikli bir yanıt yolladım, dört gündür bir haber alamadım. Olabilir, anlaşılan iletişim sistemleri bir kopukluk yaşıyor. Aktaş’ın önce kendisine şunu sorması lazım: O sahne oradaki binlerce sanatseveri ve Türk basınını rahatsız etmedi de, tek namus bekçisi ben miyim? Diğer herkes bunun utanılası ve tehlikeli bir görüntü olduğunu çözemedi mi? Bana sorarsanız 10 aktörlü canlandırma sahnesinde kalkıp tüm dikkatini aktrisin meme ucuna teksif edip, “canlı bomba ve çocuklara milli tehlike” olarak göstermek(!) için insanın gerçekten kafasında “seks” olması lazım. Tüm dünyada yalnız halk devriminin ve özgürlüğün sembolü olan o görüntüden acaba “tahrik” olan var mı?(!) Peki, görüntünün çocuğu tarafından izlenilmemesini isteyen bir aile ne yapar? Çocuğunu alır, gider. Demek ki, o sahneyi seyreden çocuklar olduysa, onlar da ailelerinin onayıyla bunu izlediler. Zaten her yaz plajlarımızda aynı çocuklarımız on binlerce yerliyabancı turist üstsüz güneşlenirken o “göğüs”leri görmüyor mu? Bundan rahatsız olan ne yerel halk var ne de aileler. Göğüs zaten herkeste vardır ve doğanın bize verdiği en önemli, en güzel organlardan biridir. Süt verir, yaşama bağlar, ayrıca da erojen bir bölgedir. Zaten cinsellik ve vücut güzelliği de “ayıp, kötü ve günah” değildir. Öyle olsaydı, Sn. Aktaş’ın çok yakından ve “içinden” bildiği gibi ikinci sayfa güzelleri, arka sayfa güzelleri, defilede “göğüs kazası” paparazzileri, onun sevgili medyasını doldururlar mıydı? Estağfurullah! Yani çocuklar göğüs görünce ne ahlaksız olurlar ne de çıldırıp seks delisi! Tam tersine, toplumun en kapalı bölgelerinde, ensest, hayvanlarla ilişki, “yan baktın, öldürdüm” cinayetleri ve namus, töre cinayetleri hüküm sürmektedir. Aksini söyleyen var mı? ??? Aktaş’ın bu vesileyle kişiliğime yaptığı saldırılara gelince… Ne diyebilirim ki? Kendi kendini gülünç pozisyonlara sokmuş. Yurdun dört bir yanından delege imzalarıyla CHP Genel Başkan adayı olmuş, ülkenin yüzde 85’ini arabayla kat edip, 2500 konuşmayı yurdun her yerinde halk arasında yapmış, 20 kitap, binlerce makale yazmış, konferanslar vermiş, üniversite hocalığı yapmış, televizyon ve meydanlarda yaptığı konuşmalarla yobazların yıllardır hedefi olmuş bir insan, “çevresinde üçbeş kişiyi halk sanıyor” öyle mi? Demek “kule gazetecileri”nden bir kısmı, o yüksekliklerden vadiyi o kadarcık izleyebildikleri gibi, internet kullanmayı da bilmiyorlar! Bunun ötesinde Aktaş’ın, sanatsal gösteriler üzerinden sözde Atatürkçülük savcılığına soyunması, ayrıca kavramları işkembe çorbasında eritmeye meraklı olduğunu kanıtlıyor, bravo… İyi de, bir de madalyonun öbür yüzü var… Mesela Mehmet Bayramoğlu, Hürriyet internet sitesine 3 Ocak’ta üst üste sorumsuzca gösterilen Saddam’ın benim de hukuk ve etik dışı bulduğum idam görüntüleri yüzünden bir daha Star haber izlemeyeceğini söylüyor ve bunun çocuklar üzerindeki yıkıcı etkisini hatırlatıyor. Bu sahneler yüzünden, şimdilik bilinen, üç çocuk öldü: O anı taklit edenler, üzülüp intihar edenler… Aktaş tek mi? Tabii ki hayır. Dünyada birçok sahte namus bekçisi en sert, en şiddetli görüntülerle, kan, savaş cinayet haberlerini ağızlarından sular akarak haber kuşaklarının ana malzemesi yapıyorlar. Ben ise insan vücudunun ve doğayı olduğu gibi seviyorum ve kabul ediyorum. Benim oğlum göğüs görerek büyüsün ve isterse benimle çıplaklar plajına gelsin de, Aktaş’ın tercih ettiği kana susamış görüntülere daha mesafeli dursun. email: bedbay?tnn.net Faks: 0212 227 34 65 Yak Türker Ercan: “Enerji Bakanı, ‘Bu kış vatandaşlarımızı üşütmeyeceğiz’ demiş. Demek yakmaya kesin kararlılar!” SESSİZ SEDASIZ (!) Hüseyin Çelik, 150’likleri anınca! KURTULUŞ Savaşı’nı ihanet içinde geçiren 150 kişi 1924’te Bakanlar Kurulu kararı ile Türkiye’den çıkarılmıştı. Zaten bir kısmı daha önce kaçmıştı. Bunlar 29 Haziran 1938’de affedildi ve Türkiye’ye dönüşlerine izin verildi. Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik’in 150’liklerden Rıza Tevfik Bölükbaşı’nı anması üzerine Erdal Atıcı da Refik Halit Karay’ın Tan gazetesine gönderdiği telgrafı, Çelik’in bir okul açılışında okuması dileğiyle anımsatıyor: “Dönüş sevincim katmerlidir. Sevgili yurdumu ne halde bıraktım? Nasıl bir harika ile karşılaşacağım? Dumanı yaslı yaslı tüten bir fabrika bacası tanırdım: Zeytinburnu... Ankara’da tek başına Taşhan’dı. Bankalarda dilimiz ötmez, şirketlerde sözümüz sökmezdi. Trende Türkçemi Rumlaştırmadan biletçiye meramımı anlatamazdım. Tokatlıyan’da Frenkçe söylemezsem garsona dileğimi kolayca yaptıramazdım. Plajlarımızda yüzen yabancılara kıyıdan korkarak bakar, Avrupa’dan dönerken hudutta şapkamı pencereden atardım. Memlekette toprağın kurusu bizim, yaşı elindi. Bıraktığım haldeki bu vatan yerine istiklal ve mucize ülkesine kavuşmaktan duyduğum heyecan içinde şu yaşımda ağlar güler ilan bebeklerine döndüm. Mütemadiyen tekrarladığım söz: Yaşa Atatürk, beni gurbette de göğsümü kabartarak yaşatan Atatürk...” Anıl Öçal: “Avrupa’da iklim değişimi korkusu varmış. Bizi merak etmesinler; kimliğimizi de iklimimizi de değiştirdik bile; ABD dayatmalı ılıman İslam coğrafyasında!” İklim Körpe Beyinlerde Karmaşa Yaratmak TÜRKSEN BAŞER KAFAOĞLU Geçenlerde elime, üzerinde “Bağcılar Belediyesi’nin 46. Kültür Yayını” olduğu belirtilen bir kitap geçti. Başlığı “İslam’ın Bakışıyla Ekoloji ve Çevre Sorunları” . Önsözden sonra, Belediye Başkanı’nın “Takdim” yazısıyla destekleniyor. Arka kapakta, “Halkın belediyesi olmak...” cümlesi yer alıyordu. İster istemez bu cümleden sonra, tersini düşündürecek bir durumla mı karşılacağım diye, merak ettim. Anlaşıldığı üzere daha önce de Bağcılar Belediyesi, önemli bir misyon yüklenmiş, “kültür yayınları” adı altında 45 adet kitap bastırarak bunları halka ve okullardaki çocuklara ücretsiz olarak dağıtmış durmuş. Ama tabii en önemlisi, okunması teşvikle bir anlamda zorunlu kılınan yapıtların, içeriklerinin ne olduğudur. Sayfalarda neler yoktu ki? ??? Ekosistem; evrim, döngüler yani aklınıza gelebilecek ekolojik her olayın açıklaması; cinlerle, meleklerle ya da bilim dışı ve bazı bilim insanlarıyla alay edercesine anlatılmış. Bir anda kendimi, ortaçağın karanlıklarında önüme konan bir kitabı okuyormuş gibi hissettim. Sonra düşündüm ki, Atatürk’ün ilke ve inkılaplarıyla oluşmuş çağdaş bir Türkiye’de, 2007 yılındayız. “En hakiki mürşid ilimdir” sözleriyle ilimin bilimin ne olduğunu öğrenerek büyüyenlerdeniz. Tabii bu nedenle en çok körpe beyinler için yaratılmakta olan böyle karmaşalardan, son derece sıkıntı duyduğumu belirtmeden edemeyeceğim. Söz konusu kitabın kapağında yazılı olan “ekoloji” teriminin niye kullanıldığına, içindekileri okuduktan sonra şaşırmamak elde değil. Çünkü biilindiği gibi, bu sözcüğü ilk olarak ortaya koyan kişi, bir bilim adamı olan ve 18341919 yıllarında yaşayan Alman biyolog Ernest Heinrich Heakel’dir. O zaman bu cinli kitabı yazan ve destek verenlere şunu sormak gerekir: Bilime inanmamak üzerine kurgulanan bir kitapta, “ekoloji” başlığının işi ne? Çünkü bu terim, bilimsel literatürde, oikos: ev; logos (logi): bilim olarak geçer ve kitabın içinde yazılanlarla ters düşmektedir. Ekoloji, toplumsallık ve çevre sorunları ile ilgili, tarihin çeşitli evrelerinde, pek çok bilim insanının katkısı vardır. Çeşitli tanımlar; teoriler, tezler, sözleşmeler, bilimsel açıklamalar yapılmıştır. ??? İtalyan Galileo, İngiliz Sir Izak Newton, Fransız Reamur, İsviçreli Jean Jack Rousseau, İngiliz Maltus, Chales Robert Darwin gibi bilim insanlarının yapıtlarını bir tarafa bırakıp da ortaçağ karanlıklarına koşmaya, birilerini de oralara sürüklemeye kimselerin hakkı yoktur. Ekoloji, çeşitli müspet ilimden oluşan bir bütünselliktir. İçinde matematik, fizik, biyoloji, jeoloji, biyokimya, biyocoğrafya, sosyoji vb. tüm bileşkelerde açıklamalar, bilimsel tabana oturtulmuştur. Artık 2007’de bunları yok sayıp, bilime dayalı çağdaş ve laik bir temel eğitime ters düşen bilim dışı öğreti ve teşviklere kesinlikle izin verilmemelidir. Ayrıca, düşünce özgürlüğü nedeniyle bir kişi anayasal düzeni bozmamak üzere, dini duygu ve düşüncelerini açıklayabilir, kitabını da bastırabilir. Ama bu tip bilimle çelişen kitapları, “kamusal hizmet vermekle yükümlü” olan bazı belediye başkanları, “kültür yayınları” adı altında bastırtıp, çağdaş ve temel eğitim yapan öğrencilere okumaları için ücretsiz dağıtamaz. Herkes görev ve sorumluluklarını iyi bilmelidir. Bu çaba içinde hareket eden belediyelerin, laik Cumhuriyetimizin koruyucuları olan yeni kuşakların beyinlerini, bilim dışı etkileme çabaları, anayasanın 14. maddesindeki “laik ve demokratik Cumhuriyetin varlığı ve bütünlüğü” ilkesiyle, bağdaşmamaktadır. Ayrıca, anayasanın 42. maddesi olan “çağdaş bilim ve eğitim esaslarına uygunluk” ilkesiyle de çelişmektedir. Bu ve benzer antilaik eğitim uğraşları mutlaka sorgulanmalıdır. ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 9 Ocak www.mumtazarikan.com ESAS NO: 2006/222 Davacı Zeliha KÖSE tarafından mahkememize açılan gaiplik konulu davanın yapılan açık yargılaması sırasında verilen ara kararı gereğince; Şanlıurfa ili Halfeti ilçesi, Şimaliye mahallesi nüfusuna kayıtlı, Veysel ve Hatice oğlu 11.05.1975 doğumlu MEHMET KÖSE’nin 1993 yılından beri kayıp olduğu iddia edilmektedir. Adı geçen kişinin yaşadığını, sağ olduğunu bilen ve görenlerin mahkememize bilgi vermesi ilanen duyurulur. 28.07.2006 Basın: 38940 HALFETİ ASLİYE HUKUK HAKİMLİĞİ’NDEN 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Düzgün ve ötümlü sesler 1 çıkaran bir dizi 2 taş üzerine vu 3 rularak çalınan bir çalgı. 2/ Yal 4 nızlık korkusu. 5 3/ Her iki Ko 6 re’nin de para 7 birimi... Yüz örtüsü, peçe. 4/ 8 Yavru yapmaya 9 alışkın kümes 1 2 3 4 5 6 7 8 9 hayvanları için kullanılan sözcük... “Rahatsız 1 Y E R K Ö P R Ü R E etme, sıkıntı verme” 2 A L İ N D A T A Y T anlamında eski sözcük. 3 K A V İ A D A R A N 5/ Bir ay adı... Kaynağı 4 L O R D İ NO mitolojik çağlara daya 5 A T A L İ L nan kirişli bir çalgı. 6/ 6 Ş A N S ÖĞ E O Ürik asidin tuzu ya da 7 I R A esteri... Endonezya’nın 8 K O M A R R U J plaka imi. 7/ Bir kitabın 9 T E V K İ S İ kısaltılmış biçimi ve özellikle kısa tarih kitabı. 8/ Bir renk... Küçük bohça. 9/ “Al bir ata binmişti al / ırak mı dedim / Aha diyordu” (F.H. Dağlarca)... Saz ya da kamıştan yapılmış kulübe. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Bir fındık cinsi... Ender, seyrek. 2/ Düşünülenin tersini söyleyerek yapılan ince alay... Bir göz rengi. 3/ Bir dizede ya da beyitte birbiriyle ilgili sözcükleri toplama sanatı. 4/ Kemiklerin yuvarlak ucu... Çarın karısına ya da kadın çara verilen san. 5/ Belirli bir iş için ayrılan para... Kadınlar hamamında hizmet eden ve müşterileri yıkayan kadın. 6/ İşyeri... Jokeylerin giydiği kenarsız başlık. 7/ Kokulu bir çörek cinsi... Büyük çivi. 8/ Birdenbire ortaya çıkan tehlikeli durum. 9/ Çirozluktan sonra yağlanmaya başlayan uskumru... File biçimindeki örgü. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear