26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 27 OCAK 2007 CUMARTESİ 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Uygarlıklar Çatışmaz Bay Erdoğan da tek doğrunun, sömürgeci güçlerle işbirliği yapmak olduğuna inanmış bir kez. Ama, çok tehlikeli bir oyunun içinde olduğunu bilmelidir. Bu oyun, sömürgecilerin ezilmiş ulusları bir süre daha tarihin karanlığında tutma siyasasının adıdır. bedensel geliştirmeyi, “matematik kültürü” kavramından anlaksal (zihinsel) geliştirmeyi amaçlarız. “Kültürlü kişi”den, eğitilmiş, beğenisi incelmiş, usavurma ve eleştiri gücü gelişmiş insanı anlarız. Sömürgecilerin ardına takılmak Bay Erdoğan, sömürgecilerin ardına takılarak, tüm İslam dünyasını Bush’a kul eyleyecek bir tasarı gerçekleştirmeye çalışıyor. “Uygarlıklar çatışması” kavramını ilk kez, Samuel P. Huntington ortaya attı. Huntington, uygarlıkla ekin kavramlarının aynı olduğunu savlıyor. Ona göre, bu iki kavramı, yalnız Alman toplumbilimcileri ayırıyorlar. Dünya barışını tehdit eden tek kavram, medeniyetler çatışması olarak sunuluyor. Huntington, açıkça, Amerika Birleşik Devletleri’nin sömürgeci siyasasını destekliyor. Oysa, ekin kavramıyla uygarlık kavramı, birbirinden epeyce ayrı içeriklere sahiptirler. Yalnız Almanlar değil, başka ulusların toplumbilimcileri de, uygarlıkla ekini ayırıyorlar. Örneğin, Fransız düşünürü A. Clausse, uygarlıktan, belirli bir tarihsel ortamın özdeksel, tinsel ve ahlaksal içeriğini, ekinden de zekânın ve duyarlığın bu içerik karşısındaki edimli davranışını anlıyor. Daha birçok düşünür, bu iki kavramı birbirinden ayırmayı yeğliyor, ama bizim Başbakanımız bilmediği kavramları kullanarak tüm ezilmiş halkların sömürgecilerce uyutulmasına soyunmuş. Tehlikeli oyun Uygarlıklar hiç çatışmazlar. Ancak inançlar çatışırlar. Çünkü, inançlar dogmalara (inaklara) dayanırlar. İnanılmış doğrunun dışında doğruların varlığı kabul edilmez. Kaynağında, doğru ile doğru düşünce arasındaki kavram farkını bile bilmez inanç sahibi. Doğru düşüncenin, nesnesiyle çakışan düşünce olduğunu bilmez inanır. Bay Erdoğan da tek doğrunun, sömürgeci güçlerle işbirliği yapmak olduğuna inanmış bir kez. Ama, çok tehlikeli bir oyunun içinde olduğunu bilmelidir. Bu oyun, sömürgecilerin ezilmiş ulusları bir süre daha tarihin karanlığında tutma siyasasının adıdır. PENCERE Cem’i ve Türkiye’yi Vuran Tezgâh... Ergun Babahan, Sabah’taki köşesinde, İsmail Cem’in ölümü üzerine şu yorumu yapmış: “En büyük darbeyi 2002 seçimleri öncesi yedi. Güçlü bir hareket yarattıklarına inanırken bir anda ortada kaldı. Kalbi kırıldı, derinden incindi. Bence bu ağır travmayı hiçbir zaman atlatamadı. Hastalığında, yaşadığı bu şokun etkisi olduğunu düşünüyorum.” (25 Ocak 2007) Ne gariptir ki bizim gazetede Cem üzerine konuşulurken bu “şok” konusu epey tartışıldı... Ama ‘şok’ yalnız Cem’i vurmadı ki... Türkiye’yi de vurdu... ? Cem’i, Alev’in evinde tanımıştım... Sevgili Alev (İpekçi), karikatüristimiz Ali Ulvi’nin eşiydi, incelikli konukseverliğinde ve görgülü sofra düzeninde yazarları, şairleri, ressamları, müzisyenleri, fikir adamlarını evinde ağırlardı... 27 Mayıs Devrimi’nin ertesinde, aydınlığa açılan Türkiye’nin 1960’lı yıllarını yaşıyorduk... Cem yirmili yaşlarındaydı... Sonra Cumhuriyet’te çalışırken kendisini daha yakından tanıdım... Bülent Ecevit, ilk başbakanlığında değerini sezdiği İsmail’i TRT Genel Müdürlüğü’ne atadı. Yine Ecevit, 1990’ların ikinci yarısında başbakan olunca, İsmail Cem’i Dışişleri Bakanlığı’na getirdi... Peki, sonra ne oldu?.. ? İsmail Cem, Dışişleri Bakanı’yken Babahan’ın dediği gibi, “en büyük darbeyi 2002 seçimleri öncesi yedi...” “Bu ağır travmayı hiçbir zaman atlatamadı...” Nasıl yedi bu darbeyi?.. ? Türkiye’de ve bölgede irtica gün geçtikçe gözle görülür biçimde yükseliyordu... ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ (BOP) bu kapsamda hazırlandı; Irak’a Türkiye’den geçiş izni vermeyen Ecevit liderliğindeki hükümet koalisyonu (ki Dışişleri Bakanı İsmail Cem idi...) düşürülecekti. İlk işareti Ecevit hükümetinde IMF ile işleri kotaran Kemal Derviş verdi... İsmail Cem bu oyuna girdi... Hesaba göre Cem liderliğinde kurulacak yeni partiye Ecevit’in yakınlarından Hüsamettin Özkan ile Kemal Derviş de katılacak, iktidar alternatifi böylece oluşacaktı... Ama hesap tersine döndü... Ecevit’i yıkmak için Cem ve Özkan’a göz kırpan Derviş birdenbire değişiverdi... Cem’i ortalıkta bıraktı... ? Çünkü Amerika’nın BOP’unda (Büyük Ortadoğu Projesi) ‘Ilımlı İslam Devleti’ öngörülüyordu; bu tezgâhta İsmail Cem’in yeri yoktu... Kimin yeri vardı?.. ABD ve işbirlikçilerinin bu büyük tarihsel operasyonu AKP üzerine oluşturulmuştu; Cem yalnız Ecevit koalisyonunu bozmak eyleminde kullanıldı... Amerika’nın, daha doğru deyişle Başkan Bush’un planı bir taşla birkaç kuş vurmaktı... Amerika’ya karşıt Erbakan’ın icabına bakarak Türkiye’de gittikçe yükselen İslamcılığı (dinciliği, şeriatçılığı) Amerika’ya bağlamak... Anadolu’da hemen kurulacak ılımlı İslam iktidarını köprü gibi kullanıp Irak’a kuzeyden müdahale etmek... Türkiye’yi Irak savaşına çekerek tam Amerikan güdümü altına almak... ? Evet, İsmail Cem bu büyük oyunda ne yazık ki kullanıldı... Kemal Derviş’e inandı.. Ama boşluğa düştü.. Düşürüldü.. Menhus hastalığın bedenine yapışmasındaki zamanlama bu süreçle uyumludur. Liman Emeği İZMİR limanının çalışanları bir kooperatif kurdular: “İmecekoop”. Demiryolu bağlantısı olan öbür limanlar gibi, o liman da Devlet Demiryolları’nca işletiliyor. Böyle olduğu için, aynı limanda çalışanlar arasında, farklı sendikaların üyesi ya da sendikasız da olsalar diyalog ve dayanışma sağlamak için önce bir “Liman Çalışanları Derneği” kurulmuştu. Yapılmak istenenler açısından dernek yetersiz olunca, onun yerine şimdi İmecekoop var. Sıradan bir kooperatif değil bu. Daha çok, bazı Avrupa ülkelerinde görülen “işçi kooperatifleri”ne benziyor. Türkiye’de düşünce öncülüğünü Uludağ Üniversitesi’nden Profesör Sami Güven’in yaptığı kooperatif, üyelerinin tüketim gereksinimlerinden daha çok, aş, iş, eğitim, kültür, sanat, konut, kredi ve “istihdam” beklentilerini karşılamak amacı güdüyor. Evet, istihdam. Çünkü, özelleştirilmesi düşünülen limanlarda hizmetlerin çoğu, daha şimdiden, taşeron şirketlerince ve apar topar bulunmuş geçici çalışanlarca görülmekte. Şirket kurma iznini resmen almış olan İmecekoop da üyelerine limanda daha kolay iş buluyor. Üyelerin kredi olanaklarıyla alınmış iş makineleri bile var. iman emeği, yalnız gemi yanaştırma ve uğurlama, kılavuzluk, palamarcılık işi değildir. Asıl elleçleme, yükleme boşaltma, sevkıyat, RoRo gemilerine kamyonları ve ağır iş makinelerini sokup yerleştirme, “konteynır” denen “kutuyük” gemilerinde o koca demir kapları birbirine tutturup çözme işi var. Bunların bir kısmı, insan gücü yanında, teknik beceri ve özen ister. Bu nedenle, dünyanın her yerinde ekonomilerin bu en kritik noktasında çalışan liman işçilerinin ağırlığı bir başkadır; onların sözü daha çok dinlenir, istekleri daha çabuk sağlanır. imdi, İmecekoop gibi bir kuruluşun bulunması, çok güncel bir konuda, limanların özelleştirilmesi konusunda doğru bir çözüme vesile olabilir. Özelleştirme demek, liman işletmesini ille bir şirkete, hatta yabancı bir şirkete devretmek demek midir? Ora halkının benimseyeceği, daha iyi işletilip denetlenebilecek, kamuya daha yararlı bir başka model oluşturulamaz mı? Büyük Avrupa limanlarında başarıyla uygulanan model şudur: Limanla iş yapan dışalım ve dışsatım şirketlerinin, deniz ticaret ve sanayi odalarının, liman çalışanlarının, sendikaların, demiryolu ve taşımacılık işletmelerinin pay ve söz sahibi oldukları bir “konsorsiyum” şirketinin kurulması ve bu işin ona verilmesi. Türkiye’de, içinde İmecekoop türünden bir kuruluşun da bulunacağı ve ilgili bütün kesimlerin temsil edildiği bir ortak organın sorumluluk yükleneceği ve profesyonel bir yönetimin işleteceği bir liman, herhalde ne idüğü belirsiz yabancı sermaye grubuna devredilmiş ve kimlerin denetleyeceği bilinmez bir yabancı şirketin çalıştıracağı bir limandan daha iyidir. Üstelik, girişine yine mutlaka dikilecek olan ayyıldızlı kocaman bayrağa da daha uygun düşer. Vecihi TİMUROĞLU H L Ş er durumda, kendisinin “başbakan” olduğunu anımsatmaktan büyük bir haz duyan Bay Recep Tayyip Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olmanın sorumluluğunu taşıyamıyor, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı olan kişi, hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak biçimde, “sömürgeciliğe karşı”dır, yani “antiemperyalist”tir. Hiçbir devletin, hiçbir ülkenin başbakanı, Türkiye Cumhuriyeti’nin başbakanı dek, sömürgeciliğe karşı olamaz, çünkü onun oturduğu sorumluluk koltuğu, Mustafa Kemal’in kalıtıdır. Sömürgeciliğe karşı, dünyada ilk kurtuluş savaşını vermiş ve bu savaşı başarıya ulaştırmış tek önder olan Mustafa Kemal’in ülkesinde yönetici olanların ilk nitemleri (vasıf), “sömürgeciliğe karşı olmak”tır. Oysa, bizim Başbakanımız, sömürgecilerle ortak hareket ediyor. Ortadoğu halklarını köleleştirme, bu halkların doğal kaynaklarını sömürme tasarısı (planı) olan “Büyük Ortadoğu Projesi”ni, Bush’un yanında imzalamaktan onur duyan Erdoğan, bağımsız Türkiye Cumhuriyeti’nin bölünmez ülkesinin bir bölümünü “Kürdistan” diye tanımlayan Avrupa Birliği’nin kapısında selam duran Erdoğan... Kısası, ulusumuzu ve devletimizi aşağılayan her siyasaya baş eğen sorumlu Bay Erdoğan... Bay Erdoğan’a verilen son görev de, “Medeniyetler Çatışması”nı önleme... Böyle bir görevi benimseyen ve önemseyen Bay Erdoğan, gerçekten, ABD tarafından kullanılıyor. Ona bu görevi verenin Bush olduğunu biliyoruz. Müslüman halkları sömürmek için, ortaya bir uygarlıklar çatışması atıldı. Bay Recep Tayyip Erdoğan, gözlerini belete belete, sözcükleri çeke çeke, her yerde “medeniyetler uzlaşması”ndan söz ediyor. Kendisini de, görevli olduğunu unutup evrensel bir işlevi yerine getiren bir deha gibi sunuyor. Oysa, o değin bilgisiz ki, “uygarlık (medeniyet), ekin (kültür) ve inanç” kavramlarının ilişkilerini, ilintilerini, bağlarını ve bağıntılarını bilmiyor. Bilmediğinin de farkında değil. Medeniyet kentlilik demektir... ‘’Medeniyet”, “medinelilik” yani kentlilik demektir. Türkçesi uygarlıktır. Uygarlık, “udmak” (uymak) kökünden türetilmiştir. Bir varlığa karşı olmak, bir nesne ile denge sağlamak, birinin izini sürmek, yerleşmek gibi anlamlar taşır. Araplar, “medine” terimini, Asurlardan almışlar. Asurcada, “madana” kent anlamındadır. İbraniler de, bu terimi “madina” diye almışlar. Araplar, “Yesrib” kentine, “Medina” adını vermişlerdir. Büyük bir olasılıkla, Yesrib’in çevresinde oturan Yahudi kabileleri, Yesrib’i “Medina” diye adladırmışlar, Araplar da bu adı benimsemişlerdir. Latinler, genel anlamda, barbarlıktan kurtulma, törelere bağlı olarak belirli bir yurt içinde yaşama biçimini “civis” terimiyle ifade etmişlerdir. Toplumsal gelişme yasalarına koşut olarak, bilimin ve tekniğin yarattığı olanaklarla geliştirilen yeni yaşam biçimleri oluşturulmuştur. Bütün gelişmeler, bundan böyle, “uygarlık” (civilization, medeniyet) diye anılmıştır. İdealist düşünürler, uygarlığı, en geniş anlamıyla, ekin (kültür) kavramıyla bütünleştirmişlerdir. Birçok coğrafyaya yayılmış bir toplumun ortak olan inanç, töre, güzel, uygulayım (teknik) birikimlerinin tümüne “uygarlık” denmiştir. Ekin (hars, kültür, cultura), toplumbilimcilerle halkbilimciler tarafından farklı algılanır. İnsan bilimleriyle uğraşanlar, ekin kavramından, özellikle bedensel ve ruhsal yetileri geliştirmeyi anlarlar. Örneğin, “kültürfizik” teriminden ‘Bisiklet Nereye Gidiyor?’ Hikmet ALTINKAYNAK azımın başlığı Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Rektör Yardımcısı, ressam Prof. Dr. Aydın Ayan’ın İş Kültür Merkezi Kibele Sanat Galerisi’nde 11 Ocak’ta açılan ve 24 Şubat’a kadar sürecek olan resim sergisinde yer alan 80 numaralı tablosunun adı. Bu, galerinin web sitesindeki tanıtımında da kullanılan ve sergiye giderken eşimin bana satın almam için ısmarladığı resim. Meğer satış dışıymış. Özel koleksiyondan bu sergi için getirilmiş. Parasına gücüm yeter miydi bilmiyorum, ama bu yüzden sergiden üzgün ayrıldım. Ne var ki tablonun çağrıştırdığı “Türkiye nereye gidiyor”u düşününce daha da üzüldüm, daha da kaygılandım, daha da irkildim ve açıkçası korktum! Amacım sergiyi anlatmak değil. Ressam Ayan’ı kutlamak, serginin yorumunu da resim eleştirmenleri Kaya Özsezgin, Turgay Gönenç, Kıymet Giray ve başka resim eleştirmenleri arkadaşlara bırakmak. Ben buradan yola çıkarak, farklı bir konuyu ele almak istiyorum: Şu günlerde çokça öne çıkan, Türkiye nereye gidiyor konusuna değinmek istiyorum. Evet, Türkiye nereye gidiyor? Yanıt şu mu: Y mumtazsoysal@gmail.com iSTANBUL CUMOK ÇAĞRISI “GÜNCEL GELİŞMELER IŞIĞINDA 2007 ve TÜRKİYE’ye GETİRECEKLERİ” konulu Ocak Ayı Aydınlanma Kahvaltısında, Konuğumuz Sayın Gazeteci Yazar EROL MÜTERCİMLER ile buluşuyoruz. SEN GELMEZSEN BİR EKSİĞİZ. YANINIZDA BİR DE GENÇ GETİRİNİZ. Toplantı Yeri: İTÜ MAÇKA SOSYAL TESİSLERİ İstanbul Toplantı Tarihi: 28 Ocak 2007 Pazar Saat: 11.00 İletişimBilgi: 0 535 636 59 11 0 536 247 41 09 0 532 550 89 37 Açık büfe kahvaltı ederi 17,50 YTL LÜTFEN YER AYIRTINIZ. www.cumok.org AKP’nin gittiği yere! Olabilir mi böyle bir şey? O zaman, Türkiye’nin bu gidişi hiçbir tabloya sığamayacak kadar korkunç olmaz mı? Türkiye nüfusunun yüzde 25’ini temsil eden bir yönetimin saplantılı bir anlayışla Türkiye’yi yanlış yerlere götürmesine kimin gönlü razı olur ki? Bırakın gönlü razı olmayı, buna kim izin verir ki? İzin veren yok elbette. Ama bu konuda yeterince karşı çıkan var mı? Sorgulanacak olan bu! Sözgelimi parlamento içi muhalefet, yeterince etkili mi? CHP, DYP, ANAP ne yapıyor? Ya parlamento dışındakiler?.. DSP, SHP, MHP ve ötekiler ne yapıyorlar? DSP’nin Ardahan’dan Edirne’ye kadar, Türkiye’yi il il, köy köy gezdiği, miting üstüne miting yaptığı görülüyor. Bu nedenle oy oranını da hızla yükselttiği gözlerden kaçmıyor. İşte tam bu noktada 10 Aralık Hareketi’nin basın açıklaması 12 Ocak’ta gazetelerde yayımlandı. Cumhuriyet, haberi “10 Aralık Hareketi güçbirliği istedi/Sola tarihi sorumluluk uyarısı”yla, Milliyet ise “AKP’ye karşı solda ittifak çağrısı” başlığıyla verdi. Kuşkusuz başka gazetelerde de haber yer alıyor. Özetle 10 Aralık Hareketi’nin sözcüleri Süleyman Çelebi ve Burhan Şenatalar “Solda güçbirliği kaçınılmaz” dediler. Bu özlemi DSP Genel Başkanı Zeki Sezer de aylardır meydan meydan, televizyon televizyon halka anlatmıyor muydu? Hem de nasıl! Ama bu ülkede “yüreklerinin kulakları sağır” olanlar vardı ve üç maymunu oynuyorlardı. Her neyse, aslolan Türkiye nereye gidiyor sorusuna, tehlikenin farkına varanların tehlikeden kurtulmak için benimsedikleri yoldur. Evet, bu yol güçbirliğinden geçiyor. Güçbirliği olmadan hiçbir şeyin olmayacağı bilinmeli, diye düşünüyorum. Ve bu güçbirliğini başı dik olarak yapmak gerektiğine inanıyorum. Şenatalar’ın “Birliktelik sağlanırsa solun oyu yüzde 30’u aşar” sözünü ben, “Birliktelik sağlanırsa solun oyu yüzde 45’i bulur” diye gönlümden geçtiği şekliyle düzeltmek istiyorum. Çünkü AKP’nin geldiği nokta belli. Yolsuzluklar batağına saplanmış durumda. 9 milyonu bulan işsizler ordusuna çare olamadığı, artık çok net olarak görülüyor. Hele de şu günlerde ortaya çıkan Türkiye’nin güvenliği söz konusuyken AKP’ye bel bağlayanların gerçeği görüp oradan uzaklaşmaları mucize sayılmamalıdır. Anlatmak gerekir. Bıkmadan yorulmadan, hiç ara vermeden anlatmak gerekir. Ta ki ilgililer anlayıncaya kadar. Kim mi anlayacak olan ilgililer? Öncelikle elbette liderler. Çünkü “Anlamak birleşmektir, bir olmaktır” diyor halk filozofu, şair Yunus Emre. Sol birbirini iyi anlamalı. Onu kavradığı zaman güçbirliğine evet dememesi olanaksızdır. Ben de CHPDSP işbirliğinden büyük bir sinerji çıkacağına yürekten inanıyorum. Bu güçten halkı mahrum etmeye hiç kimsenin hakkı olmadığını düşünüyorum. Çünkü Türkiye nereye gidiyor sorusunun yanıtı olumlu değil. Bunun tarihsel sorumluluğu da çok, ama çok büyüktür! Çünkü AKP yanlış gidişini gölgede bırakmak için iktidar gücünü öylesine kullanıyor ki insan ne yapacağını bilemiyor! Ayan’ın bisikleti dilediği yere gidebilir. O, ressamın bireysel seçimidir. Ama Türkiye’nin gideceği doğru yönü belirlemek, Ayan’ın da içinde yer aldığı tüm yurtseverlerin görevidir. O nedenle Aydın Ayan 35. Sanat Yılı Retrospektif Sergisi’nde Kurtuluş Savaşı Panoraması resimlerini de sergiliyor. Orada da görülüyor ki bu yurt kolay kazanılmadı. Türkiye’yi iktidar partisi de olsa, hiç kimse çağın gerisine götüremez. Çünkü “Bu memleket bizim”! HOBİ AMAÇLI RESİM GÜZEL SANATLARA HAZIRLIK YAĞLIBOYA KARAKALEM KADIKÖY’ DE ATÖLYE ORTAMINDA RESİM DERSİ VERİLİR 0535 794 09 85 CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear