24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
13 OCAK 2007 CUMARTESİ CUMHURİYET SAYFA 17 Kurbanlık Kıbrıs Kıbrıs’ta Mehmet Ali Talat bir şeyler peşinde. Köprü açıyor, sonra kapıyor; önce yapıyor, sonra yıkıyor. Türkiye’nin bir bölümünde “ayyıldıza kurban olduklarını” afişe edenler ise, KKTC’yi sunağa çevirecek, adada Türk bayrağının indirilmesine değin gidecek bir süreci seyirlik oyuna döndürdü. Bereket, KKTC’de oyunu bozmak için çaba harcayanlar var ve uyanık olmayı sürdürüyorlar. KKTC Ulusal Birlik Partisi Genel Başkanı Tahsin Ertuğruloğlu bunlardan biri. Mehmet Ali Talat’ın neyin peşinde koştuğunu çok iyi algılamış. “Avrupa’nın, ABD’nin, İngiltere’nin karşısında KKTC’nin egemenliğini savunma zafiyeti sergileyenlerin, anavatan Türkiye’ye karşı egemenlik dayatması havasına girdiklerini” görüyor ve sözünü hiç esirgemeden söylüyor: “Anavatandan koparılan, onunla ilişkileri, herhangi iki ülke arasındaki ilişkiler düzeyine indirilen KKTC adada tükeniş sürecine girer. Nerede olduğumuzu, kim olduğumuzu, kimler ile muhatap olduğumuzu, ulusal mücadelemizin ne anlama geldiğini ve bu mücadelede kiminle asla sulandırılamayacak bir biçimde dayanışma, birlik, bütünlük içerisinde olmamız gerektiğini bilmek zorundayız. Bu adada yaşayan, kimi belirsizlikler nedeniyle geleceğine kuşkuyla bakmakta olan bir Kıbrıs Türk halkı vardır. Kıbrıs Türk halkının endişeleri, kaygıları, öncelikleri tabii ki değerlendirilmelidir. Ama biz bu sorunları anavatanımızla ikili ilişkiler içerisinde rahatlıkla değerlendirebiliriz. Yıllarca böyle yaptık zaten. Oysa Talat ve CTP yönetimi, konuyu Türkiye’ye karşı egemenlik kavgası verme noktasına getirdi. Türk Silahlı Kuvvetleri’ni, anayasanın maddelerini, KKTC’nin varlığını tartışılır hale getirdi. Tek güvencemiz olan anavatanımız ile Kıbrıs Türk’ünün arasını açmaya yönelik çok tehlikeli bir gidiş söz konusu. Buna kesinlikle dur demek lazım.” SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Nereye Gidiyoruz? MİT, ilan etti: “Ulus devlet tehlikede...” Devletin istihbarat teşkilatı kime söylüyor bunu? Söylenen söz hem içeriye, hem dışarıya... İçte; devletle didişmeyi birinci hedef yapan, “Cumhuriyet benim için bir mana ifade etmiyor” diyen Başbakanlık Müsteşarı eliyle hazırlattıkları, ulus devleti zayıflatan “Kamu Yönetimi Reformu”nu devreye sokmak isteyen siyasi kadroya... Dışta; ulus devletin çökmesinden yarar uman tüm çevrelere... “Ulus devlet”in tehlikede, ama “ulus devlet” olmaya devamda kararlı olduğunu ilanda MİT yalnız mı? Önce Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt’ın Ağustos 2006’da yaptığı açıklamayı anımsayalım: “Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan bugüne kadar hiçbir zaman, bu kadar farklı iç ve dış tehditlerle aynı anda karşı karşıya gelmemiştir.” Sonra, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İlker Başbuğ’un “Türk devrimlerinin koruyucusu olan kurumlar, bugün kendilerinden beklenen görevleri tam olarak yerine getirmekte midirler?” sorusunu yönelttiği Kara Harp Okulu öğretim yılı açış konuşması geliyor: “Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşu ve gelişimi, bir devrimdir. Devrimin ana amacı, bir ulusun, Türk ulusunun yaratılmasıdır. Bu devrim, ümmet toplumundan, laik ulus devletine dönüşümdür. Ulus; dil, kültür ve ülkü birliği ortak paydaları ile birbirine bağlı vatandaşların oluşturduğu siyasal ve sosyal bir birliktir. Bu ulus anlayışı, ırksal ve dinsel öğelere bağlı değildir, bağlanmaya da çalışılmamalıdır. Ulus kavramı, ayrıştıran değil birleştiren bir olgudur. Ulus bir bütündür. Bu nedenle, ulus devletimizi daha da güçlü kılacak yolun, farklılıkları öne çıkararak yapay ayrılıklar yaratmaktan değil, ortak değerlerimizi öne çıkararak, yaşamın bütün alanlarını kapsayan ulusal kültürümüzün, çağdaş uygarlık düzeyinin üzerine çıkartılmasından geçtiğine inanmaktayız.” Peş peşe gelen, birbiriyle örtüşen, birbirini tamamlayan konuşmalar, açıklamalar... Ve MİT’in açıklamasında dikkat çeken bir tümce: “Türkiye, gerek stratejik, gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da beklegörtavır al taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir.” “Muhtıra gibi” konuşmalar, açıklamalar, tepkiler havaya mı gidiyor, buza mı yazılıyor? Duymazdan, görmezden gelenler, üstüne alınmayanlar bile biliyor ki, tüm bu açıklamaların, konuşmaların, tepkilerin mutlaka bir siyasi sonucu olacak, mutlaka... Avrupa’nın Problemi... BaykalErdoğan atışmasıyla meşgul edilen Türk kamuoyu farkında mı bilmiyorum? “Vatan” geçenlerde cesur bir girişimle İstanbul’a Avrupa’nın belli başlı yayın organlarından beş gazeteci davet etti. Yılbaşı ve Kurban Bayramı izlenimlerini yazan gazeteciler; “Avrupa’nın ruh halini” aksettiren birbirinden ilginç yazılar yazdılar. Dizinin amacı, medeniyetler çatışması ortamında “Türkiye farkını” koymak, bu toprakların sunduğu “köprünün benzersizliğini” vurgulamaktı. Gelen gazeteciler, bunu evet bir ölçüde yakalamışlar. Ama kafalarının içindeki “uygarlık çatışması” şablonundan kurtulamamış, bundan sıyrılamamışlar. İstanbul’da bir “beyaz sayfa” açıp, kendilerini “gazetecilik merakının sonsuzluğuna” bırakmak yerine; “farklılıkların” yarattığı travmatik soruların çengelinde takılıp kalmışlar. Çoğu kez de tıkanmışlar. “Namaza ve bara gidenler birbirlerine kızmadan aynı sokakta ne güzel yan yana yürüyor!” klişeleri arasına sıkıştırılan “şoklar” görmezden gelinmeyecek denli iri ve çarpıcı... “Independent” dış haberler editörü JeromeTaylor’un kaleminden çıkan derin soluklu, geniş ufuklu, siyasi içerikli bir yazı (7 Ocak) hariç; Avrupalı meslektaşlarımız, tanık oldukları “kurban kesimi sahneleri” karşısında duydukları derin “şok ve dehşetle” müthiş sarsılmışlar. “Financial Times”dan Jeremy Grant; “... ilk şok (kurban) çadırlarında olup bitenlerdi” diyor: “Beni ilk vuran şey beton zeminde yatan hayvanların görüntüsü oldu. Boğazları birkaç dakika önce kesilmişti. İkinci olarak da hayvanın boğazı kesilirken yükselen Allahü ekber sesleri ve büyük bıçaklar dikkatimizi çekti. Daha önce böyle bir ölüme tanık olmamıştım!” Bunu okuyan bir İngiliz, yazının artık diğer bölümlerine konsantre olmayacak; gözünün önüne gelen tek sahne, aynı ritüel, aynı “Allahü ekber” sesleri ve benzer “bıçaklarla” doğranan El Kaide rehineleri olacaktır. “Times”in Müslüman İngiliz yazarı Murad Ahmet dahi, bu vahşet karşısında duyduğu “yabancılaşmayı” gizleyemiyor; “O soğuk günde kendimi bundan daha fazla Avrupalı hissedemezdim” diyor Bangladeş kökenli Ahmet: “Gördüğüm şey tamamen bana yabancı bir durumdu... Hayvanların gırtlağı kesildikçe, betonun üzerine sıcak kan ve buhar fışkırıyordu... Ayakkabımın etrafından kanlar akarken, Türkiye’nin AB’ye doğru yol aldığı bir dönemde böyle bir manzaraya hoşgörü gösterilemeyeceği fikri aklıma saplandı...” Recep Tayyip Erdoğan, Kerkük’teki oldubittilerden tutun, Irak’ın kuzeyinde PKK varlığının sürmesine kadar stratejik müttefikinden çok dertli.... Oysa daha 6 ay önce Condi ile karar altına aldıkları gül gibi “ortak vizyon” belgesi ortada... Antetsiz, imzasız bir kâğıttan ibaret olsa da, o belge, “ortak viz Ortak Vizyon yon”dan, “etkin işbirliği”nden, “yapılandırılmış diyalog”dan, hem de “müşterek çabalar”dan söz ediyordu: Kıbrıs sorunu BM gözetimi altında adil ve kalıcı çözülecekti. Kıbrıs Türklerinin üzerindeki izolasyonlar kaldırılacaktı. “Birleşik” bir Irak’ta istikrar, demokrasi ve refah teşvik edilecekti. PKK ve buna bağlı örgütlerle mücadele dahil olmak üzere terorizme karşı konulacaktı. ABD, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliğini ve sürmekte olan üyelik sürecini kuv vetle destekleyecekti. Mal meydanda: Türkiye ve Kıbrıs Türklerinin çıkarları tırpanlanmaya devam... Halkı birbirine düşman edilen Irak fiilen üçe bölünmüş, terör örgütüne dokunulmamış... AB üyelik süreci desen askıda... Vizyon ortak, diyalog da yapılandırılmış olmasaydı, halimiz haraptı, harap... Tarikat Düzeni Resmileşiyor! FATMA ESİN Bugün etrafımıza baktığımızda hemen her yerde giyimleri (takkeli, şalvarlı, çember sakallı erkekler, pardösüleri yerleri süpüren tesettürlü veya kara çarşaflı kadınlar), davranışları, konuşmaları ile tarikat üyesi oldukları hemen belli olan insanlarla karşılaşmaktayız. Bazı bölgelerde bu kesim öylesine yoğun ki, oralarda sıradan bir insan kendini uzaydan gelmiş gibi hisseder ve diğerlerinin haince bakışları ile kuşatılır. Bazen aynı duygu herhangi bir ortamda, örneğin bir alışveriş ortamında da hissedilmekte; bir tezgahtârın, bir kasiyerin, hatta başka müşterilerin hain bakışlarına hedef olunmakta, dışlanmışlık duygusu yaşanmakta. Kısaca, tarikat yaşamı öylesine yaygınlaştı ki, sayıları belirsiz bu tarikatların üyeleri pervasızca her yanı doldurmakta. Çünkü iktidarın kendilerini koruması, kollaması, yasadışı davranışlarını, giyim şekillerini inanç özgürlüğü olarak açıkça ilan etmesi ile meşrulaştılar!.. Pek çok ailede, ailelerin bazı üyelerinin bu tarikatlara katılıp veya bunlardan etkilenip yaşam biçimlerini değiştirdikleri, diğer üyeler üzerinde baskı uyguladıkları, en azından onları dışladıkları gözlenmekte. Diyanet İşleri Kurumu da onlara yardımcı olmak için elinden geleni esirgememekte; tarikatların istekleri doğrultusunda, yaşam biçimini yeniden şekillendiren fetvalar birbirini izlemekte. Bunların en sonuncusu yılbaşı kutlamaları ile ilgiliydi. “İslam dininin, milli değerlerle bağdaşmayan örf ve âdetlerin, gelenek ve göreneklerin taklit edilmesine izin vermediğini” belirterek yılbaşı kutlamalarından sakınılmasını önermekteydi. Halbuki bugün yaşamakta olan herkes, kendilerini bildiklerinden beri yılbaşı kutlaması yaptıklarını, yılbaşının dinle, Hıristiyanlıkla ilgili olmayıp takvim olayı olduğunu bilir. Gazete haberlerine göre, Diyanet’e bağlı İstanbul Müftülüğü, tarikattan meşrulaştırmanın da ötesinde, tam olarak resmileştirmek için hazırlanmaktaymış. 23 Şubat günü camilerde okunacak bir hutbe hazırlanmış. Bu hutbe özetle şöyle imiş: “Dinimizde selam verme şekli kısaca ‘Esselamün Aleyküm’ veya ‘Selamün Aleyküm’ şeklindedir. Kendisine selam verilen kişi de ‘Ve Aleykümüsselam’ şeklinde karşılık verir. Müminlerin selamlaşmaları dinimize göre sünnettir. Ancak ‘iyi günler, merhaba, günaydın’ gibi cümleler yerine yukarıdaki şekilde selamlaşmaları hem güzel, hem sünnete en uygun olandır.” Bugün herkes tarikat üyelerinin birbirleri ile zaten bu şekilde selamlaştığını bilmekte. Bunun camilerde okunmak üzere aylarca önceden hazırlanması ve daha şimdiden internet aracılığıyla duyurulması, herkesi bu şekilde selamlaşmaya çağırmak anlamına gelir ki, bu da tarikat yaşamını resmileştirmek çabasıdır! Hem anadilimize saygısızlık, hem özel yaşama müdahale anlamına gelen bu çabaların devlet kurumları aracılığıyla yapılmış olması hem çok üzücü hem de korkutucudur! KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr ‘İslam gezegeninde’ kaybolmak... “Bild”den Julian Reichelt’in satırları, Avrupa’nın “çok kültürlülük krizini” en çıplak biçimde yansıtan yazı olmuş. Türkiye’nin “kimlik sorunsalını” irdelemeye gelen gazeteciler, burada kendi kimlik labirentlerinde kaybolmuşlar. İngiliz BangladeşPakistan göçmenleri arasından çıkan Ahmet; modern yaşamın Türkiye’de Müslüman inancıyla çatışmaksızın “bir arada barınabilmesini” örneğin “hayret” ve “kıskançlıkla” karşılıyor. Üç imparatorluk başkenti İstanbul’un yaşam geleneğini kavramaya çalışırken, “Müslüman İngiliz gettolarının” prizmasını kullanmanın çarpıklığını anlayamıyor. “Bild” yazarı Reichelt, “İstanbul serüveninde” kopmuş. Dubaili bir Arapla nişanlanan ve din değiştirerek Müslüman olan kız kardeşinin izini burada sürmeye kalkışan Alman gazeteci; “ebediyen yitirilen kız kardeşin yasını” çaresiz bir hüzünle aktarıyor. Ama sonuçta İstanbul’u değil, Reichelt’ların “dramını” anlatıyor. Bu dram, Avrupa’nın “öteki gezegen İslam” karşısında duyduğu çaresizliğin ta kendisi aslında. Dubaiİstanbul hattını yan yana getirme yanılsaması içinde erişilmez bir gezegene ulaşamamanın çaresizliği bu. “Biz aile olarak şu anda (İstanbullular gibi) Batı ve İslam değerlerini; Noel ve ramazanı, yılbaşı ve kurbanı; kız kardeşimin başörtüsüyle kız arkadaşımın mini eteğini hoşgörülü bir ortamda birleştirmeye çalışıyoruz” diyor Reichelt ve buradan devam ediyor: “Ama bu kolay olmuyor... Kardeşim, dini görüşlerine uymuyor diye kısa süre önce gümüş sofra takımlarından yemek yememeye karar verdi. Noel’de geldiğinde çocukken kullandığımız plastik çatal bıçakları tekrar çıkardık. Küçük bir çatal ve bundan daha da küçük olan, spagetti bile kesemeyecek kadar körleşmiş bir bıçakla yemek yemek zorunda kaldık...” “İstanbul’da kardeşimin içinde yaşamaya karar verdiği kültürü gözlemlemek için sokakları arşınladım” diyen genç gazeteci, yanlış adres seçtiğini kavrayamıyor. Ve tabii kız kardeşinin artık içine giremediği dünyasına ulaşmak için aradığı soruların karşılığını burada bulamıyor. Bulamıyor, çünkü o soruların yanıtları burada değil. Mekke ya da Riyad’da! Avrupa’nın problemi de bu zaten. İstanbulMekkeDubai farkını ayırt edememek! ÇİZGİLİK KÂMİL MASARACI kamilmasaraci?mynet.com HARBİ SEMİH POROY BULMACA SEDAT YAŞAYAN Söyleşi İmza Miyase İlknur 13 Ocak 2007 Saat 15.00 Yer : Şişli Kelepir Kitapevi Büyükdere Cad. No: 31/A Şişli İrtibat : 0212 246 58 81 HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hetiyatrosu?mynet.com SES EĞİTİMİ HollandaAmsterdam Konservatuvarı’nda ses eğitimi üzerine master yapmış aktif opera şarkıcısından (soprano) şan dersleri verilir. 0543 569 77 92 BÜYÜKÇEKMECE İCRA HUKUK MAHKEMESİ’NDEN TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 13 Ocak www.mumtazarikan.com ESAS NO: 2006/322 Davacı Çetin Öncü vekili Av. Nazmiye Yeşilyurt tarafından davalı Güncel Yayıncılık Ltd. Şti. aleyhine açılan itirazın kaldırılması davasında verilen ara karar gereğince, takip borçlusu Alpay Aydın’ın davaya dahil edilmesine karar verilmiş olup, davalı Alpay Aydın tüm aramalara rağmen bulanamamış ve davalıya duruşma gününün ve dava dilekçesinin ilanen tebliğine karar verilmiş olup, Davacının, bir kısım borçlular aleyhine B.Çekmece l. İcra Müdürlüğü’nün 2005/1180 esas sayılı dosyası ile başlattığı takipte, borçlu Alpay Aydın’ın borçlusu olduğu bildirilen davalı Güncel Yayıncılık Ltd. Şti. aleyhine açılan itirazın kaldırılması davasında, borçlu Alpay Aydın’ın davaya dahil edilmesine karar verilmiş olup, duruşmanın bırakıldığı 13.02.2007 tarihinde saat 10.50’de mahkememiz duruşma salonunda yapılacak duruşmada, davalı Alpay Aydın’ın hazır bulunması veya kendisini bir vekille temsil ettirmesi, aksi takdirde yokluğunda yargılamaya devam edilip karar verileceği, dahili davalı Alpay Aydın’a ilanen tebliğ olunur. (Basın: 1186) SOLDAN SAĞA: 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ Delişmen ve şımarık tavırlı 1 kimseler için 2 kullanılan sözcük. 2/ Kuzey 3 Amerika’nın 4 beş büyük gölünden biri... Bir 5 şeyin erebilece 6 ği uzaklık; men 7 zil. 3/ Yok sözcüğünün karşı 8 tı... Yaşanmış 9 olayların anlatıldığı yazı türü. 4/ Şa1 2 3 4 5 6 7 8 9 matacı, edepsiz. 5/ Lenf 1 P O N S E T Y A düğümlerinin iltihap 2 O Y L A T O D A lanması... Bir nota. 6/ 3 L A M A İ Ş E T Japon lirik dramı... AkA S R UM İ deniz’de, hapishanesiy 4 İ K le tanınmış küçük bir 5 F A N A T İ K Ü S M İ Fransız adası... Bir şe 6 O B A yin doğru olduğunu be 7 N İ S A N S E Y lirtmek için yapılan işa 8 İ Y O T T A K A ret. 7/ İri ve siyah tane 9 E N A N İ Y E T li bir üzüm cinsi. 8/ Utanma duygusu... Daha çok mehter müziğinde kullanılan üflemeli bir çalgı. 9/ Din adamlarının simgesi sayılan başlık... İtici neden, güdü. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Oturulan yerin, tamamen boş bırakılmış bir zemin katın üzerine kurulduğu Türk ev tipi. 2/ Karakter... Deve yavrusu. 3/ Yeşil ile mavi arası renk... Verme, ödeme. 4/ Bir cetvel türü... Kedi ya da köpek yavrusu. 5/ Yiyeceği ortaklaşa sağlanan toplantı. 6/ Açık yeşil renkli, mayhoş ve kokulu bir elma cinsi... Bir nota. 7/ Orta Asya’da yaşayan Şamanist Türkler arasında çeşitli şeylerden anlam çıkartarak bakılan fal... Katıksız, duru, temiz. 8/ İlgi eki... Gözde sarıya çalar kestanerengi... Köpek. 9/ I. Dünya Savaşı yıllarının ünlü kadın casusu. CUMHURİYET 17 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear