24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 3 EYLÜL 2006 PAZAR 10 PAZAR YAZILARI dishab?cumhuriyet.com.tr Günter Grass’ı ürküten belge neydi? A lmanya’daki edebiyat ve sanat çevreleri haftalardır Günter Grass’ı konuşuyor. Nobel ödüllü yazarın 17 yaşındayken Hitler’in SS birliklerine gönüllü olarak yazıldığını itiraf etmesiyle başlayan şaşkınlık, en çok Alman edebiyatçıları öfkelendirdi. Hitler’in Nazi ordusu‘‘Waffen SS’’e gönüllü girdiğini 62 yıl sonra açıklayan ünlü solcu yazarın, bu dudak uçuklatıcı acı gerçeği ortalığı öylesine karıştırdı ki o kadar olur. Özellikle 78 yaşındaki yazarın bütün dikkatleri çeken ‘‘olay’’ı ise geçen günlerde piyasaya çıkan ‘‘Soğanı Soyarken’’ adlı kitabı. Şimdi, birkaç haftadır olup bitenlerin esasında bir tür ‘‘reklam’’ niteliği taşıdığı da kesin! Aslında Günter Grass’ı en çok kaygılandıran nokta, 2007 yılının mart ayında ortaya çıkacak olan belgeler idi. Üzerinden 62 yıl gelip geçmiş ‘‘kirli mâzi’’nin yarattığı skandal bir yana, Günter Grass’ı böyle ani bir itirafta bulunmaya iten nedenler nedir gibi bir soru mutlaka sizin de aklınıza gelmiş olabilir. Kısaca anlatayım: Efendim olay, Köln’de yayımlanan ‘‘Kölner Stadt Anzeiger’’de çıkan kısa bir haberle patlak verdi. Gazeteye göre, Nazi geçmişini gizli tutan Grass’ın, bunun ortaya çıkacağını sezinlemesi üzerine Mutlaka, ‘‘Teneke Trampet’’ gibi bir eseri korkuya kapılarak tarihçilerden önce yaratan ve Nobel ödülüyle Almanların gurur davranarak üstelik bunu son yazdığı duyduğu bir yazarın bu açıklamaları pek çok otobiyoğrafik romanının çıkacağı zamana insanda ‘‘şok’’etkisi de yaratmadı değil. Die denk getirerek(!) ve her şeyi pazarlayarak Zeit gibi ciddi bir haftalık kültürel gazetede açıklaması, aslında bir kurnazlık örneği sayfalarca anlatılan bu skandal, bir tarafa, değilde nedir? Evet şu meşhur eski Doğu Der Spigel ve Stern gibi dergilerin geçen Almanya istihbarat örgütü haftaki kapaklarında yaşlı yazarın ‘‘Stasi’’nin tozlu arşivinde yatan fotoğrafları yer aldı... MÜNİH belgelerin 2007 Mart ayında Göz altları halka halka torbalı, açıklanacağını duyan kurt ağzından piposu eksik olmayan, edebiyatçı, geçmişini ister istemez posbıyıklı ve yorgun bakışlı yazar, ortaya sermek zorunda kaldı şimdi köşeye sıkıştırılmışlık Olayın aslı astarı bu! duygusu içinde durmadan Tabii iki Stasi’nin Nazi dönemine demeçler veriyor... Münih’te EROL ÖZKAN ilişkin 800 bin dosyayı ayıklayıp edebiyatçıların buluştuğu Salvator açıklaması hayli zaman Meydanı’ndaki Literaturhaus’a alacağından, o da elini çabuk tutup ‘‘Soğanı (Edebiyat evi) gidip kahve içmeden Soyarken’’i yazıp yayımladı. İşte hadise bu! yapamıyorum birkaç gündür... Bu arada yaşlı yazarın ‘‘giderayak’’ bir bomba Hafta sonlarında ise kalın gözlüklü, ciddi patlatıp en çok satan kitaplar listesinin en duruşlu, entelektüel baylarla bayanların tepesine adını yazdırma içgüdüsü ise görülen keyifli ‘‘brunch’’larına şimdi bir de bu bir başka gerçek ya haydi neyse. Günlerdir ‘‘Günter Grass muhabbeti’’ eklendi gibi... Münih’teki entelektüel çevre, yatıp kalkıp bu Şehirde yine seçkinlerin uğradığı ‘‘Roma’’ son kitabı ve romancıyı konuşuyor... Kitapçı olsun ya da Marien Meydanı’nın ünlü vitrinlerinde 24 Avro’ya satılan kitapla ilgili ‘‘Danisly’’de olsun, Günter Grass’ın son anlatılanlar o kadar çok ki, insan merak romanını karıştıranları da göz ucuyla ediyor... izliyorum... Öte yandan Alman Tehcir Edilenler Vakfı Başkanı Steinbach ise, bu kitabın gelirinin Nazi kurbanlarının çocuklarına bağışlanmasını isterken Grass’ın açıklamalarına öfke duyanlar, ayrıca yazarla ilgili yeni suçlamalara da köpürüyorlar... İşte bunların en sonuncusu ise Grass’ın yıllar önce bir genç kıza cinsel tacizde bulunması iddiası... Almanya’nın eski sol dergisi ‘‘Konkret’’in kurucusu ve ‘‘RAF’’ üyesi Ulrike Meinhof’un eski eşi Klaus Reinger Röhl, Grass’la birlikte gençliğinde Conradium okulunda öğrenciyken, bir parkta bir genç kıza birlikte cinsel tacizde bulunduklarını da geçen günlerde açıklayıverdi ve ortalık karıştı!.. Kısacası ünlü yazar Günter Grass’la ilgili spekülasyonlar peş peşe... Bu biraz da yazarın teslim olmuş insan psikozu içindeki tavrından kaynaklandı bence... Oysa bunlar gençlik çılgınlıklarıydı da diyebilirdi ama demedi. O şimşekleri üstüne çekerek kitabının çok satmasını istiyor!.. Bu arada yağmurlu pazar ikindilerinde kitapçı vitrinleri önünde dolaşıyorum.. Ve paraya kıyıp Grass’ın şu son romanını alsam mı acaba, diyorum!.. erolozkan66@hotmail. com. Bombalar ve kasap havası urizm Bakanı Atilla Koç, geçen günlerde Midilli Adası’ndaydı. Yunanistan Turizm Bakanı Bayan Fani Palli Petralia ile göbekler atıp şarkılar söylediler. Türkiye’nin Ege’de moratoryumu 2 aya çıkartması sonucu turizmde altın bir yıl yaşayan Yunanistan’ın bakanının neşesi dikkat çekiciydi. Elinde beyaz mendil sallıyor da sallıyor. Görseniz, kadıncağız ‘‘zil’’ bulsa ellerine takıp şakır şakır göbek atacak. Yunan bakan Midilli’den Türkiye’ye beyaz mendil sallayıp göbek atarken, bizim bakanımız yanına aldığı üç kişiyle ortalıkta tuhaf bir oyun sergiliyor. Sirtaki deseniz değil, kasapiko deseniz o da değil, halay deseniz hiç değil. Üç oyunun karışımı gibi, ama aynı zamanda iki ülkenin de kültüründe olmayan tuhaf bir oyun sergileniyor. Bizim bakan kasap başı olduğu için koltuğundaki üç kişi onun tuhaf oyununa ayak uydurmaya çalışıyor. Ayaklarına çivi batmış gibi tepiniyorlar. Turistler de şaşkınlıkla ilk defa gördükleri bu acayip dansı izliyorlar. Yunan bakan göbek atmakta haklı. Komşu bu yıl turizmde altın bir yıl yaşıyor. Türkiye’de turizm gelirleri yüzde 10 düşerken Yunanistan da aynı oranda artış gösterdi. Son olarak İstanbul, Marmaris ve Antalya’da patlayan bombalar komşunun ekmeğine bir kere daha yağ sürdü ve bu oran daha da arttı. 1 haftadır Avrupalı turistler Türkiye yerine Yunanistan’a akın ediyorlar. Özellikle adalardaki oteller full çekiyor. Rezervasyonsuz gelenler geceleri sahillerde, sokaklarda yatıyor. Sadece bakanları değil, tüm adalar halkı bayram yapıyor. Yunanistan’a gelenler Türkiye’ye gelenler gibi parasız pulsuz turist de değil. Elleri sürekli cüzdanlarında, hem Yunan devletinin hem de halkın cebini dolduruyorlar. Tüm dünyanın bildiği gibi Yunanı memnun etmek zordur. Daha fazla turist gelmesi için iki noktadaki sorunlarını kendi bakanları aracılığıyla Atilla Koç’a iletmişler: Moratoryumun (Ege’deki tatbikatların ertelenmesi ya da iptal edilmesi) 2 aydan 3 aya çıkartılması (tüm yaz sezonu) ve kısa günler için (2 ya da 3 gün) Türkiye’den çıkışta alınan 50 dolarlık verginin, Yunanistan’a ATİNA geliş göz önünde bulundurularak alınmaması. Ada esnafına göre Türk hükümetinin aldığı 50 dolarlık vergi daha fazla Türk turistin MURAT İLEM adalara gelmesini engelliyormuş. Yunan gazeteleri bu konuda Karamanlis’in Erdoğan’a bir mektup gönderdiğini yazdılar. Habere göre Erdoğan da ‘‘Siz merak etmeyin, fırsat bulduğumda bu 50 dolarlık işi halledeceğim’’ diye söz vermiş. Ben Erdoğan’ın yerinde olsam o mektubun sonuna ‘‘Sevgili dostum Kostas, Kıbrıs ve TürkYunan sorunlarının çözümünde uyguladığımız bir adım önde olma politikamız beni çok yordu (taviz vermekten). Biraz siz öne geçin de (taviz verin) halkım barış ve dostluk konusundaki samimiyetinizi görsün’’ şeklinde not düşerdim. Yunanistan turizm geliri GSMH’nin yüzde 30’udur. Her yıl ortalama 13 milyon turist bu ülkeye gelerek para bırakır. Ege Denizi dikkate alındığında, 1974’te başlayan süreç, ardından çeşitli gerilimler ve son olarak Kardak krizi sonrasındaki gelişmeler, Yunan adalarındaki turizmi bitme noktasına getirmişti. Yunanistan’ın 4 yıldır Türkiye ile Ege’de tüm yaz moratoryum istemleri geçen yıllara kadar kontrollü karşılık buldu. Türkiye Ege’de kısıtlı bir şekilde tatbikat yapmayacağını taahhüt etti. Geçen yıl 1 aya çıkartılan moratoryumun süresi bu yıl 2 aya uzatıldı. Bu sayede tüm adalar turist kaynıyor. Ancak aynı turistler bir taraftan Yunanistan’a para akıtırken, diğer taraftan tatil yaptıkları adaların birçoğunun duvarlarını, direklerini, önemli noktalarını süsleyen(!) PKK’nin ünlü sloganı ‘‘Türkiye’ye gitmeyin, savaş var, ölürsünüz’’ afişlerini de okumadan edemiyorlar. Asanlar belli, astıranlar belli! Üstelik afişlemeyi yapan terör örgütü militanlarının bazı durumlarda adalardaki belediye araçlarını da kullandıkları edinilen bilgiler arasında. Şu komşunun yaptığına bak! Bir taraftan Türkiye’ye Ege’de tatbikatları ertelettirip kasalarını doldur. Diğer taraftan hem gelirlerini katla hem de sana bu imkânı sağlayan ülke aleyhine elinden geleni yap. Aslında bununla da kalsalar iyi! Yunan televizyonlarının Türkiye’deki terör olaylarını son dönemde daha ilginç şekilde verdikleri dikkat çekiyor. Türkiye’deki her terörist saldırı artık birinci haber olarak ve çok geniş görülüp İngilizce olarak veriliyor. Olur da haberleri turistler izleyebilir ve ‘‘korkup Türkiye’ye gitmezler’’ düşüncesinden yola çıkan televizyoncular, CNN International ya da Fox News kanallarından kopyaladıkları Türkiye’deki terör haberlerini dakikalarca yayımlıyorlar. Patlama haberlerine orman yangını dumanlarının monte edilmesi ise haberciliğin yeni, çirkin ve etiğe yakışmayan bir versiyonu. Örneklemek gerekirse, İstanbul’daki patlamadan görüntü verilirken 23 saniye ekranın altı şeritlenip, üst kısmına orman yangınlarının dumanı monte ediliyor. Bu şekilde izleyiciler ekranlarda patlama ve ardından çıkan korkunç dumanları (Bursa’daki yangının dumanları monte edilmişti) görüyorlar. Bu noktada oyunun içinde Yunan devlet televizyonlarının bulunduğunu da vurgulamakta yarar var. Türkiye’nin, Yunanistan’daki devlet, hükümet ve basın üçgeninin samimiyetlerini sınama zamanı gelmiştir. Barışdostlukkardeşlik kelimelerinden ne anladıklarını bir an önce açıklamalıdırlar. T Stockholm’ de Türkiye’ den kültür rüzgârı sveç’te güzel bir yaz yerini güzel bir sonbahara bırakmakta. Havalar hâlâ güneşli, ağaçlar yemyeşil, denizler ve göller masmavi. Her yer bronzlaşmış insanlarla dolu. Stockholm’de, 17 Eylül’de yapılacak genel seçimler öncesi kent doğasına afişler ve ilanlar yayılmakta. Birer göz ahşap kulübeciklerde partiler tanıtımlarını yapıyorlar, kahve ikram edip broşürlerini dağıtıyorlar. Bizim konumuz ise Türkiye’den esen kültür rüzgârının başkenti sarması. Türkiye’deki Romanların kültürünü tanıtmak için düzenlenen ‘‘Türk kültür günleri’’ bir haftasını tamamlayıp bitti. Programdaki betimlemeyle ‘‘Roman klarnet virtüözleri’’ geldiler ve sanatlarını tanıttılar. Savaş Zurnacı, ‘‘Kuştepe Blues’’ adlı filminin tanıtımını yaptı; belgesel film ilgiyle izlendi. Bu haftanın benin açımdan en ilginç yanı, değerli sanatçımız İlhan Koman’dan yadigâr kalan M/S Hulda adlı geminin güvertesinde açılan ‘‘Çocukların gözünden İstanbul’’ adlı fotoğraf sergisiydi. Yaşları 713 arası çocuklar, birer defalık fotoğraf makineleriyle, kendi gördükleri İstanbul’un resimlerini çekmişlerdi. Stockholm’deki Södra Teatern adlı ilginç tiyatroda ise ‘‘Instant Istanbul’’ başlığı altında bir program başlatıldı. Bu tiyatronun ilginç yanı, hem terasından Stockholm’ün nefis bir görüntüsünün izlenebilmesi, hem de ReOrient adı S T O C K H O L M altında, Batı kültüründen farklı kültürlerin temsilcilerini İsveçli sanatseverlere tanıtmasıdır. 5 programlık dizinin GÜRHAN UÇKAN ilk konuğu, önce ülkemizde, sonra da Avrupa’da Fatih Akın’ın ‘‘Crossing the BridgeSounds of Istanbul’’ müzikal belgesel filmiyle büyük beğeni kazanan Kürt şarkıcı Aynur Doğan oldu. Aynur’un 26 Ağustos’taki konserinde sanatçı, İsveçli bir müzik eleştirmeninin deyişiyle ‘‘Tanrı vergisi sesiyle’’ izleyecileri büyüledi. Özellikle sahnede yalnız başınayken canlandırdığı hamamda şarkı söyleme sahnesi son derece sempatik ve çarpıcı bulundu. Tanınmış müzik eleştirmeni Lars Loven’in şu satırlarını aktarıyorum: ‘‘Konser ilerledikçe, Aynur daha doğaçlama hareket etmeye başlıyor, aynı zamanda, flütle ve kemanla koordinasyonu arttırıyor. Sahnede fazla hareket etmiyor ama onun yerine sesi hareket ediyor. Konserin doruk noktasını, Aynur’un Crossing the Bridge filmindeki sahnesini canlandırışı oluşturuyor. Bu sahnede, bir hamamda oturuyor ve bağlama çalıyor. O an bütün sahneyi kaplıyor. Bir iskemleyle, sesiyle ve bağlamayla tek başına.’’ (SvD, 29/8) ‘‘Instant Istanbul’’un ikinci durağı 23 Eylül akşamı. Orhan Osman, buzuki konseri verecek. Onu, 10 Kasım’da Kardeş Türküler izleyecek. Son durağa ise Aralık’ta henüz kesinleşmeyen bir akşam Hüsnü Şenlendirici uğrayacak. Görüldüğü gibi, dünya küçüldü ve insanlar birbirlerine yakınlaştılar. Eskiden buraya yılda bir kez bir sanatçımız uğrasa bayram ederdik. Yalnızca kültür etkinlikleri değil, Türkiye’de buraya gezmek için gelen vatandaşlarımızın bile sayısı büyük artış gösterdi. Yazları özellikle alışveriş merkezlerinde ‘‘Türkiye Türkçesi’’ duymak insanı mutlu ediyor. Benim bile 4 yakın dostum gelerek buradaki yaşamımda bir milat oluşturdular. Yaz bitti, turistler gitti ve geriye, kızımın bana ‘‘şimdilik’’ diye bıraktığı, ancak 2 aydır bende olan kedicik kaldı. O da aynen bir dostumun dediği gibi, ‘‘Canım, bu eşya değil; ne de olsa evde bir can’’ işte. İ Castro iyileşiyor B Venezüella Devlet Başkanı Hugo Chavez, geçen temmuzda mide ameliyatı geçiren Küba Devlet Başkanı Fidel Castro’yu bir kez daha ziyaret etti. Chavez, Castro’nun durumunun iyi olduğunu ve hızla iyileştiğini söyledi. Çin, Suriye ve Angola’ya yaptığı ziyaretlerin ardından, Küba’da kısa bir mola veren Chavez, ziyaret ettiği Fidel Castro’nun sağlık durumunun gayet iyi olduğunu söyledi. Chavez, Castro’yla hastanede iki saat görüştüğünü ve Küba’da yönetimi devralan Raul Castro’yla uluslararası gündemi değerlendirdiklerini kaydetti. Fidel Castro, yönetimi temmuz ayında kardeşi Raul’e bırakmıştı. (REUTERS) ‘Aile İlişkileri, Sanatta Kardeşler’ rüksel’de ağustos, sonbaharın en erken habercisidir. Gri bir gökyüzünün eşliğinde gelen yağmur ve rüzgâr dünyanın bu bölgesinde yazın çoktan bittiğini ‘‘müjdeler’’. Sıcak ülkelerdeki tatillerinden dönenler Brüksel’in ağustosuyla karşılaştıklarında ‘‘güneşli gün’’ hevesleri bir anda kursaklarında kalır. Teraslarda öğle ve akşam yemekleri sezonu da haliyle kapanır kenttte. Bazen çiseleyen yağmura inat terasta oturan insanlar görseniz de bir süre sonra Brüksel ağustosunun onları da kafenin içine iteceğini bilirsiniz. Bu ay istemeye istemeye açık hava sinemaları, sokak festivalleri, gece yürüyüşleri gibi yaz eğlencelerinden kopulur. Kapalı yerler gri yağmurdan kaçacağınız bir sığınak olur. Hafta sonunda iyi bir film, bir konser, bir müze ya da bir sergi oyalar sizi. Tatile çıkmadan önce dikkatimi çeken, ancak yazı karşılamanın sevinciyle ağustos ayına bıraktığım sergiyi daha yeni görebildim. Brüksel’in Güzel Sanatlar Sarayı’nda haziran ayından beri ziyaretçilerin beğenisine sunulan ‘‘Aile İlişkileri, Sanatta Kardeşler’’ adlı sergi, açıkçası teması yüzünden ilgimi çekmişti. Sergide yaratma sürecinde aile ilişkilerinin sanatçıyı nasıl etkilediği sorusu çerçevesinde kardeş sanatçıların eserleri sunuluyor. Sergi, temasının ilginçliği nedeniyle olsa gerek ziyaretçilerin karşısına bir de hipotezle çıkıyor: ‘‘Bireyin yüzde 50 oranında genetik yapısını etkileyen aile, toplumsal ve kültürel çevre kadar sanatçının oluşumunda etkilidir.’’ Özellikle aile içinde bir çocuğun sanata olan eğiliminin diğer kardeşleri etkileyebileceği tezi BRÜKSEL üzerinde durulan sergide, 8. yüzyıldan başlayarak günümüze kadar ortak sanat yaşamı ELÇİN sürdüren kardeş POYRAZLAR sanatçıların eserleri yer alıyor. Ortaçağdaki hiyerarşik aile yapısının ilk çocuğa geniş haklar sağlaması nedeniyle diğer kardeşlerin yeteneklerinin öne çıkamadığının anlatıldığı sergide, kardeşler arasında sanatsal işbirliğinin ancak Barok dönemde ortaya çıktığı öne sürülüyor. Romantizmle birlikte sanatta ortak çalışma, dönemin ruhuna uygunluğu da göz önüne alındığında daha da artarken 19. yüzyılda aile, stil ve sanatsal bilgi konusunda ana taşıyıcı rolünü kaybediyor. 20. yüzyılda ise modern sanatçı, gelenek ve aileden koparak kendi özgünlüğünü her şeyden üstün tutmaya başlıyor. Yüz kadar eserin yer aldığı sergiye Brueghel, Klossowski, Giacometti, Duchamp, Chapman, Chirico gibi sanat dünyasının tanınmış isimlerinin yanı sıra çağdaş sanatçılar da ‘‘kardeşleriyle’’ katılmışlar. Sergiyi gezerken ileri sürülen tezin doğruluğunu kanıtlayacak bir yapıtın olmasını beklemek saçma görünebilir. Ne ki, aynı konulu iki tabloda iki kardeşin çizgilerindeki benzerliği görmek hoşa giden bir deneyim... Ya da iki kardeşin birbirinden zıt bir çizgide kendilerinin ifade etmiş olmaları. Ailenin, bir sanatçının gelişiminde önemli rol oynacağı tezi, yaşadığı çevre ve dönem de işin içine alındığı sürece doğru kabul edilebilir. Ancak aile bireylerinin sanatsal eğilimlerinin diğer kardeşler üzerindeki etkisine gelince bunun bilimsel olarak kanıtlanması çok daha zor görünüyor. Sergide ileri sürülen tezden bir adım daha öne giderek ‘‘Eğer bir aile isterse çocuklarını sanatçı yapabilir mi’’ sorusunu da sorabiliriz. Yaşadığımız her çağa göre yeniden tanımlanan ‘‘sanat’’ kavramı bir gün belki bunu da mümkün kılar. CUMHURİYET 10 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear