24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 18 AĞUSTOS 2006 CUMA 2 OLAYLAR VE GÖRÜŞLER AÇI MÜMTAZ SOYSAL Yönünü Şaşıran Politikacılar... Prof. Dr. Abidin KUMBASAR ‘‘Gideceği yönü bilmeyen kaptan için hiçbir rüzgâr elverişli değildir’’. L. Anaeus Seneca (İÖ 2 İS 65) ‘‘Devrim kanunu mevcut kanunların üstündedir’’ tümcesiyle ‘‘laik Cumhuriyet’’in yönünü belirleyen ve kuracağı siyasal parti için ‘‘Halk Fırkası, halkımıza siyasi eğitim vermek için bir okul olacaktır’’ diye vurgulayan Mustafa Kemal Atatürk’ün ilkelerinden sapılarak bugünlere gelindi. ‘‘Ulu Önder’’in ölümüyle duraklayan ‘‘Devrim’’, 1946 seçimleriyle oluşan CHP yönetiminin uygulamalarıyla ‘‘Karşı Devrim’’e dönüştü. Ümmetlikten kurtulup bilinçli birey kimliğine ulaşamamış halk kitlelerine, sadece çok partili seçim yapılmasının demokrasi için yeterli koşul olduğu benimsetildi. Ülkemizde yıllarca inanç sömürüsü yapılıp eğitim, siyaset, iş dünyası, dış sömürü odakları ve yurtiçindeki işbirlikçilerince yönlendirildi. Gerçekleri görerek halkı aydınlatmaya yönelik çabalarda bulunanlar, düzmece karalamalar ve suçlamalarla, etkisiz kılındı. Altmış yıldır yönetimde olan ve kendilerine ‘‘Muhafazakâr Demokrat’’ tanımını yakıştıran siyasetçiler, sonunda ülkemizin ekonomi ve yönetimini dış güçlerin güdümüne bırakmak zorunda kaldılar. Eğitim birliği yasası delinerek uygulanan ilk ve ortaöğretimle yetişen koşullanmış kuşaklar, bugün, çağdaş eğitimle yetişmiş olan kuşaklarla ve halen çağdaş eğitim veren yegâne kurum olan askeri okulların mensuplarıyla çatışma içindeler. Üretime yönelik kurumları oluşturma amacına uygun olmayan borçlanmalar ve ‘‘Laik Cumhuriyet’’in kazanımlarını satarak edinilen değerlerin, siyasetçilerin yandaşlarının istemine göre kullanılması ülkemizin dışa bağımlılığını her geçen gün biraz daha arttırmakta, ülkemiz çevresindeki deniz ve limanlarımızı ne yolda kullanmamız gerektiği, onur kırıcı şekilde, dış güçlerce dayatılmaktadır. Düşünce yapısı olarak ‘‘Aydınlanma’’yı dışlayan, beyinsel içeriği bir yana, giyim olarak bile Avrupa’ya uyum sağlayamayan bir toplumun ‘‘Avrupa Birliği’’ne üye olabilmesi düş bile olamaz. Yurtsever aydınlar, ‘‘Avrupa Birliği’’ yolundaki sözde çabaların, yönetimin bazı emellerinin gerçekleştirilebilmesi için, dış güçlerden yararlanma amacına yönelik olduğunun bilincine varmak zorundadırlar. ‘‘Cumhuriyet’’imiz, tarihinin en bunalımlı günlerini yaşarken parlamentoda, yönetimleri akılcı ve gerçeklere dayanan eleştirilerle uyaracak bir muhalefetin yokluğu sorunların çözümünü daha da güçleştirmektedir. Atatürk’ün kurduğu ‘‘Laik Cumhuriyet’’ ekonomik ve siyasal özgürlüğünü her geçen gün biraz daha yitirirken ‘‘Yüce Önder’’in izleyicisi olması gereken siyasetçiler, ülkemizi bugünlere getirenlerin taklitçisi görevini üstlenerek yön değiştirmekte, ilkesizliğin ve parti içi tiranlığın örneklerini sergilemekteler. Basındaki yurtsever yazarların belirttiklerine ve DİSK öncülüğünde tüm yurtta yapılan toplantılardan edinilen izlenimlere göre çağdaş düşünceli çoğunluğu oluşturanlar, bir arayış ve beklenti içinde, siyasal gelişmeleri izlemekteler. SHP, kurulurken toplumdan beklediği desteği, geçen zaman içinde bulamamış, yöneticilerinin geçmiş hükümetlerdeki hatalı davranışları unutulmamış ve parti, sosyal demokratları birleştirici olma niteliğini kazanamamıştır. Artık ülkemiz sorunlarının, dış güçlerin güdüm ve önerileriyle çözüme ulaşamayacağı somut kanıtlarla belirginleşmektedir. Ülke aydınlarının çok önceden görerek söyledikleri olumsuzlukları halk kitleleri yaşayarak algılamaktalar. Bu koşullarda, ‘‘Laik Cumhuriyet’’ yanlısı, yurtsever ve bağımsızlıktan yana olanların bir araya gelerek ulusal birliğimizi gözeten gerçekçi çözümler üretmesi ve halkı aydınlatarak yönlendirmeleri gerekmektedir. Partilerin tabanından gelecek bilinçli tepkilerin, yurtseverlerin bir araya gelmesine engel olan ve küçük çıkarlarla yetinen siyasal parti yönetimlerini de etkilemesi olumlu sonuçlar verecektir. Gelecek genel seçimlere kadar giderek daralan süreçte, tüm yurtseverlerin, gerek çevrelerini uyarma, gerekse ulaşabildikleri medya aracılığıyla toplumu etkileme görevini üstlenerek, halk kitlelerine gerçekleri yansıtmalarının yaşamsal kaçınılmazlıkta bir görev olduğunu bilmeleri gerekir. Sorunların çözümünü, ülkenin bu duruma gelmesinden sorumlu olan ve hâlâ yönünü bile belirleyemeyenlerden beklemek, ya da düşsel bir kurtarıcıya umut bağlamak, bilinçli bireylerin değil, ancak, koşullanmış, yazgıcı kitlelerin tutumu olabilir. Karanlığa yönelen gidişin önlenmesi ve ‘‘laik Cumhuriyet’’in kuruluş ilkelerine yeniden dönülebilmesi için tüm yurtseverlerin aydınlık bir geleceğe yönelik her çabaya katkıda bulunmaları tek umudumuzdur... işlenmesi) durumunda, böylesi yaklaşımların özellikle gelecek kuşakların dostluğuna sağlayacağı katkı yadsınamaz elbette. Karşılıklılık esasına dayanan bu tür etkinliklerin her iki yakada da arzulanır bir süreklilik kazanması önemlidir. Ancak durum böyle olmadığı gibi, komşumuzda ‘‘Türk düşmanlığı’’nın hâlâ (belki de artarak) sürdüğünü görmek üzüntü ve umutsuzluk yaratmaktadır. Geçen aylarda bir askeri okullarında bayrağımıza yaptıkları saygısızlık, ‘‘Pontus Rum Soykırımı’’ diye yeni bir tarihi olay kurgulamaları, üstelik bunun için anıt dikmeleri; oradan Anadolu’ya (en azından resmi) bakışın bizimkine koşut, eşdeğer ve de aynı naiflikte olmadığını kanıtlayan, çok önemli güncel iki olgudur. Özetle, siyasal/sosyal/kültürel yaşamımızda adeta moda halini alan, ancak tuhaf bir tek yanlılık ve özgüvensizlik içeren; kimi sinema yapıtlarında ise en abartılı boyutlara ulaşan, dostiyiolumlu ‘‘Yunan imgesi’’ yaratma çabamız, kanımca Ege’nin ‘‘yalnızca’’ beri (bu) yakasından öte yakasına uzatılan bir ‘‘yalnız’’ zeytin dalıdır... PENCERE Alevi Nasıl Düşünür?.. Sağda, solda, basında, televizyonda, siyasette, şurada burada Alevilere ilişkin çok yayın yapılıyor... Alevi Bektaşi kesimini birbirine düşürmek için elinden geleni ardına koymayanlar var... Tüm oyuncular sahnede... Peki, bunların çürüğünü temizinden ayırmak için elde bir ölçüt, Frenkçesiyle ‘kriter’ yok mu?.. Var!.. ? Alevi Bektaşi her şeyden önce kendi kendisine bir soruyu sorup yanıtlayacak: Bu durmadan konuşan ya da yazan kişi Atatürk’ten yana mı?.. Ya değilse?.. O zaman çekiver kuyruğunu!.. ? Alevi Osmanlı’dan çok çekti... Neden?.. Osmanlı kötü müydü?.. Yok canım... Osmanlı İmparatorluğu bir din devletiydi; şeriatçıydı, Sünniydi, bu yüzden Alevi’ye düşman gibi bakardı... Bu iş bu kadar ‘basit!..’ Ve de Türkçesiyle yalın. ? Peki, sonra ne oldu?.. Başta İngiltere, Avrupalılar Türk’ü tepelemek için ülkemizi 1919’da işgal ettiler... Mustafa Kemal Atatürk Milli Kurtuluş Savaşı’nın bayrağını açtıktan sonra Hacıbektaş’a geldi... Alevi Bektaşi önderleriyle anlaştı... Söz kesiştiler.. Bir: Ulusal Kurtuluş Savaşı, elbirliğiyle yürütülecek... İki: Zaferden sonra Cumhuriyet ilan edilecek... ? Cumhuriyet’in ilanı, Sünni şeriatını devlet düzeni olmaktan çıkardı.. Sünni halifesini ve padişahını tasfiye etti.. Aleviliğin tepesindeki zulüm kalktı.. Laiklik Alevi Bektaşileri özgürlüğe kavuşturdu.. Alevi misin? Bektaşi misin? Atatürk’le birsin!.. Mustafa Kemal’le birlikte hem Milli Kurtuluş savaşı vermiş, hem laik Cumhuriyet’i kurmuşsun.. Evet Alevi kardeş, Atatürk’e ilişkin sözlerinde, konuşmalarında, yorumlarında kem küm eden birini gördün mü çekiver kuyruğunu... ? Üstelik bugünkü durum vahim.. Laik Cumhuriyetin köküne kibrit suyu ekmek isteyenler iktidara geçtiler; Amerika ile anlaştılar... Ne yapacaklarmış?.. ‘‘Ilımlı İslam Devleti modeli’’ kuracaklarmış... Peki, bu Ilımlı İslam Devleti nasıl bir ‘model’ olacak?.. ‘Hanefi Sünni modeli’ mi olacak?.. ‘Alevi Bektaşi modeli’ mi olacak?.. ? Alevi Bektaşi inancına bağlı yurttaşların şu günlerde gözlerini dört açması gerek!.. Birlik ve bütünlük içinde Anadolu’yu, Türkiye’yi, laik Cumhuriyeti korumak için elden ne gelirse yapmak, geçmişten geleceğe yürüyüşte Aleviliğin özgünlüğüne alınyazısı olmuş... Siyasal Ofsaytlar FUTBOLDA, takımınız oyuncularından biri topu ayağından çıkardığında başka bir oyuncunuz rakip oyuncularla kale arasındaki alanda ve topa erişebilir durumdaysa, rakip takımın arkasına sızmış, İngilizceden alınma bir deyimle ‘‘ofsayt’’ta kalmış sayılır. Hakem oyunu durdurur ve top karşı tarafın ayağıyla oyuna yeniden girer. Dolayısıyla, sizin oyuncularınızı sık sık ofsayta düşürmek ve üstelik bir serbest atış hakkı kazanmak da rakibin uygulayabileceği taktiklerden biridir. Fazla ileri gidip bu oyuna gelmemek, rakibe bu fırsatı vermemek gerekir. İç ve dış politikada da böyledir. Ama başkalarının sözleri ya da kendi hayal gücünün sarhoşluğuyla fazla ileri gidip ters durumlara düşenler çoktur. Örnekler saymakla bitmez. ezkere tartışması sürüp gidiyor. ‘‘Keşke Amerika saldırdığında biz de Kuzey Irak’a girseydik; PKK ve Kerkük sorunlarını çözmüş, üstelik SünniŞii çatışmasını da önlemiş olurduk’’ diyenler hâlâ var. Belki Amerikalıların Türk askerine kuzeyde değil, Orta Irak’ta görev vermek istediklerini, ordunun ve politikacıların isteksizliğinde bunun da rol oynadığını herhalde bilmiyorlardır. Girilseydi, gereksiz yere ileri gidilmiş, saldırganlığa ortak duruma düşülmüş ve PKK’nin olduğu gibi kalmasına kendi elimizle katkıda bulunmuş olmayacak mıydık? Büyük sanayi devriminden beri çeşitli teknolojik yeniliklerle süren küreselleşmeyi yepyeni bir olgu sayıp onunla birlikte ‘‘tartışılmaz mutlak doğrular’’ olarak ileri sürülmüş yeni sömürgeci düşünceleri ezbere tekrarlayan sözde aydınlarımız kraldan daha kralcı tutumlarıyla Güney ve Orta Amerika’daki ulusalcı dirilişler karşısında ofsayta düşmüş sayılmazlar mı? Berlin Duvarı yıkılırken bir ideolojinin sarsıntı geçirmesini ‘‘İdeolojiler öldü’’ diye genelleştiren ve Fukuyama’yla birlikte ‘‘ulusal devlet’’ düşüncesini gömmeye başlayanlar, şimdi o aynı üstat keskin dönüş yapıp öldürmeye çalıştığı düşünceye yeniden sarılınca ofsaytta kalmış olmuyorlar mı? letişim teknolojisindeki hızlanma sonucunda ‘‘bilgi çağı’’ diye anılan bu çağın aslında karşılıklı etkileşimlerle daha çabuk ve daha sağlam sentezlere varmayı kolaylaştırması gerekirdi. Ama tam tersine, bu hızlanma çeşitli konulardaki cepheleşmelerin her cephesini aşağı yukarı aynı etkileme olanaklarıyla donattığı için, ofsaytta kalışlar çoğalmakta, sentez olasılıkları azalmaktadır. Bilgi çağını, hem yaygın hem de derinliğine eğitim çabalarıyla gerçek bir ‘‘bilgelik çağı’’na dönüştüremeyen toplumların düşünce âlemi ofsaytlarla dolu, tatsız ve seyre değmez bir oyundan ibaret kalabilir.. T T İ BODRUM CUMOK ÇAĞRISI Emperyalist güçlerin, küreselleşme adı altında dayattığı postmodern fırtınayla temelleri oyulmaya çalışılan Türkiye’ye, değerli yazarımız Sayın Prof. MÜMTAZ SOYSAL’ın “AÇI”sından genel bir değerlendirme için toplanıyoruz. Haydi ulaşalım GENÇLERE! Açılsın yürekleri gerçeklere, Yayılan bir ışık olmak için gitgide... Tarih Saat Yer İletişim Tel : : : : : 18.08.2006 19.00 Bodrum Ticaret Odası Fügen Kıvılcımer 0532 583 37 97 0252 313 92 16 anrıça Afrodit’in Akdeniz’in köpüklerinden doğuşu söylencesel olsa da Ayvalık’ın zeytin yeşili ile Ege Denizi mavisinden doğduğu kesindir!.. Her yaz kısacık süre de olsa uğrama olanağı bulabilenlerin bir tutku haline getirdikleri Ayvalık, tüm kış boyu özlem ve düşleri süsler: Alibey (Cunda) Adası’nda, güneş batarken uzun sohbetlerin başladığı kıyı restoranları, biri diğerinden daha az lezzetli olmayan yöreye özgü mezeler, balık yemekleri; liman boyunca yapılan akşam yürüyüşleri; her dönemeci tarihe tanıklık eden sokaklar; özgün mimari yapılar; zeytin ve çam ağaçlarının kokularını saçlarınıza süren tatlı esinti; bu bölgedeki yaşamın ve ilişkilerin uygar, alçakgönüllü, dingin başkalığı... Ayvalık çarşısında her perşembe pazar kurulur. Neredeyse tüm yazlıkçılar oraya uğramadan edemezler. Ürün çeşitliliğinin ve çevre köylerden getirilen sebzemeyvelerin tazeliğinin ötesinde, satıcıalıcı iletişiminde yaşanan içtenlik ve sıcaklıktır belki de onu çekici kılan. Öyle ki bu pazar yeri ile sınırlı kalmayan rahatlık ve konuksever Ege’nin İki Yakası Dr. Sami EREN lik, karşıdaki Midilli Adası’nda yaşayan komşu Yunanları da buraya çekmektedir. O gün Ayvalık’a teknelerle önemli sayıda konuk gelir; özgürce dolaşır, yemek yer ve çekincesizce günlük/haftalık alışverişlerini yaparlar. Geçmişte iki devlet/toplum arasında yaşanan olumsuz siyasal olayların burada hiçbir izi kalmamıştır sanki. Ancak bazı güncel gelişmelere baktığımızda; bu geçmişi unutma, yaşananları tarihin nesnel yargısına bırakma ve bir dostluk ortamı oluşturma çaba ve eyleminin daha çok bizimle sınırlı kaldığını gözlemleyebiliriz. Son yıllarda Yunanistan ile aramızdaki sorunlarda genellikle alttan alan bir ülke ve en haklı ulusal davalarımızda bile sanki ‘‘özür dileyen bir suçlu’’ görünümüne büründük. Öte yandan, kültürel alanda da garip yaklaşımlar sergilemekteyiz. Örneğin, ikiüç yıldan beri televizyonlarda gösterilen bazı yerli dizi filmlerde, konu ya da dönem ne olursa olsun; öyküde birkaç ‘‘Yunan/Rum’’ figürü mutlaka bulunmakta ve çoğunlukla da hep olumlu bir ‘‘tiplemeyle’’ sergilenmektedir bu karakterler; barışçıl, insancıl, yardımsever, kültürlü, vb. Daha ilginç ve gerçekten de çok düşündürücü olanı ise ulusal Kurtuluş Savaşımızı konu alan kimi dizilerin senaryolarıdır. Öyle ki bu filmlerde Yunan askerleri bile ‘‘iyicildir’’ ya da ‘‘o kadar da kötü/zalim’’ değildirler! Her türlü tarihsel/sanatsal görüş ve eleştiri bir yana, 20. yy’ın ilk çeyreğinde işgalci Yunan güçleriyle vatanları uğruna savaşan, ölen, yaralanan, sevdiklerini yitiren askersivil atalarımız tamamen ‘‘reyting’’ kaygıları ile kotarılan bu yerli filmleri izleyebilseler, yorumları nasıl olurdu acaba? Türklere ve ortak tarihimize yönelik olumlu duyguların Yunanistan’da da oluşması (örneğin benzeri motiflerin Yunan filmlerinde de ??? TÜMA Y HOTEL BİTEZ YALISI / BODRUM YÜZME HAVUZU, DENİZE 60 METRE, BİLARDO, MASA TENİSİ, LANGIRT, DART GAME, ODALARDA KLİMA, MİNİ BAR, FÖN, TV SABAH VE AKŞAM AÇIK BÜFE 5 ÇAYI VE KURABİYE 06 YAŞ ÇOCUK FREE 712 YAŞ ÇOCUK 25 YTL TAM PANSİYON KİŞİ BAŞI 50 YTL 0 252 363 79 30 www.tumayhotel.com CUMHURİYET 02 CMYK
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear