24 Kasım 2024 Pazar Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 29 TEMMUZ 2006 CUMARTESİ 16 ‘Bunlar’ Gazeteci Can Dündar’ın yazdıklarına bakılırsa, Recep Tayyip Erdoğan’ın üzerine titrediği danışmanı, fındıkçı Cüneyd Zapsu, Şeyh Sait isyanına katılmaktan cezaevine konulmuş dedesi ile 27 Mayıs 1960 sonrası Avrupa’ya kaçan babasının rövanşını almak üzere Ankara’ya gelmiş, siyasete girmiş. Ankara ve siyaset deyince... Emekli Anayasa Mahkemesi Başkanvekili Güven Dinçer, ödün vermez bir Ankara sevdalısıdır. O sevdasının ürünlerini topladığı ‘‘Ankara Kent Yazıları’’ adlı kitabında tescilli Ankara düşmanlarına da değinmiş. Ankara’nın anlamını dile getirirken ‘‘bunlar’’ diye nitelendirdiği bir kesimden söz ediyor. ‘‘Bunlar’’ dediklerini şöyle sıralamış Güven Dinçer: ‘‘Hilafetçi ve şeriatçılar, laiklik düşmanları, şeriatticaret siyaset sarmalının tacirleri, bağımsızlık ve ulusal devlet karşıtları, Kıbrıs için verelim kurtulalım diyenler, Boğaz’da rakı sofrası kuran Kürtçüler ve ikinci cumhuriyetçiler, Sevr’i yeniden geri getirmek isteyenler, dış dünyanın yerli sözcüleri, kamu mallarını yağmalayanlar, devlet bankalarını yağmalayıp o paralarla siyaset yapanlar ve yaptıranlar.’’ Gelelim, Ankara’da uzun yıllar görev yapmış Güven Dinçer’in ‘‘bunlar’’la ilgili gözlemlerine: ‘‘Bütün bunlar melanet ilişkilerini ve tezgâhlarını halkın önünde açıkça savunamadıkları için, Türkiye’deki yönetimin sistemi ve bürokrasinin bozukluğundan başlayarak sözü ‘başlarının belası’ addettikleri Ankara’ya getirirler. Aslında eleştirdikleri konulardaki kararları alan politikacıların çoğunluğu, yukarıdaki grupların etkili adamlarıdır veya sonradan çeşitli şekillerden aralarına alınan politikacılardır. Ekonomik grupların önüne mali imkânları serenler, kamu mallarının ucuza kapatılmasını hazırlayanlar, döviz fiyatlarındaki hareketi önceden haber verenler ya bu takım politikacılardır ya onların atadıkları bürokratlardır. Bu tip bürokratlara dikkat ediniz. Bir sarkacın ahengiyle özel sektörle kamu arasında gidip gelirler. bunlar bir özel sektörde yöneticidanışman, bir kamuda önemli karar alan yerdedirler. Bunlar önce bürokrat, sonra da seçimlerde liste başıdırlar. Yukarıda saydıklarımızın sözcüleri, gazetelerin bir kısım köşe yazarlarıdır. Çanak sorularla röportaj yapan TV sunucularıdır. Bir kısım üniversite öğretim üyeleridir. Yabancı vakıflarda görevli ve yabancıların düşüncelerini bize bildiren tebliğ memurlarıdır. Bunların yerleri önemli değildir. Söyledikleri önemlidir. Önemli olan kirli politikacıkirli bürokratkirli işadamlarının Cumhuriyete, laikliğe, bağımsızlığa, ulusal devlete ve onurlu bir ulus ve ülke olarak yaşamımıza karşı olanlarla işbirliğidir.’’ Bunları tanıyoruz, biliyoruz, görüyoruz. Bunlar, hiç süpürülmüyor, hep kullanılıyorlar... SAĞNAK NİLGÜN CERRAHOĞLU Yeni hançerci Yazar Mustafa Yıldırım Osmanlı ordusunun Ortadoğu’dan çekilişini anlattığı ‘‘58 Gün’’ adlı belgesel romanında 28 Eylül 1918 günü Der’a istasyonundaki katliamı, Sait Başçavuş’un, yaralı Türk askerlerin, savunmasız kadınlarla çocukların nasıl şehit edildiğini şöyle anlatır: ‘‘Bir vınlamayla birlikte gözlerinin önünden geçen bir çelik parıltısı... Boğazında dayanılmaz bir yanma ve hızla genişleyen kan çizgisi... Jandarmaların direnişi kısa sürdü. Birkaç el tüfek sesi Havran dağı eteklerinin karanlık ıssızlığında dağılıp gitti. Haykırışlar ve çığlıklar da on beş yirmi dakika sürmedi. Kadın çığlıkları ve çocuk ağlamaları da birden kesildi. Vagonlar sessizliğe gömüldü. Der’a istasyonunun raylarına serilip kalanlar da suskundu. Ne ki, suskun olmayanlar da vardı. İstasyon binasının çevresinde atlarıyla ve develeriyle dönenip duran kefiyeli, İngiliz üniformalı Aneze aşiretinin adamları tüfeklerini, kılıçlarını göğe doğru sallayarak kolay zaferlerini kutluyorlardı.’’ Emperyalizm, 1. Dünya Savaşı’nda Ortadoğu’yu kanla şekillendirirken Arapları, Arap aşiretlerini ileri sürmüş, kışkırtmıştı. Ortadoğu bugün yine kanla yeniden şekillendirilmek isteniyor. ABD Dışişleri Bakanı, Abdullah Gül’ün ‘‘Condi’’si bu istek ve kararı açık açık söyledi zaten. Tarih yinelenmek istenirken emperyalizmin bu kez bölgedeki vurucu gücü, maşası, arkadan hançercisi kim olacak? Amerikan Genelkurmayı’nda çizilen haritalarla İran, Suriye ve Türkiye’den ayrılması planlanan Kürtler mi? Yeni Ortadoğu... ROMA ‘‘Nasıl böyle gülüyor?’’ Roma’da kameralara tüm rahatlığıyla; gülerek pozlar veren Condeleeza Rice’a bakarken hep bunu düşündüm. Ortadoğu’da her gün biraz daha kontrolden çıkan kan gölü, ABD Dışişleri Bakanı’nın istifini hiç bozmamıştı. O kadar ki Rice, sırf kameralar karşısında olsun, durumun vahametiyle orantılı bir ‘‘ciddiyet ifadesi’’, duruş ya da tavır takınmak gereksinimi dahi duymamıştı. ‘‘Niye duysun?’’ diyeceksiniz. ‘‘Bu korku filminin baş senaristlerinden biri de bizzat kendisi değil mi?’’ Doğru tabii. Ama insan gene de hayret etmekten kendini alamıyor. ‘‘Bu kadın dünya TV’lerine yansıyan dehşet görüntülerini acaba hiç izlemiyor mu’’ diye kendinize sormadan edemiyorsunuz. Roma’dan ‘‘savaşa yeşil ışık’’! ‘‘İnsani yardım’’ ve ‘‘uluslararası güç’’ gibi konuları tartışmak için toplanan ‘‘Roma Zirvesi’’; başlangıçtan itibaren kendisine yüksek hedefler koymamıştı. Çatışan tarafların ne İsrail ne de Hizbullah’ın hamisi ülkeler; İran ve Suriye’nin zirveye davetli olmadığı; bunun bir ‘‘uluslararası barış konferansı’’ olmadığı, ilk günden söylenmişti. Roma’daki toplantıdan çıkan sonuçlar, konmuş olan bu ‘‘mütevazı çıtanın’’ da altında kaldı. Bölgeye gönderilmesi düşünülen ‘‘uluslararası gücün’’ (BM? NATO?) ne olacağı belirlenemediği gibi; gerek İsrail, gerekse de Suriye zirveyi protesto ettiler. Birinci dereceden ilgili aktörlerin çağrılmadığı böyle bir toplantının hiçbir işe yaramayacağını söylediler. ‘‘İvedi ateşkese hayır!’’ diyen ABD formülünün rehin aldığı konferans sonuçlarını; ‘‘Guardian’’ kestirmeden şöyle özetliyor: ‘‘Derhal ateşkesten yana olanlar: BM, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Yunanistan, Ürdün, Rusya, Suudi Arabistan, Mısır, Kanada, Kıbrıs... Karşı olanlar: ABD ve İngiltere. Sonuç: İvedi ateşkese hayır!’’ ‘‘Liberation’’un yorumu ise daha kestirme: ‘‘Savaşa yeşil ışık!’’ Kamulaştırma gerek Enerjide nereden nereye geldik, bir göz atalım: Kamu 2005 yılında toplam kurulu gücün yüzde 54’üne sahip olmasına karşın elektrik üretiminin yüzde 40’ını sağlamış, geri kalanı özel santrallar gerçekleştirmiş. Yapişletdevret ve yapişlet sözleşmeleri sonucunda 5 milyar doların üzerinde kamu zararı oluşmuş. Devlet, almadığı elektriğin parasını ödemek, doğalgaz santrallarına doğalgaz verilemediği durumlarda da ikincil yakıtın parasını ödemek gibi pek çok yükümlülükle karşı karşıya bırakılmış... Sonuç? Özel santral şirketleri, daha çok kâr elde edebilmek için sisteme elektrik vermeme tehdidinde bulunma cesaretini gösterme aşamasına kadar geldiler. Ne yapılmalı? Yapılması gereken gün gibi açıktır. Enerji alanı, kayıtsız, koşulsuz kamunun elinde kalmalıdır. Elektrik Mühendisleri Odası Başkanı Kemal Ulusaler’in dediği gibi: ‘‘Özel sektör doğası gereği, ülkenin kalkınmasına değil, kendi şirketinin kalkınmasına, ülkenin elektriksiz kalmamasına değil, şirketin kâr etmesine öncelik tanımaktadır. Gelinen noktada enerji alanında serbest piyasa, rekabet söylemleri çökmüştür. Bir an önce Yeniköy ve Kemerköy’de olduğu gibi diğer üretim santralları da özelleştirme kapsamından çıkarılmalı, dağıtımın özelleştirilmesinden derhal vazgeçilmelidir. Kamu hızla yatırımlara yönelmeli ve yapişletdevret, yapişlet sözleşmeli santrallar başta olmak üzere enerji alanında Aktaş ve ÇEAŞ örneklerinde olduğu gibi yeniden bir kamulaştırmaya gidilmelidir.’’ Türkiye’deki deneyimler karşısında Ulusaler’in saptaması gerçekçidir: ‘‘Uygarlaşmış toplumlar için enerji vazgeçilmez temel bir insan hakkı konumuna gelmiştir. Bu hak serbest piyasanın kâr mantığına bırakılamaz.’’ AB için kader toplantısı İsrail, nitekim Roma toplantısından çıkan mesajı aynen böyle okudu. İsrail Adalet Bakanı Haim Ramon konferansın hemen akabinde, BBC’ye verdiği demeçte, ‘‘Roma Konferansı’ndan bize operasyona devam vizesi çıktı!’’ dedi. Uluslararası kamuoyunda infial yaratan İsrailli bakanın bu açıklamasının ardından, AB Dışişleri Bakanları salı günü Brüksel’de toplanarak Roma zirvesi sonuçlarını şimdi bir kez daha masaya yatıracaklar. Irak savaşı arefesinde ‘‘Eski Yeni Avrupa’’ diye iki bloka bölünen Avrupa için bu kez; ‘‘toplu bir sese’’ kavuşmak çok önemli. AB bu kez de ortak bir tavır, pozisyon benimseyemezse; uluslararası siyasetteki ağırlığını büsbütün yitirecek. Üst düzey bir AB görevlisinin sözleriyle ifade etmek gerekirse: ‘‘Yarım asırlık AB projesi, büyük ölçüde anlamını kaybedecek!’’ Sonuçları ve etkileri nereye uzanacağı kestirilemeyen Ortadoğu krizi, AB için de bir ‘‘boy ölçüsü’’ kriterine, turnusol testine dönüşmüş durumda, anlayacağınız. Biz Bizi Sevmiyoruz (Neden?) DENİZ BANOĞLU Ne zaman dış dünyayla başımız sıkışıp derde girse ya da siyaset arenasında Türkiye darboğaza sokulduğunda ‘‘Türk’ün Türk’ten başka dostu yoktur’’ der, kestirip atarız. Alışkanlık haline gelen bu deyiş, bana kalırsa çoktan değişti, daha doğrusu bu deyişi değiştirmeliyiz; çünkü AB, küreselleşme, insan hakları, demokratikleşme, düşünce özgürlüğü ile değiştirilmeye çalışılan ya da yeniden tanımının yapılması için (!) olağanüstü çaba gösterilen laiklik, Kemalizm, ulusalcılık gibi kavramlar nedeniyle tam bir kafa karmaşasının yaratıldığı günümüz Türkiye’sinde, ‘‘Türk’ün düşmanı yine Türk’ün kendisidir’’ demek daha yerinde ve doğru olur. Çünkü artık Türk’ün Türk’e dost olması şöyle dursun, Türk’ün kendisi kendisine tam bir düşman kesilmiştir. Evet, sözün özeti, ‘‘Biz bizi sevmiyoruz’’, ‘‘Biz bize düşmanız’’, ‘‘Biz bizi sevmez, biz bize düşman hale getirildik’’ . Burslu öğrenci olarak iki yıl bulunduğum Almanya’da tanıdığım, gerek öğrenci gerekse iş çevrelerinde rastladığım kimi Batı hayranlarının (ki içlerinde gazeteciler de vardı), ülkelerini ve insanlarını yabancı topraklarda nasıl aşağıladıklarına tanık olduktan yıllar sonra, bu kez mesleğim nedeniyle izlediğim ulusal ve uluslararası üst düzey toplantılarda, medyada, yayın dünyasında çoğunluk aynı durumla karşılaştım, karşılaşmaktayım: İç ve dış sorunlarıyla Türkiye’yi, eleştirel boyutları aşan bir bilinçli saldırıyla yermek. ??? Bunca toplantının yakından bir izleyicisi olarak ben, başka hiçbir yabancı ülke bilim adamı, akademisyeni, basın mensubu ya da sanatçısının, bizdekiler gibi ülkesini ve insanını, tarihini, sorunlarını vb. Türkler kadar eleştirel değil, saldırıya varan boyutlarda küçümsediğine tanık olmadım. Sanki otoriter, baskıcı, bir zamanların komünist ya da faşist rejimlerin hüküm sürmekte olduğu bir ülkeyiz de, aydınlar ya da kendilerine aydın sıfatını yakıştıranlar içeriden ülkesinin duvarlarını yıkmak için var gücüyle gayret harcıyor. Kimi kalemiyle, kimi romanıyla, kimi akademik gücüyle; yazarı, çizeri, akademisyeni, üniversitelisi, üniversitelisizi, aydını, aydınsızı, sivil toplum örgütleri ile koro halinde Türkiye’nin adeta üzerine çullanmış durumdalar... Sonra görevi ve misyonu, Türk ekonomisini, toplumsal durumunu irdelemek olan bir sivil toplum kuruluşu (TESEV), AB’den aldığı paralarla, ülkenin başka sorunu yokmuş gibi, modaya uyup Ruhban Okulu’nun açılmasını gündeme getirirken buna karşı olan kimilerini ve Türk zihniyetini yeriyor. Bir başka STK, uyum içinde birlikte yaşamak adına, Osmanlı yemeklerinin aslında Osmanlı değil, etnik kökenli olduğuna dair bildik kişilerle bir ciddi (!) panel düzenliyor (Ne kadar önemli bir konu!). Bir romancımız, düşünce özgürlüğü adına, soykırım iddiasında olan Ermenilere hoşgörülü davranmamız gerektiğini ısrarla vurgularken Ermeni diasporasının düşmanca tutumunu göz ardı edip onların da barışa el uzatmaları gerektiğine değinmiyor. AB yetmiyormuş gibi, içeriden de ordu, asker düşmanlığı yapılıyor; Türk sözünü kullanmak, Türk olduğunu söylemek utanılacak hale getiriliyor. Romancılarımız, akademisyenlerimiz yabancı ülke platformlarında ve dış basında Türkiye karşıtı söylemlerle bir gurur tablosu (!) sergiliyor. ??? Ama şaşırmamak gerek.. Bir ülke ki, başındaki siyasi irade, Türkiye’nin çağdaşlığının simgesi Kemalizmi hâlâ ‘‘tutucu ideoloji’’ diye damgalıyor; varoluş nedenimiz, değiştirilemez ‘‘laiklik’’ ilkesini, bir Meclis Başkanı (görev ve sorumluluklarını aşarak) yeniden tanımlamak gereklidir diyebiliyorsa, elbette kimilerimiz de AB’den yükselen, Kemalizm, laiklik ve daha da ileriye giderek ordu karşıtı seslere katılarak işbirliği, gönül ve düşünce birliği yapar. Çünkü bu karşıtlık, birilerini, hiç de o sıfata yakışmadıkları halde ‘‘kahraman’’ yapar, dış ülkelerde itibarını arttırır, içeride de ‘‘ayrıcalıklı, marjinal olma’’ konumunu sağlamlaştırır (örnekleri çok). Türkiye’nin toprakları satılıyormuş; Dubaililerle, Araplarla işbirliği içinde, paralar dışarıya akıtılarak tarihi İstanbul gökdelenler cenneti haline getiriliyormuş; imam hatip mezunları bürokrat kademelerini sarmalıyormuş; Lozan, tartışma gündemine oturtulup Avrupa haritalarında Doğu bölgesi Kürdistan olarak gösteriliyormuş; Cumhuriyetin sanat, kültür, eğitim felsefesi çöpe atılıyormuş; Türkiye dış güçlerce neredeyse bölünme noktasına getiriliyormuş (vb. daha niceleri).. kimin umurunda? Onlar illa da demokrasi (kendilerine), illa da düşünce özgürlüğü (kendilerine), insan hakları (kendileri için) peşindeler. Bu karşıtlık, bu düşmanlık, ülkede yaratılan kamplaşma sona ermediği, ‘‘biz bizi sevmediğimiz, biz bize düşman olduğumuz’’ sürece, kaybeden ne yazık ki Türkiye Cumhuriyeti olacaktır... Tehlikeli bir yol ayrımındayız; olaylara, gelişmelere geniş açıdan bakmasını öğrenmemiz gerek. denizban@superonline.com KİM KİME DUM DUMA BEHİÇ AK behicak?yahoo.com.tr İsrail eski İsrail değil... Gelişmelerin kontrolden çıkmasına yol açan tek neden; başka bir gezegenden dünyaya bakan ‘‘Bush ABD’sinden’’ ibaret değil. İsrail de artık başka bir gezegen. Ne İsrail ordusu eski İsrail ordusu; ne de MOSSAD eski MOSSAD. Bu operasyonu; Hizbullah’ı birkaç günde yamyassı ederek halletmeyi düşünen İsrail’in, gelişmeler karşısında yön kaybına uğradığı anlaşılıyor. İsrail’in askeri yorumcuları bile, Lübnan’da girdikleri ve içinden nasıl çıkacakları belli olmayan batağın; kendileri için ‘‘sürpriz ve beklenmedik bir başarısızlık olduğunu’’ itiraf ediyorlar. Operasyonun ilk günlerinde ‘‘tek ses, tek nefes’’ halinde ordunun ardında birleşen İsrail kamuoyundan ‘‘eleştiriler’’ yükselmeye başlıyor. İsrail ilk kez gerçek bir ‘‘Vietnam sendromu’’ ile karşı karşıya kalmaktan korkuyor. ‘‘Artçı şoklarla’’ ilerleyen ‘‘Irak işgalinin etkileri’’ ve bu işgalle büyüyen ‘‘Şii hilali’’ (İran emperyalizmi) bildiğimiz, tanıdığımız tüm dengeleri sallıyor. Sırtını İran’a veren Hizbullah’ın askeri gücü; İsrail gibi askeri üstünlük konusunda şimdiye dek en ufak şüphe, kaygı yaşamamış olan bir ülkeyi bile gafil avlıyor... Şuursuzca kameralara gülümsemeye devam eden Condeleeza Rice’ın bahsettiği ‘‘Yeni Ortadoğu’’, karşımıza şimdi işte bu parametrelerle çıkıyor. Başta bölgedeki oyuncular olmak üzere, tüm oyuncuların stratejik tercihlerini gözden geçirmek zorunda kalacakları bir döneme giriyoruz. HARBİ SEMİH POROY HAYAT EPİK TİYATROSU MUSTAFA BİLGİN hayatepik?mynet.com BULMACA SOLDAN SAĞA: SEDAT YAŞAYAN OTOBÜSTEKİLER KEMAL URGENÇ kurgenc?yahoo.com TARİHTE BUGÜN MÜMTAZ ARIKAN 29 Temmuz www.mumtazarikan.com 1 2 3 4 5 6 7 8 9 1/ İri yapılı, sarımsı ya da ye 1 şilimsi renkte 2 bir kıyı kuşu. 3 2/ Avcının av beklemek için 4 taş yığınların 5 dan yaptığı pu 6 su... Gösteriş, caka. 3/ Müs 7 lüman ülkeler 8 de oturan Yu 9 nan asıllı kimse... Dağların oyuk ve 1 2 3 4 5 6 7 8 9 kuytu yerleri. 4/ Rüt 1 A B O R İ J İ N besiz asker.. İnsan ya 2 S U M E L A U Ç da çalgı sesinin yük 3 F A Y A K A R I seklik ya da alçaklık 4 A T E HO L N derecesi... Eski Mı5 L F L E B İ T sır’da güneş tanrısı. 5/ E Ş E Y Derviş selamı... Evli 6 Y E T İ U ya. 6/ Notada durak 7 A T E R İ N A E N İ K R O K işareti... Bir tür ince 8 R A meşin. 7/ ‘‘Su sesi ve 9 F R İ K İ K kanat şakırtısından / Billur bir avize Bursa’da ’’ (A.H. Tanpınar)... Bir nota. 8/ Osmanlı devletinde Karadağ prenslerine verilen unvan. 9/ Eskiden Karagöz oynatılan kahvelere verilen ad... Tek bir hücre ya da organizmadan eşeysiz üreme yoluyla türetilmiş hücre ya da organizma topluluğu. YUKARIDAN AŞAĞIYA: 1/ Çiğ sütle yoğurt karıştırılarak, pişirmeden yapılan bir yiyecek. 2/ İnsanın kendine karşı duyduğu saygı... Müjdeli haber. 3/ AleviBektaşi törenlerine verilen ad... Çelikçomak oyununa ve bu oyunda kullanılan değneğe verilen ad. 4/ Ender, seyrek... Büyük Okyanus’ta bir devlet. 5/ Bir cins kertenkele... Temel, esas. 6/ Yanağın alt kısmı... Danimarka’nın plaka imi. 7/ Doğu Anadolu’da bir ırmak... Kum falı. 8/ Rize yöresinde dokunan çamaşırlık ince bez. 9/ Üç ya da daha çok direği bulunan yelkenli gemilerde arka direk... Tarla sınırı. Kalbinizi Koruyun TÜRK KALP V AKFI 19 Mayıs Cad. No: 8 Şişli/İstanbul Tel: (212) 212 07 07 (pbx) (10 hat) Faks: (212) 212 68 35 CUMHURİYET 16 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear