14 Kasım 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
24 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ CUMHURİYET SAYFA DİZİ Pamukçusu, tütüncüsü, üzümcüsü, zeytincisi olaylara, olgulara ve gelişmelere aynı pencereden bakıyor 9 Dünyanın yeni savaşı tarımda SERDAR KIZIK Konu tarım ana başlığının altında kalınca, hangi üretim kesiminden olursa olsun söz, genel tarım politikalarından, dünyadaki uygulamalarından başlıyor. Pamukçusu, tütüncüsü, üzümcüsü, zeytincisi olaylara, olgulara ve gelişmelere aynı pencereden bakıyor. da. Bu bence, olayın en çarpıcı noktası. Dünya Ticaret Örgütü’nün defalarca yapılan toplantılarında azgelişmiş ülkelerin tarım sübvansiyonlarında, Amerika ve Avrupa ülkelerinin aşırı sübvansiyon sistemleri karşısında hayatlarını sürdüremeyecek boyutlara geldiğini görüyoruz. Bu yılın başında HongKong’da yapılan toplantıda, azgelişmiş ülkelerde sübvansiyonların kaldırılmasının, tarımı bitme noktasına getirdiği vurgulandı. YABANCI DESTEKTEN VAZGEÇMİYOR Çünkü sorunlar ortak, çözüm yolları ortak. Hepsinin belalısı, küreselleşme. IMF’nin, Dünya Bankası’nın, AB’nin ve bugünkü dışa bağlı iktidarın adını anmadan, bırakın anmayı, bu küresel gücün halkalarını suçlamadan, sorumlu tutmadan konuşan tek bir üretici bile yok. Bugün üreticinin saptamaları, ekomedyacıların masallarını tersyüz ediyor. Zeytine gelince, işler diğer ürünlere göre biraz farklı. Anadolu’nun bu kutsal ağacı ve onun yaşam iksiri, yıllarca dış dayatmaların ve yerli uzantılarının engeliyle karşılaştı. Kısacası dünyanın zenginleri kendi üreticilerine teşvik verirken azgelişmişlere ‘verme’ diyor. Öyle. ABD ve AB tarım sübvansiyonlarından vazgeçmedi, vazgeçmeyecektir de. Şimdi bakıyorsunuz AB bütçesine, 102 milyar Avro. Bunun yüzde 45’ini, yaklaşık 43 milyar Avro’sunu tarım sübvansiyonuna ayırıyor. AB, bu teşviklerin çok küçük bölümüyle en iyi ıspanağı, muzu, elmayı, yani her türlü ürünü ithal edebilir. Üstelik daha da kârlı olurlar. Ama yapmıyorlar. Düşünmek lazım niye, neden 43 milyar Avro harcıyorlar? Bunlar ticareti bilmiyorlar mı? Amerika’ya gelince orada sübvansiyonun ucu bucağı yok. Sadece üretim alanında değil pazarlama, gümrük muafiyetleri, promosyon destekleri, ihracat teşvikleri gibi birçok kalemde destekler var. Mersin’de üç yıl önceki don felaketinde büyük zarar gören narenciye üreticileri son iki sezondur ürünlerini satamamaktan yakınıyor. ‘AKP tarımı bitirmek istiyor’ ABİDİN YAĞMUR MERSİN Türkiye’deki tarım alanlarının yüzde 2’si Mersin’de bulunuyor. Mersin’in tarımsal üretimdeki payı ise yüzde 4 oranında. Türkiye yaş meyve sebze üretiminin yüzde 10’u, narenciyenin yüzde 28’i, muzun yüzde 65’i Mersin’den karşılanıyor. Yurtiçi hasıla içindeki payı yüzde 21.6 olan Mersin tarım sektörü bu alanda sanayi sektörünün ardından ikinci sırada yer alırken tarımda çalışan nüfusun toplam istihdam içindeki payı yüzde 57 oranında. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere bir tarım şehri olan Mersin’de, sektörün temsilcileri, yaşanan tehlikelere dikkat çekiyor. ‘Meyve üreticileri zararda’ Akaryakıta sürekli zam geliyor. İlaç, sulama ve gübre pahalı. Bu ürünlerdeki KDV’nin indirilmesi veya sıfırlanması gerekiyor.’’ Doğrudan Gelir Desteği (DGD) ödemelerinin yaş meyve sebze üretimi yapılan tarım alanları için yarar sağlamadığını da belirten Ongun, DGD’nin yeniden yapılandırılmasını önerdi. Mersin’de yaş meyve sebze alanında üretim yapılan tarım alanlarının küçük ölçekli olduğunu anlatan Ongun, ‘‘Mersin’de en büyük tarım alanı 40 dönümdür. Bu nedenle dönüm başına verilen DGD bize yaramıyor. Çünkü çok az bir miktar veriyorlar. Bizim önerimiz şu: Bu parayı bize vermesinler. Bir havuzda toplasınlar. O havuzda biriken fonu, temel girdilerimizde indirim yapmak için kullansınlar’’ dedi. ‘İthalat çiftçiyi vuruyor’ TARİŞ Zeytin ve Zeytinyağı Birliği Başkanı Cahit Çetin, 1950’li yıllarda margarinle başlayan sürecin Türkiye’deki zeytinciliği 2000 yılına kadar çok olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz, diye konuşuyor. Bazen ithal politikaları bazen de yağma, talan yaklaşımı zeytinciliği vurdu. Ege kıyılarındaki zeytin ağaçları yazlıklara kurban edildi. Öyle ki, uygulanan politikalar özellikle Egelinin beslenme biçiminin, damak tadının değiştirilmesine kadar dayandı. Yaşamı atalarından miras kalan zeytin ağacının dallarının, budaklarının arasında örülü, zeytincinin öncüsü, dostu, örgütçüsü ve ağabeyi TARİŞ Zeytin ve Zeytinyağı Birliği Başkanı Cahit Çetin’in aktardığı gerçek bir yaşamöyküsü fotoğrafı ortaya koyuyor. 1950’li yıllarda margarin Türkiye’ye girdiğinde ataları yıllardır zeytinyağıyla beslenen Fikri Dede, varmış bakkala. Ver ordan sıcak bir ekmek demiş, yarmış ikiye. Sürmüş arasına margarini. Oh, mis gibi kokuyor. Üstüne biraz tuz, biraz biber. Yeme de yanında yat... O günlerden bugünlere diğer ülkeler zeytin ve zeytinyağı mucizesini keşfederken biz uyumuş, uyutulmuşuz... Cahit Bey, işler değişti, şimdi margarinciler ‘Bizimkinde daha çok zeytinyağı var’ diye reklam yapıyorlar. Evet, nerelerden nereye geldik. Bu margarin hikâyesi, ilgisizmiş gibi duruyor ama aslında bir dünya politikasını, bir Türkiye gerçeğini çok iyi anlatıyor. Şimdi, zeytinyağının durumunu konuşursak, önce dünya politikalarına bakacağız, sonra Türkiye’ye, sonra da tarıma... Bakalım... 1950’li yıllarda margarinle başlayan sürecin Türkiye’deki zeytinciliği 2000 yılına kadar çok olumsuz etkilediğini söyleyebiliriz. Türkiye tarım ürünlerini kendisi üretir, kendi kendine yeter, hatta satar, teknoloji ithal ederdi. Şimdi hem teknoloji hem de ürün ithal eder konum Oysa gelişmiş ülkelerde tarım nüfusu, üretici oranları oldukça düşük. İşte, mesele burada. AB’deki tarım nüfusunun toplam nüfusa oranı yüzde 5. Bu, İskandinav ülkelerinde yüzde 2 gibi. İspanya, İtalya gibi ülkelerde yüzde 89. Şimdi bizde diyorlar ya popülizm yok diye. Soruyoruz, AB popülizm mi yapıyor? Yüzde beş nüfusun oyunu almak için mi bu kadar teşvik veriyor? Yüzde 5’le siyasi rant sağlanmaz. Oysa bizde, yıllardır tarım ve çiftçi, devletin nimetlerini götüren ve sömüren insanlar gibi lanse edildi. Çiftçilere ‘‘kara delik’’ unvanı yakıştırıldı. Bir adım daha öteye gidelim. Dünya ölçeğinde yeni yüzyılda tarımın en stratejik sektör olduğu söyleniyor. Evet, bunu kendileri açıkça söylüyorlar. Dünyada nüfus artıyor. Uzmanların yaptığı hesaplara göre önümüzdeki 20 yıl içinde gıda maddelerine talep, 3 katı artacak. Ayrıca tarımı gıda anlamında düşünmemek lazım. Sanayi ürünüdür aynı zamanda. Pamuk üreteceksin, teksil ürününe dönüştüreceksin. Özetle, bir ülke kendini besleyecek sistemlerini bir başka ülkenin insafına terk edemez, etmemelidir. Bu son derece yanlış olur. Tarımdaki üstünlüğün stratejik üstünlük olduğunu ve hatta siyasal bir amaç taşıdığını görmezden gelmek, şaşkınlıktır. Aslında dünyada yeni bir savaş var. Yeni savaşlar tarımda, tarlalarda olacak. İşte onun için AB ve ABD asla tarım sübvansiyonundan taviz vermiyorlar. On liraya mal ettikleri ürünü 3 liraya satarak bizim gibi ülkelerin rekabet gücünü kırıyorlar ve tarımda ilerleme misyonunun önüne geçiyorlar. Bu, açık bir savaştır. S Ü R E C E K AKP’nin iktidarda olduğu süre içinde tarımda yaşanan sıkıntıları konuştuğumuz Mersin Ziraat Odası Başkanı Salim Ongun, ‘‘Ben 1950’den beri çiftçiyim. Son 2 yılda yaşadığımız sıkıntıları 50 yılda çekmedik. Eskiden ne ekersek ekelim emeğimizin karşılığını alırdık. Ama 20042006 yılları arasında çok büyük sıkıntılar yaşadık’’ diye konuştu. 2004 yılında yaşanan don felaketinin meyve üreticilerini zarara soktuğunu, hasar tespit yapılmasına karşın zararların karşılanmadığını belirten Ongun, 2005 ve 2006 sezonlarında borçlanarak üretim yapan meyve üreticilerinin ise satış yapamadıklarını söyledi. Mersin’de hem meyve üreticilerinin hem de sebze üreticilerinin zarar ettiklerini vurgulayan Ongun şöyle konuştu: ‘‘Köylerden Mersin’e yoğun bir göç var. Sa AKP’nin iktidarda olduğu süre içinde tarımda yaşanan sıkıntıları konuştuğumuz Mersin Ziraat Odası Başkanı Salim Ongun, ‘‘Ben 1950’den beri çiftçiyim. Son 2 yılda yaşadığımız sıkıntıları 50 yılda çekmedik’’ diye konuştu. dece narenciyede değil diğer meyvelerde de üretici zarar ediyor. Ürününü satamayınca, ucuza satınca da şehre taşınmaya karar veriyor. Üreticinin temel sorunu girdi maliyetlerinin yüksek olması. AKP’nin iktidarda olduğu 4 yılı ‘‘Tarım açısından çok kötü geçti’’ diye özetleyen Mersin Ziraat Odası Başkanı Ongun sözlerini şöyle sürdürdü: ‘‘AKP’nin amacı Avrupa Birliği’ne girmek için çiftçi nüfusunu azaltmak. Bu politika yanlış. Tarım olmazsa Türkiye ne iş yapacak. AKP’den önceki hükümet giderayak bazı tarım ürünlerinin ithalatını serbest bırakmıştı. AKP hükümeti de bu ithalat serbestisini sürdürdü. Bugün bizim çiftçimizin meyvesi dalında kaldı, ama dışarıdan meyve geliyor. İthalatın sınırlanması lazım. Mesela Mersin Serbest Bölgesi’nde çalışan bazı firmalar, yabancı ülkelerden gümrüksüz, vergisiz ve ucuz maliyetli narenciye getiriyorlar. Bunu işliyorlar ve iç piyasaya sürüyorlar. Çiftçiye verilen en büyük zararlardan birisi de budur.’’ BAŞBAKAN ERDOĞAN’I PROTESTO EDEN ÇİFTÇİ MUSTAFA KEMAL ÖNCEL: ‘Bu sene de zarar edersem bittim’ MERSİN Türkiye, Mersinli çiftçi Mustafa Kemal Öncel’i Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la tartışmasının ardından tanıdı. Başbakan Erdoğan’a ‘‘Çiftçinin anasını ağlattınız, Tarım Bakanı’nın anayasayı ihlal ettiğini biliyor musunuz?’’ diyen Öncel’le, çiftçilerin sorunlarını ve ‘‘Anayasanın nasıl ihlal edildiğini’’ Kuyuluk kasabasındaki portakal bahçesinde konuştuk. Anayasanın 45. maddesinde, ‘‘Devlet, bitkisel ve hayvansal ürünlerin değerlendirilmesi ve gerçek değerinin çiftçinin eline geçmesi için gereken tedbirleri alır’’ şeklinde ifadenin yer aldığını anımsatan Öncel, AKP’nin iktidarda olduğu sürece çiftçilerin ürünlerinin değerlendirilmediğini, bu şekilde anayasanın ihlal edildiğini söylüyor. ‘‘Biz çiftçiler ürünlerimize güvenerek üretim yapıyoruz ama hükümet çiftçiyi düşünerek plan yapmıyor’’ diyen Öncel, çiftçilerin Tarım Bakanlığı’ndan ‘‘zerre kadar’’ fayda görmediğinin altını çiziyor. Son 2 yıldır narenciye piyasasında belirsizlik olduğunu, bunun da fiyatların düşmesine yol açtığını vurgulayan Öncel, AKP hükümetine yükleniyor: ‘‘Hükümet bizim ürünlerimizi değerlendirecek tedbirler almıyor, çünkü bir ihracat politikası yok. AKP döneminde narenciye piyasasında bir belirsizlik var. Daha önceki hükümetlerde belirsizlik olmazdı. AKP iktidara geldiğinden beri belirsizlik hep oldu. Bu yıl, haziran ayına geldik hâlâ birinci makas atılmayan köyler var. İşte Tarım Bakanı, çiftçinin ürününü dalında bırakarak anayasayı ihlal ediyor.’’ Devletin narenciye ihracatı konusunda ihracatçıyı yalnız bıraktığını, diğer tüm tarım ürünlerinde de değer kaybı yaşandığını belirten Öncel, narenciyede rekolte fazlası olduğu iddialarına ‘‘Kesilen bahçelerin yerinde apartmanlar yükseliyor’’ diye karşılık veriyor. AKP hükümetinin tarımı bir bütün olarak ele almadığını, ithalat politikalarının çiftçinin aleyhine işlediğini savunan Öncel, 4 yıllık AKP iktidarını şöyle özetliyor: ‘‘Ecevit döneminde dalındaki portakalı 800 bin liradan sattık. AKP döneminde 1020 Ykr arasına düştü. Bu yıl ben bahçemi mayıs ayına kadar beklettim, 30 Ykr’den satabildim. Eğer ilaçlama ve gübrelemeyi senede bir kez yaparsanız kilogram başına maliyet 46.5 Ykr. Eğer tüm ziraatçılık tekniklerini kullanırsanız kilogram başına maliyet 1.5 YTL olur. Ama biz 30 Ykr’den sattık, zararına sattık. Tarım Bakanı gelsin ben ona çiftçilik öğreteyim, hesap öğreteyim. 5 sene önce bahçeme 10 lira masraf etsem 100 lira gelir alıyordum. Belki o zaman da girdiler pahalıydı ama ürünümüz para ediyordu. Bu hükümet döneminde hem maliyetler arttı, hem ürünümüzün değeri düştü. Bahçemiz için olmazsa olmaz bir ilaç geçen sene 45 liraydı, bu sene 110 lirayı geçti. Envidor diye bir ilaç geçen sene 30 liraydı bu yıl 45 lira. 35 liralık koruma ilacı 60 lira oldu. Tarım Bakanlığı bürokratları, tarım müdürlükleri bahçe işçiliği maliyetini 7 ile 10 lira arasında hesaplıyor ama biz 30 lira yevmiye veriyoruz. İşçilik piyasası bu. Ama işçilikten, dünyadan haberleri yok. Çiftçinin anası ağlıyor, Tarım Bakanı yan gelip yatıyor.’’ ‘Bu sene son’ ‘‘AKP iktidara geldi geleli bırakın maliyetleri karşılamayı hep zararına çalıştım’’ diyen Öncel, tarımda yaşanan krizin her kesimi etkilediğini, fidan üreticilerinin 10 liraya mal ettikleri limon fidanlarını 1 liradan satmak zorunda kaldıklarını anlatıyor. Kendisi de dahil birçok köylünün arazisini satışa çıkardığını, üreticilerin borçlarını ödeyemediğini anlatan Mustafa Kemal Öncel, ‘‘Çiftçinin anasını ağlattınız’’ diye feryat etmesinin gerekçesini ise şöyle açıklıyor: ‘‘Bu sene son senem. Bu sene de ürünüm para etmezse, bu sene de zarar edersem bittim demektir. Bir daha üretim yapmayacağım demektir. Benim gibi düşünen çok. 35 milyar değerindeki araç gerecini 6 milyara satan komşularımız oldu. Çünkü adam sıkışmış. Borcunu ödeyemiyor. Çaresi yok. Ben de Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığından çıkarılmak istiyorum. Çünkü bittim.’’ S Ü R E C E K CUMHURİYET 09 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear