26 Aralık 2024 Perşembe Türkçe Subscribe Login

Catalog

Months
Days
Pages
SAYFA CUMHURİYET 24 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ DIŞ BASIN 10 Moskova’nın Kiev’e önerebileceği en iyi şey sabırlı, ilkeli ve dostane bir politikadır DEĞİŞEN DÜNYADAN HÜSEYİN BAŞ Ukrayna NATO’ya girmemeli SERGEY KARAGANOV Yanlış Hesap! İsrail’in Gazze saldırısı tüm hızıyla sürerken bu kez Lübnan’a saldırması, çoklarına göre savaşın W. Bush ve neoconlarının ünlü ‘Büyük Ortadoğu Projesi’ne uygun olarak bölgenin tümüne yayılacağıyla ilgili endişeleri arttırmış görünmektedir. Irak’ta savaş direnişçilerle işgalci, Şiilerle Sünniler, Kürtlerle Türkmenler arasında gittikçe şiddetlenerek sürüyor. İç savaş ve ardından gelmesi olası parçalanma kapıda. Gazze ve Lübnan’dan sonra sıranın Hizbullah’a destek veren Suriye, dahası İran’a geleceğinden söz ediliyor. Gazze’de tanrının her günü aileler yok oluyor. Lübnan saldırısının onuncu gününde ölü sayısı üç yüzü geçmiş, yaralı sayısı ise bini çoktan aşmış. Yıkımın hesabı yok. Geçici de olsa bir ‘‘ateşkes’’i kimse ağzına almıyor. Bir süredir Filistin’i gözden çıkarmış görünen Avrupa, yakın ilişkileri olan Lübnan’a saldırı karşısında da sessizdir. Güvenlik Konseyi’nin konuyla ilgili kararları ise her zaman olduğu gibi Amerikan vetosuyla işlevsiz kalmakta, BM’ninse sesine kimse kulak vermemektedir. Şu satırların yazıldığı sırada bölgeyi ziyarete hazırlanan ABD Dışişleri Bakanı Rice, Hizbullah’ın ‘‘güç toplayacağı’’ kaygısıyla ‘‘erken’’ bir ateşkese taraftar olmadığını açıklamıştır. ABD’nin ateşkese bile yanaşmayan bu tavrı İsrail’in Lübnan sınırına önemli askeri yığınak yapması, çatışmaların Hizbullah’ın gücünün kırılarak tehlikeli olmaktan çıkarılmasına kadar süreceğini göstermektedir. Üç yılı aşkın bir süreden bu yana Ortadoğu’da gelinen noktaya bakıldığında, bölgeye barış ve demokrasi getireceği savlanan W. Bush’un ünlü ‘‘Büyük Ortadoğu Projesi’’, tıpkı Irak’ın işgalini meşru göstermeyi amaçlayan ‘‘kitle imha silahları’’ yalanı gibi, petrol ve enerji bölgelerinin denetimine yönelik egemenlik planlarının gözlerden kaçırılmasına yöneliktir. Ancak oynanan oyunun üstünün örtülmesi kolay değildir. Bu yüzden inananı da pek kalmamıştır. ??? 40 yıldır süren İsrailFilistin sorununun tarihi, aynı zamanda bu çabaları etkisiz kılan, ardından sil baştan yeniden başlamasına yol açan ‘‘bahanelerin’’ de tarihidir. Barışa köstek olan bahanelerin mucidi, kuşkusuz, öncelikle İsrail’dir. Filistinlilerin de, zaman zaman barışın kösteklenmesinde kullanılan bahanelere çanak tuttuğu söylenebilir. Örneğin Gazze’nin yeniden işgali süreci Hamas’ın Filistin otoritesiyle İsrail’in tanınacağını da içeren anlaşmaya vardığı bir sırada, bir askerin kaçırılması gibi orantısız bir ‘‘bahane’’ ile başlatılmıştır. Ama bunda Hamas’ın anlaşma için bunca zaman ayağını sürümesinin de payı olmuştur. Askerin serbest bırakılmasının görüşmeler yoluyla çözüme ulaştırılması seçeneğinin benimsenmesi yerine, olayı bahane ederek iş barışın yol haritasını rafa kaldırmaya kadar götürülürse, bundan barışın istenmediği anlamı çıkar. Nitekim, gelinen nokta budur. Barış sürecinin ne zaman, nasıl başlayacağı ise belirsiz bir tarihe ertelenmiştir. ??? Lübnan saldırısı için de aynı şeyi söylemek olası. İsrail görünürde salt Hizbullah’ın kaçırdığı askerleri kurtarmak için saldırmıştır. Oysa savaş ilanı için bu bahane yetmez. Saldırıya Hizbullah’in İsrail kentlerine füzelerle saldırarak yanıt vermesinin engellenmesi, kuşkusuz, daha ciddi bir savaş nedenidir. Ama konunun uzmanı kimi yorumculara bakılırsa, İsrail’in Lübnan’a saldırısında Lübnan siyasal yaşamında etkin bir yere sahip Hizbullah’ın geçen 8 Haziran’da, General Michel Aoun’un, sürpriz bir biçimde ‘‘Özgür Yurtseverler Hareketi’’ ile ‘‘Anlaşma Belgesi’’ adını taşıyan bir siyasal anlaşma imzalaması rol oynamıştır. Anlaşma Hizbullah’ın askeri kanadının, ‘‘ulusal diyalog’’ çerçevesi içinde silahsızlandırılmasını öngörmektedir. Suriye karşıtlarını gafil avlayan bu anlaşma ise Lübnan siyasal ortamını bütünüyle değiştirebilecek bir gelişme olarak görülmekte, İsrail saldırısı bu anlaşmadan kaynaklanmaktadır. (Hassane Zerruki, L’Humanite, 20.07.06) Hizbullah siyasal alanda ‘‘çoğulculuğu’’ seçmiştir. 2005 yasama seçimlerinde 28 milletvekilinden oluşan grubun on biri Hizbullah üyesidir. Kabinede iki de bakanı vardır. Çeşitli sivil toplum kuruluşlarının halka sağladığı hizmetlerle oldukça saygın bir yere sahip bulunan Hizbullah, ABD onaylı İsrail saldırısıyla Lübnan Başbakanı Sinyora’nın dediği gibi, daha da güçlenmiştir. Olası bir seçimde, kuşkusuz Suriye ve İran’a daha yakın bir dinci iktidar olasılığı ciddi ölçüde artmıştır. Gerçekten de, ABD ve bölgedeki taşeronuMağrip’tan Ortadoğu’ya nereye el atsa, ne hikmetse, ardından hem de ‘‘demokratik’’ ve ‘‘meşru’’ yollarla radikal İslam ya tek başına iktidar olmakta ya da iktidarın kapısına dayanmaktadır. Ne hikmetse! ‘T uruncu devrim’’ sonrasında Ukrayna’dan gelen haberler, savaş bölgelerinden gelen bültenleri akla getiriyor. ‘‘Siyasi kriz’’ kavramı öyle sık kullanılıyor ki, artık neredeyse olağan bir durum olarak algılanıyor. Rusya’yla (ve öteki ülkelerle) anlaşmalar yapılıyor, bozuluyor, sonra tekrar onaylanıyor ve unutuluyor... Ukrayna’nın neredeyse en etkili siyasetçisi sayılan Amerikan Büyükelçisi Kiev’e ders veriyor. Ağzı olan herkes konuşuyor ve bir şey öneriyor... Ben, yalnızca gelecekte Ukrayna’daki gelişmeleri belirleyecek bazı kilit faktörleri ele alacağım. Birincisi, devlet yapılanmasının tamamlanmamış olmasıdır. Ukrayna, bazı eski Sovyet devletleri gibi devletleşme sürecinde başarısız olmuş bir ülke değildir. Devletleşmeuluslaşma süreci güçlenmektedir. Ama ciddi ve uzun bir devlet deneyiminin olmaması, ülkeyi parlamenterbaşkanlık cumhuriyetine dönüştüren siyasi reform ve bölgeler arasındaki dengesizlikler bu sürecin tamamlanmasına engel olmaktadır. Bazı bölgeler daha zengin durumdaki, kültürel olarak yakın Rusya’ya yönelmektedir. Bu, tüm devletleri ürkütecek cinsten bir durumdur. İkincisi, Ukrayna elitinin çoğunluğu, ekonomik olarak daha güçlü, siyasi ve kültürel açıdan çekici Rusya’dan uzak durmaktadır. Rusçanın dışlanması bunun bir sonucudur. Oysa iki dilli Ukrayna, gelişim sürecinin hastalıklarını daha kolay aşabilirdi. Üçüncüsü, bu noktadan yola çıkarak, durmadan Batı’ya yönelme çabalarıdır. Bu, Moskova karşısında hissedilen zayıflıktandır. Elbette Moskova’nın sık sık mağrur veya kaygısız tutumları da kırgınlık yaratmayacak türden değildir. Gerçi Rusya, başka cumhuriyetlere karşı ‘‘ağabey’’ kompleksinden kurtulmuş gibidir, ama pek çok Ukraynalının ‘‘küçük kardeş’’ kompleksi halen geçerlidir. Dördüncüsü, Ukrayna’da mülkiyet dağılım ve paylaşımı henüz tamamlanmamıştır. Bu süreçlerle ilgili siyasi mücadelelerin durgunlaşması için daha beklemek gerekecektir. Beşincisi, Batı, özellikle de ABD, Ukrayna elitine yeniden Rusya’ya yaklaşmaması ve bu iki devletin hızla güçlenmemesi için bilinçli baskı yapmaktadır. Böyle bir yakınlaşmanın, göreceli olarak zayıf olan Ukrayna’ya daha fazla yarar getireceği ortadadır. DEMOKRASİ ALAY KONUSU Batı’nın etkisi her zaman olumsuz değildir. Amerikalılar doğrularla ve yalanlarla Rusya’nın Ukrayna’daki nükleer başlıklarını çekmesine önayak olmuştur. Ama çoğunlukla bu etki tek boyutludur: Batılı komşular, Kiev ve Moskova birbirinden ne kadar uzaklaşırsa o kadar iyi olacağı kanısındadır. ‘‘Turuncular’’ın garip zaferi bir sevinç patlaması yaratmış, demokrasinin artık geldiği sonucu çıkarılmıştır. Ancak krizler, heyecanları yatıştırmış, Ukrayna’da demokrasi alay konusu olmuştur. Bununla birlikte çıkarlar hâlâ gündemdedir. Anlaşılan Ukrayna, pek çok faktörden etkilenerek gelişecek olan, göreceli bağımsız ve epeyce istikrarsız bir ülke olacaktır. İktidara gelecek her siyasi grup, başta blöf olmak üzere her türlü yöntemle Rusya’dan ve Batı’dan bir şeyler koparmaya çalışacaktır. Buradaki ‘‘Rusya yanlısı’’ fraksiyonlara da güvenilmemelidir. Onlar Rus paralarının hortumlanmasında başarılıdır. Rusya’nın Ukrayna’ya önerebileceği en iyi şey ticari çıkarları gözeten, sabırlı, ilkeli ve dostane bir politikadır. Kimse kendini birleşme efsaneleriyle bunaltmamalıdır. Ama dünya haritasının 30 yıl sonraki halini kimsenin bilemeyeceği de bir gerçektir. Aynı kökten gelen iki halkın kültüreltarihsel açıdan ve askerisiyasi bakımdan bölünmesinin önüne geçilmelidir. Ukrayna, kendini uzun vadede korumak istiyorsa NATO’ya girmemelidir. Kiev’de, Rusya’dan ölümüne korkanlar ve geçmiş özelleştirmelerle başka günahların üzerine sünger çekmek isteyenler bunu çok istese bile... (Rossiyskaya Gazeta, Rusya, 19 Temmuz) Rusçadan çeviren Hakan Aksay A DADA ÇÖZÜM KOLAY GÖRÜNMÜYOR Kıbrıs’ta 32 yıl sonra gelinen nokta... ? Kıbrıslı Rumlar adanın yeniden birleşmesini ve Türklerle ortak bir yaşam sürmeyi istiyorlar mı? Bu tür sorulara verilecek yanıtlar bir dereceye kadar Kıbrıs sorununa ilişkin yeni bir girişimin başarısı için yeterli ölçütlerin olup olmadığını ortaya koyacaktır. FİLİPPOS SAVVİDİS ıbrıs’ın çıkarına olmadan işlenen çifte cinayetten; 15 Temmuz darbesi ve 20 Temmuz 1974 Türk işgalinden bu yana 32 yıl geçti. 32 yıldan özlü karşılıklar almadan, ada, hukuki bölünmenin gerçekleşmesi tehlikesinin eşiğinde. Kıbrıs Rum toplumu, 1974 felaketinden sonra ayakta kaldı ve güçlü bir ekonomi yaratmayı başardı. Aslında bu küçük bir ‘‘ekonomik mucizeydi’’. Ancak, ekonomik kalkınmadaki mucize, Kıbrıs’ın siyasi sistemi ile siyasi kültürüne yansımadı, bu noktalar ekonomi kadar olgunlaşmadı. Kıbrıs’ta siyasetin toplumsal ve ekonomik alana göre başrolü oynaması, toplumun geri kalmasına neden oldu. Yani Kıbrıs AB’ye katılımından yapıcı bir şekilde yararlanmayı başaramadı: Kıbrıs (Rum kesimi) siyasi kültürü ‘‘taşralı’’ ve küçük olmasına rağmen büyüklük sendromuna kapılmış bir kültürdür. Sosyal konular için yürütülen diyalog renksiz ve konuların özüne değinmeyen muhafazakâr bir diyalogdur. Kıbrıs’ın Avrupa etkinliklerine katılımı ise sınırlı ve önemsizdir. Rum toplumu kendi küçük dünyası içinde, kendi rüyalarıyla yaşamakta, küreselleşmiş bir dünyanın hızlı gelişmelerini izleyememektedir. Bu durumla ilgili sorumluluk bir yere kadar, sürekli boş sloganlar atıp sahte umutlar besleyerek bu fenomeni güçlendiren siyasi liderlere aittir. Bu nedenle, bazı mantıklı sesleri bir yana bırakırsak, Kıbrıs toplumu özlü ve gerçekçi bir siyasi görüş ve birleşmiş bir Avrupa içinde kendi geleceğiyle ilgili bir tek amacı dahi dile getirememiş durumdadır. Birleşmiş Avrupalı bir Kıbrıs hedefine hâlâ ulaşılamamıştır. Daha da kötüsü, Kıbrıs’ta bu hedefi desteklemek cesaretini gösterenler, 1960’lı ve 70’li yılların tehlikeli görüşleri doğrultusunda hareket eden bir yetkili tarafından ‘‘satılmış’’ ve ‘‘hain’’ olarak nitelendirildi. Çözüm için 2004’te yapılan referandum bu koşullar altında gerçekleşti. Bu nedenle, korkunun egemen olması ve BM ile AB tarafından önerilen çözümün, Rumların çoğunluğu tarafından reddedilmesi tesadüf değildir. PASOK Başkanı Yorgo Papandreu’nun 2005’te dediği gibi, ‘‘Rumların hayır oyu vermelerinin nedenlerinden biri korku ve güvensizlik duygusuydu. Yeşil Hattın karşı tarafında 30 bin Türk askeri varken, refah içinde yaşayan Rum toplumu refahını kaybetmekten elbette korkuyor. Bu nedenle korkularına yanıt verebilecek bir lidere ihtiyacımız var’’. Referandumdan 2.5 yıl sonra, Kıbrıs konusuyla ilgili bir hareketlenme görülüyor. BM Genel Sekreter Yardımcısı İbrahim Gambari’nin Ankara Atina Lefkoşa üçgeninde yaptığı temaslar ve Papadopulos ile Talat arasındaki ‘‘anlaşma’’ ihtiyatlı bir hareketlenmeye yol açtı. Ancak, bunun kıstasları hakkında yorum yapmadan önce, çok önemli bazı soruların cevaplandırılması gerekir: İki kesimli, iki toplumlu federasyon, Rumlar ile Türklerin ortak yönetimi temelinde çözüm için siyasi irade gerçekten var mı? K Vaat edilmiş topraklardaki zulüm KATHLEEN CHRISTISON* srail’in Filistinlilere karşı yıllardır her gün uyguladığı dehşeti tanımlamak için sıradan terimler, kelimeler yetersiz kalır. Gazze’deki trajedi yüzlerce kez anlatıldı, tıpkı Kibya, Sabra ve Şatilla ile Cenin trajedileri gibi Yahudilik adına 60 yıldır süren zulüm. Ancak bu dehşet, İsrail’in büyük bölümünde, ABD siyasi arenasında ve büyük Amerikan medyasında sağır kulaklara takıldı. Dehşeti yaşayanlar ki çoktularİsrail’de, ABD’de, şimdi de Kanada ve Avrupa’da siyasetin, medyanın elit kesimini görmekten ve duymaktan koruyan Pasiflik kalkanını delip geçemediler. Ama artık şunun yüksek sesle söylenmesi gerek: İsrail’in politikalarını üreten ve uygulayan kişiler, İsrail’i bir canavar haline getirdiler... Ve bütün İsraillilerin, İsrail’in kendileri adına konuşmasına izin veren bütün Yahudilerin, ABD’nin İsrail’e ve onun cinai politikalarına verdiği desteği durdurmak için hiçbir şey yapmayan bütün Amerikalıların şunu fark etmesinin vakti geldi: İsrail’in Filistinlilere zulmü devam ederken sessizce oturarak, kendi ahlakımızı zedeliyoruz. Bir ırkın ya da dinin diğerleri üzerindeki üstünlüğünü savunan bir ulus, zamanla psikolojik olarak işlevsizleşir. Kendi imajına narsisistçe takıntılı olduğundan, bedeli ne olursa olsun ırksal üstünlüğünü korumak için çabalamak zorundadır ve kaçınılmaz olarak bu hayali üstünlüğe karşı çıkan her şeyi var oluşuna bir tehdit olarak algılar. Öyle ki, öteki halklar yalnızca kendi varlıklarıyla kendi var oluşu için bir tehdide dönüşür. Irkçı devlet, kendisini hayali tehditlere karşı korumaya çalışırken TOPLUM HAZIR MI? Toplum bu çözümü desteklemeye hazır mı? Rumlar korkularını aşarak acı ama dürüst bir uzlaşma riskini üstlenebilirler mi? Liderler birleşmiş Avrupalı bir Kıbrıs amacını destekleyebilir mi? Rumlar adanın yeniden birleşmesini ve Türklerle ortak yaşamı istiyorlar mı? Bu sorulara verilecek yanıtlar bir dereceye kadar Kıbrıs sorununa ilişkin yeni bir girişimin başarısı için gerekli ölçütlerin olup olmadığını ortaya koyacaktır. İlk belirtiler, Papadopulos Talat arasındaki ‘‘anlaşmanın’’, yeni bir çıkmaza girme sorumluluğunu ‘‘üstlenmemek’’ için uygulanan taktik çerçevesinde bir hareket olduğunu gösteriyor. Papadopulos ve Talat’ın gerçek niyetlerinin çözüm yönünde mi olduğu, yoksa etkili olmak için taktik mi uyguladıkları yakında belli olacak. Bugün, çözüm çabasının başarılı olması için şunlar gerekiyor: 1. Kıbrıs’ın AB’ye katılımının sağladığı olanakların doğru ve gerçekçi bir şekilde değerlendirilmesi, 2. görüşmeler için net takvim konulması, 3. Kıbrıs vatandaşının korkularını aşması ve oluşacak düzenlemeleri desteklemesi için doğru bilgilendirilmesi gerekiyor. Yeniden birleşme çözümü riskli fakat AB içinde güvenlik ve ilerleme fırsatları da yaratıyor. Asıl soru şudur: Rumlar bu tür bir riski göz önünde tutarak, fırsattan yararlanma siyasi iradesine sahip mi, yoksa bölücü statüko uzlaşmasını mı tercih ediyorlar? (To Vima, Yunanistan, 20 Temmuz) Yunancadan çeviren Murat İlem İ gitgide paranoyaklaşır ve toplum entelektüel anlamda sınırlı, kapalı ve dar görüşlü bir hale gelir. Aksilikler onu öfkelendirir, aşağılamalar delirtir. Gücünü tazeleme ihtiyacındaki devlet, denge hissiyatını yitirir, çılgınca bir çabayla dizginlerinden boşanır. Bunun bir örneği, ‘‘Ari ırkın’’ üstünlüğünü korumak için çabalayan Nazi Almanyasında yaşanmıştı. Şimdi İsrail’de tekrarlanıyor. İsrailli aydın ve antisiyonist eylemci Michel Warschawski 2004’te ‘Açık Mezara Doğru: İsrail Toplumundaki Kriz’ adlı kitabında ‘‘Bu toplum artık ahlaki ya da coğrafi herhangi bir sınır tanımıyor’’ diye yazdı. İsrail sınır tanımıyor ve Filistinlilere boyun eğdirme, Filistin’i toptan İsrail çöküşe giderken onu desteklemeyi sürdürenler ahlaki pusulalarını kaybetmişlerdir. yutma girişimleri, sessizce boyun eğmeyi reddeden ve İsrail’in küstahlığına direnen vakur Filistinliler tarafından geri çevrildikçe, kamçılanıyor. Bizler, ABD’de İsrail tarafından dayatılan trajediye alıştırıldık. İsrail zulmünü, nasıl da İsrail’in kurban olduğu örneklere çeviren tuzağa, biraz da imgelemin yardımıyla, kolayca düşüyoruz. Ancak, Gazze’de 4 yıl önce olduğu gibi, bir gece yarısı 225 kg’lık bir bombayı bir eve atarak uyuyan14 sivili öldüren bir askeri kurum, uygar kurallar ile işleyen bir askeri kurum olamaz. Geçenlerde, Gazze’de olduğu gibi, bir gece yarısı 225 kg’lık bir bombayı bir eve atıp bir adamı, karısını ve 7 çocuğunu öldüren bir askeri kurum, ahlaklı bir ülkeye ait olamaz. Bir karakolda, 13 yaşındaki bir kızın askerleri tehdit ettiği gerekçesiyle bir subay tarafından vahşice öldürülmesini (İntifada’nın başından beri öldürülen 700 Filistinli çocuktan biri) örtbas eden bir toplum, vicdanlı bir toplum olamaz. Camiye girerken üstünü aramak isteyen bir erkek askeri itip kaçmak suçundan 15 yaşındaki bir kızı (İsrail’in gözaltına aldığı yüzlerce çocuktan sadece biri) hapse atan bir hükümet, herhangi bir ahlaki anlayışa sahip olamaz. (ABD medyasında asla yer verilmeyecek olan bu öykü, London Sunday Times’da yayımlandı. Kıza 3 el ateş edildi ve komadan çıktıktan sonra 18 ay hapse mahkum edildi.) İsrail’i eleştirenler, İsrail’in kendi kendini yıktığını, kendi yarattığı bir felakete doğru sürüklendiğini vurguluyorlar. İsrailli gazeteci Gideon Levi ‘‘ahlaki çöküş’’ içindeki bir toplumdan söz ediyor. Warschawski, İsrail’i intihara sürükleyen bir ‘‘İsrail çılgınlığından’’, ‘‘akıl dışı vahşetten’’ ve uygar bir toplumun ‘‘çürümesinden’’ söz ediyor. Siyonist yatırımın sonunu öngörüyor. İsrail’in ‘‘bir kabadayılar çetesi’’, ‘‘hukuk ve ahlakla dalga geçen’’ bir devlet olduğunu söylüyor. Adaleti bu denli hor gören bir devletin hayatta kalamayacağını vurguluyor. İsrail daha önceden tanıdıysa bile, artık herhangi bir ahlaki sınır tanımıyor. İsrail çöküşe doğru giderken İsrail’i desteklemeyi sürdürenler, onun yerine bahaneler bulanlar, ahlaki pusulalarını kaybetmişlerdir. (Kathleen Christison, CIA’da siyasi analizci olarak çalışmıştır. counterpunch.com internet sitesi, 18 Temmuz) İngilizceden çeviren Ezgi Hıdıroğlu KÖRFEZ İCRA MÜDÜRLÜĞÜ SAYI : 2004/1046 TALİMAT Satılmasına karar verilen gayri menkulün cinsi,kıymeti,adedi,evsafı :Körfez Yarımca Tütünçiftlik mevkii Ada : 27 Parsel :7 Cilt: 134 Sayfa : 13058 de kayıtlı taşınmaz mal yaklaşık altı yıl önce inşa edilen, bir katlı,çatı örtüsü olan ve mesken olarak iskan edilen mimarlık hizmetlerine esas,III.sınıf A gurubu yapılardan olan, betonarme karkas,bir bina vardır. Tabanda yaklaşık 140 m2 alan üzerine inşa edilen tek katlı meskende, üç oda,salon, mutfak, banyo,tuvalet mekanları bulunmaktadır. Oda ve salon zemin döşemeleri ahşap parke, ıslak zemin döşemeleri ise seramik malzeme kaplanmıştır. Doğal gaz bağlantısı olan bina doğal gaz kombili ısınma türündedir. Muhammen Bedeli : 65.000.00 YTL, Yüzölçümü : 312.00m2 dir. İMAR DURUMU: Körfez Belediye Başkanlığının 06.05.2005 Tarih, 105291 sayılı yazılarındaki,Güney mahallesi Ada : 27 Parsel : 7 numaralı taşınmazla alakalı imar Durum Bilgilerine göre,Blok nizam,üç kat,tabanda 0.40 İnşaat izni olan ve konut alanında olduğu belirtilmektedir. 1 Satış 05.09.2006 günü saat 14.20’den 14.30’a kadar Körfez icra müdürlüğünde açık artırma suretiyle yapılacakbr.Bu artırmada tahmin edilen kıymetin % 60 “ını ve rüçhanlı alacaklılar varsa alacaklan mecmuunu ve satış masraflarını geçmek şartı ile ihale olunur.Böyle bir bedelle alıcı çıkmazsa en çok artıranın taahhüdü baki kalmak şartıyla 15.9.2006 günü Körfez İcra Müdürlüğünde saat 14.20 ile 14.30 arası ikinci artırmaya çıkarılacaktır.Bu artırmada da bu miktar elde edilememişse gayrimenkul en çok artıranın taahhüdü saklı kalmak üzere artırma ilanında gösterilen müddet sonunda en çok artırana ihale edilecektir.Şu kadar ki,artırma bedelinin malın tahmin edilen kıymetinin % 40’ mı bulması ve satış isteyenin alacağına rüçhanı olan alacaklarının toplamından fazla olması ve bunda başka,paraya çevirme ve paylaştırma masraflarını geçmesi lazımdır.Böyle fazla bedelle alıcı çıkmazsa satış talebi düşecektir. 2Artırmaya iştirak edeceklerin,tahmin edilen kıymetin % 20 nisbetinde pey akçesi veya bu miktar kadar milli bir bankanın teminat mektubunu vermeleri lazımdır.Satış peşin para iledir,alıcı istediğinde 10 günü geçmemek üzere mehil verilebilir.Tellaliye ,resmi ihale pulu,tapu harç ve masrafları alıcıya aittir.Birikmiş vergiler satış bedelinden ödenir. 3İpotek sahibi alacaklılarla diğer ilgililerin (ilgililer tabirine irtifak hakkı sahipleri de dahildir)bu gayrimenkul üzerindeki haklarını hususiyle faiz ve masrafa dair olan iddialarını dayanağı belgeler ile on beş gün içinde dairemize bildirmeleri lazımdır.Aksi takdirde hakları tapu sicili ile sabit olmadıkça paylaşmadan hariç bırakılacaktır. 4 İhaleye katılıp daha sonra ihale bedelini yatırmamak suretiyle ihalenin feshine sebep olan tüm alıcılar ve kefilleri teklif ettikleri bedel ile son ihale bedeli arasındaki farktan ve diğer zararlardan ve ayrıca temerrüt faizinden müteselsilen mesul olacaklardır.İhale farkı ve temerrüt faizi ayrıca hükme hacet kalmaksızın dairemizce tahsil olunacak bu fark,varsa öncelikle teminat bedelinden alınacaktır. 5 Şartname,ilan tarihinden itibaren herkesin görebilmesi için dairede açık olup masrafı verildiği takdirde isteyen alıcıya bir örneği gönderilebilir. 6 Satışa iştirak edenlerin şartnameyi görmüş ve münderecatını bilgi almak isteyenlerin Körfez icra müdürlüğünün 2004/1046 Talimat sayılı dosya numarasıyla Müdürlüğümüze başvurmaları ilan olunur. 21.07.2006 Basın: 36543 TAŞINMAZ MAL AÇIK ARTIRMA İLANI CUMHURİYET 10 K
Subscribe Login
Home Subscription Packages Publications Help Contact Türkçe
x
Find from the following publications
Select all
|
Clear all
Find articles published in the following date range
Find articles containing words via the following methods
and and
and and
Clear